Abdullah Akçay, 1992, Mardin Dargeçit..
14'ünde gasptan mahkum oldu. 16'sında kansere çarptırıldı. 18'inde, bedeni lösemi, raporlara zincirli! Dargeçit'ten bir çocuk dar geçitlerde büyüdü de... iki ay ömür biçilse bile, belki öyle ölmemeli!
Büyü de uyu
Abdullah Akçay'ı ne Başbakan savunabilir, ne TV'de Genelkurmay Başkanı.
Siyasi, askeri, sosyolojik, tam siper tahlillerde Abdullah'a yer yok.
Zaten Abdullah'ın hikayesine bu dünyada pek yer yok.
Binlercenin öldüğü ya da Genelkurmay Başkanı deyişiyle "etkisiz hale getirildiği", onyüzbinlercesinin göçlere savrulduğu yerden; çocuk çocuk sürüklenip büyük şehir girdabına yuvarlanmış.
Zaten ne çoklar ve ne kadar yoklar!
Suç işlemiş... işlemeseydi.
Kim bilir nelerden etkilendi... etkilenmeseydi.
Başka bir fırsat olmamış... bulsaydı.
Küçükmüş o zaman... büyüseydi.
İşte büyüdü. Büyüdü de kanser oldu.
Eskiden "amansız hastalık" denirdi; o da öldükten sonra, arkandan.
Şimdi pattadanak, hücre hücre, hece hece biliyorsun: Kan kan kanser.
Hayal et
Babamı öyle kaybettim. O şimdiki yaşımdı. Ben Abdullah'tan çok küçük. Annemi de öyle kaybettim. Çok büyümüştüm. O da 79'unda. Başka savaşlarımız da oldu.
Lakin bir çocuk için, çocuğun yaşındaki için, çocukluk bilemeden 18'ini zor bulmuş için ne erken. Kim olsa, kıyamazsın!
Ardında çoğumuzun asla yaşamadığı kapkara, kupkuru, bin tür zincirle sürüklenmiş kısa ve şiddetli ömür; yaşamadığı, tanık olmadığı hayatlar silueti, belki hayal ettiklerinin hayaleti... Önünde hakiki ölüm!
Çelik çoluk, çomak çocuk
Abdullah 16'sında Maltepe Çocuk Cezaevi'nde resmen hastalandı. Zaten geç teşhis, zaten güç teşhis, "kan kanseri" oldu.
18'inde büyüklerin cezaevine nakil, cezaevi doktoru sevkiyle Okmeydanı SSK; öyle sıradan ve üstelik mahkum bir Abdullah ya, hastanede karanlık tecrit odasında kemoterapiye vuruldu.
Tam bilmiyorum, öyle mi oldu... Genç bedenlerin sert kemoterapiye (ne kadar!) cevap verme ihtimali belki ona da uğrayacaktı. Minik umut işte!
Ama hücreler alt üst.
İnsan Hakları Derneği, 18'ini bulmadığı, fiilen değilse de resmen çocuk olduğu günden beri; çocuğunu Harvard'da görme hazzına erişen Cumhurbaşkanı'na, çoluk çocuk sahibi bakanlara, müdürlere, milletvekillerine başvuruyor. Her cuma, hastanede ses duyurmaya çalışıyorlar. Deyin ki, köşeye sıkışmış bir çığlık.
Tıbbi adalet
Mesele sadece Abdullah'ın hastalığı değil.
Mesele sistemin hastalığı:
Abdullah mart başı Adli Tıp'a sevk edildi.
Eriyen ömrünün birkaç ayı daha geçti, rapor çıkmadı.
Rapor aslında 21 Mayıs'ta çıkmış.
Günleri sayılıyken postaya 15 Haziran'da verilmiş.
Savcılığa 16 Haziran'da ulaşmış.
Lakin 1 Temmuz'a kadar Savcılık'ta bulunamamış.
Israr üzerine o gün, yığılı dosyalar arasında ele geçirilmiş.
Yavaş raporu, çocuk bir nevi hücrede bekliyordu; bedendeki hücrelere hapsolmuş ömrü ise yavaş yavaş ölüm cezasına mahkumdu! Ve geçen zaman, kardeşlerinden ilik nakli ihtimalini de yok ediyordu.
Kalbi adalet
Ömür bitse de ceza, eza makamlarının titizliği bitmiyor tabii (İyi niyetli kamu görevlileri kıymet bilirlikle anılıyor!):
Daha önce sözlü olarak, cezaevinde kalamayacağı umudu verenlerin raporu bu kez "pekala yatar" diye çıkıvermiş.
Hastane raporu, "Tedaviye yanıt vermiyor; hayati riski var" derken.
Tabii o da kayboluyor, o da zor bulunuyor, o da işleme konmamış, onun da işleme konması için şeyin şeyi gerekiyor...
Sayın Cumhurbaşkanı, çocuk belki de ölüyor... Sayın "Adalet" hükümeti, Sayın "Adalet" Bakanı... Çocuğun istediği fazla şey değil, azcık ömür, Sayın Müdür!
Adalet sadece "Suç ve Ceza" mıdır!
"Hayat hakkı... Veda hakkı... Huzur hakkı" nedir!
Adalet, suçla orantısız ceza; 14 yaş suçuna 18'inde ölüm cezası değil ki.
Adalet, kıyamamaktır yahu!
Abdullah'a da kıyamamaktır!
Annesinin dileği ne, biliyor musunuz: "Eli elimde ölsün."
Bir annenin "eli evladının elinde ölüm"ünü, son nefesteki huzurunu elimden biliyorum; ama tam tersini dilemek kolay mı anam! (UT/TK)