Avukat ve ÇHD üyesi olan Halkın Hukuk Bürosu avukatları 17 avukat, bir yıllarını tutuklu olarak cezaevlerinde geçirdi. Haklarında iddianame düzenlendi, davaları açıldı. Mahkeme önüne çıkabildiler. İlk celsesi, 10 Eylül 2018 tarihinde başladı ve 14 Eylül 2018 günü Silivri’de bitirildi…İddianameye karşı savunma yaptılar. Mahkeme 17 tutuklu avukat hakkında avukat oldukları da dikkate alarak “tahliyelerine” karar verdi… Sonraki duruşma Şubat 2019’da beş ay sonra. Tahliyeleri 14 Eylül 2018 Cuma günü gecesini 15 Eylül 2018 Cumartesi’ye bağlayan günün sabahında gerçekleşebildi…
Özgür kaldılar ve 12 saat bile geçmedi…Savcılık tahliye kararına itiraz etti. Tahliye kararı veren aynı mahkeme itirazı kabul ederek yeniden tutuklama kararı ve yakalama emri çıkardı. Beş avukat hakkındaki yeniden tutuklama talebi kabul edilmedi ama 12 avukat için tutuklama kararı ile birlikte yakalama emri verildi. 12 saat geçmedi, avukatlar yeniden tutuklanacak…
Aynı zaman içinde tüm sanık avukatların tahliyelerine, tüm sanık avukatların tutuklanmalarına! Tutuklanan, savunmadır, avukatlardır.
Yargı, savunmadan korkuyor…
Yargı, savunmada avukat istemiyor.
Mahkemeler ve yargı; ceza davalarını avukatsız yürütmek, savunmasız yargı istiyor.
İddianamelerle ceza davaları açılsın, avukat olmadan yargılama yapılsın, iddianame ne istemişse ve nasıl istenmişse ve ne istenirse ceza davaları öyle bitsin!
Yeter ki; avukat olmasın. Mahkemelerin gözü avukat görmesin, olsalar bile; olsunlar ama yoklarmış gibi var olsunlar. İzin verilen savunmaları yapsınlar. Sınırları olsun. Çok konuşmasınlar, hesap sormasınlar.
İstiyorlar ki; yargılama sırasında yaptıkları savunmalarla yargıyı yargılamasınlar. Mahkemelerin izin verdiği sınırlar içinde kalsınlar. Savunma yapsınlar, suya yazılsın, yapılmış gibi olsun. Yargının kurucu unsuru olsunlar, ama olmasınlar.
Yargı sahip, avukatlar; sahibinin sesi olsun! Ne dehşet bir istek ama! Kimse sesini çıkarmasın, hele avukatlar hiç.
Savunmaya göz dikmiş bir siyasal iktidara ve düzene uygun ölçülü ve biçili bir adalet, tasvip gören makbul bir hak anlayışı ve sınırları çizilmiş hukuk…
Yargı avukat tutuklamayı çok seviyor. Sonraları avukatlık yapmaya heveslenecek şimdiki hakimler avukat tutuklamaktan hoşlanıyor.
İddianameler; avukatları suçlamaktan mahkemeler avukat tutuklamaktan memnun…
Avukatlar vardır, var olacaklar ve çoğalacaklardır…
Tutuklanan ve tahliye edilen ve tekrar haklarında tutuklama kararı verilen avukatlar “savunmayı temsil eden” avukatlardır. Mahkeme önünde yaptıkları savunmalarında haklılıklarına olan inançları; adalete, hukuka ve vicdanlarına dayalıdır.
Hakikati savundular. Hakikati savunmak onların meşruluğudur, savunmanın yargılanamayacağının savunmasını yapanlar hakikatin, hakkın, adaletin ve vicdanın temsilcileridir. Ancak ve ancak adaletin olduğu yerde hukuk; hukuktur. Adalet bir vicdan arayışıdır, hakikati arayan ve onu savunan avukatları tutuklayabilir ve mahkûm edebilirsiniz. Ama özgürlüklerinden yoksun kıldığınızı ve cezalandırdığınızı düşünüyorsanız; yanılırsınız.
Tutukladığınız ve yeniden tutukladığınız avukatlar adalete ve hakikate inanıyorlar. İnançları; bir dirhem adalet ve hakikat içindir. İnandıkları hukukla yaşamı yaşanılır kılmaktır amaçları. Özgürlükleriyle hukuk yaratıyorlar, hapsetseniz bile; emin olabilirsiniz!
Mahkemeler avukatları tutuklayabilir ama yargı ve hukuk yoluyla insan haklarına olan açlığı ve özgürlüğe yolculuğu durdurmak hakikat arayıcısı avukatlar için nafile çabadır…
Onun için yargılanırken yargılayabiliyorlar, şaşırmayın! Kimse şaşırmasın; hukuk bunun için vardır ve asıl adalet hakikattir. Korkmasın hiç kimse, alışın!
Siyasal iktidar yargı üzerinde etkili olabilir; ama savunma bitmez, avukatlar tükenmez.
Demişken; tutuklanan, tahliye edilen ve tekrar tutuklanan avukatların müdafisi oldukları ve bu nedenle suçlandıkları Nuriye Gülmen’in bitti demeden bitmeyen açlığa yolculuğuna dair birkaç satır…
Yazı Sözcükler Dergisinin Temmuz/Ağustos 2018. Sayısında (74) yayımlandı. Yazının başlığı “HYPATİA TAŞI” (kırkyama). Günlüğü tutan Işıl Aydın’ın kaleminden birkaç satır…
“265. gün (…) Bir süre sessiz kaldık. Ablam kısık kısık bakmaya başlayan gözlerini görünmeyen ufka sabitledi. Gözünü dağ başlarına, yükseklere dikmiş birinin kararlığıyla, inadına büründü bakışları.
-Biz bitti demeden bitmez bu yolculuk!” (…)
“269. gün. Ablam bugün tahliye edilip kendine ait bir odaya adım atmak üzere yola çıktı!”
(…)
“324. gün. Erkenden misafirlerimiz vardı. Ablam gibi bir seneye yakın zamandır aç olan dostu ve düşte ormandaki hayvanlar sandığımız birkaç arkadaşı ablamın kaldığı evin yolunu tutmuştu. İçeri adım atar atmaz dışarıdaki mis gibi sabah havasından dem vurdular. Ellerindeki gazeteyi ablama uzatırken, beklenen kararın çıkmadığını bir çırpıda söyleyiverdiler. Ablamın uyku mahmurluğunu üzerinden atamamış gözleri malum gazete haberinde bir süre gezindikten sonra birden sayfanın aksi köşesine kaydı ve uzun süre oradan ayrılmadı. Merakımdan usulca eğilip okuduğu yazının başlığına baktığımda, “Hypatia Taşı” ibaresini gördüm ve bir anlam veremedim.
“Mısır’da dünyaya ait olmayan bir taş bulmuşlar ve ona Hypatia Taşı adını vermişler!” dedi ve bastı kahkahayı. Dostuna dönüp “aç mısın!” diye sordu.
“Öyle olmalıyım”!”
Ablamlar o gün açlık grevine son verdiklerini duyurdu.
Ancak bir daha asla aynı insan olmadılar! Üzerlerinden attıkları fazlalıklar ve eriyen tenleri onları öylesine şeffaflaştırmış, öylesine geçirgenleştirmişti ki ne yapsalar yine de artık tek kişi olamazlardı…Ve sahi onlar bitti demeden biteceğe benzemiyordu!”
Artık avukatlar asla aynı avukatlar olmamalı. Avukatlar artık asla aynı insanlar ve artık asla tek kişi olmamalı; açlık yolculuğuna çıkmamış olsalar bile.
Çünkü her şey ve yargıda olmayacak dediğimiz her şey; avukatların gözleri önünde oldu ve oluyor…
Yargı, artık bitti mi? Yargı bitti, bitirdik dese bile!
Onlar avukatlar ve biz savunma avukatları; bitti demeden bitmez hiçbir şey… (Fİ/EKN)