2009'un son aylarına "Kürt açılımı", "demokratik açılım", "milli birlik ve beraberlik projesi" diye değişik isimlerle anılan, esasen bu ülkede yaşayan her vatandaşa eşitlik vaat eden açılım tartışmaları damgasını vurdu. Her ne kadar bu tartışmalar başladığından beri beklentilere cevap verecek nitelikte somut gelişmeler pek görülmese de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti, açılım konusunda geri adım atılmayacağını yineleyip duruyor.
Kürt sorununa barışçıl çözüm geliştirmek ekseninde gelişen açılımla ilgili olarak Kürt siyasi hareketinin yüksek sesle talep ettiği hakların başında anadili ve eğitim hakkı yer alıyor. Bu talebin tam olarak nasıl bir uygulama barındırdığı çok net olmasa da anadilde eğitim görme hakkının yasal güvenceye alınmasının istendiği ortada. Hükümet ise bu konuda henüz olumlu tek bir mesaj vermiş değil. Mardin Artuklu Üniversitesi'nin "Kürt Dili ve Edebiyatı" fakültesi açılması için YÖK'e yaptığı başvuru da bu yaklaşıma uygun olarak kabul edilmedi.
Bu konuda yaşanan belki de en olumlu gelişme Mardin Artuklu Üniversitesi'nde Kürt dili konusunda akademik araştırmalar yapılmasına imkan tanıyacak olan bir enstitünün Türkiye'de ilk olarak açılmasına müsaade edilmesiydi. Gerçi Üniversitenin YÖK'e yaptığı başvuruda istenen 'Kürdoloji Enstitüsü' açılmasıydı ve YÖK bu başvurudan bir hayli uzaklaşarak "Yaşayan Diller Enstitüsü" isimli bir bölüm açılmasına karar verdi.
Bu karar Kürtçe özel kursların açılmasına ve radyo/televizyon yayını yapılmasına olanak tanıyan düzenlemelerde kullanılan "Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçeler" ismini hatırlattı. Kanun koyucu ve idare "Kürtçe" gibi bir dil adını kullanmadan bu dilden söz etmek zorunda kalınca bu isimleri bulmak-buluşturmak konusunda bayağı bir zorluk çekiyor olmalı.
Yine de Kürt dili ve başka bölge dilleri (belki bir gün Süryanice) konusunda çalışma yapılması için ilk adımın atılmış olmasını olumlu, ancak aynı dilde bir fakültenin açılmasına izin verilmemiş olması sebebiyle de absürt bir gelişme olarak görmek gerek.
Her ne kadar üniversitenin rektörü Kürt Dili ve Edebiyatı bölümü açılmış olsa fakültede görev alacak akademisyenlerin olduğunu ve yurtdışından gelecek olanlarla kadronun tamamlanabileceğini belirtse de ("Yaşayan Diller Enstitüsü'ne rektör tepkisi") , Enstitü'de görev alacak olan akademisyenlerin yurtdışından gelmesi gibi çözümlenmemiş meseleler hâlâ olduğu gibi duruyor. Hem bir dilde araştırma yapacak bir enstitünün çalışmalarını en çok sınırlayan şey aynı dile ilişkin bir fakültenin yani lisans bölümünün olmayışı olsa gerek.
Türkiye'deki azınlık dillerinde dil ve edebiyat fakültelerinin olmayışı sadece yüksek lisans çalışmaları yapılmasının önünde değil, bu aynı zamanda o dilde eğitim verecek öğretmenlerin yetiştirilmesi önünde de engel teşkil ediyor. Örneğin yakın bir tarihte hükümet, okullarda Kürtçe'nin seçimlik dil olarak öğretilebileceğine dair bir düzenleme yapacak olursa, bu dersleri verecek öğretmenler konusunda sıkıntı yaşanabilir. Her ne kadar bazı sivil toplum kuruluşları öğretmenlere verdikleri Kürtçe kursların bu dersleri bugün dahi vermeleri için yeterli olduğu görüşünde olsalar da Milli Eğitim Bakanlığı'nın ilgili bir dil bölümünden mezun öğretmen bulunması konusunda ısrar etmesi halinde bu öğretmenlerin Kürtçe dil kurslarına gitmiş olmaları yeterli görülmeyebilir. Aynı şekilde, hükümet hasbelkader daha da ileri gidip Kürtçe/Türkçe iki dilli eğitim verilmesinin yolunu açsa, bu okullarda okutulacak Kürtçe dil derslerinin kimin tarafından verileceği sorunu yaşanabilir.
Anadil ve eğitim meselesi her ne kadar sıklıkla Kürtlerle birlikte anılsa da aslında Türkiye'deki bütün azınlıkların ortak meselesi. Lozan Antlaşması'ndan kaynaklı statüleri gereği kendi eğitim kurumlarına sahip olan Ermeni azınlığın bugün 16 okulu bulunmaktadır. Anaokulu, ilköğretim okulu ve liseleri kapsayan bu okullarda Ermeni dili dersi veren öğretmenler Türkiye'deki herhangi bir üniversitenin herhangi bir eğitim fakültesinden mezunlar, zira Türkiye'de Ermeni Dili ve Edebiyatı diye bir fakülte yok.
Bu öğretmenler eğitim gördükleri Ermeni azınlık okullarında ya da ailelerinden öğrendikleri Ermeniceyi kullanarak çocuklara Ermenice öğretiyorlar. Ermenice derslerinde kullanılan kitap ve materyallerin de zamane çocuklarının ilgisini çekmekten pek uzak olduğu ortada. Okul yöneticileri bu tip kısıtlılıklar, Ermenice'nin sosyal ve ekonomik yaşamda bir değerinin olmaması(!) gibi sebeplerle bu okullarda Ermenice dersini çocuklar için henüz İngilizce dersi kadar dahi ilgi çekici hale getirememekten yakınıyorlar.
Süryanilerin durumu Ermenilerden beter, zira Türkiye'de Süryani Dili ve Edebiyatı gibi bir fakülte olmadığı gibi, Süryaniler azınlık olarak tanınmıyorlar ve kendi dillerinde eğitim veren okulları yok. Bugün fevkalade azalan ve dağılan nüfuslarına rağmen görüştüğüm pek çok Süryani hem nüfuslarının yoğun olduğu yerlerde kendi dillerinde eğitim görmek istiyor hem de diğer yerlerde okullarda çocuklarına Süryanice öğretilmesini talep ediyor.
Bugüne kadar görüştüğüm Çerkesler ve Lazların anadilde eğitim görmek gibi bir talepleri olmasa da, anadillerinin çocuklarına okullarda öğretilmesini istiyorlar. Bu konuda pek çok açıklama yapan sivil toplum örgütlerden birinin temsilcisi durumu şöyle anlatıyor: "Çocuklarımıza kurumlarımızda ya da evde ders vermeye çalışıyoruz ancak ev ödevleri, SBS, ÖSS gibi sınavların yükü altında zaten ezilen çocukların çok az olan boş zamanlarında anadillerini severek öğrenmeleri mümkün değil. Hem kendi çabalarımızla bu dersleri gerekli kalitede, onların ilgilerini çekecek materyaller kullanarak veremiyoruz. Anadili öğrenmek onların eğitim hayatlarının içinde olmalı, ekstra bir yük olmamalı. Bu ülkenin vatandaşlarıyız ve diğer vatandaşlar gibi çocuklarımızın okullarda anadillerini öğrenmelerini istiyoruz. Bu hakkımız..."
Romanlar her ne kadar her şeyden önce çocuklarını okullulaştırmakla meşgul olsalar da bu sorun aşıldıktan sonra çocuklarının kendi dillerini öğrenmelerini isteyeceklerini belirtiyorlar.
Pek çok azınlık mensubu ve uzman, okullarda azınlık dillerinin sadece azınlık üyelerine değil, talep eden herkese öğretilmesinin azınlıkların toplumdaki görünürlüğünü sağlayacağını, toplumsal çatışmaların giderilmesine katkıda bulunacağına inanıyorlar.
Mevcut durumda azınlıkların ihtiyacı ve talebi ortadayken hükümetin anadili konusundaki direncini kırıp, azınlıklar ile bu konuda diyalog zemini yaratması ve başlangıç olarak ortak ihtiyaçları karşılayacak tedbirler alması, örneğin azınlık dillerinde dil ve edebiyat fakülteleri açması, azınlık dilini yeterli düzeyde bilen öğretmenler tarafından dil derslerinin okullarda verilmesine olanak sağlaması demokratik açılım çerçevesinde azınlıkların eşit vatandaş muamelesi görmeleri konusunda atılmış en ciddi adımlardan biri olacak.
Azınlıkların anadillerini öğrenmeleri ve anadillerinde eğitim görmeleri uluslararası hukukta da açıkça tanınan ve pek çok ülkede güvenceye alınan haklar arasında. Uluslararası standartlar ve çeşitli ülke uygulamaları bir sonraki yazının konusu. Bu konuda detaylı bilgi Mart 2009'da yayımladığımız "Unutmak mı Asimilasyon mu? Türkiye'nin Eğitim Sisteminde Azınlıklar" isimli raporumuzda yer alıyor. (NK/TK)
* Nurcan Kaya, Uluslararası Azınlık Hakları Grubu, Türkiye/Kıbrıs Koordinatörü