Nasıl bir ceza adaleti istiyoruz? Neden cezaevlerimiz dolup taşıyor?
Karşılıksız çekten dolayı cezaevinde yatan hükümlülerin fazlalığı ve yaşadığımız ekonomik kriz baskısıyla, "panik" içinde bir kanun yapıldı. Türkiye Büyükı Millet Meclisi (TBMM) tarafından 14.12.2009'da kabul edilen yeni Çek Kanunu 20.12.2009 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Kanuna göre karşılıksız çek nedeniyle hakkında savcılık tarafından soruşturma açılan, hakkında ceza davası açılan, davası süren ya da mahkûm olup cezasını çeken kişi, iki yıl içerisinde çekte yazılı miktarı ödemeyi taahhüt ettiği takdirde, hakkında "durma" ya da "erteleme" kararı verilecek. Böylece hapistekiler de çıkmış olacak...
Anayasanın 38/8 inci maddesine göre hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz. Yasa koyucu cesaret gösterip, karşılıksız çek için ve bu nedenle cezaevinde yatanlar için açıkça bir Af Kanunu getirseydi, belki de daha iyi olabilirdi. Çünkü yeni kanunla gelen cezalandırma sisteminde bir değişiklik yok aslında ve kısa sürede yeniden sorunlar yaşanacak. Yeni Kanuna göre çeki karşılıksız çıkan kişi hakkında (1500) güne kadar adli para cezası verilebilecek...
Yeni Çek Kanunu aslında "ceza içeren kanunlar" için bir örnektir. Yani öteki ceza hukukunu ilgilendiriyor... Acaba "öteki ceza hukuku" nedir? Bu konuya bazı yazarlar "acayip konu-strano oggetto" diyorlar. Öteki Ceza Hukuku, "ceza kanunu dışındaki ceza hukuku" olarak tarif edilir. Yani, ceza kanunları dışında tanımlanan ve yaptırıma bağlanan fiilleri sisteme bağlar. Bu yüzden çok geniş bir alandır ve aynı zamanda tehlikelerle doludur. Tıpkı yeni kabul edilen Çek Kanunu gibi... Bu alandaki suçlar bakımından örnek vermek gerekirse, örneğin siyasi partilerle veya seçim suçlarıyla ilgili suçlar veya derneklerle, vakıflarla ilgili suçlar gibi... Bu suçlar için ceza kanunundan ayrı, ceza içeren kanunlar vardır.
İşte bu tür suçlar yaratan öteki ceza hukuku aslında "bilinmeyen hukuk"tur. Ne zaman karşınıza çıkacağını kestiremezsiniz veya TBMM'nin ne zaman ve hangi tür suçlar yaratıp ceza hükmü içeren kanunlar kabul edeceğini bilemezsiniz. Benim bilgilerime göre "öteki ceza hukuku" konusu Türkiye'de ilk kez Prof. Dr. Uğur Alacakaptan tarafından yazılan "Ceza Hukukunda Tamamlayıcı Kurallar Ya da Öteki Ceza Hukuku" adlı makale yer aldı. (3.Yılında Yeni Ceza Adaleti Sistemi. 1-3 Haziran 2008. İstanbul Kültür Üniversitesince düzenlenen Sempozyum. Seçkin Yayınları Ankara 2009. Sayfa 13-48).
Acaba karşılaşılan her sorunu çözmek için başvurduğumuz "panik mevzuatı" gereği, yeni suçlar yaratarak ceza hükmü içeren kanun yapmak zorunda mıyız? Ceza hukukunda politikamız ve felsefemiz ne olmalıdır?
Yanıt çok basit: Ceza hukuku ve cezalandırma son çare ( ultima ratio) olmalıdır. Ceza hukuku ve cezalandırma ilk çare ( solo ratio) değildir.
Eğer devlet ortaya çıkan bir soruna el koyarak kendini bu sorunu çözmek zorunda hissediyorsa; el koymak istediği bu soruna öncelikle hukukun öteki dallarında var olan çare ve olanakları kullanarak yaklaşmalı ve buna göre çözmelidir. Zor kullanmak son çaredir. Eğer devlet, hukukun diğer dalları yetersiz kalırsa ve tüm yolları denemesine karşın çareleri tüketirse, ancak o zaman zorlayıcı, cezalandırıcı müeyyidelere başvurabilir...
Bu yüzden de "öteki ceza hukuku"ndan kurtulmak gerekir. Ceza hukukunun alanı gereksiz yere genişletilmemelidir. Yasa koyucu; ceza yaptırımı ve bir cezai müeyyide ile müdahale etmemesi gereken konuları asla ceza hukukunun kapsamı içine sokmamalıdır.
Özgürlükçü bir ceza hukuku yapmadık mı? Niçin sürekli cezaevleri inşa ediyoruz?
Cezaevlerinin nüfusuna bakın...Özel ceza kanunları ve Türk Ceza Kanunu ile bu nüfusu karşılaştırın. 2004 yılı sonu itibariyle cezaevine giren toplam hükümlü sayısı 101 bin 308'dir. Bu sayısının sadece yüzde 45'i Türk Ceza Kanununa göre suç teşkil eden bir fiili işlediğinden dolayı cezaevine girmiştir. Yüzde 55'i ise "öteki ceza hukuku" kanunlarını ihlal ettiği için hapse düşmüştür. (Alacakaptan.Age)
Yaşadığımız en önemli sorunlardan birisi ise "tutuklama" enflasyonudur. Öğrendiğimiz şudur: kişinin özgürlüğü esastır. Tutuklama istisnadır. Kişi suçu kanıtlanana kadar suçsuz sayıldığından, "kesinlikle" ve zorunlu olarak "gerektirmedikçe" kişi hakkında tutuklama kararı verilmemelidir. Tutukluluk tedbirdir, ceza değildir ve cezaya dönüştürülmemelidir. Yaşadığımız gerçek ise öğrendiğimizin tam aksidir. Uygulama farklıdır.
Türkiye'de cezaevindeki tutuklu sayısı neden hükümlü sayısından çoktur?
2009 yılı sonunda "tutuklu" kişi sayısı, Türkiye'nin en ürkütücü aritmetiğidir.
Kasım 2009 tarihi itibariyle cezaevi nüfusu 117 bin 61 kişidir ve bu nüfusun 60 bin 175 kişisi "tutuklu"dur. Hükümlü sayısı ise 56 bin 885'tir. Tutuklu kişilerin 40 bin 206'sı tutuklu, 19 bin 970'i ise hükmen tutukludur. Cezaevindeki tutuklu sayısı, hükümlü sayısından çoktur. Bu durum, ülke genelinde gerilim yaratan uygulamadır.
Devletin ceza hukuku konusunda bir politikası ve felsefesi olmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde "korku" devleti yaratmaya dönük faşizmin kilometre taşlarını döşeyerek otorite olamazsınız ve yönetemezsiniz.
Çetin Özek'in devletinin soyut bir otorite olmadığı hakkındaki sözlerini anımsayalım: " ...Devlet çağdaş toplum yaşamının yönetim sistemidir. Bu nedenle de insan haklarına geçerlilik sağlayan devlet değil, insanın kendisidir. İnsan, doğa ve yaşam koşulları zorunlu kıldığından devleti yaratmıştır. Devletin nedeni insanın mutlu ve korkusuz yaşamını sağlamaktır".
2010 yılında, böyle bir ülke olmanın umudu korunmalıdır. Bu coğrafya üzerinde yaşayan herkesin "korkudan kurtulma" özgürlüğü ve hakkı vardır.
Bu yüzden, ceza hukuku, cezalandırma hukuku değildir. Ceza hukuku, bireyin hakkını korur. Yasama organı, insan haklarını ihlal eden suçlar yaratamaz.(Fİ/EÜ)