Abidin Nesimi (1911, Bingöl, Kiğı[1]-1991), az bilinen bir yazar olsa da, ‘Yılların İçinden’ (1977) adlı hatıratı dikkat çekici bilgiler ve deneyimler içeriyor.
İlk başlarda, meyhane sohbetlerine dayanacakmış gibi yanlış bir izlenim veren kitap, ilerleyen sayfalarda başka kaynaklarda zorlukla ve nadiren bulunabilecek bilgiler veriyor. Yazarın akıcı bir dili var ve kitabı arkadaşına anlatır gibi yazmış. Kuşkusuz, herkes hatırat yazabilir; fakat bu hatırat, felsefe derinlik, içtenlik, akıcılık ve siyasal bilinci başarılı bir biçimde uzlaştırdığı için özel olarak övgüyü hak ediyor.
1915 ve Kaymakam Türbesi
Babası sakıncalı bir kaymakam olan yazar, aslen Giritli-Arnavut Bektaşi bir aileden gelir. Kiğı doğumlu olması babasının kaymakamlık görevinden ileri geliyor. Hüseyin Nesimi, 1915’te Lice kaymakamı iken Ermeni tehcirine karşı gelir ve derin devlet tarafından öldürülür. Kitapta Nesimi, babasını ve yaşananları ayrıntılı olarak anlatıyor. Siyaset felsefesine konu olacak oldukça ilginç bilgiler veriliyor. Yazara göre, İttihat ve Terakki tehcir kararı almış, fakat uygulamada bunun katliama dönüşmesine göz yummuştur. Oysa bu durum, yazarın babasının ve çevresinin dini inancına göre şeriata bile aykırıdır; çünkü savaşta ‘masumlar’ ve çocuklar esirgenir. Kaymakam Hüseyin Nesimi, bugün Lice yolunda Kaymakam Türbesi denilen türbede yatmaktadır.[2]
Babasına ilişkin anlatımlar aslında oldukça düşündürücüdür ve Osmanlı’yı çöküşten kurtaracak devlet insanı profilini de gözler önüne serer. Hüseyin Nesimi, daha lisedeyken, Osmanlı anayasasının hak ve özgürlükler noktasında yetersiz kaldığına ilişkin bir metin kaleme alır ve okul idaresi büyük bir korkuyla metni yok eder. Hayatı oradan oraya sürülmekle geçer. Kiğı ve Lice’den önce Nusaybin’dedir. İstanbul günlerinde ise üzerindeki siyasal baskıya dayanamaz ve kurtuluş için bir yol bulur: Kendini denize attığına ilişkin bir intihar mektubu yazar, saklanır, İstanbul’u gizlice terk eder ve Girit’e geçer. Herkes onu öldü bilirken, o, Girit’te siyasal düşüncelerini geliştirmekte ve pratiğe dökmektedir. Ölüm onu çok uzaklarda, Lice’de bulacaktır...
Abidin Nesimi’ye göre Ermenilerin kurtuluşu, bağımsız bir devlette değil, sosyalist federe bir devlette idi:
“Gerçekte Ermenilerin millî çıkarları, Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması ve bir Ermeni devletinin kurulmasında değil, Osmanlı İmparatorluğunu bir sosyalist federe devlete dönüştürmede, daha açık bir deyimle insan hak ve özgürlüklerine dayalı bir Osmanlı sosyal devletinde idi.” (s.42)
1915 ve sonrasıyla ilgili araştırmalarıyla öne çıkan Nevzat Onaran, bize, benzer bir biçimde, Ermeni örgütü Hınçak’ın (milliyetçi ve ayrılıkçı olan Taşnak’ın değil ama Hınçak’ın) benzer görüşlere sahip olduğunu anımsatıyor.[3] 1887’de kurulan, Paramaz’ın Hınçakyan Sosyal Demokrat Partisi, bağımsızlığı değil sosyalizm altında birlikte yaşamayı savunuyordu.
Osmanlı ile Cumhuriyet arasında kimi noktalarda süreklilik, kimi noktalarda ise kesiklilik söz konusudur. Diğer bir deyişle, Cumhuriyet, Osmanlı’nın kimi açılardan mirasçısı olmuştur; kimi açılardan olmamıştır. Nesimi, bir benzerlik olarak komploculuğa dikkat çekiyor. II. Abdülhamit döneminde, kimilerinin, saraya yaranmak için, yeni gömülen ölülerin başlarını koparıp bunların “çeteci, bozguncu” vb. olduğunu, çatışma sırasında temizlendiklerini söyleyip bahşiş kopardığını söylüyor. Sonrasında ise, örneğin, sıkı yönetim ya da OHAL ilan etmek için, sanki karşı tarafta çok güçlü bir grup varmış, onlarla çatışmaya girilmiş de onun için OHAL ilan edilmeliymiş gibi bir hava yaratıldığını söylüyor. Buna iki yaşanmış örnek veriyor.
Nesimi’nin zorlu geçen öğrencilik yılları
Nesimi, tek erkek çocuktur. Babasının öldürülmesiyle 4 yaşında yetim kalacaktır. Yazar, kitabın girişinde, babasını öldürenlerle ilgili bölümü yazmakta çok zorlandığını, bunun için sakinleştirici aldığını belirtir. Belli ki bu acı olay, 66 yıl sonra bile onu etkilemektedir. Üstelik, babasını öldürdüğü düşünülen kişi, suçunu inkar edecektir. Katil (zanlısı), Kürt paşası Bedirhan Paşa’nın kızıyla evli bir Çerkes’tir.
Nesimi’nin yetimliği, çeşitli nedenlerle, olağan bir yetimlikten daha zor geçecektir: Zalimlere boyun eğmeyen babasından geriye beş kuruş kalmaz; üstelik annesi, ümmidir, diğer bir deyişle okuma yazması yoktur. Anne, Nesimi’yi daha küçük yaşlardan başlayarak, siyasete bulaşmaması konusunda uyarır. Ona göre, eşi, siyaset yüzünden yitip gitmiştir. Oğul, siyaset yerine bilime yönelmelidir. Öyle yoksuldurlar ki, Nesimi, öğlen yemeği yiyemez. Diğer öğrenciler yemek yerken, o dışarda bekler. Neyse ki, minnetle andığı iyi öğretmenleri vardır. Ona bir tür burs bağlarmış gibi düzenli olarak yemek yedirirler. Deftersiz, kitapsız, kalemsiz, kağıtsız okuyan Nesimi’ye birgün Hasan Ali Yücel (Can Yücel’in babası) bir paket içinde bütün kırtasiye eksiklerini verecektir ve bir gömlek... Bu zorlu geçen öğrencilik yıllarında annesinin sözünü tutacak gibidir. Bilimin her türüne büyük bir ilgi duyar ama siyasete bulaşmama sözünü tutamayacaktır.
Nasıl Marksist oldum?
Nesimi lise son sınıfta gizli bir foruma katılır. Forumda tek adam rejimi eleştirilir ve ‘memleketi kurtarmak’ için namus sözü verilir. Dönem, Atatürk dönemidir. Rejim karşıtlığı, Atatürk karşıtlığı anlamına gelecektir; ancak yazar kitap boyunca Atatürk’ten ‘Büyük Atatürk’ diye söz eder. Belki daha sonra görüşleri değişmiştir; ancak muhalifliği sabit kalacaktır. Nesimi, bu sözünü ömür boyu tutacaktır. Diğer forumdaşlar ise Demokrat Parti iktidarında vekil ve/ya da bakan olacaktır.
Yazara göre, marksist olmanın temel olarak iki yolu vardır: Felsefe dolayısıyla ve toplumsal mücadelelerin içinde olmak dolayısıyla. Birinciye örnek olarak Hilmi Ziya Ülken’i verir. Ancak bu birincilerin hızla marksist olup hızla marksizmden uzaklaştığını belirtir. Asıl mayası tutanlar, ikinciler olacaktır. Nesimi, iki yoldan birden marksist olacaktır. Diyalektik düşünceyi özümseyecek, marksist olduğunu bilmeyip beğendiği birçok yazarın ve bilim insanının yıllar sonra aslında marksçı olduğunu öğrenecektir. Nesimi’ye göre Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki yabancı yazarlı ders kitaplarının hemen hemen tümü, marksçı yazarlar tarafından kaleme alınmıştır. Cumhuriyetin ilk kadroları, bunu bilinçli olarak yapmazlar; çoğu, felsefe olarak marksçılıktan haberdar bile değildir.
18 yaşına geldiğinde, annesi, ona babasının vasiyetini aktarır: Baba, oğlunun 18 yaşına geldiğinde Bektaşiliği araştırmasını istemiş; bu yolu seçip seçmemesini kendisine bıraktığını, bunu yapmazsa hakkını helal etmeyeceğini söylemiştir. Ve üstelik bunu 1915’te öldürülmeden kısa bir süre önce (çünkü öldürüleceğini tahmin etmiştir) iletir eşine... Nesimi, babasının vasiyetine uyar ve hem bilimi hem marksçılığı hem de Bektaşiliği derinlemesine inceler...
Öğrenci gençlik mücadelesi
Nesimi 1928’de yüksek okula başlar ve üniversiteli gençliğin tek parti düzenine karşı olan mücadelesinde yer alır. Dava arkadaşları arasında daha sonra profesör olacak Niyazi Berkes, Macit Gökberk ve Mustafa İnan ile daha sonra bürokrat olarak sivrilecek ya da Demokrat Parti ve CHP saflarında ilerleyecek isimler de vardır. Bir diğer öne çıkan öğrenci lideri, Sinan Cemgil’in babası Adnan Cemgil olacaktır. Böylelikle Sevim Belli’nin ‘Boşuna mı Çiğnedik?’ kitabında anlattığı[4] 2. Paylaşım Savaşı sonları döneminin öğrenci hareketlerinin neredeyse bir kuşak önceki öncülleriyle tanışırız. Bu dönem öğrenci hareketlerinin çoğu, Türkçü-Turancı’dır. Abidin Nesimi de bu akımlardan etkilenecek, bir protestoda arkadaşlarıyla birlikte tutuklanacak ve daha sonra serbest bırakılacaktır. Yazar, Atatürk’ün Bursa Nutku’nun kendi öğrenci hareketlenmelerinden esinlendiğini düşünür (s.96).[5] Nutkun ortaya çıkması tam da bu tarihlerde olmuştur. Ancak yazarın anlattıklarına bakılırsa, bu gençler Atatürkçü değillerdir; tek adam rejimine karşıdırlar. Nutku onların eylemine bağlayan elle tutulur bir kanıt da bulunmamaktadır.[6]
Komünistlerle tanışma
Yazar, öğrencilik yıllarından başlayarak çeşitli dergiler çıkarır. Bu dergilerdeki temel düşüncesi, tek adam rejimine karşı özgürlükçüğü savunmaktır. İlk başlarda dönemin iktidar dışındaki en güçlü hareketi olan Türkçülerle-Turancılarla bir arada olsa da, zamanla dönemin az sayıdaki komünistiyle (Hikmet Kıvılcımlı, Nazım Hikmet, Mustafa Börklüce vd.) tanışarak sosyalizme yelken açar. Dergi çevrelerinde birlikte çalıştıkları Kemal Tahir de benzeri bir süreçten geçecektir. Abidin Nesimi’nin bu isimlerle birlikte anılması, zamanla onun komünist olarak yaftalanmasına yol açacaktır. 1935’lerde artık dergi çıkarmasına komünist olduğu gerekçesiyle izin verilmemektedir. Kitap basımı daha rahat olduğu için, dergi yerine kitap basmaya yönelir. Yazar dönemin komünistlerini üçe ayırır: Şefik Hüsnü’cüler (örneğin Kıvılcımlı), Şefik Hüsnü karşıtları (örneğin Nazım Hikmet) ve bağımsız komünistler. Yazar bu bölünmeyi doğru bulmaz ve eleştirir.
Yayıncılık
Sonraki yıllarda Abidin Nesimi birçok derginin yayınlanmasına ön ayak olacak, kimi zaman işsiz ve aç kalacaktır. Dergicilik dolayısıyla çevresi de gelişir. Abidin Dino’nun memlekete dönerek çıkardığı derginin (‘Küllük’ Dergisi) ilk sayıyla birlikte kapatılmasının gerekçesini şöyle açıklar:
“Dergi bir sanat dergisi olarak çıkmış ve çıkışından hemen sonra Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılmıştır. Bir sayı olarak çıkarılabilen bu derginin kapatılma nedeni O. Veli (Kanık)’nin “Vesikalı Yarim” şiirindeki bir dizedir. Bu dize “Alnımdaki bıçak yarası senin yüzünden - Tabakam senin yadigârın”dır. Biz bu dizenin bir olaya çağrışım yaptığını bilmiyorduk. Bu çağrışım, CHP tarihinde yer alan “barut irtişası (yolsuzluğu) olayı”ndaki altın tabakayı hatırlatmasıdır. Bu, barut alım satımında bir yolsuzlukla ilgilidir.” (s.196)
Abidin Nesimi, daha sonra başka bir dergideki yazıları nedeniyle arkadaşlarıyla birlikte sürgüne gönderilir. Milliyetçiliğin 2. paylaşım savaşı yıllarında yaygınlaşan ırkçı yorumuna ve Varlık Vergisi gibi uygulamalara karşı sessiz kalmamalarının bedeli ağır olacaktır. Sürgün edildiği Eskişehir’de çalışmasına bile izin verilmez. Bir çare olarak tarih öğretmenine yazar. Öğretmeni ünlü öykücü Memduh Şevket Esendal’dır. Esendal, sorunu çözer, Nesimi’nin sürgünde çalışmasını sağlar. İlerleyen yıllarda aralarında iyice yakınlaşma gerçekleşir ve Esendal, yazarın dediğine bakılırsa, kendisine CHP’nin genel sekreter yardımcılığını önerir, Nesimi ise hiç de gerçekçi olmayan bir şart koyduğu için, bu plan suya düşer.
Çokpartili hayata geçilirken, Nesimi, Menderes’le bağlantıya geçer. DP ilk dönemlerinde CHP’ye karşı en geniş cepheyi örmek üzere sol aydınlara açıktır. Daha sonra güçlenip onlara ihtiyacı azaldıkça farklı bir nitelik kazanır. (Ne kadar tanıdık...)
Yazar 1948’te CHP’den de DP’den de yeni sosyalist parti kurma girişimlerinden de umudunu keser, devlet memuru olur. Özellikle Türkiye’yi sömürge haline getirdiğini ileri sürdüğü 8 Temmuz 1948 tarihli Türkiye-ABD anlaşmasından rahatsızdır. Bu kişisel suskunluk 27 Mayıs’la birlikte bozulacaktır. 27 Mayıs’tan hemen önce, eski dostu, DP bakanlarından Tevfik İleri’ye uzun bir mektup gönderir, onu uyarır. Mektup, özetle, “bu gidişle sonunuz iyi olmayacak” ve “bu durumdan kurtulmak için şunları yapabilirsiniz” gibi bir içeriktedir. Öneriler arasında siyasi mahkumlar için genel af da vardır. Fakat artık çok geçtir; uyarıları ve önerileri dikkate alınmaz. 27 Mayıs çeşitli kesimlerde özgürlük umudu uyandırırken, Nesimi, 27 Mayıs’çılar tarafından dergicilik nedeniyle hapse konacaktır. 1969’da bu kez Ecevit CHP’sinden ilçe başkanlığı teklifi alacak, fakat çeşitli nedenlerle bundan kuşku duyarak teklifi geri çevirecektir.
Kitap, özellikle tek parti rejimini daha yakından tanımak isteyenler için önerilir. Akıcı anlatımı dolayısıyla okuru yormayan bir çalışma... (UBG/AS)
[1] Kiğı, Çemişkezek gibi ‘ben Türkçe değilim’ diye bar bar bağıran yer adlarından. Bir Bizans isminden geldiği düşünülüyor. Türkçesi’yle Ermenicesi aynı (Քղի), fakat Kürtçesi Gêxî. Bu arada bağlı olduğu il olan Bingöl, 1950’ye dek ‘Çapakçur’ olarak geçiyordu.
[2] Lice kaymakamı Hüseyin Nesimi ve Kaymakam Türbesi için bkz.
Diken, Şeyhmus (2011). "Kaymakam Ermeniydi, Öldürdüler...". Bianet, 23 Nisan 2011.
Çalışlar, Oral (2011). Türkiye'nin vicdanı bu toprakta. Radikal, 29 Mayıs 2011.
Yalçın, Kemal (2016). Örnek İnsanlardan Lice Kaymakamı Hüseyin Nesimi... Çapulcuların Sesi, 11 Mart 2016.
[3] Bkz. Onaran, Nevzat (2018). 20 Ermeni 15 Haziran’da darağacındaydı. Evrensel Gazetesi, 14 Haziran 2018.
[4] Bkz. Belli, Sevim (1994). Boşuna mı Çiğnedik? İstanbul: Belge.
[5] ‘Bursa Nutku’ şöyleydi:
“Türk genci, devrimlerin ve rejimin sahip ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır; rejimi ve inkılapları benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu "Bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır." demeyecektir; hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz inkılap ve cumhuriyetin polisi değildir." diye düşünecek fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir. Yine düşünecek: "Demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım."
Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber beraber bana, İsmet Paşa'ya, meclise telgraflar yağdırıp haklı ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inanç ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim vazifemdir."
İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!”
Kaynak: Ülker, Reşit (1998). Atatürk'ün Bursa Nutku. İstanbul: Cumhuriyet Kitapları. s. 9.
[6] Kitapta yer alan bir başka yanlış bilgi, ilk Türk operasının Ali Rıfat Bey’in ‘Bülbül’ operası olduğudur (s.127). Oysa ilk Türk operası, Dikran Çuhacıyan’ın bestelediği ‘Arif’in Hilesi’ operasıdır. Bkz. Gezgin, U.B. (2018). Sanat dünyamızda Ermeniler üzerine. Biamag, 12 Mayıs 2018. Aynı biçimde, ‘Türkiye’de sol akımlar’ başlığı altında gayrımüslimlerin hareketlerine yer verilmiyor.