Bir yandan AB üyeliği için çaba sarfedip diğer yandan stratejik önemimizden dem vuranların gözönünde bulundurması gereken dört husus var. Zira bugünkü parametreler içerisinde ABD ile hareket eden Türkiye'nin AB perspektifi, sanılanın aksine sağlamlaşmaz bilakis zayıflar.
İlkin, kendi istikrarını sağlamaktan aciz bir Türkiye dışarıya istikrar ihraç edemez; eğer etmeye kalkarsa siyasî sorunlara askerî çareler üretmekten başka geleneği olmadığından bildiği tek yöntem olan top ve tüfeksiz hareket edemez; eğer edeceğini dile getiriyorsa da inandırıcı olamaz.
Türkiye'nin istikrarı
Nitekim buradaki Kürt meselesini PKK'nın alt edilmesiyle hallettiğini sanan jakoben anlayışın, Irak'a barış ve istikrar değil oradaki Kürt meselesine de aynı şekilde yaklaşmasından doğabilecek ilâve sorunlar taşıyacağını geç de olsa kavrayan ABD işgal otoritesi Türk askeri konusundaki ilk hevesini kaybetmiş bulunuyor.
İkincisi, AB'nin algılamasında Türkiye özellikle kendi topraklarına sorun ihraç eden istikrarsız bir ülkedir. Mülteciler, kaçak işçiler ve diğer yasadışı faaliyetlerin son durağı olan varsıl AB ülkeleri, komşu Türkiye'yi sorun kaynağı olarak algılarlar.
AB Türkiye'nin adaylığını teslim ederken bu topraklara katılımcı ve dolayısıyla kalıcı istikrarı taşımanın yolunu aramıştır. AB'nin Türkiye'den beklediği Irak'ı değil önce kendisini istikrara kavuşturmasıdır.
Ordular siyasette değil
Burada Irak'ta ABD ile birlikte hareket eden AB'ye üye ve müstakbel üye ülkelerle karşılaştırma yapmak mümkün değildir. Zira bu ülkelerin hiçbirinde ordular siyasetin önünde değildir ve hiçbirinin Irak'ta klasik anlamda bir hegemonya kurma hevesi yoktur.
Üçüncüsü AB, Türkiye'nin İsrail ile birlikte ABD'nin bölgesel jandarması olmayı temenni etmesinden, dünyaya bakışını ve bu arada AB ilişkisini de bu temenni doğrultunda biçimlendirmesinden rahatsızdır.
Nitekim Türkiye'deki beyanlara bakılırsa, Irak'ın işgalinde ABD'nin Britanya gibi stratejik ortağı olunacak aynı zamanda da AB ile olan ilişkiler, hiçbir şey olmamış gibi sürdürülecek. Yeni Avrupa'nın mimarisinde AB'nin kurucu ülkelerinin katiyen istemediği bir şey varsa o da ikinci bir Britanya'dır.
Britanyavarî üyelik
Kıta Avrupa'sının çekirdek ülkeleri, 1950'de Almanya ve Fransa'nın birleşmiş Avrupa'yı oluşturmak için getirdiği teklifi reddeden, Birlik'e üye olduğu 1973'ten bu yana Atlantik yani ABD ilişkisini AB ilişkisinin üstünde tutan ve Birlik'in federalleşme sürecini devamlı baltalama eğiliminde olan Britanya'ya benzer reflekslerle hareket etmeye yatkın bir Türkiye'yi aralarına almaya hazır değiller.
Belçika Parlamentosu Başkanı Herman de Croo'nun, karşılıklı bir söyleşide dile getirdiği senaryo uyarınca AB'nin Britanya ve Türkiye tarafından "sandviç"e alındığı bir Avrupa değil arzu edilen.
Keza eski Fransa Cumhurbaşkanı Valéry Giscard d'Estaing'nin Türkiye'nin üyeliğine karşı olmasının arkasında yatan siyasî çekince de Türkiye'nin ABD'ye yakın ve AB'yi ortak pazardan başka bir biçimde düşünemeyen Britanyavarî bir üye olmaya meyilli olmasıdır.
II. Dünya Savaşı'ndan bu yana AB Türkiye'de ABD'nin bakış açısıyla irdelenir, ABD'li gözlüklerle okunur ve ABD'li düşünme kalıplarıyla kavranır. Sosyal Avrupa, Ortak Tarım Politikası Wall Street Journal'dan, AB'nin İsrail veya Irak politikasıysa Herald Tribune'den öğrenilir. Köşe yazarları Avrupa ülkeleriyle ilgili gelişmeleri- ve dolayısıyla yorumları- çok yaygın bir biçimde ABD yayın organlarından yani ikinci elden izler ve aktarırlar.
Ortaklık öncelikleri
AB'nin çekirdek ülkelerinin gözünde yarım asırdır ABD uydusu olarak kuşkuyla karşılanan Türkiye'nin ortaklık (partnership) önceliklerinin baştan aşağıya gözden geçirilmesi gerekiyor. Zira eğer Türkiye'nin hedefi AB üyeliği ise ABD ile olan ilişkinin eskisi gibi devam ettirilmesi ve hem AB hem ABD ile stratejik ortak olunması mümkün değildir.
Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte AB ile ABD'yi bir araya getiren "hür dünya" ittifakı da sona ermiştir. "İslam" ve "uluslararası terör" gibi yeni ortak düşmanlar icat eden ABD'nin bu arayışları ve dünya sorunlarını sadece kendi güvenliğine oluşturduğunu varsaydığı tehdit skalasına göre değerlendirmesi AB tarafından kabul görmemektedir.
Ve en önemlisi artık AB'nin federalleşmesini ve ekonomik gücüne eşit bir siyasî güce dünya çapında sahip olmasını açıkça engellemeye çalışan bir ABD vardır.
Son olarak Türkiye'nin 21. yüzyılda birleşmiş ve genişlemiş federal Avrupa'nın güvenliğine bulunacağı katkılar su götürmez. Temelleri atılmaya çalışılan ortak güvenlik ve savunma politikaları ve kurumları, özellikle de Avrupa Ordusu'na Türk Silahları Kuvvetleri'nin katacağı güç aşikardır.
Ancak bunun gerçekleşmesi için ülkenin AB ile perçinlenmesi, AB rotasını sağlamlaştırması ve en önemlisi askeriyenin sivil idarenin tam denetimine girmesi gerekmektedir. AB'ye yapılacak katkı ancak böyle bir çerçevede mümkün olabilir, şimdi değil.
Üç yıl önceki tespitler
Foreign Policy dergisinde Ocak 2001'de yayımlanan makalede şu ifadelere yer veriyorduk:
"Avrupa'nın güvenlik ve istikrarı, kıtanın ortası ve doğusunun kalıcı bir güvenlik ve istikrara ermesiyle birebir alakalıdır. Merkezkaç politikalardan uzak duran, Avrupa Birliği ile olan ortak siyasî sorunlarına çareler üretmiş, her cenahta düşman görmeden yaşamayı öğrenmiş, kendisiyle barışık ve normalleşebilmiş bir Türkiye'nin uzun vadede bu coğrafyada güvenlik ve istikrar kaynağı olan bir ülke konumunda olması düşünülmüştür.
"Türkiye'de dillerden düşmeyen Türkiye'nin jeo-stratejik öneminin bugün için stratejisiz bir coğrafyadan ibaret olduğu düşünülürse Türkiye'ye ilerde biçilen bu rol dikkate alınması gereken yeni bir konumlandırmadır. ABD Başkanı Bill Clinton'un TBMM konuşmasında dile getirdiği de budur. Bu anlamda Avrupa Birliği'ne dahil bir Türkiye hem bölgedeki istikrar kaynağının temelini oluşturacak hem de tarihî ve coğrafî ilgi ve etki alanlarına bu sayede daha etkin ve kalıcı politikalarla nüfuz edebilecektir.
"Bunlar kabaca Ortadoğu, Orta Asya, Kafkaslar ve Balkanlardır. Elbette bu nüfuz bugünkü "ağabeylik", "Osmanlı mirası", "Türk dünyasının lideri" gibi 19. yüzyıl şablonları ve zihniyetiyle değil "ağırlığı olan eşit partner" olarak gerçekleşecektir. Türkiye bu coğrafyalara Avrupa üzerinden ulaşacaktır.
"Bu sürecin yakın zamandaki en çarpıcı örneği Akdeniz, Kuzey Afrika ve Latin Amerika'daki eski ağırlığını Avrupa Birliği üyeliği dinamiğiyle yeni ve kalıcı bir temele oturtan ve eski dostlarına artık başarı örneği teşkil eden İspanya'dır."
İstikrar getirmesi için
Bugünkü Türkiye'den bölgeye istikrar getirmesi için medet ummak Franko İspanyasından Latin Amerika'ya istikrar getirmesini beklemekle eşdeğerdir.
Şu sıralar görmezden gelmeye çalıştığımız Azerbaycan'da yaşananlar, AB üyesi olmuş sağlam bir Türkiye'nin coğrafyasında muhtemelen daha zor gerçekleşirdi.
Geçenlerde Çetin Altan Irak'a asker yollama konusundaki bir dokundurmasını "kelin merhemi olsa" diye bitiriyordu. (CA/NM)
* Cengiz Aktar, Galatasaray ve Bahçeşehir Üniversiteleri öğretim üyesi