Bektaşi dedesi Ankara'da Kızılay meydanında yürüyormuş. Sendika binasının önünde eylem yapan Tekel işçilerini görünce yanlarına gitmiş. Ne aradıklarını sormuş Türkiye'nin dört bir yanından Ankara'ya gelen işçilere. "Adalet arıyoruz" demiş işçiler. Durumlarını anlatmışlar. Kendisi de Anadolu'nun bağrından çıkıp geldiği için ülkenin halini görüp umutsuzluğa düşen Bektaşi "Kaldı mı ki?" diye sormuş burun kıvırarak.
"İnsanın olduğu yerde adalet olmak zorundadır" demiş işçiler bir ağızdan.
Hoşuna gitmiş dedenin. "Peki" diye sormuş Bektaşi uzun, ak sakalını sıvazlayarak "Hak adaleti mi, kul adaleti mi ararsınız?"
O zaman Ankara'dan ve Türkiye'nin dört bir yanından on binlerce işçi hep bir ağızdan şöyle demişler: "Aman AKP adaleti olmasın da..."
Kehribara çalan uzun pala bıyıklarının altından belli belirsiz gülümseyen Bektaşi gözleriyle keyifli kahkahalar atmış ve başını iki yana sallayarak "Helal olsun," demiş, "bu çocuklarda iş var", 2010 Ankara's'nda hayattan umut etmiş, haklı mücadelelerinde yanlarında olduğunu söylemiş işçilere. Cebindeki son metelikleri de dayanışma sandığına bırakıp fıkraya girdiği yerden Ankara'yı ve 2010 yılını terk etmiş, otantik fıkraların pastoral dünyasına dönmüş.
Böyle bir fıkra büyüyor şimdilerde Türkiye'de. Bektaşi dedelerimizin bile fıkraların dünyasından gelip destek olduğu sonuna kadar haklı, alenen haklı TEKEL işçilerini hükümet görmezden geliyor. Havaya bakıp ıslık çalıyor. Soğukla, açlıkla, yeisle terbiye etmeyi deniyor. Demagojinin kitabını yazan başbakan, işine gelen, kullanabileceği bir demeç yakaladığında her yerden saldırıyor işçilere. Göz boyuyor ve bir şaka gibi, bir itiraf gibi, bu ülkede 20 bin işçinin 4c'ye tabi olduğunu söylüyor.
4c nedir?
4c diyorlar işçilere dayatılan yasaya. Halkına bilgi vermek gibi bir derdi olmayan, hatta pek çok şeyi saklamayı huy edinen devletin tuhaf teknik dili. 4c nedir allah aşkına, demiştim ben de ilk duyduğumda. Sonra ekledim: Bu Türkçe ne işe yarar, bir şey söylendiğinde bir şey anlamayacaksak?
İşçileri sepetleme yasası diyebiliriz mesela. Türkçe'yi işlevsel kullanalım; yılların emekçilerini sokağa atma yasası, açlıkla terbiye etme yasası diyelim yahut, çalışan insanların onurunu ayaklar altına alma yasası, işçiyi kendi rızasıyla çalışmaktan feragat ettirme yasası diyelim. Ülkemdeki çalışan insanları dilencileştirme, kömür yardımlarına, zekata muhtaç etme yasası olabilir mi? İnsanlara allaha sığınmaktan başka çare bırakmama yasası.
Kadronu elinden alıyor, maaşını yarıya, belki daha azına indiriyor. Maaş da vermiyor, iş güvencesi de, ne iş olursa yapacaksın, her sene sözleşmen yenilenecek mi diye kaygılanacaksın, mesai yapacaksın ama asla mesai ücreti almayacaksın ama kesinlikle başka bir iş yapmaya da kalkmayacaksın.
En az iki ay ücretsiz izne çıkacaksın, bu daha fazla da olabilir, devletin tasarrufunda. Kesinlikle hastalanmayacaksın. Ve daha bir sürü insafsızlık. İnsanca hiçbir madde barındırmayan ucube bir şey. İşine gelirse, diyor devlet. Buna adil çözüm diyor benim ülkemin hükümeti. Gerçekten ne bakanı olduğunu bilen, adının hakkını veren bir Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı'nın ilk yapacağı iş, bu yasanın iptali için hemen harekete geçmek, ne gerekiyorsa yapmak olmalı.
Bu bir kölelik yasası, bu yasa insan haklarına aykırı, bu yasa skandal. Çalışan insanına böyle bir yasayı reva gören bir meclis daha da yüz kızartıcı. Hangi partiden hangi siyasi görüşten olursa olsun halkına bu çalışma koşullarını yakıştıran meclise seslenmek istiyorum: Bu ne halkçılık efendim, bu ne milliyetçilik... Gözlerimizi yaşartıyorsunuz.
4c'liler anlatıyor
Gerçekten yaşartıyorsunuz. Başbakan'ın TEKEL işçilerine örnek gösterdiği 4c'nin kollarında kıvranan 20 bin çalışan İnternet'teki forumlarda ağlıyor, "Lütfen bir ses verin, sözleşmeler yenilenecek miymiş?" diye yazıyorlar. "Sözleşmemi yenilemediler" diyor bir başkası. "Hafta sonları çalışmaya başka kurumlara götürüyorlar, beş kuruş mesai yok" diyor bir tanesi. "Ücretsiz izine çıkarıldığım iki ayda bakkala markete 700 lira borç yazdırdım, nasıl ödeyeceğim ?" diye soruyor bir diğeri. Pek çok mesaj küfürlü olduğu için silinmiş. Bunların 4 bin 500 kadarı imam hatip ya da kuran hocası, inançlı insanlar, ağlayarak Allah'a yakarıyorlar: "Allah'ınızdan bulun inşallah" diyorlar, "Öte dünyada iki elimiz yakanızda" diyorlar çaresizlik içinde. Sokaktalar, işsizler, çaresizler. En önemlisi; kendi şehirlerinde ve yalnızlar. Üşüyorlar, böyle bir yalnızlıkta ve çaresizlikte üşümek, eminim, Ankara soğuğunda üşümekten çok daha berbat bir üşümektir. Ben buradan onları da çağırmak istiyorum TEKEL işçilerinin yanına. 4c kabul edilebilir bir şey değil çünkü.
Haklılar, onurlular, yalnız değiller
Tekel işçileri doğru zamanda, doğru yerde olmanın getirdiği zarif bir haklılık duygusuyla ısınmakla yetiniyorlar günlerdir. Kırk günden fazla zamandır sokaktalar. Hükümet onları sokağa atmaya kalkınca sokağa çıktılar. Hükümetin sokağa düşme kısmına bir itirazı yok, aslında yapmaya çalıştığı şey de o ama hepsinin tek başına yapayalnız, kendi memleketlerinde sokağa düşmelerini istiyor o kadar. Onlar itiraz ediyorlar: Hep beraber Ankara'da sokaktalar. Bu ülkede insanca yaşamak istiyorlar. Haklılar, onurlular ve yalnız değiller.
Bu ülkede insanca yaşamak isteyen pek çoktan biri olarak, ben de bir Bektaşi misali aralarına katılıp doğru zamanda doğru yerde olmanın getirdiği zarif bir haklılık duygusuyla ısınmak, sesimi onların sesine katmak istedim naçizane. (BK/TK)