Siyasal, sosyal, ekonomik alanlarda AKP'nin krizi derinleştirdiği bir seneyi geride bırakıyoruz.
Senenin nasıl cereyan edeceğini ilk aydan anlayacaktık; 2018, uğursuzluğunu AKP hükümetinin Efrîn'e saldırılarıyla belli ediyordu. Bir sürü çeteden oluşan Özgür Suriye Ordusu ile Türk ordusu, erinç halinde yaşayan halkı yerinden yurdundan, köyünden tarlasından ve dahası canından etmişti.
Savaş kararıyla başlayan yılın ikinci ayında da gazetecilere, siyasetçilere ağır hapis cezaları veriliyordu ki AKP, MHP ile ittifakından memnundu.
AKP, 2018'in savaş ve baskıyla geçeceğinin işaretlerini verirken, kendisinin karşısında konumlanan tek ciddi odağın demokratik siyaset olduğunu da bildiğinden programına onun tasfiyesi için biçim veriyordu.
Rehine yılı!
Her siyasi partinin seçim hazırlıkları yaptığı bu yıl, HDP ise kendisine dönük operasyonlarla meşguldü. Yalnızca 2018 yılında 2000'i aşkın üye veya destekçi gözaltına alındı, yine en az 500 HDP'li de tutuklandı. Selahattin Demirtaş da dahil olmak üzere çok sayıda eski ve mevcut milletvekili de rehin alınmış durumdayken -ve tabii hilelerle dolu- yapılan seçimse başından neticesine kadar meşru değildi. Türkiye, bu yıl da bir kez daha meşru olmayan bir seçimin sonucuyla yönetildi.
Yöneten meşru olmayınca tatbikleri de hukuksuz kararları beraberinde getirdi.
Bu hukuksuzluklardan ülkenin vicdanı Cumartesi Anneleri/İnsanları de nasibini aldı. 27 Mayıs 1995’ten beri Galatasaray Lisesi önünde devlet tarafından kaybedilen yakınlarını arayan ve hükümetlerin kayıtsız kaldığı aileler, yılın sonlarına doğru fiili saldırıya uğradı; 700. haftayla birlikte eylemleri yasaklandı.
Siyasetin ardından akademi ve sanat dünyası da AKP-MHP ittifakının hedefine girdi. Mafyalar, katiller tehdit eder, imtiyazlarını genişletirken, sanat ve bilim üretenler için ise sürgün ya da cezaevi yolu göründü.
Hikâyelerimiz toplumsallaştı ve bu yıl aldığım hapis cezasına da -ülkenin akıbetinden ayrı görmediğim için- ayrı bir başlık olarak değinmeyeceğim.
Mutfaktaki hırsız
En çok da Türkiye'de toplumun ekonomi bilincini geliştirmesine izin verilmedi. Rakamlardan ibaret, büyük oranda uydurma bir ekonomi dünyası oluşturuldu ve halkı en çok ilgilendiren bu alan, halkın “anlamadığı” bir alana dönüştürüldü. Aktüel siyasal, toplumsal gelişmelerin mutfağa nasıl yansıdığını kamufle ettiler ve başardılar da. Türk lirası çöküyordu ama nihayetinde olup bitenler, ülkedeki ekonomik krizin kaynağı olarak “kötü niyetli dış güçlerin milli adam Erdoğan'ı düşürme planı” görüldü. Oysa demokratik siyasetin tasfiyesi, kutuplaştırma, hak ihlalleri, basın özgürlüğünün kalmaması, yargının talimatla çalışması gibi gelişmeler istikrarsızlığı ve ekonomik krizi getirdi. Geniş kitlelerin öfkesi ise bu anti-demokratik politikalara değil, karşılıksız bir yerden dış güçlere kanalize edildi.
Yılı gururla kapattık: Leyla Güven
Sadece “kaybettiğimiz” söylenemez, kazanımlarımız, direnişler de bu yıl her şeye rağmen sürdü.
Diyaloğun olduğu dönemde hayatta daha çok insan vardı. “Ölüm oranı” kavramı dilde buz gibi duruyor ama bedeni de buz eden gerçeğin ta kendisi değil mi? “Ecel”i gelmeden ölenlerin ülkesi olmayalım diye Öcalan ile görüşülmesini de bedenini buz etmeyi göze alarak istiyor, Leyla Güven. Fedakarlığıyla herkese rolünü hatırlatıyor.
Adeta işkence merkezlerine dönüşen cezaevlerinde Leyla Güven'in ardından direnişler yayıldı.
Selahattin Demirtaş'ın geçenlerde “kazanmak ve yenilmek” adına atıfta bulunduğu, Bertolt Brecht'in "Mücadele eden yenilgiye uğrayabilir. Ancak mücadele etmeyen, zaten yenilmiştir" sözüne kulak vereceksek, işler çığırından çıksa da bu yıl da yenilmediğimizi bilmeliyiz. Az direnildi, çok direnildi ama kimseye af diletemediler.
Sanatçıların sesi çıktıkça...
Hakkımda verilen 2 yıllık hapis cezası ve devam eden davalarla 2018 yılını geride bırakıyorum. Yeni yıla girerken Metin Akpınar ile Müjdat Gezen de bu karanlık dönemden nasibini alıyor. Sanatçılar olarak hiç birimiz, eleştiri düzeyindeki söylemlerimizden ötürü devletin en üst kademesi tarafından hedef gösterilmeyi ve yargının da göz göre göre talimatla soruşturmalar açıp hapis cezaları vermesini hak etmiyoruz.
Sanatçılar için mutabık olunan ve hatta onlardan beklenen; sanatsal üretkenlikleriyle birlikte iktidarlara, şartlara odaklı yaşamamalarıdır. Birçok konuda ve özellikle de Devletin Kürt politikasına ilişkin farklı temayüllerimiz olsa da, bu iki sanatçının uğradığı haksızlığı elbette kınıyorum. Sanatçının ve demokratik değerlerin tehlikede olduğu bugünleri hiç de az olmadığımızı ve ortaklıklarımızı belli ederek atlatabiliriz.
Evet, 2019’da sadece daha çok sese ihtiyacımız var ve cılız kalan bir ses bu yılı da aratır hale getirir! 2019'da sanatından siyasetine, emek dünyasından akademisine kadar kısık olmaması gereken seslere ihtiyacımız var. “Ses” duyuldukça bir anlam ifade eder. Karanlığı yırtacak nahif ama yüksek bir ses olabilir.
Alanımıza dair bir çağrıyla sonlandırayım: Sanatçıdan insanın umudunu, kederini yok sayması değil, bunu duyması, sahiplenmesi, bir biçimde ifade etmesi ve yeni olanaklar için ilham vermesi beklenir. Neden olmasın? (FT/AS)