Televizyon gündelik hayatımızda hala bu kadar yer kaplarken ve yerel diziler televizyonda bu kadar önemli konumdayken işledikleri temalar, bunları nasıl işledikleri gibi meseleler de önem kazanıyor.
Örneğin son dönemde ekranlarda yer alan iki yeni yapım İntikam ve 20 dakika'nın dikkat çekmesinin nedeni, yıldız oyuncularının yanı sıra uyarlama olmasına rağmen işlediği temaların Türkiye gerçekleriyle beraber somut sosyo-politik tartışmalara zemin oluşturabilmesi.
Baş kahraman Melek'in evinden polisler tarafından apar topar götürülmesi 20 dakika'da hikayenin tırmanışa geçtiği ilk an. Kocası ve ailesi ona sonuna kadar inansa da önce polisi sonra adaleti masumiyetine inandıramıyor.
Öyle ki, öldürmekle suçlandığı adamı tanımıyor ve dolayısıyla somut bir cinayet sebebi bile yok. Yine de polis "kanıt"larla hareket ettiğini söylüyor. Kanıtları sorgulamadan, sanığı ancak prosedür icabı dinleyerek. İçeride ise onun hapse düşmesine neden olan "güçlü"lerin piyonları var elbet.
Kadına çoğunlukla psikolojik eziyetlerde bulunuyor, yıldırmak ve durumu kabullendirmek hedefiyle harekete geçen bu piyonlar gerektiğinde fiziksel zor da uyguluyor: yağmur altında Melek'i koşturarak açık hava egzersizi yaptırdığını iddia eden, kapalı alan fobisi yaşadığını bilmesine rağmen (bildiği için) "davranışlarından dolayı gözlem altında bulundurmak" gerekçesiyle bir süreliğine hücreye kapatan müdürenin yaptığı gibi.
"Güçlü"nün sözünün geçtiği, gözetiminden kaçışın olmadığı yerde kadın kahramanımız çaresizleşiyor. Karşılaştığı eziyete ilişkin şikayetin güçlüler açısından yasal çerçevede eritilmesi nedeniyle içeridekinin elinde bulunan belki de tek mekanizma olan şikayet de işlevsizleşiyor. Müdürenin de dediği gibi: "Her şey yasal, merak etme sen".
Melek, üniversiteden arkadaşı olan öğretmen bir kocası ve iki çocuğuyla ortalama bir hayata sahip. Bu yüzden dizi bunun "hepimizin başına gelebilecek" olduğu imasını kuvvetlendirmiş oluyor.
Kaldı ki masum olan veya masum olduğunu iddia eden sanıkların, mahkumların çok olduğu bir ülke burası ama yine de "bizim de başımıza gelebilir"den çok "kesin bir şey yapmışlardır" söylemi daha yaygın sanki.
Henüz yakın zamanda kanıt yerleştirme yoluyla suçlanan gazetecilerin, internetten doldurduğu iddia edilen terör örgütü üyeliği formuyla hakkında terör örgütü üyeliği suçlaması yapılan öğrencilerin/akademisyenlerin olduğu bir Türkiye gündemi ile beraber düşünüldüğünde 20 dakika'nın hikayesini de masumiyet, haksızlığa uğramak ve adalet üzerinden okumak daha da mümkün hale geliyor.
Her yasal olanın adalet sağlamadığı, her insanın da aksi kanıtlanana kadar masum olduğu anlamına gelen masumiyet karinesi ilkesinin uygulanmadığı / eksik uygulandığı / geç uygulandığı durumlarda yargılananın (ve beraberinde ailesinin) yaşadığı çaresizliğe dikkat çekmiş oluyor dizi. Bu nedenle adalet kavramını derinlemesine ele almadan önce, adalet sistemine bir eleştiriyle başlıyor.
Melek'e yürekten inanan kocası Ali, polisin karısını evden aldığı andan itibaren gerçekleşen yanlışlığın düzeltilmediğini gördükçe sisteme inancı kayboluyor ve karısını hapisten kaçırmak gibi bir çare geliyor aklına.
Bunu gerçekleştirmek için hapisten kaçma konusunda deneyimli bir adamdan yardım istiyor ve bu noktada arayışına girdiği kendi adalet kavramının da peşinden koşuyor.
Sistemi delmeye, adaleti sağlamak için güçlünün oyunlarını kendine uyarlamaya, cesaret ile "dürüstlükten çıkma"yı aynı tuttuğu eylemlerde bulunmaya başlıyor yavaş yavaş. Bu nedenle dizi adalet sistemine inanmayanın kendi adaletini yaratıp yaratamayacağını, bunda ne kadar haklı olacağını soracak gibi.
Adaleti intikamla sağlamak
Kanal D'nin dizisi İntikam ise masumiyet ve adalet ilişkisine biraz daha farklı açıdan yaklaşıyor.
İntikam kavramının çoğunlukla kendine adaleti referans almasından dolayı dizi de "haksızlığı ödeterek adaleti sağlamak" gibi bir yerden kuruyor hikayesini. Dizi, yine bir kadın kahramanın masum babasının ölümüne neden olan bir suçlamadan sorumlu olan ailenin hayatlarına sızarak hepsinden birer birer intikam alma hedefi üzerine kurulu.
Babasının önemli bir parçası olduğu şirketten para sızdırdığına yönelik suçlamalar nedeniyle çocuk yaşta babasından koparılan baş kahraman Çocuk Esirgeme Kurumu'nda 18'ine kadar kalıyor ve bu zaman içerisinde babası ölüyor ki bunları seyirci olarak geriye dönüşlerle öğreniyoruz. Bu dizinin de "babası gerçekten masum muydu", "masumsa bunu bilerek onu yine de suçlayanlardan intikam alınacak mı" gibi sorular etrafında merak uyandırması mümkün.
Bir diziden beklendiği gibi sürükleyiciliği sorular üzerine kurarken bir yandan intikamın bir tür adalet olup olmadığı veya adaleti sağlamanın tek yolunun intikam olup olmadığı dizinin başından itibaren bir başucu sorusu; çünkü baş karakter Konfüçyüs göndermesiyle intikamın zorluğuna vurgu yaparken çok sevdiği babasının intikam almanın gerekli olmadığına dair uyarısına karşı çıktığını sıkça hatırlıyor.
Bunun bir seçim olduğunu, kendi seçimi olduğunu hatırlatırken dizi baş karakterle özdeşleşmeye girmeye davet ettiği seyirciyi de intikamın ne kadarının adalet, adaletin ne kadar intikam olduğu sorusuna çağırmış oluyor.
Şimdilik İntikam dizisinde adalet sistemine veya sistemin işleyişine ilişkin net bir eleştiri veya duruş yok, bu dizi adaleti bir duygu olarak sormaya veya (ilerleyen bölümlerde göreceğiz) intikam aracılığıyla tatmin edilmesi gereken bir duygu olarak savunmaya doğru gidiyor gibi.
Yine de haksızlığa uğrama nedeninin hırsızlık yapmak gibi onur düşürücü bir suç kabul edildiği ülkemizde dizinin haksızlığa ve iftiraya uğrayan ölmüş baba üzerine odaklanması da mümkün.
Bu noktada insan öldürmenin meşruiyet yollarının daha çok olduğu bir dünyada veya en azından kültürde olduğumuzu da belirtebiliriz.
Kendini korumak için, ırzını korumak için, ailesini korumak için öldürmenin bir itibarı vardır ama hırsızlık aynı itibarı görmez hiç. Hırsızlığın cezasının ölüme göre daha hafif olmasına rağmen onur kırıcılığı daha yüksek gibidir.
Bu nedenle hırsızlık iftirasına iliştirilen kültürel kodlar, dizinin beslendiği noktalar olabilir, izleyiciyle bunlar üzerinden bir diyaloğa girebilir. Belki de ancak adi bir iftiranın adaletinin intikam olabileceğini savunacak, henüz bilmiyoruz.
İki dizi için yeniden altı çizilmesi gereken bir ortak nokta ikisinin de uyarlama olması. İlk örnek 20 dakika, Russell Crowe'un başrolünde olduğu Next Three Days filminin olay örgüsüne fazlasıyla benzerlik taşırken İntikam dizisi de Amerikan yapımı Revenge dizisinden uyarlama. Uyarlamaların çoğaldığı ve yerelleştiği günümüzde sıradan örnekler gibi görünse de işlediği temalar açısından diğer popüler uyarlamalardan ayrışıyorlar.
Bunun nedeni masumiyet, adalet gibi temalara değinerek daha somut bir sosyo-politik tartışmayı mümkün kılma potansiyelleri. Nasıl Sleepers filmi Suskunlar dizisi olarak buraya uyarlandığında yakın zamanında bir Pozantı Cezaevi ile beraber düşünmek mümkün olduysa, bugün de 20 dakika ve İntikam'ı adalet sistemiyle ve yeniden adaletin ne olduğu ve ne olması gerektiğine ilişkin düşünerek izlemek mümkün.
Türkiye'nin sosyo-politik gündemine oturan yargılamaların ve adalet sistemindeki çarpıklıkların tartışma konusu olmaya devam ettiği günümüzde köken olarak buralı olmayan hikayeler de buraya ilişkin anlamlar kazanabiliyor.
Bunun diziler aracılığıyla gerçekleşmesi çarpıcı; çünkü haberlerde gözden kaçan, unutulan, ilgilenilmeyen adalet sistemi aksaklıklarını da bir ölçüde dizi türüne çekerek çok daha geniş bir seyirci kitlesini hem bir sistem olarak hem de bir duygu olarak adaleti, masumiyet kavramı üzerinden yeniden düşünmeye sevk edecek gibi.
İki dizi de, şimdilik, televizyon aracılığıyla Türkiye'yi, Türkiye aracılığıyla televizyonu düşünmenin bolca malzemesini sunuyorlar, dizi gibi bir kurgu türünde bile günümüz gerçekliğiyle güçlü bir bağ olabileceğini hatırlatarak. (GB/YY)
* Arş. Gör. Gökçe Baydar, Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV Sinema Bölümü