Alman atasözüdür: "Celladın evinde ipten bahsetme, yoksa alındığını ya da hınç duyduğunu sanabilirler."
Sivas'ta bu yılki 2 Temmuz mitingi yine ipten bahsetmekti celladın evinde, celladın evine ayna tutmaktı. Sivas halkının tümü Madımak'taki cellatlardan da değil, o cellatları desteklemiyor da elbette ama celladın evinde yaşıyorlar.
Susarak, tepkisiz kalarak, sinerek celladın evinin temizliğine yardımcı olduklarının farkında değiller belki. Aynadaki çirkin görüntüden kurtulmak için "Madımak müze olmalı" sloganına en çok Sivaslılar sahip çıkmalı.
2 Temmuz’da Madımak katliamının 15. yıldönümü nedeniyle şehirlerine gelen misafirler geri döndü bu yıl. On beş yıl önce Sivas’a giden misafirlerden otuz üçü ise ev sahipleri tarafından öldürüldü.
Sivas'taki mitingin Madımak'taki ateşin bile tutuşturamadığı kalplere bir kıvılcım düşürme umudunun ötesinde bir anlamı vardı: Yangının Madımak müze olmadan sönmeyeceğini herkese duyurmak.
Balkonlarından mitingi izleyen Sivaslılar
3 Temmuz gazetelerini okuduğumuzda farklı sayılar verildiğini gördük miting katılımına dair. Yirmi bin yazan da vardı, otuz bin yazan da elli binden bahseden de.
Miting düzenleme komitesinden olan arkadaşların izlenimine göre on beş bin ile yirmi bin arasındaydı katılımcı sayısı.
Katılımcıların kalabalıklığından çok, Türkiye’nin dört bir yanından katılımcı olması önemliydi aslında. Sivas halkının mitinge katılımına dair bilgi yok sanırım.
Mitingi balkonlarından, pencerelerinden seyredenler çoktu ama. “Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek” diye haykırıldı balkonların, pencerelerin altından geçerken.
Çoğu hiç tepki vermeden izledi. Sonradan duyduk ki, günler öncesinden güvenlik güçlerince uyarılmış Sivas halkı miting süresince tepkisiz kalmaları konusunda.
“Yobaz Yaktı, Devlet Baktı” sloganları yolun iki yanına dizilmiş polislerin yüzlerine bakarak haykırıldı.
Tepkisiz kalmaları konusunda uyarılmıştılar belki, sloganlar karşısında mimiklerinde bile değişiklik olmadı fazla. Bazı balkonlara ve çatılara da polis yerleştirilmişti.
Yürüyüşçüler Madımak Otel’e doğru yaklaştıkça ıslıklarla, sloganlarla, alkışlarla protesto arttı. Adımlar hızlandı. O daracık sokakta devletin kara kalabalık karşısında çaresiz kaldığına yine ve hiç inanmayarak durduk kaldık sonra.
Madımak Otel’e ve çevreyi saran polislere jandarmalara bakan gözlerde soru ve isyan vardı: Kimin güvenliğinden sorumlusunuz, on beş yıl önceki gibi celladın mı?
Gençlerin bayrak ardında bozkurt işaretleri
Çevredeki esnafa, çoğu balkonlardan, pencerelerden sessizce yürüyüşü izleyenlere bakarken "neden burada değilsiniz?" diye sordu herkes içinden.
Bir balkonda oturanlar bu soruya kısmen cevap oldular kendileri de bilmeden.
Madımak’a yaklaşıldığında, yüksek apartmanlardan birinin balkonundan sallandırılan bayrağın ardında oturan, yaşları on beş-on sekiz civarında beş genç kalabalığa doğru fütursuzca bozkurt işareti yaptıkları ellerini salladılar.
İnanamadık önce, tekrar baktık bu defa ayağa kalkarak tekrarladılar hareketlerini. Kalabalık duraladı, dalgalandı sonra hep bir ağızdan bağırmaya başladı, “Kahrolsun Faşizm!” Gençler devam ettiler ellerini kalabalığa doğru sallamaya.
Sloganlarla karşılık verildi. Sivil ve resmi polisler koşup balkondakilere içeri girin işaretleri yaparak kalabalığı sakinleştirmeye çalıştılar.
Gençler içeri girdi. Yürüyüş devam etti. Aralarında herhalde 1993’de henüz doğmamış olanlar vardı, o gençlerin yaşı çok küçüktü.
Tahrik olma hakkı olmayanlardık
Türkiye’nin her yanından Sivas’a akan kalabalığı “tahrik etme” hakkını buluyorlardı kendilerinde küçük yaşlarına rağmen.
Polis, gözaltına alacağına "tahrikçilerin" güvenlik içinde evlerine girmelerini sağladı.
Biz, “tahrik olma hakkı olmayanlardan olduğumuzun" asırlık bilinciyle yolumuza devam ettik. Tahrikçilere evlerinden bile harekete geçebilme güvenliğini ve rahatlığını sağlayan neydi peki?
Bu topraklarda “tahrik olma” hakkının kimlere verilmiş bulunduğunu görmek için fazla uzağa gitmeye gerek yok. 6-7 Eylül olaylarını 2 Temmuz’a bağlayan çizgiyi irdelemek yetiyor.
“Tahrik” malzemesinin kullanılış biçimine 6-7 Eylül olaylarında, Çorum, Maraş, Gazi ve Madımak Katliamı’ndan aşinayız.
"Tahrik" mazeretiyle izah edilen tüm bu olay ve katliamlar ortak özellikleri olan bir katliam mühendisliği ve tertiptir. Yani kendiliğinden değil, organize bir faaliyettir.*
Bu yıl buna kalkışılmamış olması, bazı dengelerin farlılığından başka bir şeye işaret etmez aslında.
Miting için şehre giren otobüslerdeki katılımcıların kimliklerinin toplanıp Genel Bilgi Toplama (GBT) sorgulaması yapılması, tahrikçilerin güvenliğinin sağlanması on beş yıl öncesiyle şimdi arasındaki farklılıkların sadece görünürde olduğunun kanıtıydı.
Suçların faillerini cezalandırmayan, kaçmalarına göz yuman ve eksik adaletle toplumsal adalet duygusunu zedeleyenler suçlunun adresini yine şaşırmışlardı.
Bugünkü bir haberin içeriği, Sivas’taki o balkondan yürüyüşçüleri tahrik sessiz çoğunluğun sesi olup olmadıklarını düşündürdü.
Habere göre, Sivaslılar arasında Madımak Otel’in altındaki kebapçıda yemek yemeyi savunanlar var hâlâ. Sebatibey İskender’de yemek yemek konusunda şunları söylemiş bazı Sivaslılar:
“Neden yemeyelim? Otelin yeri başka, lokantanın yeri başka. Müze yapılacaksa başka yerler var. Burası iş merkezi, böyle kalsın. İçeride yatanlar da suçsuz” ;
“Olay olduğunda 11 yaşındaydım, hiçbir şey hissetmedim. Yakılan kişiler kendi kendilerini yaktılar. Öyle söyleniyor. Sorgulamama gerek yok.”
Aralarından bazıları isimlerini de vermişler bazıları gizlerken kendilerini.
Bu sözleri edebilenleri Sivas halkının teşhir etmesi gerek öncelikle. Habere yapılan bazı yorumlar ise röportaj yapılanlardan bu yönde görüş belirtenleri şiddetle kınarken diğer bazıları haklı bulmuş.
Sivaslı olmakla özdeşleştirildiğinden yakınmışlar Madımak katliamının.
Ne bütün Sivaslılar suçlu ne de hepsi masum elbette. Ancak Sivaslılar arasından yukarıda alıntılanan türde sözleri edebilenleri, onlardan daha yüksek sesle haykırarak kınayanlar çıkmadıkça ve kınayanların sayısı katliamı aklayanlardan fazla olmadıkça, Sivaslıların hepsinin bizim “alındığımızı ya da hınç duyduğumuzu sanabildiklerini” düşünmeye devam edeceğiz.(FÇ/EZÖ)
* Dilek Güven, Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları ve Stratejileri Bağlamında 6-7 Eylül Olayları, İletişim Yayınları, 2006, s. 25-56.