Bir şarkıdır dilime dolanıyor. Anathema'dan Angelica. Başlıyorum söylemeye. Kim varmış? Kimler varmış? Umurumda değil. Ben sadece içimden ne geliyorsa onu yapıyorum. Bir gülümseyişin insanda bıraktığı mutluluk hissini ve huzuru arıyorum sadece o şarkının sözlerinde…
Yolun sonu geliyor. İşte o anda o sözler çıkmamaya başlıyor ağzımdan. Önümde bir kapı arkamdaysa kocaman bir dünya. Ayaklarım geri geri gidiyor. Beynim hiç olmadığı kadar hızlı çalışıyor o anda. İçeri girmemek ve sadece arkamı dönüp şarkımı söyleyerek yürümek istiyorum; sadece yürümek… Ama o kapıdan girmek zorundayım.
Yapmak istemediğim şeyler yapıyorum
"Zorunluluk" ne kadar komik değil mi? Hayatımızda zorunlu olarak yaptığımız o kadar çok şey var ki. Hatta nerdeyse bütün hayatımız onlarla geçiyor. Oysa ben o gün sadece yürümek istiyordum. Ama yapmadım. Daha doğrusu yapamadım. Çünkü o kapıdan girmek için son dakikalardı.
İşte o dakikalarda, geçen sene girdiğim bir sınav aklıma geldi. Aslında ben o gün hiç soru çözmek istemiyordum. Ama soruların bitirilmesi için sadece iki saatim vardı ve zaman durduramadığım bir hızla akıp gidiyordu. Oysa ki ben yarış atı misali o sınava hazırlanmıştım koca bir sene.
Her sabah erkenden kalkarsın, okula gidersin, altı saat ders görürsün, aslında beynin yorulmuştur ama gitmen gereken bir dershane vardır. Okuldan çıkarsın dershaneye gidersin; öz kütlenin önemini öğrenir, başkalarını geçme hırsıyla donatılır ve eve gönderilirsin. Kapıdan içeri girersin; dinlenmek istersin çünkü gerçekten beynin çok yorulmuştur.
Odana geçersin yatağına uzanırsın ve hemen fırlayıverirsin yatağından yarına yetişmesi gereken okul ödevlerin, performans ödevlerin vardır. Onları yapmaya başlarsın ama artık gerçekten hiç halin kalmaz, başka şeyler yapmaya. Oysaki daha çözmen gereken 200 soru vardır. Yoksa dershane öğretmenine ne dersin "Soru çözmedim" mi?
Hayır, bunu söyleyemezsin.
"Zorunluluk"lara direndim
Çünkü sen herkesin üstünde beklentileri olan bir öğrencisin. İşte günler böylece akıp gider… Ama itiraf etmeliyim ki; ben bunları yapmadım. Okuldan da kaçtım, dershaneye gitmediğim zamanlar da oldu, soru çözmediğim günler de. Ama şöyle bir sorun var ki: Ben sonunda o sınava girdim ve hiçbir şey yapmadan dışarı çıkmak istedim o gün.
Ama o soruları çözmek zorundaydım. Çözdüm de. Ne kadar başarılı olabildiysem… Gerçi ben şanslı olanlardandım. Bir Anadolu Lisesi’ni kazandım. Aslında Anadolu Lisesi’ni kazanmak bana ne kazandırdı diye sorarsak? O kocaman bir soru işareti.
Eee tabi unutmamak lazım üç sene sonra gireceğim Öğrenci Seçme Sınavında (ÖSS) daha başarılı olmamı sağlayabilir. Yani yarış atı olma yolunda tam gaz devam… Düzene devam… Başkalarına kalırsa her şeyin bir zamanı var değil mi? Şu saate yürüyeceksin, istediğini yapacaksın. Şu saatte test çözeceksin. Şu saatlerde uyuyacaksın. Şu saatte derse gireceksin falan…
Tik tak. Tik tak.
Yaşamış olmak için değil, mutluluk için yaşamak
Her şey sistemli ve düzgün olmalı. Yani kurallarına uygun. Hani derler ya "Oyunu kurallarına göre oynayacaksın, işte o zaman kazanırsın" diye. Ama benim aklımda hep şu soru: "Oyunu madem ben oynuyorum neden kurallar başkaları belirliyor?" Oysa kendi kurallarımızı koymak çok mu zor. Hatta neden kurallar koymalıyız ki?
Ben o an ne yapmak istiyorsam onu yapmalıyım. Çünkü o zaman mutlu olacağımı biliyorum. Yaşamak zaten mutlu olmayı başarabilmek değil mi? Evet, bence yaşamak mutlu olmayı başarabilmek ve biz mutlu olmanın ne demek olduğunu gerçekten artık unuttuk.
Geçende yemekhanede yemek olarak sosis ve patates çıktı diye ne kadar mutlu olmuştum oysa ki… Ama mutluluk bu değil. Biz bunun farkına varmıyoruz. Neden yemekhanede bizim istediğimiz yemekler çıkmıyor? "Sağlıklı yaşam" diyorlar buna. Dengeli beslenme falan… Ömrümüz uzarmış sağlıklı beslenirsek.
Söyler misiniz bana eğer ben sadece yaşamak için yaşıyorsam neden yaşıyorum?
Ve işte o anda dakikalar doldu ve ben yine kapıdan içeri girdim… (BK/GG)