Ünal Osmanağaoğlu, ülkücü tetikçiler arasında yakından bilinen bir sima. Adı hem Bahçelievler Katliamı'nda hem de Kemal Türkler cinayetinde anılıyor. Osmanağaoğlu çok uzun yıllar yurtdışında yaşadı. 1999 yılında izi Kuşadası'nda bulundu. Kardeşi Taner Osmanağaoğlu'nun kimliğini kullanıyordu. Güzelçamlı beldesindeki Polis karakoluna Atatürk büstü bile yaptırmıştı.
Türkler davasının avukatı Rasim Öz, Osmanağaoğlu'nun Abdullah Çatlı'dan sonraki yeni reis olduğunu iddia ediyordu. Abdullah Çatlı öldükten, Haluk Kırcı cezaevine girdikten sonra yeni Reis'in Osmanağaoğlu olduğunu birçok başka kaynak da doğruluyor. Susurluk kazasından bir ay önce Çatlı ile Osmanağaoğlu'nun Kuşadası Onur-A Otel'de buluşup ne konuştuklarını ise bugün kimse bilmiyor.
Türkler Davası 2010 yılında zamanaşımına uğruyor. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi Ünal Osmanağaoğlu'nu delil yetersizliğiyle beraat ettirdi. Karar Yargıtay tarafından bozuldu ama mahkeme beraat kararında direndi. Oysa Kemal Türkler'in kızı Nilgün Soydan, 19 yıl sonra Ünal Osmanağaoğlu'nu tetikçilerden biri olarak teşhis etmişti.
30 Temmuz 2009 yılında çıkan beraatta direnme kararına Soydan'ın öfkesi büyüktü. "Satılmış yargının kararına asla saygı göstermiyorum" diye bağırıyordu mikrofonlara.
"Önemli bir şey yoktu"
Abdi İpekçi Cinayeti 12 Eylül öncesinin en sansasyonel cinayetlerinden biriydi. Belki de vicdanları en çok yaralayanlardan biriydi aynı zamanda. O kadar ki daha sonra bu tercihini kendi hayatıyla ödeyecek olan Uğur Mumcu da Abdi İpekçi'yi öldürenlerin araştırarak başlamıştı çetelerin izini kovalamaya. Önce, üstelik Susurluk Skandalı'nın en civcivli zamanlarında, Oral Çelik'in uçaktan inişini gördük gülümseyerek. Oral Çelik'i televizyonda gören bir sürpriz tanık tetikçilerden biri olarak onu teşhis etti ama mahkemede ifade değiştirdi. Oral Çelik, beraat etti. Malatya Spor Kulübü'nde başkanlık bile yaptı. Diğer bir kilit sanık Yalçın Özbey ise geçtiğimiz haftalarda Türkiye'ye geldi. Malatya'da ailesini ziyaret etti. Şile'de ev baktı. Sonunda Brüksel'e geri döndü. Ne de olsa Mehmet Ağar'ın Emniyet Müdürü olduğu dönemde, davayı takip eden savcının da haberi olmadan ifadesi alınmıştı ama sonradan "Önemli bir şey yoktu" denilerek bu ifadeler yok edilmişti.
ODTÜ ve Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde (KTÜ) öğretim görevlisi olan Necdet Bulut bir toplantıdan eve dönüyordu. Yanında eşi Neşe ve oğlu Yiğit vardı. İki yandan sıkıştırılarak pusuya düşürüldü. Neşe Bulut ve oğlu Yiğit de yaralandı. Vurulduktan sonra kullandığı arabada 26 kurşun deliği vardı. Ağır yaralanan Necdet Bulut birkaç gün sonra Ankara'da hayatını kaybetti. Oğlu Yiğit birkaç yıl sonra ABD'ye gitti. Bir daha geri dönmedi. Neşe Erdilek ise Bilgi Üniversitesi'nde Göç Araştırmaları Merkezi'nin direktörü olarak çalışıyor.
Kırmızı bültenle aranan polis, arayan amir
16 Mart 1978 günü bir tuhaflık vardı. Solcu öğrenciler zaten her gün ülkücü öğrencilerin ve o sırada onların lideri olan Mehmet Gül'ün taciz ve sataşmalarına maruz kalıyorlardı ama o gün farklıydı. 200-250 kişilik sağcı grup merkez binanın kapısı önünde toplanmış 'Komünistler Moskova'ya diye bağırıyordu. Polis onların önüne sadece 4-5 polis koyup diğer öğrencilere çıkabileceklerini söylediler. Süleymaniye kapısı önündeki nöbetçi polisler de değiştirilmişti.
Solcu öğrenciler her zamanki gibi Eczacılık Fakültesi kapısından çıktıklarında üzerlerine ateş açıldı, bombalar atıldı. Bombayı atan ülkücü militanlardan Zülküf İsot her şeyi ablası Remziye Akyol'a itiraf etti. Teslim olacaktı ama en yakın arkadaşı Latif Aktı'ya (İsot'u teşkilata sokan da oydu) açılınca öldürüldü.
İsot kendisinin de içinde olduğu bomba atılan minibüste başka polisler de olduğunu söylüyordu. Bu polislerden Mustafa Doğan 1 Mayıs 1977'deki üstün başarıları sebebiyle taltif edilmişti. Şimdi kırmızı bültenle aranıyor. O sırada Komiser muavini olan Reşat Altay ise bombayı atanları kovalayan polislere "Geri dönün" emri vermişti. Otuz yıl sonra 2008 yılında Hrant Dink öldürüldüğünde Trabzon Emniyet Müdürlüğü'ne suikastın önceden haber verildiği ve bu ihbarın işleme konulmadığı ortaya çıktı.
O dönemde Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay'dı. Ergenekon Davası yeni başladığı sıralarda 16 Mart Davası zamanaşımı nedeniyle düştü. Dava şimdi temyizde. Devreye dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in girmesiyle soruşturma başlatıldı. Davanın hâkimi HSYK'ya şikâyet edildi. Çünkü o yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde öğrenci olan Mehmet Ali Şahin o gün şahit olduğu katliamdan çok etkilenmişti.
Kemal Türkler Cinayeti, Abdi İpekçi Cinayeti, Necdet Bulut Cinayeti, 16 Mart Katliamı... 12 Eylül'e giden yolun kanlı yapıtaşlarından sadece bir kaçı. Birçok fail izini kaybettirdi. Abdullah Çatlı, Muhsin Yazıcıoğlu, Alpaslan Türkeş gibi tanık ve sanıklar öldüler. Diğer failler ise görgü tanıklarının ifadelerine rağmen zaman aşımından beraat ettiler. Birçok failin ise ismini tekrar tekrar duyduk. 12 Eylül'le yüzleşebilmek için darbe öncesinin kanlı ve karanlık geçmişiyle de yüzleşmek gerekiyor büyük ölçüde. Bu yüzden bu cinayetleri çözmeye suçluların cezalandırılmasına yıllarını harcamış avukatlara bu önemli davaların akıbetlerini sorduk. Biraz da bu utanç geçmişinden neden hâlâ kurtulamadığımızı ve neden hâlâ adalet duygumuzu tatmin edemediğimizi de sormuş olduk. Belki bu daha buzdağının görünen kısmı. Belki o bile değil ama yok edilen kayıtlar, kayıp sanıklar, zamanaşımı gibi engellerle şimdilik elimizden bu kadarı geliyor.
Rasim Öz (Kemal Türkler Davası avukatı):
"Türkeş'in onayı olmadan kimse öldürülemezdi"
Özellikle Yılma Durak gibi simaların hareket içindeki önemlerini okurlara tekrar bir hatırlatır mısınız?
Yılma Durak o dönemki MHP'de Doğu'nun Başbuğ'u olarak anılıyordu. Türkeş'ten sonraki en etkili simalardan biriydi. Ben 1980 yılında MHP Davası'na müdahil olarak katıldım. Oradaki 87 sanığın hepsi birbirini doğruluyordu. Diyorlardı ki: Yılma Durak ve Alparslan Türkeş'in onayı olmadan kimse öldürülemez. Emniyette de savcılıkta da ifadeler böyleydi ama sonra davanın görüldüğü iki ay boyunca Türkeş mahkeme salonunda kendi hâkimiyetini kurdu. Bu ifadelerin hepsini sildirdi. Dava için Alparslan Türkeş'e 28 soru hazırlamıştım. Daha ilk soruyu okudum. Ayağa kalktı, elini tabanca gibi bana doğrultup "Susturun bu komünisti, yoksa ben susturacağım" diye bağırmaya başladı. Aynı anda bütün sanıklar, akrabalar, avukatlar ayağa kalkıp bağırmaya başladılar. Ben bağıra bağıra soruyu okudum mübaşire verdim. Vermez olaydım, mahkeme başkanı dilekçenin incelenmesi için 15 dakika ara verdi. Ben neredeyse linç ediliyordum. Beni eski Bank-Sen'li genç bir teğmen kurtardı.
Ünal Osmanağaoğlu'nun yakalanması nasıl oldu?
Osmanağaoğlu aynı zamanda Mamak'ta bir belediye otobüsünün taranmasında yer aldığı için gıyabi tutukluydu sonra Haluk Kırcı ve Abdullah Çatlı ile yurtdışına çıkarıldı ve ASALA'ya karşı kullanıldı. İsviçre'de uyuşturucudan yakalandı. Almanya'da hapis yattı. Türkiye'de ilk defa Cumhuriyet yazarı Hali Nebiler onu Topkapı Eresin Otel'de bir MİT görevlisiyle görüyor. MİT görevlisi Nebiler'e "bizi görmedin, duymadın" diyor. Bu olay Osmanağaoğlu Kuşadası'nda yakalanmadan bir ay önce falan oluyor.
Zamanaşımı bu tür davalarda önemli bir sorun arz ediyor siz nasıl yorumluyorsunuz bu durumu. Bu sorun nasıl aşılır?
Böyle suçlarda zaman aşımı olmaz. Çünkü bu tür katliamlar, cinayetler "insanlık suçu" kapsamına girer. TCK 77 ve 78. Madde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Nürenberg Mahkemeleri emsali ve BM Anayasası bu konuda bize gerekli referansları veriyor zaten. Siyasi katliamlar, tecavüzler, işkenceler insanlık suçudur. 16 Mart davasını yürüten arkadaşlar bu konuda yanlış bir taktik kullanıyorlar. Ben bu yüzden o davaya özellikle müdahil olmadım. MHP Davası'nda Alparslan, Türkeş ve Muhsin Yazıcıoğlu da dâhil bütün yöneticiler çete reisi olarak mahkûm oldular. Fakat kararı ben de temyiz ettim çünkü Türkeş savunma yaparken o sıradaki daire başkanı Türkeş'in sözünü kesip "Sayın Türkeş zahmet buyurmayın. Biz zaten davayı iki ay sonraya erteleyeceğiz. Böylece zaman aşımı dolmuş, dava düşmüş olacak dedi.
Turgut Kazan (Abdi İpekçi Davası avukatı):
"Ne anlattığını hatırlamıyoruz dediler"
Abdi İpekçi cinayetindeki rol karanlıkta kalan sanıklardan biri de Oral Çelik'ti. Oral Çelik'e karşı açılan davanın seyri ne oldu?
Oral Çelik 1996-1997 sürecinde uyuşturucudan tahliye olup Türkiye'ye döndüğü andan itibaren tutuklandı. Çelik, Türkiye'ye gelip uçaktan indiği anda bir vatandaş "Ben bunu tanıyorum. Bu adam ateş edenlerden biriydi" dedi. Bu adam birdenbire "sürpriz tanık" oldu. Bu "sürpriz tanık"la sürekli olarak oynandı. Emniyet aldı sorguladı, olay yerinde tatbikat yapıldı. Adamı televizyondan televizyona taşıdılar... Hâlbuki bu tanığın koruma altına alınması gerekiyor. Sonuçta mahkemeye çıkana kadar adam bir dehşete, korkuya kapıldı. Mahkemede de teşhis edemem dedi. Bu arada Oral Çelik son model arabasıyla, koruma ordusuyla geliyor mahkemeye.
Yalçın Özbey Almanya'da verdiği ifade nasıl yok edildi?
Yalçın Özbey cezaevinden çıktıktan sonra bir gazeteci onunla röportaj yapıyor ve "İpekçi cinayetiyle ilgili bildiklerinizi anlatacak mısınız" diye soruyor. Özbey de "Ben Türk yetkililere gereken her şeyi anlattım" diyor. Bu arada böyle bir şeyden kimsenin haberi yok. İçişleri Bakanlığı'na soru önergesi verilince yazılı cevap geliyor. Özbey önemli şeyler anlatacağını Almanya'daki cezaevine bildiriyor. Bu bilgi önce Türk dışişleri bakanlığına oradan içişleri bakanlığına oradan da Emniyet Genel Müdürlüğüne gidiyor. O sırada Emniyet Genel Müdürü olan Mehmet Ağar bu bilgiyi Cumhuriyet Başsavcılığıyla paylaşmıyor. Emniyet'in iki elemanı, toplam dört kişi, Almanya'ya gidiyor ve birkaç gün boyunca Yalçın Özbey'i sorguya çekiyorlar. Sonradan aslında dosyayı karartmak için oraya gittikleri anlaşılıyor çünkü normalde orada dosyayı takip eden savcının değilse bile en azından yardımcısının hazır bulunması gerekiyor. Ağca'nın Roma'daki sorgusu böyle yapıldı çünkü. Türkiye'den Roma'ya iki savcı birden gitti.
Neşe Erdilek (Necdet Bulut'un eşi)
"Çakmak ışığında yerlerden izmarit topladık"
Necdet Bulut'un ölümünden önce Trabzon'da ve KTÜ' de ortam nasıldı?
1978'te ODTÜ'de Necdet bilgisayar merkezi müdürüydü. KTÜ' de de ders veriyordu. O yıllarda Anadolu'ya İstanbul ve Ankara'dan hocalar gidiyordu. Bunlara uçan hocalar denirdi. O sırada KTÜ'de Erdem Aksoy rektördü. Erdem Aksoy, o sırada özerkleşme mücadelesi de yürüten Tüm Öğretim (TÜMÖD) Der'in adayıydı ve kazandı. Necdet KTÜ'de bir bilgisayar merkezi kurması için Aksoy tarafından bir yıllığına davet edildi. O sırada Anadolu'da ilk defa KTÜ'ye bir bilgisayar merkezi kurulmuş olacaktı.
Necdet öldürüldüğünde bilgisayarlar gemiye yüklenmiş, yola çıkmıştı. Bu arada Erzurum Üniversitesi kaynaklı faşist bir örgütlenme de vardı. Necdet de TÜMÖD ile birlikte hareket ediyordu ve Bilişim Derneği'nin kurucuları arasındaydı. Ben TİP üyesiydim. Bir yandan da Trabzon'da TİP teşkilatını kurmaya çalışıyorduk. Necdet İzmir'den TİP'in senatör adayı olmuştu. Memur olduğu için partiye giremiyordu ama aktif destek veriyordu. Biz gelmeden önce Trabzon merkezde birkaç solcu öğrenci vurulmuştu faşistler tarafından.
O sırada Trabzon'da POL-BİR de aktif olarak örgütlüydü. Bu yüzden başka olaylardan tutuklanan ülkücü militanların valinin ve emniyet müdürünün de girişimleriyle serbest bırakıldığı haberleri geliyordu bize. Bu yüzden Erdem Aksoy, Necdet öldürülmeden bir ay evvel Başbakan Bülent Ecevit'ten randevu almıştı. Bu dönemde Aksoy'un arabasına bomba konuldu. Evi kurşunlandı. Okula birkaç kere bomba atıldı. Aksoy 1,5 saat boyunca Ecevit'le görüşerek bu olayların hepsini anlattı. Buna rağmen hiçbir tedbir alınmadı. Sonra valiyle Doğu'daki 3. Ordu Komutanı'nın akraba olduğu ve bu yüzden iktidarın bu adama bir türlü dokunamadığı ortaya çıktı.
Necdet Bulut öldürüldükten sonra soruşturma aşamasında neler oldu?
Ameliyat için hastaneye gittikten sonra polisler geldi ve bana birtakım resimler gösterdiler. Sonra olay yerine gidelim dediler ama baktım polisler POL-BİR'li. Onun için onlarla yalnız gitmek istemedim. O sırada Trabzon İl Başkanı olan arkadaşımızla beraber gittik. Olay yerine gittiğimizde biz olay şurada oldu diyoruz, onlar farı ters yöne çeviriyorlar. Arama yaptılar, bir şey bulamadılar. Bizim fenerimiz de olmadığı halde yerden izmaritler falan topluyoruz, elleriyle ufalayıp bunlar işe yaramaz diyorlar. Bulduğumuz mermi kovanlarını verdik ama daha sonra o kovanlar ortadan yok oldu. Duruşmada da ortaya çıkmadı. Bir de o sıradaki POL-DER başkanı il başkanı arkadaşımızla görüşmek istedi. Dışarıda buluşmak istiyor arkadaşımız gidiyor. Ne gelen var ne giden sonra adamın vurulduğu ortaya çıkıyor. Arkadaşımız hastaneye gidiyor, diğer polisler yanına sokmuyorlar. Sonra adamı doğuya sürdüler. O gün bize ne anlatacaktı hâlâ bilmiyoruz.
Cem Alptekin (16 Mart Davası avukatı)
"Genel bir Gladio davası oluşturulmalıydı"
Dava zaman aşımına uğramadan önce hangi noktaya kadar gelebilmiştiniz?
Bu tür davalarda iki yanlışlık var. Birincisi uygulama yanlışlıkları. İkincisi meslektaşlarımızın zafiyeti. Bu iki sorun birleşince bizim kendi mevzuatımıza göre bile olmaması gereken zaman aşımı maddesi sebebiyle bu davalar kapatılmış oluyor.
Uygulama zafiyeti şöyle ki, yargı bu tür davalara sıradan cinayet, katliam davaları olarak bakıyor. Dolayısıyla işlenen suçun üzerinden gereken zaman geçtiğinde zaman aşımını uygulamaya meyilli oluyorlar. Hâlbuki bu olaylar başından beri sıradan olaylar olarak değil, bugün Ergenekon davasında da olduğu gibi organize suç kapsamına giren olaylar olarak ele alınmalıydı. Bu davalar organize bir örgütün eylemleri olarak ele alınmış olsa zaman aşımı işletileceği zaman örgütün başlangıç tarihiyle örgütün faaliyetlerini bitirdiği tarih dilimine bakılır ve örgütün faaliyetlerini sonlandırdığı tarihten itibaren geçerli olur. Bu örgütün faaliyetlerini bitirdiğine dair bir emare de bulunmadığına göre zaman aşımı işletilemez. Hatta benzer olayların birleştirilmesi de söz konusu olabilirdi.
Bizler de bu yönde çaba sarf ettik. Bu olayları bir Gladio davasına dönüştürme sebebimiz de buydu. Mahkeme sürecinde bunu belli ölçülerde başardık da. 16 Martla ilgili önceki mahkemenin gerekçeli kararını da dikkate olarak bu olayın münferit bir katliam olmadığını ve delillerin de bu bilgiler ışığında tekrar toplanması gerektiğini savunduk. 1995 yılında bu savunmamız ilk defa kabul edildi. Kapsamlı bir Gladio ve kontrgerilla tanımı yapıldı.
Delillerin tekrar toplanmasına ve sanıkların ek savunma yapmasına karar verildi. Sanıklar adam öldürme suçundan değil anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan yargılanınca Abdi İpekçi Dosyası, Bahçelievler Katliamı, 1 Mayıs 1977, Tevfik Ağansoy Dosyası, Susurluk davası ile ilgili dosyalar delil olarak istendi ama süreç içinde hem bizim üzerimizde (şahsen bana açılmış olan dava da dâhil olmak üzere) hem de dava üzerinde oluşturulan baskı sebebiyle biz gelişmeleri protesto etmek için duruşmalardan çekildik.
Meslektaşlarınızın zafiyeti neydi peki?
Biz dosyaları birleştirmeye çalışırken bize yeterince aktif destek vermediler. En fazla "insanlık suçunun zaman aşımı olmaz" mazeretinin arkasına sığındılar. Hâlbuki yeterince destek verselerdi hem örgütlü suç olduğu için zaman aşımıyla uğraşmak zorunda olmazdık. Hem de delillerin birleştirilmesiyle daha sağlam bir dava ortaya çıkmış olurdu.
16 Mart Katliamı ile ilgili Zülküf İsot'un, öldürüldüğü için, anlatamadıkları dışında o malum minibüste polislerin de olduğu iddiaları vardı. Bu iddialarla ilgili bir aşama kaydedilebildi mi? Olay yerindeki polis memurlarından Mustafa Doğan ile ilgili davanın seyri ne durumda?
Olaylarla ilgili deliller karartıldığı için oradaki polislere yönelik suçlamalar iddia olmaktan öteye gidemedi. Emniyet, yargıyla hiçbir şekilde işbirliği yapmadı. Hatta daha sonraki yıllarda Emniyet'in bazı belgeleri dosyadan çıkardığı ortaya çıktı. Aynı şeyi Kutlu Savaş'ın Susurluk Raporu'nu istediğimizde Başbakanlık Teftiş Kurulu da yaptı. Raporun bazı yerleri sansürlendi.
MİT ise işbirliği yapmamakla kalmayıp hakkımızda suç duyurusunda bulunarak taraf olduğunu ilan etmiş oldu. Dava zamanaşımına girdiği iddiasıyla düşürülünce Adalet Bakanlığı son anda bir gayret içine girip soruşturma başlattı. Gerçi o sırada Mehmet Ali Şahin bakan değildi ama aynı Adalet Bakanlığı bizim aleyhimize açılan davayı da kabul edip, altına imza attı.
Olayın en önemli ayaklarından biri ülkücüler ayağı diğeri de Emniyet ayağı. Latif Aktı ve Reşat Altay buradaki en önemli isimlerden biri. Onlarla ilgili soruşturmanın akıbeti ne oldu?
Latif Aktı en son memleketinde sorgulandı. Sanırım en son Zülküf İsot'u kazayla öldürdüğünü söyledi. Mustafa Doğan yıllarca kırmızı bültenle aranmasına rağmen bulunamadı. Tabi Doğan'ın bulunmasından sorumlu emniyet amirleri de bugüne kadar ceza almış olması gereken amirler. Katliamla ilgili yargılanan emniyet amirlerinin davası birdenbire Kocaeli'ne taşındı. Davanın mağdurlarının haberi bile yok. Dava olayın müdahilleri olmadan büyük bir hızla bitirildi. Reşat Altay da dâhil olmak üzere davalılar, müfettiş raporları aksini söylediği halde, delil yetersizliğinden beraat ettiler. (BT/EÖ)