Tam 30 yıl olmuş, dile kolay koskoca bir ömür geçmiş üstünden. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yani kırlangıç fırtınasının dalları kırdığı, kuş yuvalarını dağıttığı, çocukların, kadınların, erkeklerin işkence tezgâhlarında onurlarının ayaklar altına alındığı, otomatiğe bağlanmış askeri mahkemelerin verdiği kararlarla gencecik insanların darağaçlarında sallandırıldığı günlerin üzerinden tam 30 yıl geçti.
Askeri darbenin üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen gerçek anlamda gerek 12 Eylül'le, gerekse 12 Eylül öncesiyle; ne toplum ne de kendilerinin toplumsal muhalefetin dinamiklerini oluşturduğunu iddia edenler gerçek anlamıyla yüzleşebilmiş değil.
Çeşitli grupların çalışmaları da ne yazık ki o dönem temsil ettikleri siyasi görüşlerin mağduriyetleriyle sınırlı. Oysa şu gerçeği hep göz ardı ettik: Bizlerin işkence gördüğü sorgu odalarının yan tarafındaki odalarda bizlerin faşist dediği insanlara da işkence yapılıyordu. Oysa bizler işkence deyince sadece "solculara ve devrimcilere" uygulanan bir yöntemi ifade ettik.
İşkence insanlık suçudur; kime, hangi amaçla uygulanırsa uygulansın bu gerçek değişmez. Bu evrensel gerçekle bile yüzleşemedik. İdam edilenlerin listelerini yayımlarken bile bizim gibi düşünmeyenlerin ya adlarını anmadık ya da onlara sayılardan ibaretlermiş gibi davrandık.
İşte bu insani değerleri bile çifte standartlı algılamamız bizlerin 12 Eylül'le gerçek anlamda yüzleşmesini engelliyor.
12 Eylül'le gerçek anlamda yüzleşemememizin bir diğer nedeni 12 Eylül öncesini gerçek anlamda sorgulamamış olmamızdır. İçine düştüğümüz 12 Eylül mağdurları psikolojisi; gerçekte 12 Eylül öncesinde neler yaptığımız, nerelerde hata yaptığımız konusunda bir özeleştiri yapmamıza engel oluyor.
O dönem yaşananların adına savunma, provokasyon ya da şiddet diyelim, ama sonuçta 5 binin üzerinde insanın ölümüne neden olan olaylardaki payımıza ilişkin halkımıza bir özeleştiri vermiş değiliz.
Benim yaşadığım mahallede eşimin işyeri bulunuyor. İşyerinin karşı sırasında 2 katlı terk edilmiş bir bina var. Bir gün komşularıma bu bina niye boş diye sordum. Aldığım cevap beni şoke etti.
Halıcıoğlu'nda bulunan bu bina 12 Eylül öncesi Ülkücü bir tetikçi olduğu iddia edilen birinin ailesine aitmiş. Devrimci gruplardan biri bu kişiyi infaz etmeye karar vermiş ve buraya birini göndermiş. Buraya gidenler bu şahsı sormuş, şahsı bulamayınca da tartıştıkları babasını vurup öldürmüşler. Ailenin diğer fertleri yaşadıkları acının etkisiyle o günden sonra alt katı bakkal üstü konut olarak kullanılan bu binayı içindeki eşyalarla terk etmişler.
Buna benzer öyküler kuşkusuz devrimcilerin de başına gelmiştir.
Şimdi gerçeklerle yüzleşme zamanı. Devletin yaptıkları ortada.
Ya bizlerin yaptıkları?
Sandığımız kadar masum muyuz?
Şiddet sarmalındaki rolümüzü sorgulamayacak mıyız?
İşte bu sorulara "ama"lara sığınmadan cevap vermeye başladığımız yerde gerçek anlamıyla yüzleşmeye başlamışız demektir. (ŞD/TK)