Türkiye'nin kaygılarının temelinde, Kıbrıs ve Ege sorunları dolayısıyla Yunanistan ile çıkması muhtemel bir çatışmada, Avrupa Ordusu'nun bir AB üyesi olan Yunanistan'ın yanında yer almasının yattığı açıklandı.
Bu uzlaşma öncesinde kopartılan gürültüyle, uzlaşmanın gerekçesi arasında bir asimetri, bir uyarsızlık olduğunu ilk bakışta görmek mümkün. Çünkü Türkiye'nin uzlaşma öncesi ileri sürdüğü çekince gerekçeleri arasında Kıbrıs ve Ege sorunları, Yunanistan ile olası bir çatışma, hiç değilse kamu oyu önünde, telaffuz edilmiyordu.
AGSP tartışması Ankara'yı, bu yeni askeri düzenlemenin dışında kalma olasılığı bakımından kaygılandırıyordu.
Brechtvari sorunsal: Ya içindesin çemberin ya da dışında!
Örneğin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla verdiği resepsiyonda şöyle söylüyordu: ''Türkiye'nin çıkarı, Avrupa'nın yeni güvenlik mimarisinin içinde yer almaktır."
Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt da, Brechtvari bir yaklaşımla ''ya içindesindir çemberin ya dışında. Bunun ortası olmaz,'' diyordu.
Sorun Neydi?
Genelkurmay Başkanı "sorun"u da şöyle özetliyordu: ''Şimdi yeni bir yapılanma söz konusu. ABD, Avrupa'ya 'NATO imkânlarını da kullanarak kendi güvenlik mimarini kur' diyor. AB de bunu adım adım gerçekleştirme sürecinde. Burada bize yer vermek istemiyorlar . Hem NATO'nun imkân ve kabiliyetlerini kullanacaklar, hem bizi devreye sokmayacaklar. Bu olmaz. NATO'nun sorunlu bölge kabul ettiği 16 alan var. Bunlardan 13'ü bizim etrafımızda. Buraları AB'nin de ilgi alanı içinde. Bizi devreye sokmadan orada ne yapabilirler?''
Kıvrıkoğlu, AB'nin tutumunu da şöyle özetliyordu: "Biz sorunu ABD ile çözeriz, diyorlar. Bir bakıma, ' ABD sizi ikna eder ' demeye getiriyorlar. Tabii konu henüz masada. Çözüm için Türkiye'nin güvenlik mimarisinin dışında olmayacağı öneriler getirmeleri gerekir. Henüz onlar yok.''
''Plana göre AB, NATO şemsiyesinden yararlanacak. Böylece ABD de kritik durumlarda devreye girme ortamını bulacak. AB'nin tamamen bağımsız bir güvenlik yapısı oluşturmasını ABD, istemiyor.''
Ne Oldu?
Bundan sadece bir ay öncesine kadar Genelkurmayın AGSP'ye yönelik çekinceleri arasında Kıbrıs ve Ege sorunları hiç telaffuz edilmezken şimdi, bu çekinceler kaldırılırken "Kıbrıs" konusunda alınan "güvenceler"den söz edilmesi nasıl açıklanabilir?
Bu uyarsızlığın açıklaması, Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın veciz formülasyonunda aranabilir: "Ya içindesindir çemberin ya da dışında."
Besbelli, müzakereler sonunda Ankara'nın çemberin içinde olacağı taraflarca kabul edilmiştir. Çekincelerin kaldırılış gerekçesi olarak ileri sürülen "AB ordusunun Kıbrıs konusunda tarafsız kalacağı" güvencesi ise bu alış veriş sırasında değiş tokuş edilen kozlarla ilgilidir:
Türkiye, AGSP sürecinde askeri vazgeçilmezliğini dayatmış; buna karşılık, Kıbrıs'ın AB üyeliğine "evet" demiş;ancak, Kıbrıs sorununa Ankara'nın güvenlik kaygılarını giderecek bir çözüm bulmayı da bütün taraflar ortaklaşa üstlenmişlerdir.
Ecevit'in "zafer" dediği budur.
Bu sürecin orta yerinde Denktaş-Klerides görüşmelerinin durup dururken beklenmedik bir muhabbetle, "ekmek kadayıfı" eşliğinde, başlaması, ama öte yandan aynı Denktaş'ın Ankara'da milliyetçilerle yaptığı toplantılarda "Kıbrıs, Girit gibi gitti gider, " diye yakınması bu pazarlığın seyri ve ciddiyeti bakımından bir gösterge olarak kabul edilebilir.
AGSP neyi hedefliyor?
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası'nın en önemli ilkesi, önce Saint-Malo Deklerasyonu'nda dile getirilen, daha sonra Köln, Helsinki, Feira ve Nice Zirvelerinde de tekrarlanan " AB'nin Karar Verme Özerkliği ve Örgütsel Çerçevesinin Korunması " ilkesi. Bu, AGSP bağlamında AB'nin kararlarını NATO'dan bağımsız olarak alacağı ve uygulayacağı anlamına geliyor. Dolayısıyla AB, daha önce Avrupa Konseyi çerçevesinde Türkiye'nin de dahil olduğu "Batı Avrupa Birliği"nin NATO karşısındaki durumundan farklı bir statü ihdas ediyor.
Buna göre AB, NATO'nun bir bütün olarak angaje olmadığı durumlarda, askeri faaliyetlerde bulunmak üzere özerk karar yetkisine sahip olacak. Bu durum, AB'nin NATO olanak ve yeteneklerini kullanmak istemesi halinde sorun yaratıyor. NATO üyesi olup AB üyesi olmayan Avrupa Konseyi üyeleri(Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Polonya, İzlanda, Norveç ve Türkiye), bu bağlamda AB karar mekanizmalarından dışlanıyor. AB bu ülkelere sadece danışma ağırlıklı bir katılım öngörüyor.
Türkiye'nin bu güne kadar AB'nin NATO olanak ve yeteneklerine otomatik erişimine izin vermeyeceğini açıklamasının nedeni buydu.
"Acil Müdahale Gücü"
Türkiye'nin AB aday üyeliğinin karara bağlandığı, Helsinki Zirvesi'nde AB'nin, 2003'de faaliyete geçecek bir acil müdahale gücü kurması da kararlaştırıldı. Bu, 50-60.000 kişilik gücün hava ve deniz kuvvetleri ile de tamamlanması öngörülüyor. Bu güç 60 gün içinde toplanabilecek ve en az bir yıl operasyon bölgesinde faaliyet gösterecek şekilde hazırlanacak. Ancak, "acil müdahale gücü" bir "Avrupa Ordusu" değil. Sadece operasyon zamanında toplanması söz konusu.
Brüksel'de geçen yıl yapılan "Askeri Taahhüt Konferansı"nda da 100 bin kişilik bir ihtiyat gücü oluşturulması kararlaştırıldı. Türkiye bu güce karar alma mekanizmalarına tam katılım koşuluyla kuvvet tahsis edebileceğini bildirdi.
Türkiye'nin Rolü ve Hevesleri
AB üyesi ülkelerin NATO dışındaki askeri kapasiteleri sınırlı. Ancak, siyasi ve ekonomik egemenlik alanlarını genişletme ihtirasları kabarık. Özellikle Soğuk Savaş ve 11 Eylül sonrası daha önce inisiyatif göstermedikleri Orta Doğu ve Orta Asya ile Kafkaslar ve Balkanlar'da hareket kabiliyeti kazanmak, AB'nin başlıca öncelikleri arasında.
Bu hedefler Türkiye'yi yönetenlerin yeni bölgesel ihtiraslarıyla hem örtüşüyor, hem çelişiyor. Ancak, bütün askeri kapasitesini NATO'dan ve özellikle ABD'den edinen Avrupa Birliği adayı Ankara, AB tarafından Washington'ın AGSP içindeki "Truva Atı" olarak görülmeye devam edildiği sürece, Türkiye'yi yönetenlerin bir yandan lafta "Avrupa düşmanlığı" ile bu tafralarla ilk bakışta uyuşmayan hızlı "uzlaşmalar"ına bir arada tanık olmaya devam edeceğiz gibi görünüyor.
Ancak kesin olan bir şey var gene de: Türkiye artık "çemberin içinde". Çemberin dışında ise Orta Doğu ve Asya'nın yoksul ve ezilen halklarıyla onların yeni bir küresel talan dalgasına hedef olacak zenginlikleri var... Türkiye'nin Brüksel'e giden yolu Orta Asya ve Orta Doğu'dan geçiyor ...(NU)