Her ulus veya halk grubu sahip olduğu kültürel zenginlikleri ile kişilik kazanır, global kültüre zenginlik katar. Halk gruplarının sahip oldukları kültürel zenginlikler günlük yaşamlarında manevi bir gıda iken, bilhassa, bağımsızlıklarını veya özgürlüklerini kazanamamış olan ulusların savaşım kararlılığı için de anahtardır. Aksini düşünürsek, şu sorular çarpıcı bir şekilde aktüelleşir: Dünyanın herhangi bir yerindeki hakim ulus yöneticileri neden kendilerine siyasal açıdan bağımlı halkların kültürel zenginliklerine saldırırlar? Neden yılda yüzlerce dil yasaklar ve zorla assimilasyon yüzünden ortadan kalkıyor? Hem de ilk hedef olarak. Neden "kültürel haklar" gibi, sosyal birimlerin en tabii ve asgari haklarından bahsedilmesi söz konusu yöneticileri cin çarpmışa döndürür? Neden bu kadar yasak?
Aydınlar, bilhassa araştırmacı aydınlar, birer üyesi oldukları kabile, halk, ulus gibi sosyal birimlerin uzak geçmişlerinden beri oluşan kültürel zenginliklerine sahip çıkmadıkça, o kültürü talan edecek pek çok karanlık güç odağı yerden mantar biter gibi ortaya çıkar ve hiç acımadan, o uykucu halkın kültür adına sahip olduğu bütün zenginliklerini alır götürürler. Hem de büyük bir hızla ve en umulmadık anlarda. Hele Kürt Halkı gibi parsellenmiş bir coğrafyada yaşamak zorunda bırakılan şanssız halklar için bu, katmerli olarak böyledir. Bir gün bakarsınız, eski çağlardan beri davul zurna eşliğinde kanlarını kaynatan bir oyun havası başkasına mal olmuştur. Bir başka gün stranları hak getire.. Evlerinin sütununa kadar, dinlerine, mitolojilerine kadar her şey, her an uçabilir, uçmuştur da. Kökleri açıkta kalmış bir ağaç gibi sipsivri ortada kalmaları işten bile değildir. Hafif bir rüzgara bile direnemeyecek, devrilmeye hazır bir ağaç..
Şimdiye kadarki uzun bir tarih süreci boyunca; Kürt Tarihi, Kürtler'in kültürel zenginlikleri olan menkibeleri, stranları, masalları, folkloru, gelenekleri, ulusal günleri, mutfağı ve hatta mitolojilerinin büyük bir tanığı olan Avesta'ları bile çok sinsice ellerinden alınıp götürüldü. Onların uzak geçmişleri ile bağlantıları ustaca koparıldı ve giderek yok sayıldı, yok gösterildi. Bu zenginlikleri sadece bölgeye dışarıdan gelen ve Kürt Kültürü'ne tamamen yabancı, Osmanlı'dan itibaren kurulan Türk Devletleri değil, diğer komşu halklar da, bilhassa Persler, arslan payını kapmak suretiyle götürdüler. Fakat Kürt Kültürü'nü yağmalama olayında en kararlı davrananlar kuşkusuz söz konusu halkın uzak geçmişlerinde hiç bir tarih kesitinde yolları kesişmemiş, kültürlerinin kesin bir şekilde uzağında kalmış olan Türk kesimi oldu. 1923'ten sonra adım adım oluşturulan bir Resmi ideoloji çerçevesinde yetişmiş olan Türk "bilim adamları", Türk "folklorcuları", Türk "mitologları" velhasıl Türk Devleti'nin kültür politikalarını oluşturan bilim çevreleri bu talan olayında diğerlerinden geri kalmamak için hep alarmda oldular. Kürt Araştırmacıları, dikkatli ve azimli bir şekilde yürütecekleri çalışmaları ile, Newroz-2000'in kutlandığı günlerde bile hızından hiç bir şey kaybetmemiş olan bu sürece son vermelidirler. Bu inkar ve haksız sahiplenme sürecine, zor da olsa, son verecek materyalleri vardır. Hele mitolojide. Bunun için gayret gerek, ter gerek.
Unutmayalım ki bilim adamları aktif politikacılar gibi davranamazlar.
Politikacılar, geçtikleri her süreci kendi politik hedeflerini gerçekleştirmek için eğerek bükerek kullanabilirler. Hatta taviz uğruna bazı gerçekleri görmemezlikten bile gelebilirler. Bilim adamları ise böylesi siyasal manevralara katılamazlar. Bilimsel gerçek ne ise onu ortaya koymakla yükümlüdürler. Türkiye açısından böylesi bilim adamları yok demek, büyük bir haksızlık olur. Kendi düşünceleri uğruna yıllarca hapis yatan, bilimsel kariyer olanaklarını tepen bilim adamlarını düşündükçe bu konuda serbest eleştiri okları kullanmak olanaksızlaşıyor. Ülkelerinde büyük bir talan yaşanan Kürt Bilim Adamları ise araştırmalarında vardıkları sonuçlar itibariyle daha kıskanç bir şekilde gerçekçi olmak zorundadırlar.
Elinizdeki bu çalışmayı, bir yönüyle söz konusu talana duyduğum isyan, diğer yanıyla Newroz-2000'e kadarki süre içerisinde Kürdistani medya organlarının her Newroz'da yaptıkları hatalı değerlendirmelere artık tahammül edemez duruma geldiğim için kaleme aldım. Kürt Medyası ve bazı araştırmacıları adeta, şu satırların yazıldığı an itibariyle bile, Türk Devleti'nin resmi ideolojisinin emrindeki Türk Basını ve birer bilim yuvası olması gereken Türk Üniversiteleri'nde görev yapan "kapıkulu" nitelikleri bariz bazı öğretim görevlileri ile yarışırcasına, hata üstüne hata yapmaktadır. Newroz'a, Kürt Araştırmacıları tarafından ileri sürülen değerlendirmelerin ışığında baktığımızda, bu festivalin Proto-Kürt bir kaynaktan geldiğine, bugünkü Kürtler'in bu bayramın tek varisi olduklarına şüphe ile bakmamak mümkün değil. Elimizdeki gerçeği beğenmeyerek, Firdowsi gibi bazı İranlı ve onun yanında bazı Arap yazarları esas almak; telaştan, kendisine güvensizlikten doğan bir şaşkınlıktan başka ne ile izah edilebilir? Kürt Araştırmacılar'ın, bütün marifeti kitabında "Kürt" kelimesini geçirmek olan, bir değerli yazarı göklere çıkarıp esas almayı ne zamana kadar sürdüreceklerini kestiremiyorum. Fakat bununla Firdowsi'nin ve onun gibilerin tamamen gözardı edilmesi gerektiğini tavsiye ediyor değilim. Firdowsi gibi yazarlar bize, Newroz'un tüm figürlerini vermekle aslında çok büyük bir hizmette bulunmuşlardır. Bunun yanında, bilhassa Firdowsi, menkibeyi de dikkatle vermiştir. Ayrıca "Kürt" kelimesini kitabında geçiren en eski yazarlardan biri de Firdowsi'dir. Bu da çok önemlidir.
Kürt- Newroz bağlantısını da ortaya atan en eski yazarlardan biri olmak gibi bir değeri de vardır. Bunlar çok önemlidir. Ama yine de sadece bu ve benzeri metinlere bağlı kalma tembelliği Kürt Araştırmacıları'nın ürünlerini okuyan bilim çevrelerini hayal kırıklığına uğratmamıştır desem yalan olur.
Ben bu araştırmamı başlıca Avesta'ya ve onun tamamlayıcısı olan Pehlevice din kitaplarına ve bu kitapları ter dökerek yorumlayan Batılı bilim adamlarının yapıtlarına dayattım. Bunun yanında, sırf bazı tarihi gerçekleri hatırlatmak için, Med Tarihi yazarlarına da başvurdum. Ayrıca biraz da Mani Dini'ne eğilen kaynakları kullandım.
Faydalı olacağı inancıyla.
M Sirac Bilgin
Mart-2000
Giriş
Memduh Selim, 20. Yüzyıl'ın ikinci dekadı itibariyle yayınlanan Jîn Dergisi'nin 16. sayısında şunları kaydediyordu (M. Emin Bozarslan'ın transkripsiyonu ile): "Ulusal günleri yaşatmak hakkımız ve ödevimizdir". Ardından devam ediyordu: "Tarihin bize bağışladığı bu haktan yararlanmak ve bu ödevimizi yerine getirmek için, değişik biçimlerdeki özel günlerimizi 'saptamak' (tırnak içine biz aldık) gerekir. İşte tarihçilere ve gençlere elverişli bir inceleme konusu" diyor ve devam ediyordu:
"Kürtler'in, bilinen dinsel özel günlerinden başka ulusal ve toplumsal ne gibi özel günleri vardır? Bunlar hangi tarihsel kaynaklardan çıkmış, hangi kanallardan akıp gelmiştir? Örneğin yılbaşının İranlılar'ın (burada kastedilen Farslardır-NB) Nevruz'u ile ortak olduğu anlaşılıyor; bu nedendir, ya da öyle midir? 'Kawe Bayrağı'nın açıldığı günün özel bir gün kabul edilmesi için Kawe'nin tarihçe Kürt olmasından başka nedenlerden doğmuş sonuçlar yok mudur? 'Kürtler için toplumsal ve ulusal özel günler şunlardır, tarihsel kökleri ve nedenleri bunlardır' demeli, ortaya koymalıdır. Tarihsel bir ulus olmak bakımından özel günlerimizi öğrenmek, bir de o günlerimizi zamanlarında yaşatmak, kendimizi bilmenin yollarından biridir;'uygarlık tarihimizin kökenleri'ne doğru bir giriş bir başlangıçtır."
Bir vasiyettir bu! 20. Yüzyıl'ın başlarında, Osmanlılar'ın Batılılar'la yarı bir barış yaşadıkları ateşkesli yıllarda kaleme alınan bu yazının gereğini kaç Kürt Araştırmacısı yerine getirdi? Hepimiz biliyoruz ki, ciddi bir şekilde ve kendisini gerçekten yorarak, bilimsel bir tarzda konuyu incelemeye adamış olan, bir iki kişi dışında hemen hemen hiç kimse.. Güçlü araştırma sonuçları ile beslenemeyen partiler ve örgütler hala Kawa Efsanesi ile Newroz'u yanlış noktada birleştirerek kutlamalarda kullanırken, araştırmacılığa soyunmuş olan aydınlarımız susuyor, kıllarını bile kıpırdatmıyorlar.. Newroz, bu ulusal gün, Kürt Halkı için birlik olma, mücadelede kararlı olma gibi bir duruşun öneminin hatırlandığı bu gün, nefes kesici bir kültür ve mitoloji rengi olarak çok önemlidir. Kürt Aydınları hiç olmazsa heyecan yaratan bu günün mitolojideki ve tarihteki yerini layıkıyla araştırabilmeliydiler.
Kürt Kültürü'nde vazgeçilemez bir yere sahip olan Newroz'un, söz konusu halkın fertleri arasında yarattığı heyecan, mücadele ve birlik ruhunun bu halkın özgürlük mücadelesinde bir şeyler yapmak isteyen insanlarına verdiği güç, çalışmamızın tamamlandığı bu günlerde (yani 2000 Yılı'nda) Türk Devleti'nin kaderini elinde tutan ırkçı zihniyetin kararlı yürütücülerini çok düşündürmektedir. Bunda Kürler'in, uluslararası komplo ve gayretlere rağmen, hiç bir parçada bastırılamayan ulusal kurtuluşa varma ve özgürlüklerini kazanma kararlılığında bu bayramın bir sembol olarak seçilmesinin etkisi çok büyüktür. Türk ve komşu devletlerin kaderine hükmeden tutucu ve inkarcı iktidarlar, yanmasını önleyemedikleri Newroz ateşine karşı, onun ifade ettiği anlamı yozlaştırmayı ve içini boşaltarak kendilerine mal etmeyi denemektedirler. İran, bu bayramı kendi "yeni yıl" bayramı olarak, 15 günlük bir tatille en ciddi bir şekilde sahiplenerek kutluyor. "Yeni Yıl", tabii ki Kürtler'in bu festivale yüklediği anlam değildir. Suriye, Newroz'u bayram olarak kabul etmemekle birlikte, Kürtler'in bayramlarını coşku ile kutlamasına kitabın yayına hazırlandığı yıllarda ses çıkarmıyordu. Irak ise Newroz'u, 24 Eylül 1968'den beri, o zamanki Kürt Ayaklanması'nın Lideri Molla Mustafa'nın dayatması ile resmi tatil olarak kabul etmiş durumda.
Newroz'u yasaklama ve yok görme konusunda en kararlı olan güç, Türkiye'nin kaderini elinde tutan Turancı zihniyetli kliğin şahsında temsilini bulan güçtür. Cumhuriyetin ilanından, 1900'lü yılların sonuna kadarki süre boyunca Ankara'da politika üreten güçlerin emriyle bu bayram kayıplara karışmış bir bayramdır. En son olarak 1924'te Mustafa Kemal'ın da katılımı ile resmen, Ankara'nın Kavaklıdere semtinde kutlanan Newroz, sadece "Saatli Maarif Takvimi" adlı bir duvar takviminde "nevruz" şeklinde yer alan ne idüğü belirsiz bir güne dönüşmüştür. Ölü ve kutlanmayan bir gün. Osmanlı Devleti dönemindeki folklorik kutlamalar, Mustafa Kemal Yönetimi tarafından yaratılmaya çalışılan Türkler'e dayalı tek ulus konsepti için "tehlikeli" bulunmuş olacak ki buharlaştırılmıştı. Fakat Kürtler vardı ve problem olduğu yerde duruyordu.
Fakat Türk Devleti fiili durumlar karşısında, çok kötü de olsa, manevra yapabilen bir devlettir. İşte bu manevralardan biri 1984'te patlak veren Kürt Ayaklanması'nın zorlaması sonucu yaşandı.
Kürt Ayaklanması'nın önderliği düzeyinde bu günü bir sembol olarak seçmesinin kitleler arasında yarattığı pozitif etkiyi gözönüne alan rejimin yürütücüleri, akıldanelerinin de tavsiyesiyle, ağız değiştirip " Newroz aslında Türkler'in bayramıdır" demeye başladılar ve resmi kutlama girişimlerini başlattılar. Olayı içlerine sindiremeyen devlet yöneticilerinin bu kutlamalar esnasınsa ateşin üzerinden atlarken çektikleri ruhsal işkenceler doğrusu görülmeye değerdi. Daha sonra "Nevruz"un Türkiliği ile ilgili iddialar peşpeşe gelmeye başladı: "Bu bayram Türkler tarafından Ortaasya'da altı bin yıl (!) boyunca coşkuyla kutlanmıştır" (Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel). "Bu bayram, Türkler'in Ergenekon'dan çıkışlarının anısına kutlanır". "Türkler, bu bayram esnasında ateşler yakarak baharı karşılarlar", "bu bayram Türkler'in diriliş bayramıdır" vs. Bayağı bir saldırı vardı ortada. Söz konusu devletin kaderini ellerinde tutan güçler eğer; "Kürtler'in Ulusal Bayramı olan Newroz Türki uluslar tarafından da kutlanır" falan deseler, bu iddia anlaşılır bir propaganda silahı olarak kabul edilebilirdi. Ama nerede o anlayış..
Elinizdeki bu çalışmayı baskıya hazırladığım günlerde ( Newroz-2000 günlerinde) Türkiye'de, ikinci on yılını çoktan aşan ilan edilmemiş o meşhur "düşük yoğunluklu" savaş, PKK'nin tek taraflı ateşkes ilan etmesi ve kuvvetlerini geri çekmesi ile durmuş bulunuyor. Türkiye coğrafyasında, yarın nereye varacağı belli olmayan, tedirgin bir barışçı gelişme ve çözüm beklentisinin hakim olduğu içinden geçilmekte olan söz konusu süreçte, kültürel etkinliklere getirilen yasak daha da koyulaşarak devam ediyor. Açık seçik bir saldırı söz konusudur içinden geçmekte olduğunuz zaman kesitinde. Kürtler'i yıldırmaya yönelik fiili ve planlı bir saldırı. Türkiye Cumhuriyeti Yöneticileri, Kürt tarafının bu savaş sonrası yürüttüğü mücadeleyi, yani adil bir barışa ulaşma mücadelesini, psikolojik mücadele taktikleri ile saptırmak için -içi boşaltılmış şekliyle ve utangaçça- "iki halkın kardeşliği" gibi bir temayı; tarifi olmayan bir ¨Atatürk Milliyetçiliği¨ yaftası altında kullanıyor, Kürt Halkı'nın assimilasyona, kişiliksizleştirilmeye ve giderek yok edilmeye karşı direnişini kırmanın araçlarından biri olarak algılıyorlar.
Türk Devleti'nin, Kürtler'in varlığını ve insan olarak yaşama haklarını içlerine bir türlü sindiremeyen o tutucu zihniyetli yöneticileri tarafından dile getirilen kardeşlik esprisi, asırlar boyunca Kürtler'in kültürel malvarlığı olarak biriken herşeyi; "Kürtler'in kültürel mirası olan herşey bizimdir, bizim olan herşey ise sadece bizimdir" şeklinde ifade edilebilecek bir zihniyetle, deyim yerindeyse çaldıkları bir sözde kardeşlik esprisidir. Kürtler'in ulusal danslarını, mitolojik değerlerini, şarkılarını, ulusal mutfaklarını, yurtlarını, özgürlüklerini ve haysiyetleri olarak kabul edilebilecek herşeylerini yok sayan bu zihniyet, uzun zamandan beridir Kürt Halkı'nın tarihi günlerine ve renklerine de el atmış bulunuyorlar. Bu araştırmanın ilerleyen satırlarında göstereceğimiz gibi; Türk Devleti'ni yöneten klik, Kürtler'in ataları (yani proto-Kürt halklar ve belki de Proto Aryanlar) tarafından geliştirilen ve mitolojilerinin en çarpıcı festivallerinden biri olan Newroz'larını da çalarlarsa artık kültürel değer olarak övünülecek hiç bir şeyleri kalmayacağı düşüncesinde olsa gerek. Kürt Halkı; elindeki değerleri koruma anlamında, 2000'li yılların başında iyi bir tarih ve politik bilince ermiş bir halk olarak, gaspedilmiş olan tüm ulusal değerlerine sahip çıkmaktadır, ki bu onların en tabii hak ve görevleridir. Bu arada Newroz'larının özgünlüğüne de bilimsel metodlarla sahip çıkacaklardır. Bu muhakkaktır.
***
Ben bu çalışmamı, Med Mitolojisi'ne ve yazıtlar gibi bazı tarihi bulgulara dayanarak, Newroz'un kökenini, Kürtler'in atalarının ona yükledikleri anlamı ve bu bayramın özgünlüğünü ortaya koymak için hazırladım. Elinizdeki araştırmanın emekçisi olarak ben, söz konusu çalışmayı yürütürken ¨her ulusun kültürel geçmişinde, kültürel değerler itibariyle sahip olduğu zenginliklerin kaynağı, geniş ölçüde o ulusun mitolojisidir¨ gibi bilimsel bir tesbitten yola çıkıyorum. Böylece Newroz festivalinin Kürtler'e ata olarak kabul edilmesi gereken birileri tarafından adım adım oluşturulan mitolojilerinden doğan, dinsel motiflerin de işlendiği, esasında Medler'in tarihi direnişlerini destanlaştıranların geliştirdiği bir gösteri olduğunu, bilimsel kuşku payı bırakarak ortaya koyacağım. Böylece bu bayramın neden diğer ulusların ve bu arada özellikle Türkler'in ulusal geleneklerini ve olmayan ortak mitolojik değerlerini (ki bu bir ayıp değildir) yansıtamayacağını da göstermiş olacağım.
Bunun için çalışmamda çok yorucu bir şema takip etmek durumunda kaldım. Önce Newroz kelimesi'ni Avesta'nın bütün bölümlerinde araştırdım. Fakat bu kelimenin söz konusu dinsel eserde yer almadığını saptadım. Bunun üzerine en eskisinden başlamak üzere, Avesta ile çağdaş olan arkeolojik bulguları ve elime geçebilen yazılı belgeleri incelemeye başladım. Bu bulgularda da Newroz kelimesinin belli bir tarihe, İslam istilasına kadar yazılı belgelerde yer almadığı, en aşağısından benil uzanabildiğim belgelerde ortaya çıktı. Fakat İslam istilası sırasında net bir şekilde Newroz'dan bahsedilmesi, hem de Kürtler söz konusu olduğunda bahsedilmesi, paha biçilemez bir delildir. Öte yandan değerli Fars Yazarı Firdowsi tarafından adları zikredilen Newroz'un tüm figürlerinin; yani Dahak'ın (Aji Dahaka), Cemşid'in (Yima), Feridun'un (Threataona), Kawa'nın (Kava) ve Ateş'in (Athar) Genç Avesta'da çok önemli birer figür olarak yer aldığını görmek zaten yeterli ipuçlarını sağlamıştı.
Fakat söz figürler, Avesta'nın çağdaşı olabilecek arkeolojik bulgularda yer almıyorlar. Bu figürlerin Avesta'nın çağdaşı olan arkeolojik bulgularda yer almadığını görmek, beni bu işin nedenini araştırmaya itti. Buradan hareketle Newroz'un sadece Avesta'yı oluşturan çevrelerin ve onların dayandıkları halk tabanının bir ritüeli olabileceği sonucuna vardım. Bu çıkarsamanın doğru olup olmadığını araştırmam gerekiyordu. Bir de şunu eklemeliyim; bu bayramın isim olarak Avesta'da yer almamasını dikkate alarak, bayramın Avestik olup olmadığı sorusu ortaya çıktı. Ama daha başka bazı bulgularla da değerlendirdiğimizde bu bayramın Avestik olmadığı değil, "Newroz" kelimesi'nin (o zaman dillerinde adlandırıldığı şekliyle) muhtemelen söz konusu dinsel eserin kaybolan dörtte üçlük kısmında yer aldığı kanısı bende ağırlık kazandı (belki de Avesta'da yer almayan bir Med geleneğiydi). Sonraki Zerdüştiler'in ve onların torunları olan Kürtler'le Farslar'ın söz konusu günü bir şekliyle bayram olarak kutlamaları bu açıdan bakıldığında ilginçti.. Her iki halk ayrı anlamlar yükleyerekten de olsa kutluyordu Newroz'u.
İşte bunun nedenini araştırmak, beni iki yönlü bir çalışmaya itti: Birincisi; Kürtler'in Newroz Menkibesi'nin tarihsel açıdan gerçekliğini araştırmak, ikincisi; ruhu itibariyle Avesta'yı ve Pehlevi dilinde kaleme alınan Zerdüştiler'in dini eserlerini inceleyerek Newroz'un mitolojideki yerini saptamak. Birincisini yürütürken, yani (bazı) Kürtler'in somut tarih vererek Newroz'u somut tarihi temellere oturtmalarının, en aşağısından Newroz-2000'e kadar getirilen somutlaştırma şablonunun, tarihsel gerçekler karşısında kesin yanlışlığı ortaya çıktı. Bu somutlaştırma hatasını işleyenlerin unuttukları şey menkibelerin her zaman sadece menkibe olduğudur. Onlara tarih biçilemez. Kürt örgüt ve şahsiyetlerinin yazılarında yer verdiği Newroz'un başlama tarihi, yani M.Ö. 612 Yılı'nın Newroz'un başama yılı olduğu şeklindeki yanlışlık bir yana, o yıl süresince cereyan eden somut tarihsel olaylar bile yanlış sunuluyor. Bunun en insaflı izahı Kürt araştırmacı ve politikacılarında bir tembelliğin söz konusu olduğudur. Benim her yıl geliştirdiğim uyarılar ise duyulmuyordu. Bunun düzeltilmesi artık farz haline gelmişti.. Newroz'un mitolojideki yerini zaten daha önceki çalışmalarımda epey somutlaştırmıştım. Bunu daha da açtım. Saptadıklarımı bütün detaylarıyla ve kaynaklarıyla verdim.
Fakat bu yetmiyordu. Newroz'un neden iki İrani Halk grubu tarafından iki ayrı içerikle kutlandığı bir soru olarak kafamı hep meşgul etmişti. Acaba Newroz, bir ulusal gün olarak, sadece Kürtler'in atalarının geliştirdikleri bir festival olamaz mıydı? Evet, bu bayramın tüm figürleri sadece Avesta'da, hem de Zarathuştra'dan (Zerdüşt'ten) çok sonraları kaleme alınmış "Genç Avesta" denilen yapıtta yer alıyordu. Başka hiç bir yerde bu figürlere rastlamak mümkün olmadığına göre, Genç Avesta'nın ortaya çıktığı coğrafyayı saptamak bizi doğru ize sürebilirdi. Ben bundan dolayı Avesta'nın doğduğu coğrafya ve halk grubunu kesinlikle saptamaya büyük bir öncelik verdim. Bu yerin İran olduğu apaçık bir şekilde ortaya çıktı. Fakat İran'da iki önemli Aryani Halk Grubu yaşıyordu ve bu iki halk grubu da bir zamanlar Avesta'yı kutsal kitap olarak benimsemişlerdi; Medler ve Persler. Bu bakımdan daha da somut bir sonuca varmak için bu kez Avesta'nın esas olarak hangi halk grubunun dinsel yapıtı olduğunu saptamak durumunda kaldım. Araştırmanın bu noktasında, Avesta'nın ortaya çıktığı tarih kesiti itibariyle İran'da, birincisi; Avestik, diğeri ise Pers Kralları'nın kazıttığı kaya yazıtlarında tarifini bulan Pers dini olmak üzere iki ayrı ve bazan biribirine zıt din (grubu) bulunduğunu gördüm. Avesta'da yer alan din Medya'da, daha ziyade dağlarda yaşıyorken, yazıtlarda tarifini bulan din ise hakim halk grubu olan Persler arasında yaşam buluyordu.
Bu bulguları modern hayatımızdaki bazı bulgularla da birleştirdim ve Newroz'un hiç tereddütsüz bir Kürt Bayramı olduğu sonucuna vardım. Şimdi gelin, polemik esasına dayalı bu çalışmamı hep birlikte paylaşalım.
Birinci bölüm
Mitolojiler ve geleneksel bayramlar
Dinler, oluşmalarına yol açan tabii gelişim ve düşünce sistemleri itibariyle; tabiat dinleri, semai dinler vs. gibi çeşitli gruplara ayrılırlar. Söz konusu gelişim süreçleri ve inanç sistemleri, sonuçta vücut bulan dinlerin gereği olan ibadetleri ve o ibadetlere bağlı olarak kutlanan özel günleri de açıklayıcı olmak durumundadırlar. Belli bir grubun içinde yer alan dinler arasında bariz farklılıklar olabilir, ama yine de meseleye kalın çizgileriyle bakıldığında; aynı grubun içinde yer alan dinlerin empoze ettikleri veya üstüne bina edildikleri gelenekler aşağı yukarı biribirlerinin benzeridir. Dinlerin eylemsel olarak uygulandıkları ve yukarıda söz konusu ettiğimiz ibadetler ile buna bağlı özel günler gibi gelenekselleşmiş törensel alanlarda, bu benzerlik oldukça belirginleşir.
Ne demek istediğimizin daha iyi anlaşılması için bazı örnekler verelim: Ortadoğu kaynaklı; Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık gibi semavi dinlerde festivaller, özel günler veya bayramlar, hep peygamberlerin hayat çizgisine veya dinlerindeki pratik ibadetlerin aşamalarına bağlıdır. Bu dinlerin, Yahudilik dışında, saf bir şekilde ulusal bir mitolojiden kaynaklanarak veya oradan süzülerek oluşanı yoktur. Müslümanlığın Arap Mitolojisi'nden aldığı pek az renk vardır ve bu renkler dinin semavi karekterini asla etkilememiştir. Hristiyanlık ise, başlıca Grek Rahipler'in eseri olmasına rağmen, Grek MItolojisi'ni hemen hiç göremeyiz bu dinde. Söz konusu dinlerde bundan dolayı sadece peygamberlerinin hayat çizgisine veya emredilen dinsel günlere göre festivaller oluşturulmuştur. Bu festivallerden bazılarının ulusal geneklerle sıkı bağları olmasına rağmen, yine de peygamberlerin hayat çizgisine bağlanmışlardır. Örneğimizi daha da somutlaştırmak için, müslümanlığın festivallerini örnek olarak alalım. İslamlar bir "ay yılı" içerisinde iki bayram kutlarlar; Ramazan Bayramı ve Hacı Bayramı. Bu bayramların her ikisi de ay yılı içerisinde yerine getirilmesi dinsel birer zorunluluk olan iki ibadetle bütünleştirilmiştir. Ramazan Bayramı; tutulması her reşit ve sağlıklı müslüman için yerine getirilmesi zorunlu bir ibadet olan Ramazan Orucu'na endeksli iken, Hacı Bayramı; müslümanların hac ibadetleri sırasında kutlanır.
Müslümanlar'ın özel ibadetler eşliğinde kutladıkları dini günler arasında "kandil"ler de önemli bir yer tutar. Kandillerin kutlanması da; Hazret-i Muhammed'in doğumu, Kur'an'ın indirilmeye başlanması vs aynı amaca hizmet ederler. Aynı şeyler Hristiyanlık için de söz konusudur; Jesus'un (Mesih İsa'nın) Doğumu, Göklere Yükselmesi v.s. Yahudiler'in "Yom Kipor" gibi dinsel günleri de aynı kapsamdadır. Fakat Yahudilik, İsrailoğulları'na has bir din olduğu için, bu dinin bütün bayramlarının, söz konusu halkın mitolojisinden kaynaklandığı su götürmez bir gerçek olacaktır. Hristiyanlık'ta ise, bilhassa Jesus'un doğumu, eski Aryani mitolojisinden kökünü almasına rağmen Hristiyan bir elbise ile yeniden şekillendirilmiştir. Bilindiği gibi 24 Aralık (26 Aralık), Doğu Aryanlar'da eski çağlardan beri Büyük Tanrı Mithra'nın doğum günü olarak kutlanır.
Doğu Aryanlar'ın, daha somut konuşursak bunların Med Kolu'nun, uzun bir süreç içerisinde ördüğü mitolojinin festival olarak kabul ettiği günler için neden aranırsa, bunu onların mitolojilerinin düşünce sisteminde aramalıyız. Bu anlamıyla Doğu Aryani Uluslar'ın dinsel festivalleri ulusaldır. Zarathuştra'nın yaşadığı yıllardan çok önceleri şekillenmeye başlayan Medler arasında ve Medya'da önde gelen dinler, tümüyle Evren ile insan arasında kurulan bağ çerçevesinde şekillenmiş olan dinlerdir. Bu konuda Akamenid Hanedanı'nın ilk dönemlerinde, Persler'in resmi dini olan Akamenidler'in (Auramazda) dininde, geleneklerin ince ayrıntılarda ne emrettiğini bilmiyoruz. Kalın çizileri ile yazıtlardan ve Grek yazarlarından öğrendiklerimiz, Akamenid'lerin dini inançlarının yukarıda, Med Mitolojisi'ni söz konusu ederken değindiğimiz şablona tam anlamıyla uymadığıdır.
Fakat bu dinle ¨contemporary¨, eş zamanlı olarak süren ve Med Mitolojisi'nden kaynağını alan Zarathuştracılık'ın -burada kastettiğimiz; Gathik değil (Zarathuştra'nın orijinal ayetleri'nde tarifini bulan değil), geç Avestik Zarathuştracılık'tır- (Genç Avesta'da sunulan Zerdüştilik), ne gibi ibadetsel gelenekler geliştirdiğini net bir şekilde biliyoruz. Medyalı Rahipler'in geliştirdikleri Genç Avesta'nın sunduğu düşünce sisteminde sürekli bir mücadele söz konusudur. İyi ile Kötü'nün evrensel mücadelesi Avesta'da yer alan düşünce sistemine damgasını vurur. Kötü ile uzlaşmak yasaktır Avesta'da. Kötü ile sadece mücadele edilir. İşte bu düşünce sisteminin geliştirdiği festivallerde de bu gerçek, mücadele ve direniş konsepti hakimdir. Bu festivallerden biri de Newroz'dur.
***
a) Dünyada "21" martlar
Newroz'un Kürtler ve genelde Zerdüştiler tarafından kutlandığı 21 Mart gününde, pek çok halk tarafından da çeşitli dini sebeplerle ayinsel festivaller düzenler/di. Elbette bu festivallerin hemen hemen hepsinin kozmogonik sebeplerle düzenlendiği tahmin edilebilir. Bundan Newroz, tüm "Ortadoğu'da kutlanırdı" gibi bir sonuç çıkarmak yanlıştır. Önemli olan kutlanan festivale onu şekillendiren halkın verdiği anlam ve o festivalin kozmogoni itibariyle sebebidir. 21 Mart'ta, Newroz dışında, dinsel motiflerle düzenlenen her festival, onu kutlayan halk grubunun tabiattan beklentilerine uygun gerekçelerle kutlanırdı.
Zagros Halkları'ndan biri olduğu hemen hemen kesinleşen (Oxford, the History of Iran, 1985) ve göç ettikleri Güney Mezopotamya'da çok önemli bir uygarlık kuran Sümerler, 21 Mart'a anlam yükleyen en eski halklardan biridir. Festival boyunca tabiatın yeniden canlanışı şerefine büyük ayinsel törenlerle organize edilirdi. Mezopotamya'nın bu uygar halkı, bitkilerin yeniden canlanışı ve bereket tanrısı "İnnana"nın her yıl 21 Mart'ta dünyayı yeniden canlandırdığına inanır ve bunun şerefine "Akitil=yeniden doğuş" adını verdikleri bir festivalle dinsel kutlamalarda bulunurlardı. Sumerler'in şerefine festival düzenledikleri Tanrı İnnana, Mezopotamya'nın en eski "Çoban Tanrı"sı olan Tammuz ile aynı Mitolojik figürdür. Onlardan aynı isimle "Akitu" adıyla bu bayramı ödünç alan Sami bir halk; Akadlar, tıpkı Sumerler gibi kutlarlardı bu günü, ama bu kez kendi tanrıları Tammuz adına. Aryani bir halk olan Hittitler'in "iktidar grubu" ise, kesin olmayan delillerden anladığımız kadarıyla; 21 Mart'ta bereket bekler, Bereket Tanrısı Telepinu adına şenlikler düzenlerdi. İktidar grubu terimini kullanmamızın sebebi, Hititler'de hemen her köyün ayrı bir tanrısının ve ayrı festivallerinin bulunmasından dolayıdır.
Mısırlılar'ın önemli bir dini grubu da 21 Mart'ı büyük şenliklerle karşılarlardı. Tanrı Osiris'in, kıskanç kardeşi Nut tarafından öldürülmesi ve ölümden sonraki dirilişi bu bayramın kozmogonik gerekçesiydi. Mısır'da çok önemli bir dinsel akımın merkezi figürü olan bu tanrı, köken olarak tahıl tanrısıydı. Ayrıca bereketi de temsil ederdi. Doğduğu gün olarak kabul edilen 21 Mart bundan dolayı, tahılda bereket sağlamak için kutlanırdı.
21 Mart, Batı Anadolu Halkları arasında da çeşitli tanrılara adanarak kutlanıyordu. Efesliler; Artemis'e adamışlardı bu günü. Bu tesadüfi değildi. Çünkü Artemis, bitkileri ve vahşi hayvanların koyucusuydu. Artemis ayrıca ışık, daha doğrusu Ay ile de bağlantılı sayılmıştır. 21 Mart'ta ışığın artması ve bu sayede tabiatın canlanması bu festivalin kozmogonisi açısından önemlidir. İyonlar ise çok mücadeleci bir tanrıça olan Demeter'e adarlar bu festivali.
Demeter, Hades tarafından kaçırılan Persefones'in anasıdır. Hades Grek Mitolojisi'nde yer altı tanrısı ve hükümdarıdır. Krallığının halkı ölülerden oluşur. Demeter, kaçırılan kızını Hades'ten kurtarmak için Tanrı Zeus'tan yardım ister, fakat bir cevap alamaz. Bunun üzerine Tanrılar'ın panteonundan nefret etmeye başlar ve yeryüzüne çekilir. Onun yeryüzüne çekilmesi felaketlere yol açar. İnsan soyu açlıktan dolayı yok alma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bunun üzerine Hades, Zeus ve Demeter arasında bir antlaşmaya varılır ve bu sayede Persofones'in yılda bir kez, 21 Mart'ta yeryüzüne inmesine izin verilir. Böylece Persofones'in geri döndüğü günlerde bereket olur. Bu bayram söz konusu bereketi sağlayan Demeter'e adanmıştır. Frigya ve Galatalılar da bu bayramı bir Ana Tanrıça olan Kybele'ye adamışlardır. Hititler'in Ana Tanrıçaları'nın bir kopyasıdır Kybele. Aynı Ana Tanrıça Lydya'da Kybebe olarak anılır.
Biz, Hristiyanlar'ın vaftiz geleneğini Zerdüştiler'den aldığını biliyoruz (bkz; ayrıca Black-Rowley;1982, Cumont; 1902 vs). Baptizm festivali esnasında yöresel Hristiyanlar, çocuklarını önce buz gibi soğuk bir suya daldırırlardı. Ardından sıcak gelirdi. O esnada şu darb-ı mesel söylenirdi: "Sen vaftiz edildin ve yaza ilk adımı attın. Sen Newroz'u yakaladın ve kışa başladın" (Mukhtaşar ud Duwal; Bar Hebræus, 1890). Yukarıdaki alıntı, Zerdüştizm'deki vaftizm olayının, Hristiyanlar, bilhassa Bölge Hristiyanları tarafından ruhuna uygun olarak, "Yeni Gün=Newraoz"a ilk adım olarak kabul edildiğini ve böyle kutlandığını gösteren çok önemli bir delildir. Çocuğun hayata attığı "ilk adım Newroz'u" gibi, gerçek Newroz da aynı şekilde kabul görüyor ve kutlanıyordu.
Yukarıda saydığımız 21 Mart Festivalleri'nin hiç biri Kürtler'in Newroz'a yükledikleri anlamla yüklü değildir. 21 Mart'ın zamanın birinde yukarıda zikredilen halklar tarafından "bereket", bolluk", "canlanma" gibi ortak gerekçelerle kutlanması, doğrudan doğruya tabiatın canlanması ve çoğalma ile ilintilidir. Anladığımız kadarıyla aynı gerekçeler Amerika yerlileri için de festival gerekçesi olmuştur. Ama Kürtler'in çok sevdikleri Newrozları söz konusu olduğunda iş değişir.
Ülkeleri Halife 'Umar döneminde, Arap-İslam istilasına uğradığında Kürtler müthiş bir direniş sergilediler, ama sonuçta yenildiler. Galip komutan al-Yaman, Athurpatakan'ın (Adherbaijan'ın) tümüyle Kürt olan halkı ile 800.000 dirhem karşılığı bir antlaşma yaptı (Tritton, 1930). Bu antlaşmaya göre Araplar; Kürtler'den hiç kimseyi öldürmeyecek, işkence etmeyecek, onları hapsetmeyecek, hiçbir Ateş Mabedleri'ni yakmayacaktı. Fakat antlaşmanın en önemli maddesine göre ülkenin yeni efendileri, Kürtler'in açıktan açığa, aralarında en baş yeri kaplayan Newrozları dahil, bütün festivallerini kutlamalarına karışmayacak, onların bu festivaller boyunca ulusal danslarını sergilemelerine karışmayacaklardı (Baladhuri, Futuh ul-Buldan). Bunun anlamı; Newroz, İslam istilası dönemine kadar uzanan bir tarihte bile sadece Kürtler'e özgü bir festival olarak görülmesiydi..
Fakat İslam Halifeleri, bu sözlerinde durmadılar. Büyük bir saldırı ile en aşağısından anlamına uygun bayram kutlamalarını yasakladılar. Zerdüştiler'i her yerde Kırmızı veya siyah bir başlık giymek zorunda bıraktılar (Juynbull; nakleden Tritton, 1930). Bundan amaç İslamlar ile Zerdüştiler'i ayırd etmekti. Daha sonraki Alevi Kürtler, Türk istilasından çok sonraları bile bu kırmızı başlıkları giymeye devam etmiş, adları "Kızılbaş" olarak kalmıştı. Bunun dışında, Kürdistan'ın Xaniqin şehrine de Halife 'Umar iki adamını ('Uthman bin Hunaif ve Hudhaifa) buradaki insanları damgalamak için gönderir. Bunlar, ordaki insanlara gayrimüslim olduklarını gösteren damgalı yakalık taktırır (başka bir yerde 550.000 kişi). Damgalı yakalık taktırılan insanlar Zerdüşti idi ve geleneklerini sürdürmekte kararlıydı. Tabii ki bu geleneklerin en önde geleni, Newroz kutlamalarıdır.
***
b) Newroz kelimesi
¨Avestik Dil¨de, ya da Avesta'nın yazıldığı rahipsel Med Dili'nde adı ¨Nava=yeni" Roaca=gün¨ün birleşimi olması gereken Newroz kelimesi bu orijinal şekliyle bile Avesta'da yer almıyor. Genç Avesta'nın yazıldığı önemli araştırmacılar tarafından teslim edilen rahipsel Med Dili'ndeki bu bileşik kelimenin anlamını, Med Dili'nin mirasçısı bir dil olan Kürtçe'yi kullanarak ayrıntılarıyla tahlil edebiliriz: Nava, Kürtçe'nin Zazakisi'ndeki newe ve Kurmanci ile Soranisi'ndeki "nû", nüye" ile aynı kelimedir ve "yeni" demektir. Raoca ise yine aynı dilin Zazaki Lehçesi'ndeki "Ruec" ve Kurmanci ile Sorani Lehçesindeki "roc" ile aynı kelimedir ve "gün" anlamına gelir. "Yeni Gün" olarak kutlanan Nava Roaca, daha önce de kaydettiğimiz gibi, bu haliyle Avesta'da yer almıyor. Belki de kayıp. Buna rağmen Nava ve Roaca kelimeleri Avesta'nın her yerine dağılmış olarak vardır. Nava Roaca, zaman içinde iki kelimeli bir tabir olmaktan çıkarken, biraz da dillerin tabii değişimleri çerçevesinde tek kelime haline dönüşerek önce Pehlevice'de Noroz, sonra günümüz Kürtçesi'nde "Newroz"laştı ve günümüze kadar ulaştı. Bu dönüşümün sebebi, tahmin edeceğiniz gibi; bir yandan zaman içindeki tabii değişim iken, öte yandan da II. Artaxerxes döneminde, Zarathuştra'nın dinini artık açıkça kabul eden Persler'in, o zamandan beri yazılı belgelere hakim olmaları olarak da izah edilebilir.
Newroz Kelimesi, zannedildiğinin aksine muhtemelen Medya'da veya en aşağısından onların mirasçıları olan Kürtler arasında "yeni yıl" gibi bir anlamı ifade etmek için kullanılmamıştır veya kullanılmamaktadır. Sonradan yüklenen anlam, yani yeni yıl, sadece Newroz'un (nuroz'un) Pers versiyonu için geçerlidir. Newroz'u büyük bir ihtimalle Akamenidler'in orta dönemi itibariyle kutlamaya başladıkları anlaşılan Persler ve onların torunları olan Günümüzün Farsları, bu festivali sadece bir "yılbaşı günü" olarak kutlarlar. Bilindiği gibi ilk Pers takvimlerinde yılbaşı, Kasım Ayı'nde idi. II. Artaxerxes döneminden itibaren Zerdüşti geleneklerini aldılar.
Fakat biraz değişik olarak alındığını sanıyorum. Neticede onlar için 21 Mart'ta bahar gelmiştir ve takvimde eski yıl bitmiş yeni bir yıl başlamıştır, hepsi bu. Onlar için bu günün ifade ettiği başka bir anlam yoktur. Kısacası Newroz onlar için takvimsel bir meseledir. Oysa anlaşıldığı kadarıyla Medler ve onların takipçileri olan Kürtler için Newroz "Yeni Gün"dür. Halk için yeniden doğdukları bir günü ifade eder Newroz. Onların hayatında kapanan kötü bir dönemin ardından direnişle yaratılan yepyeni ve özgürlük dolu bir gün başlamıştır. Yeni bir başlangıçtır Newroz. Bundan dolayı Medler'in takipçileri olan Kürtler'in Newroz kutlamalarında hep direniş ruhu, birlik ve mücadele ruhu hakim olmuştur. Medler'den beri ciddi bir şekilde özgür yaşamamış ve her zaman baskı altında tutulan torun bir halk için bu tür bir anlam yükleme ve buna uygun bir kutlama tabiidir.
***
Bazı Kürt kaynakları'nda Newroz
Bu kitabı hazırlarken, Newroz hakkında Kürt Araştırmacılar'ınca, bilhassa Kuzey Kürtleri'nce, kaleme alınmış çalışmaları taramaya çalıştık. Fakat bunlardan ulaşabildiklerimiz arasında kayda değer bir şey bulabildiğimiz söylenemez. Kürt Araştırmacılar'ın, bilhassa Kuzey Kürdistanlılar'ın Newroz konusunda epey kolaycı davrandıklarını, delil olarak soyut ve müphem bazı kavramlar kullandıklarını, bilimsel bir metodoloji kullanmadıklarını gördük. Türk Devleti'nin katı yasakçı tatbikatlarının etkisiyle unutulma noktasına gelmiş olan Newroz hakkında, Kuzeyli araştırmacıların gözleme dayanan kayıtları sadece bazı Dersim yörelerinde ve adı Newroz olarak zikredilmemek kaydıyla diğer bazı yörelerdeki yozlaşmış kutlamaları aktarmaktan ibaret olabilmiştir. Bu araştırmacıların ürünleri "kaynak" olarak kullanılamazdı. Ama Osmanlı dönemine ait Ehmedê Xanî'nin Mem û Zîn adlı lirik yapıtında, XI. ve XII. bölümlerde yer alan satırlar önemliydi. Bu bakımdan dönem ve yer gözetmeksizin, örnekleme açısından Newroz'la ilgili Kuzeyli yazarların bazı kısa makalelerinin üstünde durma lüzumunu hissettik. İhsan Nuri Paşa bunlar arasında başta geleni oldu. Değindiği bazı kaynaklar önemliydi. "Toldan"la ilgili belirlemeleri yarım kalmakla birlikte ilginçti. Ehmedê Xanî ise tamamen folklorik açıdan konuya değinmişti. Yine de 1600'lü yıllarda Botan'da, Newroz'un kitlesel olarak kutlandığını öğrenmek heyecan vericiydi. Hawar Dergisi ise oldukça yanlış bir yaklaşım sergilemesine rağmen yine de Newroz denilen bir Kürt folklorik değrinden bahsetmesi önemliydi. Buna yukarıda düşüncelerini kullandığımız için bir daha değinmeyeceğimiz Jîn Çevresi'nin varlığını da bir not olarak ekleyelim. Biz bu bölümde başlıca yukarıda adı geçen yazar ve çevrelerin düşüncelerini esas alan bir değerlendirme sunacağız.
***
a) Şerefxan'da "Newroz"
Önemli Kürt Beyi ve tarih yazarı Bitlisli Şerefxan, Şerefname adlı yapıtında "Kürtler'in kökeni"ni araştırma çerçevesinde Newroz'un iki önemli figüründen bahseder; Dahhak ve Cemşid. Bunların izini Newroz Menkibesini esas alarak sürer ve nihayet olayı Kürtler'in ortaya çıkmasına bağlar. Dahhak'ın adını parantez içinde "Bivrasp" (Arapça'da p=b) olarak sunar. Bivrasp adını nereden bulduğunu bilmiyoruz. Ama etimoloji itibariyle geniş ölçüde Med isimlerini çağrıştırıyor. Onu ayrıca "Şeddad" adlı kan dökücü bir hükümdar olarak açıklar veya adını vermediği bazı tarihçilerin bu "kralı" böyle açıkladığını kaydeder. Bunun yanında Cemşid'i "Bişdadiler" diye bir sülalenin başına geçirir.
Şerefxan, ayrıca Newroz Menkibesi'ni takip ederek Kürt Gençleri'nin beyinlerinin nasıl Dahhak'ın yılanlarının başlarına veya -kendi deyimiyle- kendisini yılan benzeri yaralarla belli eden kanserli omuzlarına sürüldüğünü, daha sonra her iki gençten birinin nasıl kurtarılarak dağlara kaçmalarına fırsat tanındığını uzun uzun anlatır. Hikayesine Newroz'dan bahsetmeden devam eden Şerefxan, dağlara sığınmış olan bu gençlerin aralarında evlenerek çoğaldıklarını, şehirler, kaleler inşa ettiklerini vs anlatır. Bütün bunlar, Şerefxan'ın Newroz olayına yabancı olmadığını, gösterir. Onun neden bu ulusal bayramdan bahsetmediğini merak edenler, bu ünlü Kürt Beyi'nin Yezidiler'e bakış açısını okumalı ve değerlendirmelidirler, ki bu konumuzun dışındaki ayrı bir tartışmayı gerektirir.
Onun Newroz'dan bahsetmemesinin bir diğer sebebi, Newroz olayını yaratan diğer iki figürü, Feridun ile Kawa'yı, Fars sanmasından dolayı olabilir. Kitabında yer alan bir kayıt bu kanımızı güçlendirmektedir. Buna göre, Dahhak'ı tedavi amacıyla ölüme gönderilen ve fakat bir kısmı kurtarılan o gençler, uzun süre uygarlıktan uzak kalmışlardır. Bu gençlerin torunları; "...kendi kültür ve sanatlarını, uygarlık durumlarını, bilinen diyalekt ve dillerini unuttukları için, kendilerine özgü bir dil ve bağımsız durumlarını ortaya çıkardılar..."
Bu durum karşısında Kürtler'e köken arayan Şerefxan'ın zimnen Kürtler'in Farslar'dan gelme oldukları inancını taşıdığına, bundan dolayı Kawa ve Feridun'dan bahsetmediğine inanmamamız için hiç bir sebep kalmıyor.
***
b) Ehmedê Xanî'de Newroz
Ehmedê Xanî'de Newroz tamamen bir yeni yıl şenliği olarak yer alır. 1696 Yılı'na baktığımızda, Newroz'un Kürtler arasında bir yılbaşı festivali olarak karşılanması bile önemlidir. Halkın bu bayrama tam bir katılım sağlaması, bayram günü hiç kimsenin evinde kalmaması, kırlara, dağlara ve çayırlara yayılmaları, herkesi bir coşkunun sarması bahsedilmeye değer bir kutlama eğilimidir. Bu festival, anlaşıldığı kadarıyla Xanî dönemindeki Botan'da tam da aşıkların ve aşık adaylarının buluşma günüdür. Müstakbel evliliklerin temeli, öyle görülüyor ki bu festival esnasında atılıyordu. Xanî, Newroz'dan eserinin XI. ve XII: Bölümleri'nde bahseder. Orada aşka hazır iki taraf vardır; genç kızlar ve genç erkekler. O, "isteyen" yani erkek ile "istenilen"in yani genç kızın buluşmasını, ama edep dahilinde buluşmasını bu bölümlerde konu alır.
Xanî'nin Newrozu'nda yalnız genç kız ve genç erkekler değil, her yaştan siviller ve askerler de kırlara açılırlar. Kışlalar boşalır, evler boşalır. Büyük bir coşku ile kırlara, dağlara, dere kenarlarına doluşulur. Yine anlaşıldığı kadarıyla festival, Botan Emiri'nin huzurunda cereyan ederdi. Bu da Farsi geleneklerini hatıra getirir.
Fakat Xanî'nin Newroz tasvirinde ateş yakılması ile ilgili bir kayda rastlamıyoruz. Büyük Kürt Düşünürü bunu kaydetmeyi hikayenin akışı itibariyle unutmuş olabilir. Ayrıca bugünkü gibi, olayın ruhuna uygun, bir kutlama olayı da yoktur. Bunu zamanın politik durumu ile izah etmek mümkündür. Barış günleri hakimdir 1696'nın imparatorluğuna. Halk özgürlük bilincinden yoksundur. Ama Xanî gibiler içten içe bir rahatsızlık duymuyor değiller. Yine de bu rahatsızlık onlarda bile bir protestoya dönüşemiyor. Çünkü, o zamanki politik eğilim itibariyle, özgürlük ve bağımsızlık umudu sadece Kürt Beyleri'nin bir birlik oluşturmasındadır.
Ehmedê Xanî'de Newroz'dan bahsedilmesinin önemi, bizce bu festivalin 300 yıl
önce bile Kürt Coğrafyası'nda coşku ile kutlanıyor olmasıdır.
***
c) Hawar'da Newroz
Hawar Çevresi, Newroz'la ilgili görüşlerini Ehmedê Xanî'ye dayandırır ve kutlama günü olarak, nereden aldıkları pek belli olmayan, 23 Nisan'ı önerirler. Bu derginin yazarı Celadet Bedirxan, ki Newroz'la ilgili yazısını Herekol Azizan imzası altında yayınlamıştır; Zerdüşt'ün, Avesta'da Newroz'dan bahsetmediğini ancak bir bahar bayramıyla ilgili kayıtlarda bulunduğunu ileri sürer. Bunun da "olsa olsa Newroz'un kendisi olabileceği"ni kuvvetle iddia eder. Yine bu yazar, Êzîdî Kürtleri'nin "Cejni Cemayi"si'nin Newroz olduğunu da hiç tereddütsüz bir şekilde kaydeder. Bu yazar, Newroz kutlamalarının Kürtler arasında gerilediğini, ama bu bayramın Aryan olmayan halklar arasında da bahar bayramı olarak kutlandığını da bir saptama olarak bildirir. Newroz hakkında bu dergide sadece bir yazının yer alması ilginçtir.
Hawar çevresi, yerleştiği ülke itibariyle Kürt Halk Kitleleri'nden oldukça uzaktadır. Onlar belki de sadece hatıralarını dile getirmek durumundadırlar. Yeni bir gözlem onlar için uzak bir hayal olsa gerek. Beyrut'ta yayın hayatını sürdüren bir derginin yazarları elbette Doğu, Büyük Güney veya uzak Kuzey Kürdistan'daki kutlamaları bilemeyebilirler. Anlaşıldığı kadarıyla bu çevre, Avesta'nın bahsettiği ve bahsetmediği şeyler konusunda da bilgi sahibi değildir. Bilgileri kulaktan dolma olunca, iddiaları da basit kalıyor. Halkla ilişkilerinin zayıflığı da açık. Yine de yazarın 1940'lı yıllarda Newroz'u "ulusal ve ırksal bir bayram" olarak nitelemesi ve böylece anması ilginçtir. Kayda değer olan taraf budur.
***
d) İhsan Nuri Paşa'da Newroz
Newroz'dan, Ağrı Direnişi Lideri İhsan Nuri Paşa'nın; "Kürtler'in Kökeni" adlı yapıtında naklettiğine göre (1955), İranlı İslam yazarlarından Ömer Hayyam (1047-1122), "Newrozname" adlı eserinde bir kaynak düzeyinde kabul edilecek kadar güçlü ve delil sayılabilecek kelimelerle bahseder. Hayyam'ın kaydettiğine göre Kürt Feridun'un Dahhak'ı esir ettiği günü Kürtler; O Hükümdar'ın İran'ı söz konusu zalimin şerrinden kurtardığı bir gün olarak kabul ederler. Bu önemli Fars yazarı böylece Kürtler'in o günü bayram ilan ettiğini (başka sözlerle de olsa) net bir şekilde kaydediyor.
Hayyam tarafından Feridun, Dahak Efsanesi, zalimin şerrinden kurtuluş hep Newroz'a ve Kürtler'e bağlanıyor. Biz şimdi bu İranlı büyük düşün adamının kaydettiği ve yukarıdaaktardığımız gerçekler karşısında biraz durup düşünelim. Hayyam gibi büyük bir İslam düşünürü, sebebini ortaya koyarak, ki bu sebep mitolojik veya gerçekleri ifade etmeyen bir efsane de olabilir, bu bayramın bir Kürt Bayramı olduğunu tarihin içinden, yani zamanımızdan bin yıl öncesinden seslenerek bildiriyor. Hayyam, ak sayfalara döktüğü düşünceleri ile Kürtler'in bu tarihi festivallerini "talancıların" elinden kurtarmak için yeterli ön kanıtları vermiyor mu? Bu Büyük İslam Bilgini'nin, anlamına sadık kalarak, yukarıda verdiğimiz düşüncelerini içerdikleri anlam itibariyle açtığımızda, zaman içinde, bin yıl öncesinden çok önceleri bile Newroz'un Kürtler tarafından yaratıldığı her tarafta konuşuluyor olmalıydı ki Hayyam'ın kulağına kadar gelmiş. Hem de çok önemsemiş bu duyduklarını. Bir "Newrozname" yazması için baskı altında olmadan yukarıdaki satırları kaleme alan Hayyam'ın açtığı izden yürüyerek daha kesin sonuçlara varacağımız açıkça ortada. Biz bu izden yürüyeceğiz.
Yine Paşa'nın kaydettiğine göre, Eli Esger Şemin Hemedani'nin "Kürd" adlı eserinde; "Kuzey İran Kürtleri arasında "Kurdi" adıyla bir bayram vardır. Şehname'nin yazdığına uygun olarak bu bayram, Feridun'un "Dahhak denilen (yabancı-NB) bir hükümdarın zulmuna son vermesine ait törenlerdir" diye kaydeder. Konuyu genişleten İhsan Nuri Paşa bayramın Türkiye Kürdistanı'nda da kutlandığını, kutlayıcıların buna "Cejni Tolan" dediklerini bir gözlemci olarak bildiriyor. İsme bir de yorum getiren Paşa, Tolan kelimesinin "Tolhildan=intikam" kelimesinin kısaltılmış şekli olduğunu kaydeder. Paşa yorumlar yüklediği yazısına, Kürtler; "anlaşıldığına göre milletlerinin taç ve tahtını gaspedenlerden intikamlarını aldılar, yani yabancı hakimiyetine son verip kendi reislerini başa geçirince bayram yaptılar ve buna kendi Kürt dilleri ile de 'Tolhildan' yani 'intikam almak' dediler" diye devam eder.
İhsan Nuri Paşa'nın kitabındaki belirlemelerin bu kadar önemle üstünde durmamızın sebebi, bu lider ve aydın kişiliğin, elindeki kısıtlı kaynaklara rağmen sahip olduğu malzemeyi bu derecede ustaca ve bazan oldukça yanlış da olsa geniş yorumlarla birşeyler saptama gayretlerini gözlerinizin önüne sermek ve ulaştığı bazı paha biçilemez tarihi metinleri konuya yardımcı olmaları için vermektir. Toldan'ı bulması, zikretmesi, çok aydınlatıcı olmakla kalmadı, Newroz'un Kürtler için anlamını, onun gerçek içeriğini vermekle neredeyse tereddüte yer bırakmayacak şekilde bu festivalin ulusal ve özgün karekterini ortaya koydu. Bakın bin yıl öncesinin Hayyamı'na, o da aynı şeyleri söylemiyor mu?
Yine İhsan Nuri Paşa'dan; Morier'in, bundan 200 yıl önce, her 31 Ağustos günü Demavend Halkı'nın, İranlılar'ın Dehak zulmundan kurtuluşunun anısına bayram yaptıklarını ve bu bayrama 'Cejna Kurdi' dediklerini nakleder. Fakat çeşitli kaynaklardan bu bayramın, Newroz'un kardeşi bir bayram olan ve Güz equinox'na rastladığını saptıyoruz. Avesta Dini'ne inanalar buna "Mithra Kana" veya sonradan "Mihrican" bayramı derlerdi. Bu bayram Mithra'ya adanmıştır ve bayramın Kürtler tarafından neredeyse zamanımıza kadar taşınarak kutlanması ilginç ve çok önemlidir. Çünkü yılın günlerinin eşitleştiği her iki uçta birer bayram kutlanıyor ve bu bayramların ikisi de tarih içinden seslenen şahsiyetler tarafından Kürtler'e izafe ediliyor! Ayrıca ikisi de "kurtuluş" ve "direniş" bayramı olarak kutlanıyor.. Bunu akılda tutmakta fayda var.
Biz çalışmamız boyunca sunduğumuz delillerle; M.S. 7. (İslam kaynaklarından Nakleden Baladhuri), 10. (Firdowsi), 11. (Hayyam), 12. (Baladhuri kendisi), 16. (Şerefxan, Newroz figürleri itibariyle), 17. (Ehmedê Xanî), 19. (Morier) ve 20. Yüzyıl'da (Jîn Çevresi, Hawar Çevresi) Kürt Newroz'undan şöyle veya böyle bahsedildiğini bildirmekle, uzun bir tarih diliminde kalem oynatan bir çok değerli yazarın Kürt-Newroz bağlantısını tereddüte yer bırakmayacak bir şekilde ortaya koyduklarını gösterdik. Bunun çok iyi değerlendirileceğinden eminiz. Ne bağımsız bir devleti, ne de gücü olan bir ulus, ulusal bir değerine en karanlık çağlarda bile bu kadar sahip çıkabilmişse, bunu başkalarına teslim etmemek, onların bu günkü torunlarına düşmez mi?
Şimdi artık Newroz'u Kürt coğrafyasına taşıyan somut tarihi, mitolojik, linguistik ve arkeolojik delillere bakabiliriz..
İkinci Bölüm
Avesta nereli?
a) Genel bir bakış
Avesta'nın, Newroz'da yer alan bütün figürleri içermesi tesadüfi olamaz. Bu figürler belli bir mitolojik bütünün parçaları olarak oraya doluşmuşlardır. Eğer kaybolmamış parçaları elimizde olsaydı, çok büyük bir ihtimalle Avesta'nın Newroz'u da takdim ettiğini görürdük. Bir şey daha: Avesta'da Newroz figürlerinin yer alması bir de bu figürlerin konuşulduğu coğrafya açısından önemlidir. Eğer bu figürler, Avesta'yı yeniden oluşturan rahiplerin yaşadığı coğrafyada konuşulmuyor veya söz konusu figürler orada yaşayan halkın mitolojisinde bir yer kaplamıyor idiyseler, neden bu dini eserde yer alsınlardı ki? Cemşid (Yima), Dahak (Aji Dahaka), Feridun (Threataona), Kawa (Kava) ve Ateş (Athar) gibi Newroz'un temel figürleri Avesta'ya hayat veren yazarların veya bu eseri yeniden şekillendirenlerin yaşadığı coğrafyada konuşulduğu, bunlar belli bir geleneği aksettirdikleri için orada yer aldılar. Bunu Tevrat, İncil ve Kur'an'da yer alan menkibelerin figürleri ile mukayese edebiliriz. Ad Kavmi, Adem, Nuh (Noak), Saba ülkesi vs gibi figürler Ortadoğu kaynaklı dini eserlerde (birinde olmasa diğerinde) yer aldığı halde, Avesta'da yer almazlar. Çünkü bu gibi isimler ve figürler o yörenin Aryanileri'ne yabancıydı. Ama tersine Avesta'nın figürleri de bu dini eserlerde yer almazlar. Çünkü bunlar da Ortadoğu'da konuşulmuyordu.. Bu bakımdan Avesta'nın nereli olduğu sorusunun cevabı, Newroz bayramını bayram yapan düşüncenin doğduğu yeri saptamak bakımından önemlidir.
Avesta'yı, Genç Avesta'yı nereye yerleştirirsek, onun figürleri de o yörenin insanlarının mitolojisine mal olurlar. Bu açıdan baktığımızda araştırmamızın can damarlarından biri Avesta'nın (Genç Avesta'nın) doğduğu coğrafyanın saptanmasıdır.
Bu festival isim olarak Avesta'da yer almamasına rağmen hiç bir ciddi kaynak, Newroz ile Zarathuştra düşüncesini biribirinden ayırmaz. Ama aynı zamanda daha geniş anlamıyla Aryan Mitolojisi'ni de Newroz'dan ayrı düşünmez. Bu anlamda Zarathuştra öncesi Aryan Mitolojisi'nde de Newroz'un, başka anlamlar yüklenerekten de olsa, önemli bir yeri olabileceğini düşünmek durumundayız. Yine de Newroz'u, bir anlam bütünlüğü içerisinde tüm Doğu Aryani Kavimler'e aynı düzeyde mal edecek kadar elimizde kaynak yoktur. Fakat bu, Zarathuştra'nın Aryan Mitolojisi'ni reforme ederek dinini oluşturduğu gerçeği ile birleştirilirse, Newroz'u sadece Zarathuştra'nın geliştirdiği din ile özdeşleştirmek, bunu dayatmak doğru olmaz. Newroz, Zarathuştra'nın reformlarından önce de kutlanmış olabilir. Ama yine de elimizde, aksini ıspatlamak için, zaman içinde geriye doğru hafif bazı belirtiler hariç hiçbir delilimiz olmadığına göre, Newroz'u Zarathuştra'ya bağlamaktan veya ona izafe edilen Avesta'nın mitsel ögeleri çerçevesinde değerlendirmekten başka çaremiz yoktur. Çünkü delillere dayanmadan bilimsel sonuçlara varmak doğru olamaz.
Delil ve Newroz'u açıklayan delil peşindeysek, ilk akla gelen kaynak Avesta'dır kuşkusuz. Bu eser Newroz'un figürleri'nin mitolojik konumları ile ilgili delillerle doludur. Tarih içinde pekçok saldırıya uğrayıp üç kez yeniden yapılanmak zorunda bırakılan bu eser, her şeye rağmen tek başvuru kaynağı özelliğini koruyor. Bu eser birinci kez Akamenidler'in Med Devleti'ni yıktıkları ilk yıllarda ve ikinci kez ise Makedonyalı Büyük İskender'in (Aleksandrus Kodamanus) İran'ı istilasından sonra olmak üzere Avesta milattan önce iki kez yabancı istilacıların saldırısına uğramış, kısmen de olsa yok edilmişti. Fakat Sasani döneminde Genç Avesta yeniden toparlandı. Söz konusu toparlanma döneminde bir araya getirilmiş olan Avesta'nın, ki o zamanlar 345.700 kelimeden oluşuyordu, aşağı yukarı dörtte biri olan 83.000 kelimelik kısmı, İslam istilasından sonra yaşanan yok etme kampanyalarından kurtulmuş ve Medya merkezli Doğu Aryan Mitolojisi konusunda çok güçlü ve açık bir delil olarak elimize kadar ulaşmıştır. Bu dini eserde, şuraya buraya serpiştirilmiş vaziyette, Newroz'un bütün figürleri net bir şekilde yer almaktadır. Medya'da varlığını sürdürebilmiş önemli dinlerin içinde toplandığı ve mantıksal bir bütünlük arz ederek şekillendirdiği Genç Avesta, pratikte İrano-aryanlar'ın belli bir koluna mensup bir halk grubunu temsil eden bütünlüklü bir mitoloji toplu eseridir.
Bilindiği gibi İrano-aryanlar'da ve onların en önemli kollarından biri olan Medler'de tek bir dinden bahsedilemez. Her kabilenin, genel mitoloji ile bütünlüklü de olsa, kendine özgü çizgiler taşıyan ayrı bir dini vardı. Bu dinlerden bazıları, kabileler arası ticari ilişkilerden dolayı iletişimin artması ve devletlerin ortaya çıkması ile birlikte yaşayamadan öldüler. Bazıları ise şekil değiştirerek Avesta'ya dahil olup tarih içinde akacakları bir mecraya ulaştılar. Avesta'ya konu olan ve daha sonra da Genç Avesta'ya dahil olan Homa Dini, Mithra Dini, Vayu Dini, Zurvanizm, Varathraghna Dini vs gibi dinlerin söz konusu dinsel eserde yer almaları, bu ortak dini eseri yaratanların, yani belli bir rahipler grubunun, içinde yaşadığı toplumun mitolojik değerlerini nakledilmesinden ibarettir. Söz konusu rahipler, içinde yetiştikleri toplumun günlük alışılmış seramonilerini ve rituellerini, bu anlamda dini inançlarını uzun bir tarihi süreç içerisinde şekillendirmiş ve formüle etmişlerdir. Geneli itibariyle Aryanlar esas olabilirler, ki doğrusu budur, ama onların arasında bir özel bir Aryani kabileler topluluğu daha da aktif bir şekilde bu dine, Avestik Din'e damgasını vurmuştur. Biz şimdi Zarathuştra'dan itibaren, bir yerlerde şekillenen Avestik Din'in esas olarak hangi Aryani kabileler topluluğunun mitolojik kavramlarını formüle ettiğini saptamalıyız. O halde burada "Avesta nereli?" sorusu çok önem kazanır ve bu sorunun dürüstlükle cevaplandırılması gerekir.
Avesta'yı yaşayan diğer Aryani dini eserler bütünü veya "mushaf"ı olan Hindular'ın Vedaları ile birlikte inceleyenler, bu iki eserin içerdiği bir çok kavramın ortak olduğunu hayretle görürler. Fakat iki eser, bu kavramlara bazan oldukça farklı ve hatta zıt anlamlar yüklemişlerdir. Biz kabileler arasında bile ayrı dinler veya ayrı dini kavramlar bulurken, Avesta ile Rg Veda'nın bu yakınlığı hayret vericidir. Bu bakımdan karşılaşılan bazı kavramların müşterekliği bu araştırmanın okuyucularını şaşırtmasın. Fakat, yukarıda da altını çizerek kaydettiğimiz gibi, her iki dini eserde yer alan kavramlara bazan oldukça farklı, bazan da biribirlerine zıt anlamlar yüklendiğini de bilelim. Tıpkı Ortadoğu'da yaşayan üç dinde olduğu gibi..
Biz şimdi konumuza dönelim.
***
b) Yanlış nerede?
Elimize ulaşan kaynakları ciddi bir şekilde incelediğimizde birincisi; hiç bir kaynakta Zarathuştra'nın vaaz ettiği dinin Medler'den önce herhangi bir Aryani halk grubu tarafından "din" olarak kabul gördüğüne, bu konuda ciddi bir delil sunulduğuna tanık olmayız. Şu veya bu araştırmacı tarafından sunulan delillerin tümü bazı teorilerden ibarettir. Ben, bu teorilere saygı duyuyorum. Fakat bu teorilerin büyük bir kısmının yetersiz bazı kanıtlara dayandığını biliyorum. Teori sahiplerinin bazılarının saptamalarında veya vargılarında geniş bir sübjektivizm hakim. Yani deliller geniş ölçüde sübjektif vargıların ıspatı için biraz bükülerek kullanılmış, böylece Avesta'nın "anavatanı"nı saptama işi içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Bazan Avesta'nın ve onun anlattığı dinin elementlerinin de, eğer bu elementler dağınık olarak veya tek tek alınmamışlarsa, bir bütün halinde o halk gruplarına yabancı olduğunu görürüz.
İkincisi; Gathik kısmı dahil, Avesta'nın yazıldığı dilin Doğu İran veya İran'ın doğusunda herhangi bir halk grubu tarafından kullanıldığına tanıklık eden bir delile şimdiye kadar rastlanmamıştır. Araştırmacıların önemli bir kısmı Avesta'nın Doğu İran Dilleri'nden biri ile yazıldığını kaydederler. Bundan dolayı dil konusunu önemle kaydetme gereği gördük. Fakat yine de eski Aryani dillerin zamanın belli bir diliminde müştereğe yakın olduğunu kaydedelim. Bu bakımdan araştırmacıların Sanskritçe gibi Doğu Aryaniler'in ata dili olarak kabul edilebilecek bir dili, Avesta araştırmalarında öne sürmelerini anlamak lazım. Ama bu benzerlik, dinsel eserlerin biraz da özel rahipsel bir dille yazıldığı gerçeğini bildiğimizden, Avesta'yı belli bir coğrafya'ya yerleştirmekte delil olarak kullanılamaz. Avesta'da, XIX. Yaşt'a getirilen bir yorum ve çok şüphe ile karşılanan Vendidad-I'deki mitolojik terimler zinciri halindeki coğrafyayı zorlamacı metodlarla somutlaştırma çabaları hariç, göze batan hiç bir modern delil sunamayan bu araştırmacılar grubunun, aşağıda üstünde duracağımız ve Diakonoff'un bahsettiği yeni bir delille şok olmuş olmaları gerekir. Bazı zayıf delillerle hareket eden veya etmek zorunda kalan Avesta araştırmacılarının bir kısmı daha önce, Parthia'nın (şimdiki Horasan'ın) da içinde yer aldığı bir federasyon olan Baktria'da Avesta dilinin kullanıldığı, oralarda 'Avestaca' olarak adlandırılabilecek bir dille konuşulduğu üzerinde çok duruyorlardı. Fakat son zamanlarda ortaya çıkarılan, MS II. Yüzyıldan kalma Baktria dilindeki bazı yazıtların incelenmesi ile bu sanı da ortadan kalktı.
***
c) Avesta'nın dili
Diakonov 'un (1985) bildirdiğine göre, bu yazıtların dikkatle incelenmesi sonucu Avesta'da kullanılan dil ile Baktria dahil, Doğu İran Dilleri'nin oldukça farklı olduğu ortaya çıkmış bulunuyor. Bu konuda Diakonoff'un kaydettiklerinin Ingilizcesi'ni de vermekte fayda umduk.
Şöyle diyor Diakonov; "In as much as a legendary Iranian tradition saw in Kavi Viştãspa, Patron of Zarathushtra, the king of Balkh, some 19th-century scholars thought that the culture of Avesta, the sacred books of the Zoroastrians, belonged to Bactria. This view is finally disproved by recently discovered inscriptions in Bactria of the 2nd century A.D., which show that the Bactrian language was quite distinct from Avestan. The data contained in the preserved parts of the Avesta itself, also in no way support the localisation of Kavi Vîştãspa's kingdom in Bactria."
Açık ve net. Yalnız yukarıdaki kanıyı, yani Avesta'yı Doğu'ya yerleştiren kanıyı, bugün dahi koruyan araştırmacıların varlığı düşündürücüdür. Bunda, "dediğim dedik" gibi eski saptamalarında ısrarın rol oynama ihtimali bulunduğu gibi, Avesta alanında söyleyecek çok sözleri olan Kürtler'in araştırma dünyasına çok geç ve akademik bir disiplin düzeyi tutturamadan katılmalarının rolu da inkar edilemez.
Bunun dışında, araştırmacılar tarfından Avesta'nın yurdu olarak Büyük Xorasmia Federasyonu'nundan da bahsedilir. Bu federasyonun Zarathuştra'nın koruyucusu Viştaspa'nın ülkesi olduğunu ileri süren araştırmacılar olmasına rağmen, sabit bir gerçek var; söz konusu federasyona dahil ülkelerin hiç birinin dili direkt olarak Avesta'nın yazıldığı dilin devamı, onun mirasçısı olmadığı ortada. Zaten Kavi Viştaspa'nın kralı olduğu Parthia, en aşağısından bir süre (ki bu süre Avesta'nın şekillendiği iddia edilen süreye denk düşer-NB) Baktria'nın sınırları içindeydi (Diakonoff-Masson). Bu iki araştırmacının saptamalarına göre Baktria (federasyonu); Chorasmia, Sogdiana, Baktria, Margiana ve kısmen Parthia'yı içeriyordu. Bu konudaki araştırmalar da yukarıda verdiğimiz araştırmacı isimlerin katkısıyla sabittir.
Avesta'nın hiç bir şekilde ima yoluyla da olsa "Medya" ve "Medler"den bahsetmemesi, ki bu suskunluk Persia için de geçerlidir, söz konusu dini eserin vücut bulduğu yıllarda Med Devleti'nin daha henüz kurulmamış olması ile ilgili olabilir. Aksine Medya'nın kendisi belkide yukarıda adı geçen Xorazmiya Federasyonu'nun sınırları içindeydi (Diakonoff).
Bu durumda batıda Pers dahil hiçbir halkın dili, en aşağısından diyalekti aşacak kadar, Avesta'nın oluşturulduğu dil ile aynı veya bu dilin devamı olmadığına göre, ya Avesta dili kaybolmuştur, ya da ona başka mirasçılar aramak gerekiyor.
***
d) Ölü gömme
Öte yandan bu kez A. M. Mandels