Ne alakası var demeyin. Hamilelik zor iştir, tamam. Ya bir hamile kadınla aynı evde yaşamak? Çok az kadın vardı ki, hamileliğin duygusal ve fiziksel hallerini bir bir kocasının burnundan getirmeden geçirsin dokuz ay on günü. Ayaklarım şişti, bir file benzedim, canım şunu çekti, beni yatakta döndürür müsün, yarın yine kontrol var, patikleri mavi mi alsak yoksa pembe mi, bulaşıkları makineye koyar mısın canım vs. Süt günleri ayrı bir maceradır. Göreniniz var mı bilmiyorum, bebeğin ilk aylarında "sütüm yetmiyor mu acaba" krizi geçirmeyen bir anne olsun, ben hiç tanık olmadım şu ömrü hayatımda. Bu evrede bütün kadınlar, ne bulsa yer, bulamadıklarını da sizin bulmanızı bekler, olmadı başınızın etini yer.
"Gaz krizi" olarak babalara geri dönen
Bebeğin her ağlaması yeni bir yeme-içme kriziyle sonuçlanır. "Yine aç kaldı yavrum!" Sonra gelsin doktorlar, gitsin mamalar. Tıka basa yenen her şey, acilen çıkarılması gereken bir "gaz krizi" olarak babaya geri döner. İşiniz yoksa, sabaha kadar kucağınızda gezdirin bebeği, Hindistan cevizi kabuğu rendesi kaynatıp içirmeye çalışın, sıcak su torbaları koyun ayaklarına...
Bu aralıkta, bir de "Lohusa Sendromu" dedikleri bir hal vardır ki, düşman başına . Dokuz aylık hamilelik esaretinden sonra, bir de süt nöbetleri, gaz çıkartma seansları ve sürekli alt değiştirme faaliyeti, kirlenen çamaşırlar, biteviye kusmalar, diş çıkarma ateşleri, kadını annelikten, insanlıktan çıkartır. İş yine size düşer. Bir yandan mama ve bez parası mı kazanasınız, diğer yandan elden avuçtan çıkan karınıza mı göz kulak olasınız, şaşar kalırsınız. Burada ardı arkası kesilmeyen ziyaretçileri, sonsuz uzun öğüt ve tecrübe aktarımını , konu komşunun üzerinize titreme hallerini eklemeye bile gerek duymuyorum. "Gece beşik mi salladın?" atasözünün yaygınlığı, bu durumun sadece talihsiz birkaç erkeğin başına gelmediğinin en sağlam kanıtı sayılmalıdır.
Dadılık meğer ne kutsalmış!
Bütün bunlar, zaten bebek bakımına fazlasıyla meyyal olmayan erkeği iyice soğutur babalıktan. İçinizdeki küçük bir şefkat titremesi de iyice geri kaçar. İşler yığılır, dertler çoğalır. Bütün bunlara bir de hamilelik ve doğum halinin yarattığı zorunlu cinsel perhiz eklenince, vay ki vay! Kulağınızda bebeğin çığlıkları da olmasa, akşamları geri geri gider ayaklarınız. Eski zamanların dadılık, süt annelik müesseseleri ne kadar zaruri, ne kutsal makamlarmış meğer!
Bütün bunlara karşın babalığın hakkını vermek mümkündür. Bunun için yeterli şart olan, her kadının alt bilincindeki "erkek beceremez" yanılgısının/itelemesinin giderilmesi için çok sular akması gerek. Ancak cinsler tarihinin ağır küflü tekerinin seyrini bekleme yerine, niçin bu konuda hemen girişilecek bir yasal düzenleme talebi/mücadelesi oluşturulmasın?
Hani gazetelerin "Babalıkta Devrim" manşetleriyle verebilecekleri cinsten. Spotta da, "Çalışma(ma) hayatı yasalarına babalık izni de eklendi. Artık erkekler de çocuk bakacak," ibaresi de mutlaka yer almalı.
Annelik hissedilir, babalık öğrenilir derler. Öğrenilen şeylerin hissedilenlerden daha kalıcı ve geçerli olduğunu ileri süren kimi görüşler doğruysa, annelere cennetin kapılarını açan erdemlere bir gün olur, babalar da sahip olur. Fena mı, cennet de biraz eğlenceli hale gelir.
Babalar gününü kaybetme tehlikesi
Ancak bu konuda hassasiyet sahibi olanlar, elini çok çabuk tutmalı. Çünkü geç bulduğumuz babalar gününü tez zamanda kaybedebiliriz. Kaynakları farklı olsa da babalar gününün ortaya çıkışı için kesin olarak iki unsurdan söz ediyor bilenler. Birincisi 1910'da ilk olarak kutlanmaya başlandığı, diğer ise bütün özel günler gibi Amerikan mahreçli olduğu. 92 yıllık bir geçmişi olan babalar günü kutlamaları -yine Amerika'dan başlama üzere kaldırılmaya başlanıyor .
Anadolu Ajansı'nın 8 Mayıs tarihli haberine göre "ABD'de zengin ailelerin gittiği bir okulda eşcinsellerin baskıları sonucu okulda anneler ve babalar günü kutlamaları kaldırıldı." Bizden söylemesi.
(NU)