EMEP İl Başkanı Cabbar DEMİRCİ, DEHAP İl Başkanı Hüseyin DAĞ, SHP İl Başkanı Mustafa Oktay KORKMAZ, ÖDP İl Başkanı İbrahim AKIN, Özgür Parti İl Başkanı Mahmut ÇELİK, SDP İl Başkanı Ecevit PİROĞLU, DSİP İl Başkanı Recep AYKIN yaptıkları ortak açıklamada bir araya gelişin, Başka bir dünya mümkün idealinin, tüm kaybedenlerle birlikte en yerelden örülmeye başlanması, bu mücadelenin önündeki en büyük engel olan yeni liberal politikaların bitip tükenmek bilmeyen saldırıları karşısında bir başka yerel yönetimin mümkün olabileceği ve umudu tekrar yeşertecek kanalların yaratılması ihtiyacından kaynaklandığı vurgulandı. Açıklamada ortaklık zemini olarak şu konular üzerinde duruldu:
Yurttaş müşteri değil
Yerel yönetim seçimlerinde; yurttaşları müşteri olarak gören, kamusal alanları ve hizmetleri tasfiye ederek sosyal olan her şeyi metalaştıran, toplumsal katılımı ve denetimi yok sayan, kentsel yaşamı insandan ve doğadan hızla uzaklaştıran, sermayenin çıkarlarını esas alan, özelleştirmeci anlayışlara geçit vermemek gerektiğine inanıyoruz.
Laik-antilaik kutuplaşmasını ret
Yıllardır biriktirilen kent sorunları dururken, yerel seçim siyaseti laik, anti-laik çelişkisi üzerinde yürütülmek istenmektedir. Toplumsal yaşamı ve sorunları manipüle eden bu tartışmalardan kendilerine çıkar sağlamak isteyenlerin bu amacına yardımcı olmayacağız. Yerel Seçimlerin, yerel yönetim anlayışlarının tartışılacağı ve yarışacağı bir düzlemde yapılması için bu birlikteliğin önemli olduğuna inanıyoruz.
Yeni-liberal politikalara emperyalizme karşı
Biz aşağıda imzası bulunan partilerin il başkanları olarak, İzmirde yerel, sol, emek ve demokrasi güçlerinin birliği için ilk adımı attık. Bu birlikteliğimizi sendikalar, meslek örgütleri ve demokratik kitle örgütleriyle bütünleştirmeyi hedefliyoruz. Yeni liberal politikalara, özelleştirmeye, emperyalist baskı ve sömürüye karşı olan, bu süreçten olumsuz etkilenen bütün emekçileri, yoksul, ezilen, horlanan, dışlanan kesimleri barış ve kardeşliğin yaratılması için ortak davranmaya, özgür, demokratik, katılımcı, şeffaf, halkçı bir yerel yönetimi birlikte oluşturmaya çağırıyoruz.
Sosyalist Partilerin ve DEHAPın ortak açıklamasında 28 Mart Yerel Seçimleri konusunda şu çözümlemeler üzerinde duruluyor:
Nasıl bir yerel yönetim?
Yerel yönetim seçimi önümüzdeki dönem Türkiye siyasi yönelimine etki edecek özellikler taşımaktadır. Yerel seçimler, genel seçimlerden farklı özellikler taşıyor olsa da dünyada ve ülkemizde yaşanan ekonomik ve politik gelişmeler yerel yönetimleri de doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle yerel yönetimler için yapılacak seçimler siyasal tercihlerden bağımsız değildir. 28. Martta yalnızca Belediye başkanı ve meclis üyelerini değil, aynı zamanda nasıl bir yerel yönetim istediğimizin de seçimini yapacağız.
Belediyeler sermaye yatırım alanı haline getirildi
20.Yüzyılın son çeyreğinde sol değerlerin yıpratıldığı ve unutturulmak istendiği bir dönem yaşadık. Bu dönem içerisinde, toplumsal mücadeleler sonucu elde edilen bir dizi kurum (Sosyal devlet politikalarının yarattığı kurumlar, sendikal örgütlülükler v.b.) Yeni liberal politikalar sonucu ya parçalandı ya da etkisiz hale getirildi. Eşitlik, özgürlük, dayanışma gibi kavramların içi boşaltılarak, insana dair tüm özgürlük girişimleri serbestlik kavramına tabi kılındı. serbest piyasaÖzelleştirme ve Pazar kavramları tartışmasız ilkeler haline getirildi.Yıllardır solun savuna geldiği yerelleşme ve yerel yönetimlere yetki devri gibi kavramlar özelleştirme için bir araç olarak kullanılmaya başlandı. Uluslar arası sermaye, kent yönetimlerini, ulusal devletleri aradan çıkararak, yeni pazar alanları yaratmak ve dünyayı yönetmek için en uygun araçlar olarak görmektedir. 90lı yılların yerel yönetimleri sadece özelleştirme politikalarını değil, aynı zamanda yerelleşme ve yabancılaştırma politikalarının da nesneleri olarak ön plana çıkarılmıştır.
Yerel ve ulusal tüm üretim ve hizmetlerin serbest piyasaya devrinin aracı olarak teşvik edilen yerelleşme demokrasinin gelişimine değil, kamusal alanların daraltılmasına hizmet eden bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada amaçlanan yerelleşme yerli ve uluslar arası sermaye güçlerinin yerel birimlerle doğrudan ilişki kurması ve yaptırım gücünü pekiştirmesidir. Bugün belediyeler sermayenin bir tür yatırım alanları haline gelmiştir.
AKP Kamu hizmetlerini özel sektöre devrediyor
AKP Hükümeti de geçmiş hükümetler gibi IMF başta olmak üzere uluslar arası mali kuruluşların talepleri doğrultusunda, devletin sosyal niteliğini ortadan kaldırmayı hedefleyen Kamı Yönetimi Reformu kapsamında gündeme gelen Yerel Yönetimler Yasa Tasarısı ile kamuyu yalnızca denetleyici role çeken bir toplumsal modele geçişi amaçlayan düzenlemelere hız vermiş görünüyor.
AKP Hükümeti eliyle uygulanan, devleti küçültme adı altında esas itibariyle devletin kamusal yarara dönük işlevinin küçülmesi olarak yaşanan politikalardan yerel yönetimlerde nasibini alıyor. Yerel yönetimlerin işlevleri değişikliklere uğratılarak birçok yerel nitelikteki kamu hizmeti özel sektöre devrediliyor, özelleştiriliyor.
Yoksullar dışlanıyor
Yerel yönetimleri, işletme mantığı ve kar amacı doğrultusunda örgütleyerek, kamu hizmeti tanımının ciddi bir yıpranmaya uğratıldığı bir süreç adım adım örülüyor. Yerel hizmetlerden yararlananların o hizmetin bedelini de mutlaka ödemesi gerektiği anlayışı yüceltilerek, parası olmayan insanların hizmetlerden yararlanamamasının gerekçeleri oluşturuluyor.Yerel yönetimlerin yöneldiği kentsel gelişim, insandan ve doğadan hızla uzaklaşan, sermayenin gelişimini ve çıkarlarını esas alan bir anlayışa yönelmiştir.
Bu durum biriken kentsel sorunları değişik toplumsal kesimlerin tümünü kapsayacak bir perspektiften uzaklaşmayı getirmiş, kadınların, gençlerin, engellilerin yaşlıların, çocukların, hastaların kentsel ihtiyaçları, yani insana dair olan pek çok ihtiyaç, iş ve yaşam alanlarının tümünü kapsamaktan uzak tutulmuş, bu kesimler kentsel planlamada dikkate alınmaz olmuştur. Küreselleşme süreci ile birlikte parçalanan üretim yapısı işçi ve emekçi sınıfları daha da yoksullaştırıp, güçsüzleştirirken, iş güvencesinden yoksun, parça başı işlerde geçici sürelerle çalışabilen, bireysel ihtiyaçları geri plana itilmiş, eğitim ve sağlık gibi olanaklardan yararlanamayan milyonlarca insan bu kentlerde yaşamını sürdürmektedir. Ve bugün bir bütün olarak kentlere baktığımızda yaşam standartları ve beklentileri bakımından aralarında dağlar kadar uçurum bulunan farklı kesimler aynı kentlerde yan yana yaşamaktadır.
Kentlerin bütün dokusunu tahrip eden bu liberal uygulamalar karşısında, insanların mutluluğu ve toplumun genel çıkarlarına yönelmiş bir yerel yönetim tasarısının nasıl ete kemiğe bürüneceği önemli bir görev olarak önümüzde durmaktadır. (EK)