Ekolojik tanm yapma karanni nasıl aldınız? Hamdı Özlü: Depremden sonra Dayanışma Gönüllüleri Demeği'nden arkadaşlar geldiler. O hengamede yardım organizasyonunu, dağıtımı yaptılar. Birkaç ay geçtikten sonra Dayanışma Gönüllüleri Demeği ve çiftçiler buluştu ve böyle bir proje başlamış oldu. Önce altı ay deneme tarlası yaptık. Daha önce de tarımla uğraşıyorduk. Ben tütün ekiyordum. Bir çiftçi organizasyonu sağlamak için biz ar-kadaşlara yardımcı olduk, onlar da teknik yardım sağladılar, makina ve ekipman seferberliği yaptılar. Ayrılmaz bir bütün haline geldik. Tütün ekmiyor musunuz artık? Ben artık tütün ekmiyorum. Şu an sadece bu ekolojik tarım projesiyle uğraşıyorum. Bu yıl ikinci yılı-mız. Bu sene biraz daha dar kapsamlı, belli hava şartlanna uygun ürünlerin yetiştirilmesiyle adaptasyon çalışmaları yürütülüyor. Birkaç tane değişik ürünün yetiştirilmesiyle ilgili deneme çalışması yapıyoruz. 60 tane çiftçimiz var. Çevrenizdeki çiftçileri ekolojik farıma ikna etmeniz nasıl oldu?
Projeye başlamadan önce bir yıllık bir geçmişi var bu işin. Bu bir yıl içinde buradaki yerel çiftçilere bu modeli, bu modelin faydalarım, getirisini, götürüsü-nü anlattık. Şimdiye kadar yapılan tarımda gidecekleri noktayı anlattık. Mesela bizim burada sözleşmeli olarak Virginia tütünü ekiliyordu. 85 yılında iki tane şirket sözleşmeli olarak çalışmaya başladı bizimle. ilk geldiği yıllarda birim fiyat olarak 3 dolar kazanıyordu çiftçi, şimdi l dolara indi. Sözleşmeler tersten işliyor. Üç yıllık sözleşme yapıldığım göz önüne alırsak, enflasyona göre iyice geriye gitti çiftçilerin kazandıkları. Phillip Morris ve Camel (RJ Reynolds) şirketleri bunlar. Bu sistemin içinde vatandaş fakir duruma düştü, emeğinin karşılığım alamadı. Vatandaşı ikna ettik, "şirketin size geldi-ğinde verdiği fiyat sistemiyle bugünü karşılaşırın" dedik. Bireysel olarak ayakta kalmamızın mümkün olmadığım-, kolektif olarak yerel örgütlenmeyi sağ-lamamız gerektiğim anlattık, ilk üç yıl üretim ve pazarlama aşamasında sıkıntı çekeceklerim, ama sonraki yıllarda her attıklan adımda kara geçeceklerim anlattık. Ekolojik tanmı neden tercih ettiniz, sizin açınız-
dan ne gibi bir faydası var?
Çevreyi ıslah ediyoruz, sağlığı koruyoruz, kimyasallarla mücadelede ediyoruz, çünkü kimyasallar hem toprağımızı, hem çevreyi, hem de ürünümüzü kirletiyor. Virginia tütünü mesela... Normal Türk tütünü ekerken bu kadar kimyasal kullanmak zorunda değilsiniz, ama Virginia tütünü için sürekli kimyasallar kullanmak zorundasınız. Başka türlü yetişmiyor ve şirketin istediği kalite yakalanamıyor. Toprağa her attığınız kimyasal, gübresi olsun, ilacı olsun, toprakta kalıyor; insan sağlığı için ciddi tehdit bu. Mesela bizim bu arazinin toprakları yağışlı bir bölge olduğu için çok kimyasal gübre kullanılmadı buralarda. Kullanıldı, ama örneğin bir Sakarya bölgesine göre azdı. Onlar bizi en az 15 yıl geriden takip edebiliyorlar. Bizim ekolojik tarıma erken geçmek gibi bir avantajımız var. Bazı bölgelerde 1600 m2 alana 400 kg gübre kullanıyorlarmış. Bu, suni gübre için çok yüksek bir rakam. Bir önceki yıl aldıkları ürünü de alamıyorlar. Biz de aynı şekilde devam etsek, belki on yıl sonra aynı duruma düşecektik. Girdi maliyetleri sürekli yükseliyor, ama ürünün kalitesi ve randımanı düşüyor. Ekolo
jik tarımda bunun tam tersi oluyor, ilk yıl girdi maliyetleri biraz yüksek oluyor, ama kimyasal metodla kıyasladığınız zaman, uzun zamanda maliyetler düşüyor. Arkadaşlar zaman geçtikçe girdi maliyetleri-nin bir önceki yıla göre düştüğünü, ürün kalitesinin arttığım görecekler. Ürün kimyasal ve hormonlu ürünlerin yanında bir fiyat ayrıcalığına sahip olacak.
Ekolojik ürünlerin üretiminin daha maliyetli olma-sı ve dolayisyla da diğerierine kıyasla daha paha-lıya satılması bu üretimi rasyonellikten uzaklaştırmıyor mu? Tam geçiş döneminde olduğumuz için, şu anda
Camel ve Philip Morris tek tek çiftçileri kendine bağlamıştı. O sistemin neler kaybettirdiğini gördü çiftçi şimdi. Bir yıl o kimyasalları kullanarak tütün ektiğinde, üç sene kullanamıyor toprağı.
biz aynı seviyede tutuyoruz. Bir de bir pazar ve marka oluşturmamız lazım. Geçen yıl Düzce Ekolojik Ürünleri diye bir marka oluşturarak direkt tüketi-ciye ulaşmaya çalıştık. Üretici-tüketici zincirim kurmak lazım. Amaç zaten "üretimden tüketime" du-rumunu yaratmak. Öbür türlü aracılar kazanıyor bu işten. Aracıların kazanmadığı, direkt tüketiciye ulaşılan bir sistem, yani bir tarım endüstrisi kurmak istiyoruz. Bu yüzden çiftçiler olarak bir araya geldik. Geçen yılki birçok üründe kaliteyi ispatlamış olduk. Tüccara 450-500 bine satılacak olan nohu-tumuzu tüketiciye l milyon 150 binden ulaştırmayı başardık. Projenin bu seneki hedefi, yeni ürünlerin denenmesi, sebze çalışmaları yapmak. Önümüzdeki sene ürün çeşidimizi 18'in üzerine çıkaracağız.
Çiftçi bilinçlenirken tüketicinin de bilinçlenmesi gerekmiyor mu? Bu ürünlerin diğer ürünlerin yanında irili ufaklı boyutları, biraz daha gösterişsiz görüntüleri olduğu için, tüketici hepsi aynı boy ve yapay bir dikkat çekicilikteki ürünlere yöneliyor...
Ekip olarak malımızı satmaya çalışırken, aynı zamanda projeyi de tanıtmaya çalışıyoruz. Geçen sene nohutları satmak için çalışırken, projeyi anlatan tanıtım broşürleri de yaptık. Ekolojik tarımın ne ol-
Düzce'deki ekolojik tanm hamlesinin öncüleriden Bilgin Cengiz, Necmi Duran, irfan Gül, Osman Kuzu, Hamdi Özlü çiftçi meclisi toplantılarım yaptıkları kahvede.
düğünü anlatan broşürierdi bunlar. Ürünlerin tanıtımı, satışı ve hatta daha sonrasında tüketicilerin üründen memnun olup olmadıklarının öğrenilmesi gibi çok zahmetli bir zincir oluşturuldu. Nohutumuz dediğiniz gibi irili ufaklıydı; arkadaşlar çok yerde sıkıntı çektiler pazarlamakta. Ama ürünü pişirip de yiyenler, o çelimsiz gibi görünen nohutun ne kadar şiştiğini ve ne kadar lezzetli olduğunu gördüler. Bu sene ilk olarak fasulye ve kabak çıkacak. Domates şu anda daha yetişme aşamasında. Tüketici bu hususta çok bilinçsiz olduğu için iyi anlatmamız gerekiyor ürünümüzün sağlıklılığım. Pazarlama aşamasında neler yaşandı? İrfan Gül: Geçen yıl Ankara'da iki arkadaşla kamu binalarında tanıtım yaptık. Nohutu önce bardakta ıslattık, on dakikada şişirip "bakın ne oldu" dedik. ilk başlarda insanlar tereddüt içindeydi. Sonradan evde pişirip gelen, kamu binalarında diğer arkadaş-larına yaydılar bilgiyi. Memur sendikaları bizimle çok ilgilendi. Büyük bir özveriyle oradaki temsilci arkadaşlar oradaki kamu binalarında satış yapmamı-za yardımcı oldular. Ben Maliye Bakanlığı'nda fatu-rasız olarak mal sattım, (gülüyor) ilk başta zorlandık, ama alıştıktan sonra hiçbir problem olmadı, paket paket gitti nohut. DSi'de sadece 550 kilo sattık. Maliye Bakanlığı'nda yine o kadar sattık. Ankara'da 15 gün içinde kamu binalarındaki duyarlı arkadaşlarla el ele vererek sekiz ton civarındaki ürünü satmış olduk. Bu sene sebze çalışmaları başladı. Vergi dairesinde bir görüşme yapmıştık, arkadaşlar il Sağlık Müdürlüğü'ne gitmişlerdi. Oradaki personele anlattık, geçen yılki nohuttan ötürü bizi tanımışlardı artık. Üniversitede problem oldu bir tek, çalışan personelden birisi bizi idareye şikayet etti. Bu tür olaylarla da karşılaştık, insanlar henüz bizi tanımadığı, sistemi bilmediği için idareye şikayet ediyor. Bu sene üretim aşamasında yüzde 90 başarılıyız. Tüketimde de başarılı olacağız bence. inandığımız bir dava çünkü bu. Topraksızların davasıdır bu. Şu anda ekim yapan ben de dahil en az yirmi kişinin toprağı yoktur. Kiralık arazilerle bu işi yapıyoruz. Toprağı büyük olan insan da yok içi-mizde. Dar gelirli insanların bir araya gelerek gerçekleştirdiği bir hareket bu.
Ürünü böyle elden kendiniz satmak yerine marka haline getirip ülke çapında marketlerde yer almaşım sağlamak mümkün değil mi? GlMA'da geçen sene ekolojik nohut 4 milyondu. O 4 milyonluk nohutu çiftçi 600-700 bin liraya satıyor tüccara. Biz üreticiden tüketiciye l milyon 200 bin liraya sattık. Tüketicisin sen sonuçta, 4 milyona
nohut alabilir misin? Biz orta sımfa hitap ediyoruz. Bizim üst tabakayla isimiz olmaz. Ekolojik ürünlerin bu kadar fiyat farkıyla satılıma-sının ve daha ziyade üst tabaka bir alıcı hedefle-nmesinin sebebi ne?
Bilgin Cengiz: Ekolojik tarım pahalı bir tanm değil aslında. Ama bugüne dek, daha çok Avrupa pazarı-nı esas alan yabancı firmalar, Türkiye'de de bu tarımı yaptırarak buradan elde edilen ürünün Avru-pa'ya satılmasını öngören bir sistem kurmuşlar. Rapunzel gibi firmalar bunlar; bu firmaların esas sahipleri ulusaşırı şirketler, Türkiye'de küçük ortakları var. Dikkat ederseniz, son dönemlerde basında yoğun bir biçimde bu ekolojik tarımın anlamı konu-şulmaya başlandı, işin iç yüzüne bakınca, aslında o kadar pahalı bir tarım değil. Mesela bizim çiftçiler kullandıkları tohumu sertifikalı alıyorlar, ama diğer konvansiyonel dediğimiz tarımla fiyat olarak ba-şabaş gidiyor bu tohum. Belki biraz altına düşüyor-dur verimlilikle kıyaslanınca, ama ileride eşitlenecek. Şu sıralar hayli pahalı fiyata ekolojik ürünler diye bir şey görüyoruz. Dediğiniz gibi, ülkenin bu seçkin alıcı grubu diye tanımlanan kesimlerinin yaşadığı semtlerde küçük marketler kuruldu, bunlar yavaş yavaş büyüyor da. Burada parayı üretici mi kazanıyor? Hayır. Çünkü bu firmaların üreticiden aldıkları malı ve verdikleri parayı biliyoruz. Çok az bir oranda fiyatta yükselme var, ama marketlerdeki satış oranı çok yüksek. Biz de bu gerçekten hareket ettik. Kır ve kent yoksullarının esas olarak kalkınma gibi bir problemi olduğunu düşünüyoruz. Kırda-ki sahipsiz üreticiyi örgütlü hale getirip kendi girdi sorunlarım daha rahat çözebilecekleri bir durum yaratmak, ürünü örgütlü tüketici gruplarına doğrudan satmak istiyoruz. Bu sistemi geçen sene denedik, başardık. Migros ya da Gima gibi yerlerde ekolojik ürün reyonunda bizim ürettiğimiz ürün 4 milyon gibi fiyatla satılıyordu, bizim kendi çiftçi meclisimizde yaptığımız tartışmada çiftçinin aldığı karar, ürünü l milyon 200 bine satalım oldu. Çünkü hesap orta-daydı, bu fiyat onları kurtarıyordu. Bu malın doğrudan tüketiciye gideceğini de biliyorduk, o yüzden fazla yükselmedik. Belki ürünü yabancı firmaya sat-
sak en üst fiyattan kapı açılırdı. Mallar götürüldü ve gerçekten de çok iyi bir ilgi gördü. O kamu binalarında çalışan tüketiciler, şimdi o nohuttan daha fazla istiyor. Bu sene yeni ürünlerimizi de onlara göndereceğiz. Yavaş yavaş iç pazarda bu ürünler yayıldıkça fiyatlar biraz düşecek, ama bizim gibi örgütlü üreticilerin ancak bu Gima, Migros gibi mar-ketlere bu ürünleri belli fiyatlar ve şartlarla satma-larıyla düşecek. Bunu da sağlamak lazım diye düşündük ve öyle çalışıyoruz. Bu kırsal kalkınma planı nasıl bir şey, biraz açar mısınız?
Bizi buna bu bölgede sevk eden şuydu: Depremin o ilk acil döneminin ihtiyaçları bittikten sonra, sivil toplum kuruluşları yavaş yavaş çekilmeye başladı. Şu tartışmayı yaptık: Uzun dönemli olarak bu bölge insanına destek sağlamanın yolu nedir? Esas üretici grubu, çiftçiler; neredeyse Düzce'nin yüzde 70'ini çiftçiler oluşturuyor. Düzce ovası da çok önemli bir ova. Yoksul olan, toprak sahibi olmayan ya da küçük toprak sahibi olan, kendine yeterliliği yakalayamamış insan gruplarım belli bir örgütlenme etrafında nasıl kalkındırabiliriz? Memleketteki kır yoksullarının kalkındırılması için de bir model yaratmak arayışı içindeyiz. Televizyonda ekonomistler sık sık Türkiye ekonomisinin probleminin köylü nüfusun kalabalıklığından kaynaklandığım, bu köylülerin "nasıl olsa devlete satarım" diye ihtiyaç fazlası üretim yaptıklarım, siyasetçilerin de onlan oy potansiyeli olarak görüp destekledikle-
Modem yöntemlerle üretim yapar, örgütlü bir hayata kavuşursam, dünyaya farklı bakarım. Bunu başarırsak boş zamansınız olacak. O zaman insan oturup hayatı, dünyayı düşünebilir, olup bitenleri değerlendirebilir.
rini söylüyor. Bunları izlerken ne düşünüyorsunuz? İrfan Gül: izlemiyoruz ki? (gülüşmeler) Derviş, Dünya Bankası ve IMF'nin dayatmasıyla Türkiye'ye geldi; ilk yapması gereken iş de tarımı bitirmekti. An-iaşması yapıldı, birkaç yıl sonra Tarım Bakanlığı'nın yaptığı bu anlaşmaya göre, buğdayı tarladan tohum olarak yetiştirdiğin zaman pazarda satamaya-caksın, una çeviremeyeceksin. Tohumu nereden alacaksın? Tohum şirketlerine gebe bırakacak seni. Bir defalık kullanılabilen akıllı tohum var bir de...
Tabii, mecbursun, oradan akıllı tohum alacaksın. Şirketlere bağımlı yaşayacaksın, çiftçiyi böyle yapmak istiyorlar. Büyük şirketlere mahkum olan bir çiftçi modeli yaratmak istiyorlar. Zaten ülkenin yüzde 45'i çiftçilikle uğraşıyor. Bunu da yok ettiğinde, açlık içinde bir Türkiye kaçınılmaz olacak. Hamdı Özlü: Bir zamanlar buğday taban fiyatım ki-losu 102 bin lira olarak açıkladılar. Dediler ki bazıları, Chicago buğdayının buraya teslimi 65 bin lira. Tamam, o fiyatta, ama adam nasıl mal ediyor orada onu? Bundan yıllar önce hayvancılığı çökerttiler, sonra et fiyatlarım yukarı çektiler, aynı şey oldu. Bu yıl dışarıdan gelen buğday 300 binin üzerinden geldi, içerideki buğdayı da 180 bin lira gibi bir rakamla aldılar. Hani 65'ti 102'ye karşı. Şimdi 180'e 320 olarak dışarıdan alıyorsun. Avrupa'da devlet çiftçiye destek vermiyor diyorlar. Bize burada desteğe gelen Avrupalı sivil kuruluşlardan ingiliz bir yetkilinin ailesi de çiftçiymiş ve "bizde toprağım ekene de, ekmeyene de destek veriliyor" dedi. Yalan söylüyorlar, alenen, gözlehmizin içine baka baka. Tütün Yasası çıkardılar, tütün üreticisine "tütün ekmeyeceksiniz" dediler ve kademe kademe bu işi yok ederek şimdi ekmeme karşılığı yardım yapıyorlar. Devlet bilinçli olarak çiftçi örgütlenmesini engelliyor. Kendi kurdurduğu tarım kredi kooperatiflerim, ziraat odalarım ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bağımsız dedikleri Fiskobirlik bile aynı durumda. İrfan Gül: Tütün yasasım çıkaran devlet Türkiye'de Tekel'den yüzde 8 vergi alıyor. Tütün Yasasi'm çıkarttığınız zaman, Tekel özelleştirilecek, yüzde 8 vergiden de olacak. Üç tane büyük şirkete de "Türkiye'de kendi sigaram üret" diyecek. Bu çiftçi keriz de bunları yutuyor! Öz sermayen de dışarı gidecek, yüzde 8 vergiden de olacaksın. Devleti küçültmek dedikleri bu. Avrupa'da çiftçiye özel mazot var. Türkiye'de ne var? Dönümünde 10 milyon, 20 milyon destek. Çiftçi senden onu istemiyor ki, makineleşmede yardım et, kooperatifleri destekle, onlardan vergi alma. Traktör alıyorsa, çiftçiden vergi alma. Mazot alıyorsak, l milyon mazottan yüzde 40 vergi alıyorsun. "Kaç dönüm yerin var? Şu kadar. Bu kadar dönüm yer için sana şu kadarlık mazot fişi veriyorum" de! Çiftçiye bu tür sübvansiyonları yapsan, çiftçi kendi ayakları üzerinde durur zaten. Ama ona da IMF ve Dünya Bankası izin vermiyor. Sanayiye dayalı bir ekonomi kurduğun sürece dış dünyaya bağımlı kalıyorsun, ama tarıma dayalı bir sanayi kurulsa, Türkiye kendi çarkım döndürebilecek bir zenginliğe sahip. İklim sayesinde de avantajlı ve toprağa iyi bir işlem yapıldığında iyi ürün alır. Tarıma dayalı bir sanayi olsa, Avrupa tarımda bize gebe kalabilir. Avrupa'nın toprakları kirlenmiş durumda şu anda. Türkiye'de sistem sadece birilerine rant sağlamak için işliyor, para oralara aktarılıyor. Çiftçi gündoğumundan günbatımına kadar çalışmak zorundadır. Yılın on ayım tarlada, belden aşağısı ıslak geçirir. Bu adamlar orada televizyonda konuşurken bunları tabii hiç bilmiyorlar. Bugün devlet tamamen yabancı sermayenin güdümünde, nasıl diyorsunuz, emperyalistler mi, onlann güdümünde. Ben o te-rimlere yabancıyım biraz. Eskiden MHP'liydim ben. Saçları uzun, kulağı küpeli çocukları görünce sinir-lenirdim. Ama deprem zamanı, o çocuklar geldi buraya, gönülden çalıştılar, arkadaş olduk, kaynaştık.
Devlet ne yaptı ki bizim için? Bilgin Cengiz: 12-13 çeşit yardım yapılıyor çiftçiye. Ama o da öyle her zaman düzgün işlemiyor ya da çok önemli bir yardım olmuyor. Geçen yıl Dünya Bankasi'ndan gelen tütün ekmemeye karşı yapılan yardımı alanlar nasıl aldı, almayanlar neden almadı, biliyoruz. O kadar büyük formalitelerle uğraşmak zorundaydılar ki. Küçük topraklarda, parçalı topraklarda iyice zordu o yardımı almak, çünkü hazırla-man gereken belgelere verdiğin para, alacağın yardım miktarım geçiyordu. Devlet destek vermeli, ama bu akılcı olmalı. Dünya Ban-kasi'ndan gelişmekte olan ülkele-re bildiğimiz sebeplerden dolayı çiftçiye verilmek üzere destek geliyor, onun bile akılcı bir şekilde dağıtılmasın! sağlayacak bir devlet teşkilatı yok karşımızda. Bütün bu
Yoksul olan, toprak sahibi olmayan ya da küçük toprak sahibi olan insanları belli bir örgütlenme etrafında nasıl kalkındırabiliriz? Kır yoksullarının kalkındırılması için bir model yaratmak istiyoruz.
kaynaklar bir taraflara aktarılıyor, peşkeş çekiliyor. Rakamlara bakıldığında, tarıma çok kaynak aktarılmış görünüyor, ama üreticinin durumuna baktığınız-da bu kaynak görülmüyor.
Avrupa'nın topraktan kini artık dediniz. Yabancı şirketler Türkiye'de ekolojik tarım yapıp ürünü kendi ülkelerine satıyor, fakat biz tüketici olarak topraklan temiz bir ülkede yaşamanın verdiği avantajdan hiçbir şekilde yararianamayarak tamamen hormonlu ve kimyasal maddeler kullanılmış ürünleri tüketiyoruz...
İrfan Gül: Ekolojik tarım yapamıyor ki onlar. Aynen dediğin gibi oluyor. Niğde'de Hollandalılar patates üretiyorlar. O patates Hollanda'ya gidiyor. Hollanda'nın topraklarındaki hormonlu patates de bize geliyor. Bizim insammız niye ekolojik üretilmiş patatesi yiyemiyor? Yiyemez, çünkü üçüncü sınıf insan. Birinci sımfa mensup insan da on milyonu bulmaz zaten bu ülkede. Onlar da o marketlerden pahalıya alıyor ekolojik ürünü. Burada on paralık ekolojik tarım yapıyoruz, devlet şak şak yapıyor bize, sonra da sırtım dönüyor. Şu fıstık ma-kinesi için (duvarda asılı olan fotoğrafı gösteriyor) valilik bize söz verdi, aynı senin oturduğun yerde oturuyordu, "arkadaşlar, şöyle böyle" diye üç-beş ay salladı sonra bizi. Devletin bir makineyi alacak parası yok mu? Vali, hani o özel yıkanma yerini, neydi adı... Necmi Duran: Jakuzi...
İrfan Gül: Jakuzi yaptıracağına, onun bakım parasıyla bile çiftçiye iki tane böyle makine alsınlar. Hantal devlet, oturuyor orada, çalışmalarına da gerek yok. il Tarım Müdürlüğü öyle oturur. Hamdı Özlü: Makineleşme derken, makine çöplüğü haline gelmemek lazım. Herkesin milyarca lira verip kendine bir traktör almaşı çok mantıklı bir durum değil. Belli sayıda makineyle hepimizin işini yapmak mümkün.
Bilgin Cengiz: Türkiye'de toplumun yüzde 40'ından fazlasını oluşturan tarım kesimi, çok büyük bir oy potansiyeli demek. Aynı zamanda Türkiye'de kendine ait bağımsız örgütlenmesi olmayan tek kesim. Cumhuriyetin basından bu yana güdümlü devlet örgütleri tarafından yönlendirilen bir kesim. Bizim amacımız, böyle bir alanda sivil toplumu yeniden inşa edebilmek ve var edebilmek. Tartışabilmek, diyalogdan korkmamak. Mesela bütün kararlanmızı kurduğumuz çiftçi temsilciler kumlumuzda tartışa-rak alıyoruz. Düzce, Türkiye'de tarım kesiminin içindeki en örgütsüz kesimlerden birtanesi. Böyle bir kesimdeki çiftçiler bunu başarabildiler işte. Taşrada bütün siyasi partiler, devlet gibi hantallaşarak bir taraf olmuş durumdalar. O tarafta onlar. Çiftçinin ve halkın yanında değiller. Tek tuk bireyler çıkar iyi niyetli, durumu anlayan ve bir şey yapmak isteyen, ama kurum olarak hiçbir şey yoktur. Bir de bu taraf var. Biz bütün tartışmalarımızda "biz ve ötekiler" diyoruz. Şu vatandaş, şu parti demiyoruz, çiftçinin ve tarımın yanında duranlar ve durmayanlar var bizim için. Bugüne dek böyle çalıştık. Bu çiftçi her şeyi biliyor ve farkında. Burada çiftçi kesimine yapılan eleştirinin haklı görülebilecek bir tarafı da yok mu? Tanm kesimi çok ciddi bir oy potansiyeli ve şikayetçi olduklan bu sistemin sonimlusu olan siyasileri seçmeye devam ediyorlar...
irfan Gül: Ama şu an çiftçinin örgütlenmesinin önü-nü kesiyorlar. Çiftçi sendikası kurulsa ne olur, hiç düşündünüz mü? Fransa'daki çiftçileri görmüyor musunuz? Carter bir zamanlar ABD'nin basma nereden gelmişti? Fıstıkçılar federasyonundan. Hamdi Özlü: Ben çiftçi olarak bütün gün çalışırım, ekonomik gücüm zayıtır. Örgütlü olmadığım için kendi başıma yalnızımdır. Bütün zamanım çalışma-ya gider ve akşam evime geldiğimde sadece uyu-maya vaktim vardır. Boş zaman meselesi bunlar. Eğer ben modem yöntemlerle üretim yapar, örgütlü bir hayata geçerek, başkalarıyla dayanışmaya gidebilecek ve tartışabilecek bir hayata kavuşursam, dünyaya farklı bakarım o zaman. Bunu başarırsak boş zamammız olacak. O zaman insan oturup hayatı, dünyayı düşünebilir, o boş zamanında yaşadıklarım, olup bitenleri değerlendirebilir, sorgulayabilir. Şimdi yaşadığımız hayat, insanların bunu yapmasının önünde bir engel. İrfan Gül: Bizim amacımız, her şeyi eleştirebilen bir model yaratabilmek. O zaman hangi siyasetçi bizden gelip öyle oy isteyebilir? Aynı zamanda bürokratın, devlet görevlisinin de işi kolay olmaz. Mesela geçen hafta Hamdi Abi'nin hayvanı öldü. il
Eskiden MHP'liydim ben. Saçtan uzun, kulağı küpeli çocukları görünce sinirlenirdim. Ama deprem zamanı, o çocuklar geldi buraya, gönülden çalıştılar, arkadaş olduk, kaynaştık. Devlet ne yaptı ki bizim için?
Tarım Müdürlüğü'nde iki tane veteriner var, ikisi de izne ayrılmış. Telefon açıyoruz, verdikleri cevap;
"Biz bulaşıcı hastalıklar harici bakım yapmıyoruz, özel veterinere gitmesi lazım." Vatandaşın özel ve-terinere gitmeye parası var mı? Veterinerler öyle oturuyor Tarım Müdürlüğü'nde, umuriarında değil çiftçinin hayvanı ölmüş mü kalmış mı. Devlet nasıl olsa maaşım veriyor. Avrupa'da çiftçiye bütün bu destekler var, onlar bu işleri profesyonelce yapıyorlar. Bizim adamlarsa, çiftçilik profesyonelce yapılırsa, bunlar akıllanırsa başımıza iş açarlar diye köstek oluyorlar bize sürekli. Bizde ancak siyasetçi gelir, siyasetçi ağzıyla konuşup gider, il Tarım Müdürü gelir şiirler okur, güzel sözcükler söyler maaşallah!
Bilgin Cengiz: Valilik fıstık toplama makinesi alınması için kolaylık göstereceği ne, yardım edeceğine söz vermişti. Bu sözü yerine getirmeyince Düzce çiftçisi toplanıp protesto yaptı. Buralarda ilk kez olmuş öyle bir şey.
İrfan Gül: Bu işe inanmış insanlarla kararlı bir şekilde yerel örgütlenmeye gidiyoruz. Bu işi yaparken aslında çok med-yatik olmak da zararlı olur mu, bilmiyorum? Birileri hemen uyanıp bu işe taş koyacak önümüze diye korkuyorum. Ar-kadaşlarımızın bir kısmı aynı projeyi Tunceli'de yürütüyorlar. Üç-beş bölgeden de çağıranlar var. Şu anda gidiş iyi bir yönde. Ama önce burada-ki ve Tunceli'deki işi tamamına erdirmek lazım. Düzce'deki insanlarla Tunceli'dekiler ilk kez karşı karşıya gelmiş insanlar. Onlar birleştikten sonra ya-nn Karadeniz'e, Akdeniz'e geçersiniz. Bilgin Cengiz: Tunceli örneği çok önemli. Düzce, çok farklı etnik yapılı bir yer. Burada Çerkez, Ab-haz, Manav, Azeri, Gürcü, Laz, çok farklı etnik kökenden insanlar var. Bu projeyi Tunceli'ye yönlen-dirmeye buradaki gönüllü çiftçi arkadaşlar karar verdi, iki arkadaşımızı görevlendirdiler, onlar şimdi orada faaliyet yürütüyorlar. Düzce'nin de tarihinde ilk kez şöyle bir şey oldu: Ekim zamanı karar verildi ve iki tane çiftçi arkadaşımız bizde olan, ama onların elinde olmayan iki tane tohum ekme makinesi-ni de alarak oraya gittiler. Orada yıllardır serpme yoluyla tohum ekmeye alışmış çiftçi arkadaşlara eğitim verdiler ve 15 gün orada kalarak tarlarının ekilmesine yardımcı oldular. Bölgeler arası bir dayanışma oluştu. Tunceli'nin de tarihinde de böyle bir şey yoktur. Şimdi Tunceli'deki çiftçiler de sonbaharda bir araya gelmeyi, eğitim çalışmaları yapmayı planlıyorlar. "Başka ortak ne yapabiliriz" diye soruyorlar. Bizim buradaki çiftçi meclisimizin artık ilk gündem maddesi Tunceli'dir, orada neler olup bittiğim konuşurlar, sonra kendi sorunlarımıza geçerler. Bunun çok önemli olduğunu ve bunu yayma-mız gerektiğin! düşünüyorum. Şimdi ürün satışların-da da ortak hareket edilecek. Toplumda aranan o kardeşlik ve dayanışma duyguları böyle çalışmalarla gelişecek işte. Devlet de bir yerde dahil olamaz mı buna, olabilir tabii. Sorun kapsamlı bir sorun çünkü. Oradaki kaymakam dahil oldu mesela. Olayın anlamım ve önemini gördü ve bütün olanakları-nı seferber etti bu iş için. Bunu yaymamız lazım. Yarın belki Bergama'da direniş yapan çiftçilerin zeytinyağını satmak girişimlerimiz olacak. Salt tarlada ürün üretmek çiftçilik anlamına gelmez. Gelişmiş toplumlarda örgütlü çiftçilik olması gerekir, ürü-nünü örgütlü bir şekilde işlemesi ve yine örgütlü bir biçimde pazarlaması gerekir. Gelişmiş ülkelerde devlet de bunun olabilmesi için elinden geleni yapıyor, çünkü ülkenin gelişebilmesi için bu çok önemli. Toplumda ağırlık sahibi olan bu topraksız ya da toprak sahibi çiftçilerin örgütlenmesine hizmet edecek bir kalkınma ve gelişme programı inşa edilme-si lazım. Burada ekolojik tarım, bizler açısından şöyle bir önem ifade ediyor: Çiftçiyi çiftçi yapan başta topraktır ve topraklarımızın temiz kalması lazım ilk başta, ikincisi, böyle bir çevreci anlayışın yerleşmesi Düzce'de de önemli, çünkü yıllardır Vir-ginia tütünü ektikleri için toprakların kirlenmesinin ne anlama geldiğinin farkındalar. Kalkınma çalış-malarında önemli bir konu, yerelle aktif bir diyalog
kondisyonu kurabilme ve yerelin süratle örgütlene-bilmesini sağlayabilme. Tarımda da bunun en önemli safhası, kooperatif örgütlenmesinin teşvik edilmesi. Bu bölgede bunu yapmaya çalışıyoruz. Mesela dışarıdan organik gübre almak yerine, kendi bölgemizdeki kaynaklardan gübre elde etmeyi öğreniyoruz. Bizim bölgemiz-de tavuk gübresi çok iyi işlenebilecek bir gübre. Ekolojik tanm için gerekli bilgiye nasıl ulaşıyorsunuz? Bilgin Cengiz: Bu tip çalışmaların önemini algılayan, hedeflerimize inanan zi-raatçi arkadaşlarımız var. Bilginin parayla satılması gerekmediğim düşünen böyle arkadaşlarla dayanışma içindeyiz. Onlardan sarmısak suyu gibi doğal ilaçlar üretmeyi öğreniyoruz. Sigara izmaritlerim' suda bekletip o suyu kullanıyoruz. Arap sabunuyla bit-kilerimizi yıkıyoruz. Bunları öğrettiler bize. Önümüzdeki dönemlerde bunlara devam edecekler. Çiftçilerin yavaş yavaş uzman desteğinin en aza inebileceği bir örgütlenmeye gittik. Bu sonbaharda bu zi-raatçi arkadaşlarımız ürün yetiştirmede daha kapsamlı eğitime başlayacaklar. Ziraat mühendisi ya da danışmanlara ihtiyaç en aza inecek böylece. Üreticilerin örgütlenmesi böyleyken, bir de ürün satışı konuşu var. Bir bölge eğer kendi yerel pazarım kontrol edemiyorsa, bu problemli bir kalkınmadır. Bununla mücadelenin yolu, kendi bölgesindeki yerel tüketiciyle daha örgütlü ve daha aktif bir işbirliğidir. Global marketlerin ilçelerimizi bile kontrol altına almaya başladığı bu süreçte başka şansımız yok. Buna dönük çalışmalarımız var şimdi, ilk defa demin bahsettiğimiz ürünlerimizin fiilî ola-rak pazarlanması yöntemine girdik, ama zaman içinde tüketim kooperatiflerim teşvik etme-miz lazım. Tüketici de örgütle-nerek kendi üyelerinin ihtiyacı olan tarım ürünlerim tespit ede-rek talep edebilecek. Ulusal anlamda metropollere dönük çalışmalar yapmamız lazım. Başka üretici gruplarıyla doğrudan ilişki kurmak çok önemli. Şuradaki köy bakkalına zeytini üç milyondan satıyor. Ama Ege'deki yine örgütlü olma amacındaki üreticiyle ir-tibata geçersek, aradaki aracıları kaldırarak bu zeytini de buraya ucuza getirebiliriz. Bu yüzden üretim, tüketim, eğitim kooperatifleri çok önemli. Çocuklar senede 800 milyon lira vererek üniversiteye girme-ye çalıyor. Örgütlü insanlar bunu da çok kolay ve ucuza yapabilirler. Bu arayışla kır yoksullarına dönük bir kalkınma modelim olabilir bütün bunlar. Hamdı Özlü: Çalışmalar, devletin destek alımların-dan vazgeçtiği, IMFve Dünya Bankası politikalarım uygulamaya karar verdiği döneme denk geldi. Bilgin Cengiz: Bir de şunları tartışmaya başladık:
Üretmek yetmiyor. Alıp bu şekilde tüccara mı sata-lım, yoksa bunu işlemenin yollarım bulabilir miyiz? Mesela kabak çekirdeği... Bu kabak çekirdeğin! te-mizleyip, kavurup satmak çok daha avantajlı değil mi? O zaman daha aktif bir dayanışma içine gire-lim, küçük işleme atölyeleri kuralım. Burada işledi-
Tarlada Öğle Uykusu" Jean-François Millet
la".
ğimiz ürünü kendi markamızla satmanın yolunu bu-lalım. Bunu geçen yıl nohutta yaptık. Herkes bizzat teslim ettiği ürün için çalıştığı kadar, onun ayıklan-ması ve paketlenmesi için çalıştı, bir logo yaptı bize bazı çizer arkadaşlar. O ürünler paketlendi ve dağıtıldı. O çalışma esnasında herkes farketti, çiftçilik aslında buymuş ve bizim bunu başarmamız lazımmış diye. Kimseye muhtaç olmadan ürününü satmanın yolu buymuş. Dayanışma ve imece dedi-ğimiz değerlerin yeniden canlanması gerektiğim ve bunu yok eden şeyin ne olduğunu anladık... Bizim bölgemizde iki tane ulusaşırı firma, Camel ve Philip Morris, bireysel sözleşme yaparak tek tek çiftçileri kendine bağlamış durumdaydı ve örgütlenmelerine müsaade etmiyordu. O sistemin kendine neler kay-bettirdiğini gördü çiftçi şimdi. Toprağım kaybetti en başta. Bir yıl o kimyasalları kullanarak tütün ekti-ğinde, üç sene kullanamıyor toprağı. Toprak çiftçi için kadını, çocuğu kadar önemli. Bunun ulusal an-lamdaki önemini de anladı çiftçi. Bugün ben toprağa sahip çıkamazsam, yarın memleketin hiçbir yerine sahip çıkamam, bugün bu firma buraya gelir, yarın Söke ovasına gider, aynı modelle her yere gittikçe memlekette hiç temiz toprağımız kalmaz. Önce sözleşmeli çiftçilikle bizi kendi topraklarımızda işçi durumuna getirir, sonra da mecburen onlara çalışan adamlar haline geliriz. Güney Amerika'da yıllar önce uluslararası sermaye tarafından tamamlanan bu projenin burada da tamamlanacağım anladık ve gördük artık. Buna daha önce de uyanıl-mıştı, ama yapabilecek bir şey bulunamıyordu. Tütün ekmeyecekti, ama ne yapacaktı? Tam o anda bu örgütlenme başladı ve cuk yerine oturdu. Hiçbir siyasal, ideolojik ayrım yapılmadı aramızda, hepsi birtarafa bırakıldı. Taşra siyasetinde bir taban örgütü artık o bildik kalıplardan çıkarak bir araya gelmiş durumda. O fıstık makinesi için eylem yapıldıktan sonra, arkadaşlar kahvelerde oturuyordu. O sırada Arafat karargahında hapis tutuluyordu, arkadaşlar ^ "Arafat için de bir şeyler ri yapamaz mıyız?" diye ko-;' nuşuyordu. iki tane ulusa-QHS sırı şirket burada tütün ek-
İlin iki ekme makinesi alıp Tunceli'ye gittiler. Serpme yoluyla tohum ekmeye
alışmış çiftçi arkadaşlara 15 gün eğitim verdiler
ve tarlarının ekilmesine yardımcı oldular.
tiriyor ve o büyük şirketler yukarıya doğru çok iyi bağlantılarıyla Tütün Yasasi'nı da çıkarttırıyor, in-sanlara kendi tütünlerim ektirtmiyorlar. Bu yüzden bizim bu ekolojik tarım hamlemizin çok sembolik ve önemli bir anlamı var.
Bu büyük şirketlerin bu yeni gelişmelere karşı aldığı bir "tedbir" ya da baskı var mı? Bilgin Cengiz: Bir-iki bölgede kaliteli çiftçiliğim sor-gulamadıkları çiftçilere gözdağı verdiler. Bir dahaki dönem ekimleri vermeyiz, dikkat edin bak dediler. Biz başardıkça önümüzdeki bu tür şeyler daha da artacak muhtemelen. Geçen sene çok ilginç bir şey oldu, tüccarlar ayaklandılar, bizim kurduğumuz bu sistemi yıkmak için fiyatları yükselttiler. Kendile-rine satsınlar diye köyleri dolaşıp daha pahalıya almaya çalıştılar. Telefon edip "o yapıyı dağıtacağız" diye tehdit ettiler. Biz önceden bunları konuşmuş-tuk, böyle şeyler olacak, hazırlıklı olalım diye. Sadece bir-iki çiftçi gaflette bulunup ürününü sattı onlara, çoğunluk girmedi hiç. Biz kendi değerlerimize inamp sarılmazsak tutunamayız,