TESEV'e göre; Laeken zirvesi AB'nin Türkiye'nin pek alışık olmadığı bir yönünü gündeme getirdi. Kendisini bir "kavşakta" tanımlayan AB, Avrupa yurttaşları için bir anayasa üretmek üzere, müstakbel üyelerinin katkılarını da talep eden bir özeleştiri, değerlendirme ve karar süreci başlattı.
"Çalışmalarına 1 Mart 2002'de başlayacak olan Konvansiyon'da, Türkiye'nin de her ülke gibi üç kişiyle temsil edileceğini belirten TESEV değerlendirmesinde şu saptamalar yer alıyor:
* Konvansiyon'un geleceğin şekillenmesinde oynayacağı rol ve ele alınması gereken meselelerin çetrefil karakteri göz önüne alındığında, Türkiye'yi temsilen Konvansiyon'a katılacakların çok güçlü bir desteğe muhtaç oldukları açıktır.
Desteğin iki ayağı
* Söz konusu desteğin iki ayağı bulunmaktadır: Birincisi, meseleleri hem Türkiye hem de AB açısından analiz etmek ve operasyonel önerilerde bulunabilmek açısından geniş bir veri, bilgi ve fikir tabanına ihtiyaç vardır. İkincisi, savunulacak pozisyonların Türkiye toplumu nezdinde yeterince tartışılmış ve benimsenmiş olması gerekmektedir.
*Bu nedenle, Türkiye'deki mukabil 'yapılanma modeli'nin, yukarda zikredilen her iki desteği de kuşatacak bir mantık içinde oluşturulması; hem bilgi ve zaman israfını önleyecek, hem tutarlı ve güçlü pozisyonların geliştirilmesini kolaylaştıracak, hem de Konvansiyon'a katılacak temsil heyetinin toplumsal meşruiyeti arkasına almasını sağlayacaktır.
Geniş tabanlı Ulusal Kurultay
* Dolayısıyla bu yapı içinde tüm toplumsal kesimlerin temsilcilerini içeren geniş tabanlı bir 'Ulusal Kurultay'ın varlığı hayati bir işleve sahiptir.
* TBMM içinde mevcut olan AB Karma Parlamento Komisyonu üyeleri; siyasi parti temsilcileri; sendika, sermaye ve serbest meslek temsilcileri; sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin ve düşünce kuruluşlarının temsilcileri bu Kurultay'da yer almalıdırlar. Böylece temsili bir nitelik taşıyan oluşum, toplumun tüm kesimlerinin yaklaşımlarının içerilmesini sağlar.
* Ulusal Kurultay, Avrupa'nın geleceğine ilişkin tartışmaları elitist bir çerçeveden çıkararak, Türkiye'nin AB ile ilişkilerini halk düzeyine, kitleler seviyesine indirmek suretiyle vatandaşlarımızı Avrupa ile bütünleşme fikrine yaklaştırır.
* Zira reformların ancak bu yöntemle gerçekleştirilmesi, benimsenmesi ve hazmettirilmesi mümkündür. Buradan hareketle Kurultay'ın tabanı İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerle sınırlı kalmamalı, Anadolu'nun her köşesini temsil etmelidir.
Somut ve yapıcı öneriler
* Kurultay, AB'de Türkiye'ye karşı açık veya kapalı önyargıları dikkate alarak,bugüne kadar Türkiye'nin katma değeri hakkında geleneksel olarak söylenenlerin dışına çıkmak suretiyle güncel, somut ve yapıcı argümanlar geliştirebilir. Böylece Türkiye'nin öncelikleri gözönünde tutulurken, aynı zamanda AB'nin öncelikleri de gözden kaybedilmiş olmaz. Buna ilaveten,
* Ulusal Kurultay Avrupa'nın geleceği hakkında AB'deki gelişmelerden toplumumuzun tüm katmanlarını haberdar etme yeteneğine sahip olacak; önümüzdeki fırsatlar ve güçlükler hakkında kamuoyunda duygusallıktan uzak bir gerçeklik bilinci yaratabilecektir.
* Türkiye'nin yararlanabileceği bir ilave çerçeve daha mevcuttur: Bilindiği gibi AB içindeki Ekonomik Ve Sosyal Konsey temsilcileri AB Konvansiyonu'na dahil edilmiş olup; Konsey de bu görevi layıkıyla yerine getirmek üzere kendi bünyesinde Konvansiyon'la ilgili ad hoc bir Sivil Toplum Forumu kurmaktadır. Diğer taraftan söz konusu Konsey'e Türkiye de dahildir ve kendi Ekonomik Ve Sosyal Konseyi'ne bağlı olarak bir Karma İstişari Konsey kurmuştur.
İlave temsilci gönderme hakkı
* Her ülkede bulunan bu Karma İstişari Konsey'ler, ülkelerden gelecek üçer temsilciye ilave olarak AB Konvansiyon'una bir ilave temsilci gönderme hakkına sahiptirler. Dolayısıyla Türkiye de aynı hakka sahiptir ve bu hakkı iyi kullanmak durumundadır.
* Buradaki kritik nokta, çok başlılığın engellenmesi, bilgi ve fikirlerin hızlı ve doğru bir biçimde akarak kanaat oluşmasına hizmet etmesidir. Dolayısıyla, Ulusal Kurultay ile Karma İstişari Konsey arasında bir geçişliliğe ihtiyaç vardır. Bunun en doğal yolu Konsey'in temsilcilerinin 'doğal üye' olarak Kurultay'da yer almasıdır. Ayrıca Türkiye'yi AB nezdinde temsil edecek olan üç temsilcinin ve onlara ilave olacak Konsey temsilcisinin de 'doğal üye' statüsünde Ulusal Kurultay'ın parçası olmaları gerekmektedir.
Ayrıca bir "AB Komisyonu"
* Koordinasyon ve bütünlük açısından kullanılabilecek bir diğer imkan ise TBMM bünyesinde Karma Parlamenter Komisyon'dan ayrı olarak bir AB Komisyonu'nun kurulmasıdır.
* Ulusal parlamentoların gelecekteki AB mimarisinde oynayacağı rolün belirlenmesi, zaten AB Konvansiyonu'nun tartışacağı başlıca gündem maddeleri arasındadır. Dolayısıyla TBMM bünyesindeki Komisyon'ca geliştirilecek çalışmalar ve öneriler, bir yandan Türkiye'nin parlamenter boyuta verdiği önemi ön plana çıkarırken; aynı zamanda Ulusal Kurultay'ın çalışmalarını bütünleyici bir perspektifin üretilmesine de hizmet eder.
* Ne var ki yapılması gerekenler resmi düzlemdeki organizasyonlarla sınırlı kalamaz. Çok daha önemlisi sivil toplum kuruluşlarının bu çabaya sahip çıkmalarıdır. Fikirlerin olgunlaşması, toplumsal destek bulması ve söz konusu tercih ve kanaatlerin resmi temsilciler kanalıyla AB platformlarına taşınması, ancak bu şekilde mümkün olabilir.
Toplumsal sorumluluk
* Dolayısıyla TESEV olarak tüm sivil toplum kuruluşlarını 'Nasıl bir Avrupa istiyoruz?' sorusunun yanıtını vermeye çağırıyoruz. Bu sorunun yanıtlanması ve topluma mal edilmesi sadece bir fikir beyanı değil, AB-Türkiye ilişkilerini şekillendirecek süreci etkilemesi nedeniyle toplumsal bir sorumluluktur.
* Bu bağlam içinde 'Nasıl bir Avrupa istiyoruz?' sorusu en azından üç alana işaret etmelidir: Birincisi AB'nin ima ettiği 'ortaklığın' niteliği, hangi konuların 'ortak' politikalar olması gerektiğidir. İkinci nokta bölgesel ve ulusal farklılıkların hangi ilkeler ve kriterler çerçevesinde taşınacağı ve hatta korunacağıdır. Üçüncüsü, AB'nin çalışma ve yapılanmasına ilişkin ilkelerin neler olması gerektiğidir. Bu başlık altında şeffaflık, katılımcılık, rekabet, sosyal adalet gibi alanların kapsanması yanında; şiddet, gençlik, bilim ve teknoloji gibi konularda da fikir oluşması gerekmektedir.
Zihinsel tutarlılık gereği
* Söz konusu değerlendirmelerin zihniyetsel tutarlılığa sahip olması gereği ise açıktır. Laeken zirvesinde ortaya atılan konular ve soruların yanıtı ancak böyle bir altyapı üzerinde gerçekleşebilir.
* Kendi pozisyonunu olgunlaştırmamış ve içselleştirmemiş hiçbir ülkenin AB'nin karmaşık iç yapılanmasına ve çalışma modalitesine ilişkin hakiki argümanlar üretmesi mümkün değildir.
TESEV, böyle çerçeve içinde "hedefin" karşılıklı güven ortamını hedeflemesi gerektiğini düşünüyor:
* Tek tek somut alanlarda olgunlaşacak olan önerilerin içeriği bir yana, hedefin karşılıklı güven esasına dayanan ve güven ortamını hedefleyen bir Avrupa olması gerektiğini düşünüyoruz.
* Türkiye'deki kurumsal yapılanmanın, tartışmaların ve alınacak kararların da aynı güven ortamına dayanmasını bir zorunluluk olarak görüyoruz. Bu ise yaygın, şeffaf, katılımcı ve özgür bir tartışma ortamının sağlanmasını ifade etmektedir.
* Dolayısıyla önümüzdeki tartışma süreci fikir özgürlüğünden yana bir hukuk anlayışına ve farklı fikirlerden korkmayan bir siyaset anlayışına
muhtaçtır.
Katkıya çağrı
* Tüm bu çabanın Türkiye'yi AB'nin parçası yapacak bir sürece katkı olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Bunun anlamı, AB'den talep edilenlerin Türkiye tarafından da yapılması zorunluluğudur. Dolayısıyla AB'nin müstakbel ilke ve normlarının, denge ve yönelimlerinin tartışılması; kaçınılmaz olarak önümüzdeki dönemde Türkiye'nin siyasi, kültürel ve zihniyetsel doğrultusunu da ima edecektir.
* Türkiye'deki hiçbir sivil toplum kuruluşunun, bu sorumluluğu hisseden hiçbir kişi ya da kurumun bu çabanın dışında kalmayacağına inanıyor ve herkesi AB içinde ve AB ile birlikte geleceğin Türkiye'sinin zihni mimarisine katkıda bulunmaya çağırıyoruz. (NM)