Olgu Çalışkan
Planlama son derece geniş bir kavramdır. Yaşanılan çevredeki kaynakların kullanımına ilişkin her türlü uzun erimli sosyal, ekonomik, yönetsel ve mekansal değişim kurguları planlama kavramı içerisinde değerlendirilmektedir. Yazımızda ise, diğer üç planlama türüne göndermeler yapılmakla birlikte Türkiye özelinde mekansal planlama irdelenmekte ve saptanan sorunlar çerçevesinde yapısal nitelikte çözüm önerileri ortaya konmaya çalışılmaktadır.
GİRİŞ
İnsanoğlunun yazgı ve gizemselliği bir kenara bırakıp, dünyaya seküler bir bakış açısıyla baktığı an; bir başka deyişle insan aklını değişimin öznesi olarak gördüğü an 'planlama' da tarih sahnesine çıkmıştır. İşte o an; yaşamın kendiliğindenliğine tavır alan insan, adına henüz planlama denmese bile içinde bulunduğu nesnel koşulları dönüştürmeye yönelik yaratıcı kurgulama yetisini devreye sokmuştur artık. Bu yeni çağın adı Aydınlanma Çağı'dır. Bu yanıyla planlama tarih boyunca ilerici-tutucu ayrımında temel kırılma noktalarından biri olagelmiştir. Gelecek perspektifli planlama anlayışı her zaman için kurulu düzenden yana güçlerin saldırısına uğramış ve yozlaştırılarak etkisizleştirilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede Tekeli'nin saptaması planlamanın konumunu belirginleştirir niteliktedir: "..İnsanlık Aydınlanma gibi büyük bir atılımı inkar etmeden planlamayı inkar edemez. İnsan aklının, daha özgür, daha eşitlikçi, daha barışçı, daha az yabacılaşmış, çevreyi tahrip etmeyen bir toplumsal düzen arayışı durdurulamaz. Bu anlamda planlamanın insanlığın gündeminden çıkması düşünülemez.." (Tekeli, 1991: I).
Konumuz olan mekansal planlamanın dünyadaki ilk örneğini ise Anadolu'da görmekteyiz. Yukarda sözü edilen anlamda olmasa bile insan yerleşiminin ilk akılcı örgütlenmesinin (bu konuda bazı itirazların varlığıyla birlikte) bilinen ilk kent plancısı olan Milet'li Hippodamus tarafından İ.Ö. 5. yy'ın ikinci yarısında gerçekleştirildiği bilinmekte. Greko-Romen dönemde ortaya çıkan sahiplilik (possession) temelli ilk özel mülkiyet ve kamusal mülkiyet ilişkisini mekansallaştıran Hippodamus, kentsel araziyi özel (private), kamusal (public) ve kutsal (sacred) olmak üzere bölüştürmekle aynı zamanda mülkiyet ve planlama kurumlarını bir daha ayrılmamak üzere birleştirmiş oluyordu (Günay, 1999: 115).
O dönemden bugüne değişen mülkiyet ilişkileri planlamanın teorik ve pratik çerçevesini de değiştirmiş ve bir anlamda bugüne taşımıştır. Çünkü mülkiyet dönüşümü kaçınılmaz bir gerçekliktir ve o var olduğu sürece planlama geçerliliğini sürdürecektir. Bu durum planlama kavramını siyasallaştırmakta ve mevcut ekonomik ve sosyal sistemin bağımlı değişkeni haline getirmektedir. Tanımı gereği kamusalcı olması gereken planlama yukarda bahsi geçen özelliği nedeniyle de tıpkı 'demokrasi' gibi son derece belirsiz bir kavram haline gelmiştir. Demokraside olduğu gibi planlamada da önüne 'hakça', 'katılımcı' ya da 'toplumcu' ön ekini koymadığımız an; planlamanın en başarılı örneklerini gelişmiş kapitalist ülkelerde görmekteyiz. Bunun nedeni, planlamanın bu ülkelerde sistem içi rasyonaliteleri sağlama ve krizleri aşma işlevine sahip olması nedeniyle göreli bağımsız karakteri ve sürekliliğidir (Keskinok, 1999: 14). Bu ülkelerdeki kısa erimli planlama müdahalelerine bile tahammül edemeyen post-modernist kuramcılar ise bütün olarak planlamaya cepheden karşı çıkmakta ve kente yönelik uzun erimli planlama ve rasyonel değerlendirmelerin geçersizliğini savunmaktadırlar.* 'Global metropoller', 'yarışan kentler' kavramsallaştırmalarıyla planlama sürecinden soyutlanan kentler ulus-devletlerin atomizasyonu yönündeki dönüşümün de ilk basamağını oluşturmaktadırlar (Hall, 1998: 117-132).
Bu süreçte en fazla yıpranan kavramlardan biri ise, yine aynı kesimce ortaya konan planlama ve plancı meşruiyeti kavramıdır. Çalışmamızda geniş bir şekilde değinilmemekle birlikte konunun önemi dolayısıyla şu saptamayı yapmakta yarar vardır: Bugün tam anlamıyla yaşama geçirilememekle birlikte, günden güne palazlanan mali sermaye karşısında geniş halk kesimlerinin yanında tavır alabilecek az sayıdaki kurumlardan biri de toplumcu planlamadır. Bu nedenledir ki planlama (Türkiye de dahil olmak üzere) tüm yarı-çevre ve çevre ülkeler için hala vazgeçilmezlerden biridir.
Küreselleşme Sürecinde Kentleşme, Yerel Yönetimler ve Kent Planlama
Birleşmiş Milletler'in 'Kentsel Binyıl (urban millenium)' olarak nitelediği yeni binyıl kentleşme konusunda da yeni dinamikleri beraberinde getireceğe benziyor. Bunun ilk ipuçlarını geçtiğimiz 40-50 yıllık süreçte aldık. Buna göre yoğun kentleşme deneyimini geride bırakmış gelişmiş ülkeler, dönüşüm, yenileme gibi konuları kent gündemine taşırken; azgelişmiş güney ülkeleri, artan nüfusun eşlik ettiği hızlı kentleşmenin yol açtığı sorunlara çözüm aramaktadır. Buna göre, dünyanın en hızlı gelişen 20 kentinin yarısı Asya'dadır. Önümüzdeki 30 yıl içinde dünya nüfusuna eklenecek 2-3 milyar insanın 3/5'inin Asya, Afrika ve Latin Amerika'daki azgelişmiş ülke kentlerinde toplanması beklenmektedir (Erten, M., 1999:44). Küreselleşme süreciyle bugün, sözü edilen güney ülkeleri, azgelişmiş ülkelerdeki metropolitenleşme sürecini son derece kontrolsüz bir şekilde yaşamaktadırlar. Buna göre; merkez ülkelerde düzenli büyüklük kademelenmesi ve karşılıklı ilişki temelinde oluşan metropoliten alan, güney ülkelerinde çevresindeki yerleşimlerin küçülmesi pahasına gelişen 'tek hakim şehir' (primate city) şeklinde ortaya çıkmaktadır (Kıray, 1998:99). Yani, gelişmişlerde kentleşme eşit bir şekilde gerçekleşirken azgelişmişlerde serbest ticaretin de etkisiyle, kentsel yığılmalar oluşmaktadır. Öyle ki, 33 milyonluk Mısır nüfusunun 20 milyonu İskenderiye ve Kahire'de toplanmıştır (Kafaoğlu, 1996:64).
Bu noktada Türkiye'nin konumu son derece farklıdır. Uzun yıllar (birçok çevre ve yarı-çevre ülkesinde olduğu gibi) bölgesel dengesizliğin neden olduğu iç göç ve büyük kentlerdeki yığılmalar sorunu ile karşı karşıya kalan Türkiye, son on beş yılda çok ciddi bir demografik geçiş (demographic transition) süreci içine girmiştir. Bu süreç kentleşme sorunsalını da bambaşka bir aşamaya sokacak niteliktedir. Öyle ki, gelişmiş batı ülkelerinde yüz yıllık bir sürede yaşanan dönüşümü Türkiye, 40-50 yıl gibi sosyal bilimlerde çok kısa sayılabilecek bir zaman dilimine sığdırmaktadır. Buna göre 1955-85 yılları arasında en yüksek %2.8 düzeyinde seyreden nüfus artış hızı, 1985-90 arasında %2.2'ye düşmüştür. 1994 yılında ise %1.6 düzeyindedir. Bu eğilime göre gelecek elli yıl içerisinde de doğurganlık düşecek, nüfus piramidinde genç nüfusun payı azalarak nüfus sabit büyüklüklerle yenilenecektir.(DİE, 1995: 5-7) Yani 100 milyonluk genç Türkiye istemi tam anlamıyla bir hayaldir. Ancak, asla bu durum karamsar bir tabloya neden olmamalıdır. Zira bu yeni dönem yeni sorunsallar kadar birçok konuda olduğu gibi kentleşme ve planlamada da yeni fırsatlar yaratacak türdendir. Nitekim göstergeler, önceki kentleşme dinamiklerinin değişime uğradığını ortaya koymakta. Buna göre, 1985-90 arasında kentte yaşayan nüfusun oranı %65'e varırken; kentsel nüfus artışı da 1950'lerden bu yana ilk kez %2.9 ile en düşük değerine ulaşmıştır. 1990-97 döneminde Ankara ve İzmir'in nüfus artış hızı ilk kez kentli nüfus artış hızının altına düşerken; İstanbul, Bursa gibi büyük kentlerin tümünde nüfus artış hızı belirgin bir azalma kaydetmiştir. (TUSİAD, 1999:79-83) Bu durum bize, içgöç hareketinin eskisi kadar etkin olmadığını kanıtlamaktadır. Peki nedir bu değişimi potansiyel haline getiren şey?
1950'lerden bu yana Türkiye'de kent yönetimi, düşük oranlarda devam eden nüfus artışıyla, geleneksel toplum yapısına hitap eden bir tarzda gerçekleşmiştir. Bu durumda mevcut kurumsallaşma dinamik nüfusun kent ve kentliyle olan bütünleşmesini sağlayamamış ve sorunu sistem dışı sosyo-ekonomik düzeneklere havale etmiştir. Uygulanan popülist politikalar ise tırmanmakta olan kentsel gerilimleri bir ölçüde ertelemiştir (Tekeli, 1998: 41). Durumun farkına varan CHP, 1970'lerin ikinci yarısında dinamik nüfusa yönelik üretken hizmet sunumunu ön planda tutan yeni bir belediyecilik anlayışı geliştirmiştir ve bu anlayış bugün hemen hemen tüm siyasal hareketlerince genel kabul görmektedir. Ancak, sorun şu ki, bu yaklaşım hakçalık ve demokratiklik temelinde güncelliğini korumakla birlikte bugünün koşullarında yetersizdir. Çünkü, dinamik bir kentsel nüfusa yönelik kentsel politikalar geçerliliğini yitirmiştir. Bu koşullarda kentsel hizmet sunumunda asıl olan, gelişim (development) değil, yenilemedir (regeneration). Yani kentsel hizmetlerde belirleyici nicelik değil, nitelik olmalıdır. Örnek vermek gerekirse eskiden olduğu gibi birincil sorun okul sayısındaki yetersizlik değil, varolan okullardaki eğitim kalitesidir artık. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, sözü edilen koşullar daha çok gelişmiş kentler için geçerlidir. Zira özelleştirme politikaları ile hızla üretimsizlik sürecine itilen ve 'kaybedenler' grubunda ele alınan birçok küçük Anadolu kenti için kentsel ekonomiyi ayağa kaldırıcı politikalar önemini korumaktadır. Bu durumda yerel koşullara göre farklılaşması gereken kentsel politikalar büyük önem kazanmaktadırlar. Ülkenin her kentinde aynı anlayışla (sınırsız gelişimi temel alan imar anlayışı) uygulanan kentsel politikalar geçerliliğini yitirmiştir. Bugünkü belediyecilik anlayışı ise söz konusu dönüşümün gelişen dinamiklerine yanıt verememektedir. Özellikle dönüşümü kavrayamayan büyükşehir belediyeleri, ellerindeki kaynak fazlasını (bütüncül planlama yaklaşımından yoksun) sayısız popülist icraatlarla çarçur etmektedirler.
Kentsel nüfusun gelişen dinamiklerinin gözden kaçırılması bir yana, bugün kentsel planlamayı marjinalleştiren ve devredışı bırakan en önemli etmenlerden biri de kemikleşmiş kır-kent dengesizliğinin neden olduğu kentsel rantlardır. Gün geçtikçe derinleşen bu çelişki, büyük metropollerde kentsel rantların belirleyiciliğindeki yığılma ekonomilerine neden olmaktadır. Bunun sonucu; artan rant talepleri, spekülatif kazanç istemlerini körükleyerek sermayeyi artan oranlarda gayrimenkule yönlendirmektedir. Böylece ketlerdeki doğal ve tarihsel değeri olan alanlar, süreç içerisinde daha fazla rant baskısı ile karşı karşıya kalmaktadır (Keskinok, 1996: 206). Bu durumun tek panzehiri olan kamucu bir planlama yaklaşımı ise söz konusu çıkar ilişkisi içerisinde zaten çoktan etkisizleştirilmiştir. Günümüz belediyecilik anlayışında ne yazık ki, 'yarışan kentler' konsepti çerçevesinde, kent ekonomilerini artan kentsel rantlarla ayakta tutma yaklaşımı egemendir. Ancak unutulmamalıdır ki, kentsel gelişmeyi kentsel rantlarla yönlendirme tercihi uzun vadede kentsel sorunları çözebilme yetisine sahip olamaz. Çünkü, bu tür arayışlar, kentte ancak noktasal müdahalelere izin verebilir. Fakat; uzun erimli çözüm arayışları, kentin bütününe hitap eden bütüncül kent planlarını zorunlu kılmaktadır.
Sürece egemen ve sonuca yatkın bütüncül kent planlarının olmazsa olmaz koşulu ise kamunun kamu yararı doğrultusunda yönlendirebildiği kamusal kent toprağının varlığıdır. Planlama sonucu yeni işlev kararlarıyla değerlenen kent toprağına yapılacak müdahale kamu öncülüğünde yapılamayınca, alınan plan kararlarının bütüncüllüğü ve sürekliliği spekülatif beklentiler tarafından sekteye uğramaktadır. Bugünkü mülkiyet ilişkileri ve planlama sistemi içerisinde ise kentsel mekanda planlama sonucu oluşan değer artışı, kadastral özel mülk sahiplerinin el koyabilecekleri doğal haklar arasında görülmektedir. Oysa planlama toplumsal bir eylem ve kentler toprağı toplumsal bir üründür. Dolayısıyla, kentsel toprak üzerindeki değer artışı yine topluma ait olmalıdır. Aksi taktirde ortaya çıkan tablo, değer artışı sonucu yık-yap sürecinin başlaması ile tarihsel ve kültürel kentsel değerlerin tahribidir (Beşiktepe, 1996: 192).
Ülkemizde kent toprakları yağmaya dayalı özelleştirmelerle rant alanlarına dönüştürülürken; birçok çağdaş dünya kentinde kent topraklarının kentliler adına belediyelerin elinde olması için stratejiler geliştirilmektedir. Temel anlayış; kent topraklarının kamuya, üstündeki yapıların kişilere ait olduğu; kamulaştırmanın gerektiğinde toprağa değil yalnızca üstündeki binaya yapılacağı bir kentleşme anlayışıdır (Erten, 1999:204). Böylelikle yürütülen planlama etkinlikleri çok daha etkin ve verimli yürütülebilmektedir. Ülkemizde belediyeler gelir elde etmek amacıyla ellerindeki arazileri ellerinden çıkarırken, örneğin İtalya'da 1971 yılında kabul edilen bir yasaya göre varolan arsalar kamulaştırılarak büyük bölümü 60-100 yıl arasında kamu ya da özel şirketlere tahsis edilmektedir. İsveç'te konutların %80'i kamuya ait arsalar üzerindedir. Aynı şekilde, İngiltere, Fransa ve Hollanda gibi ülkelerde de değişen oranlarda uzun süreli kiralamalara gidilerek kent toprakları kentleşmeyi denetlemek amacıyla kamu elinde tutulmaktadır (age: 204).
Son yirmi yıldır serbest piyasanın yıkıcı etkisi altındaki ülkemizde ise küreselleşme baskısını yaşayan birçok ülkede olduğu gibi; planlı kentleşme sürecine yönelik en büyük tehdit, kentsel mekandaki özelleştirme uygulamalarıdır. Bu noktada belirleyici olan, temelini 1986'da Birleşmiş Milletler'in attığı, daha sonra Dünya Bankası tarafından şekillendirilen, yapısal uyum önlemleri çerçevesinde de gelişmekte olan ülkelere dayatılan Yeni Sağ'ın kentsel gelişim modellidir. Bu modele göre, yukarıdaki gerçekliğin aksine kentleşmenin birincil belirleyicisi, kamu öncelikli planlama değil, işletme düzeyindeki verimliliği esas alan arsa piyasasının kurallarıdır (ya da kuralsızlığı). Sermayenin mekandaki hareketliliği esas alınırken; mekansal planlamanın bölgeleme (zoning) kuralları, kamusal arazi stoğu, arazi kullanım denetimleri, çevre standartları ve teknik şartnameler serbest piyasanın kentsel mekandaki etkinliği yönünde en büyük engeller olarak görülmektedir Keskinok, 2000: 16). Türkiye, bu süreçte üstüne düşen görevi yerine getirmenin huzuru içerisindedir(!). Nitekim, 24.11.1994 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme Kanunu ile kamuya ait kentsel arsaların büyük sermayeye bedelsiz devri meşruluk kazanmıştır. Yasaya göre, belediye sınırları içinde kalan özelleştirilecek KİT'lere ait kamu arazilerinin de Özelleştirme İdaresi ve Yüksek Kurulu tarafından planlanarak satışa sunulması uygun görülmüştür. Buna göre, mevcut planlama kurumları devre dışı bırakılarak planlama ile hiçbir ilgisi olmayan bu kurum, plan otoritesi haline getirilmiştir. Aynı zamanda yasa, yabancı uyruklu gerçek ve tüzel kişilere de Türkiye'de gayrimenkul satın alma izni vermiştir (Keskinok, 1999:10).
Bu müdahale, elbette bir üst ölçekte ülkenin sanayisizleştirilmesi ve üretim kapasitesini düşürücü politikalardan bağımsız düşünülemez. Yapılan planlar, kentsel rant olanaklarını artırmak uğruna KİT arazileri üzerinde konut, ticaret, turizm gibi sanayi dışı kullanımlara olanak vermektedir. Yeni kullanım kararları ise büyük kentlerde makro planlara aykırı yoğunlukta gelişimlere ve beraberinde kentsel altyapı ve hizmet sunumuna yönelik problemlere neden olmaktadır. Sürecin küçük kentler üzerindeki etkileri ise daha tehlikeli boyutlardadır. Birçok Anadolu kentinde temel sektör konumundaki KİT işletmelerini devre dışı kalması, buralardaki kent ekonomilerini ve ona bağlı çevre bölge ekonomilerini çökertmekte ve bölgesel dengesizlik olgusunu kemikleştirmektedir (age: 11). Bunun yanı sıra birçok kentte arazi spekülasyonu kentsel gelişmeyi ipotek altına almaktadır. Alınan yeni imar haklarına karşın, rant beklentileri ile elde ettiği araziyi gelişime açmayan mülkiyet sahibi yerel politika arenasında da güçlü birer iktidar odağı haline gelebilmektedir (age: 14).
Birleşmiş Milletler'in temellerini attığı söz konusu politikalar incelenirken ülkemizde de büyük yankı uyandıran, ikincisine Haziran 1996'da İstanbul'un ev sahipliliği yaptığı İnsan Yerleşimleri Konferansı-HABITAT Kent Zirvesi'ne de değinmekte yarar var. Birleşmiş Milletler'e üye ülke delegasyonlarının ve sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla gerçekleştirilen konferansın ana teması herkes için yeterli barınak ve şehirleşen dünyada sürdürülebilir insan yerleşimleri idi (BM, 1996: 34). İlk bakışta koşulsuz her kesimin altına imza koyabileceği yaklaşımların ortaya çıktığı organizasyon, dikkatle ele alındığında mevcut küresel dinamikler ve sözü edilen politikalar çerçevesinde hiç de masum bir misyona sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Sonuç deklarasyonu ve küresel eylem planları incelendiğinde, varılan sonucun Yeni Dünya Düzeni'nin baş sorumlusu olduğu barınma ve yerleşim sorunlarına gelişmişlerin kabul edebileceği çözüm önerilerinden ibaret olduğu görülmektedir. Öyle ki küreselleşme denen olgunun mevcut kentleşme sorunlarının ve çıkmazlarının öncelikli yaratıcısı olduğu adeta dünya kamuoyundan gizlenmiştir (Ürgüplü, 1996: 51). Bu durumda ulusal kamuoyu da egemen rüzgarı da arkasına alarak çözüm yolları arayışında hareket noktasını küreselleşme haline getirmiştir (Keleş, 1996: 55). Bir anlamda küreselleşme Habitat özelinde bilinçsizce kutsanıvermiştir. Konferansa Türk heyetince sunulan resmi raporda da aynı bakış açısı egemendir. Raporda, mevcut yönelim kaçınılmaz olarak kabul edilirken yerleşmeler sorununa uluslararası finans sistemiyle bütünleşme yönünde bir çözüm arayışı doğrultusunda yaklaşılmıştır.*
Günümüz postmodern kent yazınında en dikkat çekici vurgu ise küresel ağ tanımı içerisinde 'yarışmacı kent' modelidir. Bu senaryoda sermaye hareketliliğinin önündeki en büyük engel olan ulus devletler aradan çıkartılmakta; küresel kent olma amacındaki yerel yönetimler kentlerinin 'rating'ini yükseltmeye çabalayan aracı kurumlar olarak ele alınmaktadır.* Bu durumun, kamu yararını esas alan planlama pratiği açısından olumsuzluğunu ise sanırım anımsatmaya gerek yoktur. HABİTAT'ın sunduğu yaklaşım da aynı niteliktedir. Piyasaların çalışmalarında yapılabilir kılınması adına yerel otoritelerin güçlendirilmesi öngörülürken tarihi ve kültürel mirasın korunması, kır-kent dengesi gibi konular mevcut piyasa sisteminin yok edici boyutları yok farz edilerek ele alınmaktadır (BM, 1996:42-43). Hazırlanan senaryoda sivil toplum kuruluşlarına (STK) biçilen rol ise, güçlendirilmek istenen sermaye-yerel yönetim işbirliğini meşrulaştırmaktan ibaret. Vurgulanan popüler katılım, sivil taahhüt gibi kavramlar ise böyle bir yapılanma da zaten çok fazla etkin olamayacak nitelikte. Çünkü, Yeni Dünya Düzeni STK'larının sermaye hareketini kamusal kaygılarla denetleme ve yönlendirebilme gibi bir yetisi zaten bulunmamaktadır. Burada ana amacın politikanın çıkış noktası olan kenti ve kentliyi bütünüyle politika dışına itmek; bu anlamda bütünüyle ideolojik bir sorunsal olan insan yerleşimleri konusunun kamusal ve toplumsal içeriğinden soyutlamak olduğu açıkça görülmektedir (Toker, 1996: 62).
Bu konuda ülkemizde görülen tarihsel dönüşüm ise pek de gelişme olarak nitelendirilemeyecek tiptedir. 1970'lerin ikinci yarısında dönemin CHP'sinin birçok büyük kentte uygulamaya koyduğu 'Yeni Belediyecilik Hareketi', mevcut belediyecilik anlayışına kazandırdığı toplumculuk, katılımcılık ve üretkenlik kavramlarıyla ilerici bir dönüm noktası oluşturmaktaydı. 'Yerel yönetim değil, yerel hükümet' anlayışı ile bir ölçüde merkezi idareden bağımsız hareket edebilen belediyeler birer iktidar odağı olarak ele alınmaya başlanıyordu (Keleş, 1992:420-428). 1980'lere geldiğimizde ise belediyeciliğin Yeni Sağ politikalarla yapısal bir dönüşüme uğradığını görmekteyiz. Yeni ekonomik düzen, belediyeleri (kamu harcamalarının piyasa koşullarında rasyonalize edilmesi doğrultusunda) bir firma gibi politik etkilerden uzak, tek kaygısı piyasaya uyum olan birimlere dönüşmesini gerektiriyordu (Keskinok, 1988: 4). İşte bu dönüşüm, kent planlama uygulamasını da derinden etkilemiştir. 1985 tarihli İmar Yasası ile plan hazırlama, uygulama ve onama yetkisi bütünüyle belediyelere bırakılmış; böylelikle piyasanın (ranta bağlı) belirleyiciliğindeki denetimsiz imar düzeni sözde 'yerel demokrasi' adına yasal kılınmıştır. Bu tarihten sonraki kent planlama adına yapılan tüm yasal düzenlemeler, bütüncüllük ve eşgüdüm yerine dağınıklık ve yetki karmaşasına neden olmuş ve planlamayı eylemsiz kılmıştır (Altaban, 1998:61). 1990'larla birlikte de kaçak yapılaşmayı teşvik yöntemi olarak imar affı kapsamına girmeyen yerleri belediye ilan etme, belediyeciliği yepyeni bir boyuta sokuvermiştir (TMMOB, 2000: 2). Buna göre, imar planları da kentsel gelişimi yönlendiren bilimsel belgeler olmaktan çıkıp rant yaratıcı ve dağıtıcı belgeler haline gelmiştir.
Bu süreç, belediyeleri kentli halktan soyutlamakta ve onları imardan rant kapan çıkar gruplarının hedef kurumu haline getirmektedir. Öyle ki, 1993 yılında İzmir Anakent Belediyesi'ndeki meclis üyeleri üzerine yapılan bir araştırmada, üyelerin meslek gruplarına göre dağılımında %36'sının ticaret ve inşaat sektörü içinde oldukları ve bunun dışında %22'sinin de müteahhit olduğu anlaşılmaktadır (Erten, 1999:152). Bu durum temsili demokrasinin açmazının kendini ilk etapta yerel düzeyde gösterdiğinin bir kanıtıdır. Özellikle planlama konusunda bu açmazı ortadan kaldırabilecek, kamusal denetimi etkin kılacak yegane çözüm hala 'katılım' olarak görülmektedir. Bu noktada Tekeli, katılımı beş ayrı başlıkta değerlendirmektedir. Buna göre ilki, tek yönlü bilgi akışı ile halkın desteğini, almaktır. İkinci yaklaşım, katılım yoluyla plancının bilgilenmesi yönündedir. Üçüncüsünde planlama siyasal bir süreç haline gelerek halkın 'karara katılımı' sağlanmaktadır. Dördüncüsü ise bölüşüm değil, kaynak yaratma temellinde bir katılım tarzı iken, son katılım türü, Tekeli'nin 'kritik rasyonalizm' olarak nitelediği eleştirel akılcı katılım tarzıdır. Burada özellikle ilk ikisinde baskın olan pozitivist araçsal rasyonalizm bir kenara bırakılarak sorgulamaya dayalı bir katılımcı planlama anlayışı benimsenir. Üçüncüsünde olduğu gibi uzlaşmanın yarattığı her türlü sonuca da razı olma gibi bir durum ise söz konusu değildir (Tekeli, 1990: 9-12). Katılım, ülkemizde mevcut siyaset ve planlama sistemi içerisinde popülist politikalarla yozlaştırılabilecek bir kavramdır. Bununla birlikte kentli halkın kent üzerindeki öncelliğini sağlamak için vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Katılım üzerine kurumsallaşmanın sağlandığı ülkelerde, özellikle İngiltere'de başarı sağlamış örnekler mevcuttur ( Noble, J., & Gilfoyle, I., 1975: 99). Bununla birlikte 1979-80 tarihleri arasında ülkemizde yaşanan Fatsa deneyimi ise konuyla ilgili olarak üzerinde dikkatle durulması gereken bir deneyimdir.
Temsili demokrasinin yaşadığı bunalım ortamında planlamada katılımcılığın yeni bir demokrasi anlayışını gündeme getirebilme gizilgücü göz önünde bulundurulduğunda Tekeli'nin şu saptaması önem kazanmaktadır: "Eleştirel gerçekçiliğin yeni bir paradigma olarak ortaya çıkışı, araçsal rasyonelliği gerçekleştirmeye çalışan bir planlamadan, iletişimsel rasyonelliği gerçekleştirmeye çalışan bir planlamaya geçişi gündeme getirmiştir. Böyle bir planlama da teknik bir etkinlik olmaktan çok bir demokrasi projesi olmaya başlamıştır." (Tekeli, 1998: 23)
Kaynakça
* Altaban, Ö., 'Cumhuriyet'in Kent Planlama Politikaları ve Ankara Deneyimi', 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, 1998, Türkiye İş Bankası ve Tarih Vakfı ortak yayını, İstanbul, s:41-64,
* Beşiktepe, C., 'Kent Rantlarının Topluma Geri Döndürülmesi', Özelleştirme Değil Kamulaştırma, 1996, Kaynak Yayınları, İstanbul, s:187-203,
* BM İnsan Yerleşimleri Konferans Habitat-II Türkiye Ulusal Rapor ve Eylem Planı, Haziran 1996,
* BM, İnsan Yerleşimleri İçin İstanbul Deklarasyonu, çeviri: Ürgüplü, M., Taner, A., Türkiye Mühendislik Haberleri, Mayıs 1996, sayı: 383, s: 34-37
* DİE, Türkiye Nüfusu 1923-1994 (Demografi Yapısı ve Gelişimi), 1995, TC Başbakanlık DİE Matbaası, Ankara,
* Erten, M., Nasıl Bir Yerel Yönetim?, 1999, Anahtar Kitaplar, İstanbul,
* Günay, B., Property Relations and Urban Space, 1999, METU Faculty of Architecture Press, Ankara
* Hall, P., Cities of Tomorrow, 1998, Blackwell Publishers Inc.,
* Hall,T., Urgan Geography, New York: Routledge, 1998
* Kafaoğlu, A.B., 'Habitat Metinlerinden Çare Beklemek Hayal', Türkiye Mühendislik Haberleri, Mayıs 1996, sayı: 383, s:64-65,
* Keleş, R., 'Habitat II'nin Ülkemiz İçin Önemi', Türkiye Mühendislik Haberleri, Mayıs 1996, sayı: 383, s:54-55,
* Keskinok, Ç., 'Özelleştirme ve Kent Planlama', Teori, Şubat 1999, s:3-21,
* Keskinok, Ç., 'Bu büyük yıkım hangi politikaların sonucu?' Bilim ve Ütopya, Ekim 1999, s: 14-16,
* Keskinok, Ç., 'Demokratikleşen Belediyeler Mi? Yoksa Merkezileşen Yönetim Mi?', Planlama, sayı:1, 1988, s:3-5,
* Keskinok, Ç., 'Kentler, Rantlar ve Planlama', Özelleştirme Değil Kamulaştırma, 1996, Kaynak Yayınları, İstanbul, s:205-217,
* Keskinok, Ç., 'Planlı Gelişmenin Reddi ve Sonucu' Bilim ve Ütopya, Eylül 1999, s: 60-64,
* Kıray, M., 'Azgelişmiş Ülkelerde Metropolleşme Süreçleri', 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, 1998, Türkiye İş Bankası ve Tarih Vakfı ortak yayını, İstanbul,
* Noble, J.& Gilfoyle, I., 'Participation In Structure Planning', The Planner Journal of The Royal Town Planning Institute, 1975, vol:62,
* Tekeli, İ., 'Kent Planlaması ve Katılım Üzerine Düşünceler', Planlama, Aralık 1990, sayı: 8, s: 8-13,
* Tekeli, İ., 'Türkiye'de Cumhuriyet Döneminde Kentsel Gelişme ve Kent Planlaması', 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, 1998, Türkiye İş Bankası ve Tarih Vakfı ortak yayını, İstanbul, s:1-24
* Tekeli, Kent Planlaması Konuşmaları, 1991, TMMOB Mimarlar Odası Yay., Ankara,
* TMMOB Şehir Plancıları Odası, 'Yer Seçimleri Kimin Meslek Alanı?', Haber Bülteni, Ocak 2000, s: 15,
* TMMOB, 'Deprem Değil Yapılar Vuruyor', Cumhuriyet, 6-12 Haziran 2000,
* Toker, B., 'Habitat II: Yeni Sağ'ın Gösterisi ya da Yüzyılın Sola Son Darbesi', Türkiye Mühendislik Haberleri, Mayıs 1996, sayı: 383, s: 56-63
* TUSİAD, Türkiye'nin Fırsat Penceresi (Demografik Dönüşüm ve İzdüşümleri), Ocak 1999, İstanbul
YAPISAL ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
* Hedef; tüm toplum kesimlerinin gereksinim duyduğu fırsat eşitliğinin sunulduğu, kentlinin yönetime katılarak siyasal anlamda aktif kılındığı, toplumsal dayanışma ve iletişimin güçlü, kentsel sosyal ve fiziksel altyapının yeterli olduğu, çevre kalitesi yüksek yaşanılabilir mekanlara sahip ve doğa ile uyumlu bir kent modelidir. Amaç; günümüzün kentsel ve bölgesel sorunlarını körükleyen dışa bağımlı kapitalist model dışında, evrensel kaygıları yüksek, bağımsız, ulusal, katılımcı ve demokratik bir planlama sisteminin oluşturulmasıdır.
* Bu çerçevede ele alındığında, planlama ideolojik bir uğraşıdır. Özü itibariyle taraftır. Türkiye gibi yarı-çevre ülkelerde ise toplum yararından yana, kamucu olmak zorundadır. Bu nedenledir ki, bu nitelikteki bir planlama hareketi için özerklik birincil koşuldur. Yabancı ya da yerel çıkar gruplarınca yukardan yöneltilen siyasal baskılar yerine katılımcılık esasıyla tabandan gelecek istemler doğrultusunda hareket edecek özerk planlama sistemine gereksinim vardır.
* Yıllardır çeşitli platformlarda dile getirilen, fakat kurulması için şu ana dek hiçbir çabanın harcanmadığı Şehircilik Bakanlığı, kentleşmenin her dönem gündemde olduğu ülkemizde ivedilikle devreye sokulması gereken kurumlardan biridir. Bakanlığın öncelikli görevi ise bugün yetki karmaşasının ve eşgüdüm eksikliğinin egemen olduğu mekansal planlama sistemimiz için gerekli bütüncül kurumsallaşmayı sağlamak olmalıdır. Bu amaçla ülkesel kalkınma planlarının mekana yansıtılması doğrultusunda bölge ve kent planlama çalışmalarını yönlendirecek ve denetleyecek bir mekanizma yaşama geçirilmelidir. Böylece beş yıllık kalkınma planları, kağıt üzerindeki niyet belgeleri olma özelliğinden çıkartılıp fiziksel planlarla beslenmiş uygulanabilir plan kararları haline getirilecektir. Alt ölçekli planlara girdi olarak sunulabilecek yurt genelinde güncelleştirilmiş envanterin hazırlanması ise bakanlığın görevleri arasındadır. Şehircilik Bakanlığı'nın kurulması, planlama nedir bilmeyen bakan ve üst düzey kadroların plancılarla olan kısır diyaloglarına da planlama formasyonu almış kadroların işbaşına gelmesiyle son vermiş olacaktır. Öyle ki, günümüz Türkiye'sinin plancıya kızıp havaalanı emniyet konilerinin, orman tahsis alanlarının ve hatta fay hatlarının yerlerinin değiştirilmesi(!) yönünde emir verebilen üst düzey bürokrat tipinin varlığı trajikomik bir gerçekliktir (Gedizlioğlu, 1999: 18).
* Planlamadaki kurumsal dönüşümün esas hedefi bugünkü yönetsel sınırlara bağlı olarak gerçekleştirilen planlama pratiğinin ortadan kaldırılması olmalıdır. Çünkü, mevcut idari yapılanma çoğu zaman kentbilim ve bölgebilim adına çok da anlamlı bir yapılanma olarak görülmemektedir. Çünkü her ikisinde de aslolan, coğrafyada işlevsel olarak bütünlük arz eden, birlikte çalışan yerleşimlerin varlığıdır. Daha açık anlatımla, aynı karakterdeki onlarca yerleşimin sırf farklı belediyelere sahipler diye birbirinden kopuk, bütüne yönelik hiçbir açılım üretmeyen imar planları üretmeleri kabul edilemez. Bu durumun alternatifi ise, ekonomik, sosyal ve doğal karakterleri benzer yerleşimleri metropoliten alan ve bölge kavramı çerçevesinde bütüncül olarak planlamaktır.
Buna göre, 1984'te kapatılan üç büyük kentteki metropoliten alan nazım imar büroları, bu kentlerde ve bugün metropol olarak nitelenebilecek diğer kentlerde yeniden açılmalıdır. Bunun yanı sıra, aynı nitelikteki gelişmekte olan ve azgelişmiş kentleri içine alacak plan bölgeleri saptanarak bu bölgelerden sorumlu bölge planlama büroları faaliyete geçirilmelidir. Bu büroların ürettiği planlar Şehircilik Bakanlığı denetiminde olmakla birlikte, kadrolar yönetsel ve mali bakımdan siyasal baskılardan uzak özerk birimler olarak bir araya getirilmelidir. Bu planlama büroları, bugün birbirini bütünlemeyen altyapı, ulaşım, konut gibi yatırımlar arasında bölge ve metropoliten alan planları dahilinde eşgüdüm yaratacaklardır. Belediyelerin uygulama imar planları ise büroların ve belediyelerin birlikte hazırladığı yapısal (structural) kent planlarına uygun olacaktır. Böylece ölçekler arasındaki çelişkiler ortadan kaldırılarak plan sürekliliği ve bütünlüğü sağlanmış olacaktır. Plan uygulama konusundaki belediyeler arası yetki karmaşalarına da bir son verilmesi amacıyla belediyeler birliğinin yurt genelinde yaygınlaştırılması verimlilik artırıcı önlemler arasındadır.
Projenin uygulanması (inşaat) aşamasında ise bugün, Teknik Uygulama Sorumluluğu (TUS) yetersiz kalmakta, kamu kurumları sorumluluktan kaçmaktadır. Bu nedenle, yapı denetim görevi bütünüyle kamu kurumlarınca, her türlü baskıdan yalıtılmış teknik donanıma sahip personel tarafından yapılmalıdır.
* Bu aşamada, özerklik ve demokratik örgütlenme şeması kadar yerel yönetimler konusunda da sözünü ettiğimiz demokratik katılım ilkesi de büyük önem kazanmaktadır. Bugünkü başıbozuk ve yoz çokseslilik anlayışına da taviz vermeden eleştirel akılcılık temelinde, verimliliği zedelemeyen ve çoğulculuğu esas alan katılımcılık anlayışı örgütlenmenin birincil ölçütü olmalıdır. Bu nitelikte bir örgütlenme, kitleleri umutsuzluğa düşüren kriz aşamasındaki temsili demokrasi ortamında çoğulcu demokrasi adına yeni bir açılım yaratacaktır. Buna göre, planlamanın karşılıklı bilgilenme ve karar alma aşamasına meslek odaları, STK'lar, yurttaş girişimleri ve üniversiteler aktif olarak sokulmalıdır. Plan kararları kentin gündeminde tutularak kentlinin geleceğine yönelik inisiyatifi canlı tutulmalıdır.
* Yeni kentleşme dinamiklerinin kurumsal dönüşüm kadar yasal düzenlemelerle de kontrol altına alınması; bu yönde çağdaş planlama ve kentsel tasarım ilkeleri açısından hiçbir değer taşımayan, bütünüyle kentsel rantı dağıtmaya endeksli mevcut imar plancılığı yaklaşımının ivedilikle terk edilmesi gereklidir. Bu yönde yapılacak yasal düzenlemelerin başkalaşan demografik yapının kentleşme üzerindeki etkilerini göz önünde bulundurması ve bu aşamada güncellik kazanan planlı müdahale biçimlerini yasal bir çerçeveye oturtması kaçınılmazdır. Buna göre kentsel koruma, yenileme, dönüştürme ve ulaşım gibi konuları bütünleştirecek ve ilişkilendirecek yeni bir imar yasasına gereksinim vardır.
Bölgesel dengesizlik ve eşitsiz gelişim sorusalı, sorunun kaynağına inilmediği sürece geçerliliğini koruyacak niteliktedir. Bu konuda sorunun merkezi olan azgelişmiş yöreler için alternatif bir gelişim modeli sunan Kırdan Kalkınma; destekleyici politikalarla yaşama geçirilmeyi bekleyen bir kalkınma stratejisidir (Çalışkan, 1999:13-15).* Bu çerçevede yapılması gereken, sosyal hizmet sunumunda yetersiz kalınan bölgelerde üretim düzeyi, ulaşılabilirlik, ve nüfus büyüklüğü gibi kriterlerle belirlenecek kırsal yerleşim birimlerinde, teknik ve sosyal altyapının yoğunlaştırılması ve bu olanakların çevre birimlerle olan karşılıklı ilişkisinin sağlanmasıdır. Bununla amaçlanan; maliyeti nedeniyle gerçekleştirilemeyen her birime sosyal hizmet çabasının yerine, çok merkezlilik çerçevesinde merkezileşmiş bir yerleşim dokusu yaratarak kentsel hizmet sunumunu yaygınlaştırmaktır.
Böyle bir müdahalenin amacı, kırsal nüfusu yerinde tutarak göçü engellemek olmakla birlikte; bu nüfusu mevcut üretim (tarımsal üretim) ilişkilerinin içinde tutmamaktır. Çünkü ülkemizde tarımın içinde bulunduğu problem, sektörde payına düşen istihdamın sayıca yetersizliğinden değil, yıllardır uygulanmakta olan IMF merkezli yapısal uyum programlarından kaynaklanmaktadır (Demirkan, 2000 : 12-16). Aslında 1990 yılı itibariyle ülkemizde %53.6 gibi bir yüzdeye sahip tarımsal işgücü oranı, tam anlamıyla bir azgelişmişlik belirtisidir (DİE, 1990). Bu oran gelişmiş ülkelerde %2-5 arasında değişmektedir. Sorun, niceliksel değil, başta uygulanan politikalar ve onun neden olduğu verimsizlikten kaynaklanan nitelik sorunudur. Bu anlamda Kırsalın Kentselleşmesi olarak da niteleyebileceğimiz bu proje, planlı bir kentleşme yaklaşımı içerisinde ideal kentli tipinin de oluşmasına neden olacaktır.
Bu anlayışla yapılması gereken somut müdahale dizisi şu şekildedir:
* Nüfusu 10.000'den az kırsal yerleşimlerden gelişme potansiyeline sahip olanların saptanması ve bunların kentsel altyapılarla güçlendirilerek kentsel geçiş merkezlerine dönüştürülmesi; bu merkezlerin çevre kırsal birimlerle olan güçlü bağlantılarının sağlanması gerekir.
* Nüfusu 10.000-50.000 olan yerleşimlerde (teşvik, alt yapı yatırımları ile) sermayenin marjinal verimliliğinin arttırılarak, büyük sanayi yatırımlarının bölgeye kaydırılması sağlanmalıdır. Bu çabaya girmiş birçok ülkede olduğu gibi; birbirini tamamlayan/bütünleyen üretim faaliyetleri, dinamik bir piyasayı da beraberinde getirecektir (Erkal, 1990:49). Ancak; akılcı olan, birçok sektörde yaygın bir yatırım politikası yerine bölge ekonomik yapısına uygun, sürükleyici nitelikte az sayıdaki sektöre ağırlık vermektir.
* Bölgesel dengesizlik konusunda daha önce ortaya koyduğumuz, azgelişmişlik bir müdahale ile ortadan kaldırılabilir. Bu anlamda topraksız köylüyü toprağa kavuşturacak tarım reformu hala güncelliğini korumaktadır. Zira, bölgede yapılan çalışmalar, çiftçi ailelerinin %38'inin topraksız olduğunu göstermektedir. Yine, bu bölgede tarım kesimindeki ailelerin dörtte üçü tarım topraklarının dörtte birinden azına sahip bulunmaktadır (CHP, 1999). Aksi halde GAP'a bağlanan birçok umut sosyal anlamda boşa çıkmaya mahkumdur.
* Azgelişmiş bölgelerdeki küçük tarımsal üretimin yol açtığı sorunlar üreticiyi üretim, pazarlama, standartlaşma sürecinde etkisizleştirmekte ve kooperatif örgütlenmesini zorunlu kılmaktadır. Tarımda söz ettiğimiz verimlilik artışını da sağlayacak kooperatif sisteminin bugünkü piyasa koşullarında ayakta kalabilmesi ise oldukça güçtür. Bu nedenle farklı alanlarda etkin olan (üretim, satış vb) kooperatiflerin birleşerek bölge ölçeğinde hareket yetisi kazanmaları zorunludur. Fakat bu model, geçmiş örgütlenme deneyimlerinin yanlışlarını yinelememek için, katılımcılık esasına dayanan yatay örgütlenme tarzını etkinleştirmelidir.
* Tüm bunlar uygulandığı taktirde ülke, kaynak dağılımındaki etkinlik ve gelir dağılımındaki adalet gibi çatışan iki faktörün etkisiyle; ekonomik verimlilikle toplumsal adalet arasında tercih yapmak durumunda kalacaktır (age:35). Fakat; unutulmamalıdır ki Türkiye, geçiş döneminde gelişmekte olan bir ülkedir. Bu durumda; bu iki faktör arasındaki keskin tercih, yerini ikisi arasındaki akılcı dengeye bırakmak zorundadır.
* Yaşanan acı deneyim, ülkenin depremsellik gerçeğiyle planlama sürecinin örtüşmesi gereğini ortaya koymuştur. 1996 deprem bölgeleme haritasından Ankara, Kayseri, Konya, Erzurum, Trabzon, Ordu, Urfa, Sivas ve Gaziantep dışındaki (nüfus artış hızları yüksek) tüm önemli kentsel merkezlerin 1. ve 2. derece deprem bölgesinde yer aldığı anlaşılmakta. Bu bağlamda, sismik risk faktörü planlama adına önem kazanmaktadır. Yapılması gereken, ülke genelinde yerleşimlerin geçmiş deneyimler ve mevcut doğal, fiziksel yapı verileri kullanılarak sismik risk analizlerinin yapılmasıdır. Bu analizler, modellemelerle kabul edilebilir risk aralıkları içerisinde faklı planlama ölçeklerine girdi sağlamalıdır (Şengezer, 1999:24-26).
Sonraki aşama, üst ölçekten alt ölçeğe kadar inen planlama kararlarıyla sismik risk etkenini sismik güvenlik konsepti halinde yaşama geçirmektir. Bu aşama bölgesel, kentsel arazi kullanımı ve yapı ölçeğinde kendini gösterir. Bölge ölçeğinde, kentleşmeyi dinamik hale getiren sektörel yer seçimi kararlarıyla gelecek nüfus hareketleri risk faktörü düşük bölgelere kaydırılır. Böylelikle sanayi yer seçimi kararları sermaye sahiplerinin etkinlik alanı olmaktan çıkarılarak kamuya bırakılır. Kent ölçeğinde, risk faktörü yüksek alanlardaki yapı stokunun güvenilirlik esasıyla yapısal ve işlevsel dönüşümleri amaçlanır. Buna yönelik mevcut yerleşimlerde parçacıl müdahaleler yerine kent ölçeğinde rehabilitasyon ve koruma master planları hazırlanmalı ve uygulama projeleri etaplamalar dahilinde yaşama geçirilmelidir. Yapı ölçeğinde ise kentsel tasarım çalışmalarına malzeme sunabilecek nitelikte depreme dayanıklı yapı modelleri üretim ve güçlendirme çalışmalarının yapılması gerekir.
Bu süreç içerisinde de kent planlarına niteliksel bazı düzenlemeler getirilmelidir. Planlarda öncelik, mülkiyet sınırlarında değil, toprak kalitesi, drenaj hatları, sel yatakları, vadi tabanları ve fay hatları gibi jeolojik verilerde olmalıdır. Buna yönelik, çağdaş örneklerde olduğu gibi, her planda ayrıntılı jeolojik etüt ve bunun plan kararlarıyla ilişkisini ortaya koyan plan raporları, plan paftasından daha öncelikli duruma getirilmelidir.
* 29 Ağustos tarihli The Economist dergisinin başlığı olan "Türkler ağır strüktürler (binanın taşıyıcı sistemi) altında ezilerek öldüler" başlığı bizleri acı bir gerçekle yüz yüze bırakmaktadır. Türkiye, son elli yıldır geleneksel yapı sistemlerini (ahşap, yığma, taş, tuğla vb.) bir kenara koyup; doğal yapısına ve mimari kültürüne yabancı, yan malzemesiyle (çelik ithal eden bir ülke olarak) dışa bağımlılığı artırıcı betonarme karkas (iskelet) sistemden yana tercihini koymuştur (Ekinci, 1999:10-11). Kaldı ki geleneksel sistemler bugün modern mimarinin üzerinde en çok aşama kaydettiği dallar arasındadır. Depremde yığma ve ahşap karkas yapıların çökmediği de düşünülürse konunun kentsel estetik boyutunu aştığı anlaşılır.
Buna göre öneri bölge planlama bürolarının en önemli işlevlerinden biri de yörenin geleneksel dokusunu da göz önünde bulundurarak bölgeye özgü yapı sistemi ve konut standardı saptaması olmalıdır. Bununla, ülkenin her kentinde aynı tekdüzeliği koruyan kent dokusu dönüşüme uğrayabilir ve çeşitlilik yaratılabilir.
* Günümüzde birçok büyük kentte, kent içi yaşamın olumsuzluklarından uzaklaşmak amacıyla kentin çeperlerinde yer seçen nüfusun oluşturduğu alt kentlerde (suburb) de dönüşüm kaçınılmazdır. Çünkü, söz konusu hareket, süreç içinde yalnızca konut alanlarının (küçük ölçekli ticaret ve eğitim birimleriyle) çevreselleşmesi (decentralization) ile sonuçlanmış ve kent merkezi ile çeper arasındaki ikili durum yeni kentsel sorunlara yol açmıştır. Bunlardan en önemlisi yetersiz ulaşım altyapısının bu ikili arasındaki günlük hareketliliğe yanıt veremeyişidir. Bu nedenledir ki; bu konut alanlarının farklı kentsel kullanımlarla bütünleştirilerek konut bölgelerindeki nüfusun eski kente (downtown) olan bağlılığının azaltılması ve konut-çalışma birlikteliğinin sağlanması gerekir. Bu kullanımlar, zaten çevreselleşme eğiliminde olan iş parkları, KOBİ alanları ve tekno-parklar olabilir. Ancak merkez-çeper arasındaki hareketlilik hiçbir zaman sıfırlanmayacağından, ilişki gerekli toplu taşım bağlantıları ile sağlıklaştırılmalıdır.
Doğaldır ki böyle bir süreç kent merkezlerinin önceki işlevleri üzerinde farklılaşmalara da neden olacaktır ve olmaktadır. Yakın dönemde bu farklılaşmanın etkileri daha açık biçimde hissedilecektir. Bu nedenledir ki, kent merkezlerinin çöküntü bölgeleri haline gelmemesi ve canlılığını koruması amacıyla gerekli işlevsel ve fiziksel dönüşüm; yenileme, iyileştirme ve koruma çalışmaları ile sağlanmalıdır. Bu konu, daha önce söz ettiğimiz hızla güncellik kazanan kentsel nitelik sorunsalı ile yakından ilintilidir.
* Yaşanan sosyal ve ekonomik dönüşüm gecekondu sorununun da değişime uğramasına neden olmuştur. Buna göre, kente gelen göçmeni kentle bütünleştiren bir gecekondu yapısından zaman içinde dışlayıcı-gerginleştirici bir gecekondu tipine doğru bir yönelim gerçekleşmiştir. Bu durum, kentliyi atomize edici ve bir anlamda cemaatleşme ilişkilerini artırıcı bir nitelik kazanmaktadır. Bu kesimin kurumsal yayılması, ekonomik, siyasal ve kültürel etkinliklere katılımı, sosyal kimliğini oluşturacak kentsel donatılara ulaşımı kentsel uyum sürecinin birer parçasıdır (Erkut, 1997:63). Bu uyum sürecini gerçekleştirecek, kentli kimliğin oluşturulmasına önayak olacak kent enstitüleri kurulması gereklidir. Bundan altmış yıl önce köyde başarıyla uygulanan aydınlanma hareketine bugün, birçoğu köktendinci-cemaatçi hareketin etkinliğindeki dışlanmış gecekondu alanlarında gereksinim vardır. Elbette böyle bir sosyal dönüşüm, fiziksel dönüşümle desteklenmelidir. Bu çerçevede, yaşam kalitesi düşük gecekondu alanlarındaki halkın zaman içinde (toplu konut politikaları doğrultusunda) çağdaş konut alanlarına taşınması sağlanmalıdır.
* Bugün ülkemizde barınma hakkının ötesine geçen, lüks tüketime varan konut edinme sürecinin önüne gerekli yasal düzenlemelerle geçilmelidir. Konutun rant geliri ve spekülasyon aracı olarak ele alınması durumuna bir son verilmelidir. Bu yönde, özellikle kıyı kentlerimizde doğal tahribat anlamına gelen ve kent ekonomileri için zararlı yanları olan ikinci konut, yazlık konut yapılaşmaları plan kararları ve yasal önlemlerle durdurulmalıdır. Anayasaca güvence altına alınmış sağlıklı ve uygar koşullarda konut edinme ve barınma hakkı plana bağlı sosyal konut projelerince yaşama geçirilmelidir. Böylelikle piyasa mekanizmasına terkedilmiş, dar gelirli kesimi dışlamış konut politikaları sosyal devlet anlayışına göre yeniden ele alınmış olacaktır.
Aynı durum kentsel araziler için de geçerlidir. Daha önce vurguladığımız gibi kent toprağı, üzerinde özel mülkiyetin mutlak tasarrufunun olabileceği bir statüde olamaz. Çünkü kentsel arazi kamusaldır, kentlinindir. Bankalarda teminat olarak gösterilebilen bir mal konumunda ele alınması ise kabul edilemez bir gerçekliktir. Planlamanın önündeki en büyük engellerden biri de kamu mülkiyetindeki arazinin yetersizliği ve alınan plan kararlarının bu sayede spekülasyon sonucu uygulanamaz oluşudur. Bu nedenle; yukarda ortaya koyduğumuz anlayış doğrultusunda birçok çağdaş dünya kentinde olduğu gibi planlı kentleşme adına kentsel toprağın kamu mülkiyetine geçirilmesi çabası yasal ve mali düzenlemelerle desteklenmelidir.
SONUÇ
Yukarda çözüm önerilerinden oluşan, idealize edilmiş tablo, özlemini duyduğu bir sistemin ipuçlarını sunmaktadır. Fakat bir plancı açısından esas olan tabloyu yaratmak değil, bizi bu tabloya götürecek süreci ortaya koymaktadır. Bunu içinde yaşadığımız sosyal ve siyasal bağlamda başarabilmek ne kadar arzu edilir bir durumsa da bir o kadar zordur. Öyle ki, Türkiye'de elli yıldır tercih edilegelen ekonomi-politik çerçevesinde söz konusu dönüşümleri gerçekleştirebilmek son derece zorlu bir çaba gerektirir. İncelememizin giriş kısmında belirttiğimiz gibi, siyasal bir uğraş olan planlamanın etkinliği yine siyasal bir düzlemde belirlenir. Bu nedenledir ki; kamu yararını öne çıkaran bir planlama yaklaşımının egemenliğinin, günümüz Türkiye'sinin mevcut ekonomik sistemindeki köklü dönüşümlere bağlı olduğu görülmektedir. Bu yönde bir dönüşüm; piyasanın gereği olan özel sektörü toplumsal ve ulusal kaygılarla yönlendirebilen merkezi ve yerel yönetim sistemini, bu yönde bölgesel alternatif gelişimlerin kısa erimli maliyetlerini göze alan iktisat politikalarını ve tüm bunların itici gücü olan çıkar ilişkileri yerine bilimsel verilerle hareket eden, kamu yararını öne çıkaran, toplumcu bir siyasal iradeyi gerekli kılmaktadır.
Dipnotu
* Bu konuda Ecevit hükümetince Ordu'nun Çavdar köyü ve çevre sekiz köyde başlatılan köykent projesinin, 1978'de halkçı yaklaşımla bile başarısızlığa uğramış olduğu anımsanırsa ve bugün ise Dünya Bankası desteğinde gerçekleştirileceği düşünüldüğünde sonucun ne kadar başarılı olacağı bizim açımızdan kuşku götürmekte.
Kaynakça
* Altaban, Ö., 'Cumhuriyet'in Kent Planlama Politikaları ve Ankara Deneyimi', 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, 1998, Türkiye İş Bankası ve Tarih Vakfı ortak yayını, İstanbul, s:41-64,
* Arslan, R., 'İmar Dışı Yapılaşmalara Sosyo-Politik Yaklaşım', Göç, Kent ve Gecekondu, Birsen Yayınevi,1998, İstanbul, s: 9-20,
* Aslanoğlu, R. A., 'Kaos Teorisi, Postmodern Durum ve Kent', Birikim, Aralık 1994, sayı:68, s:88-97
* Aslanoğlu, R., A., Kent, Kimlik, Küreselleşme, 1998, ASA Yayınları, Bursa,
* Bademli, R., 'Azgelişmiş Ülke Kentlerinde Sanayi: Sanayilerin Yapısı ve Yerseçim Süreçleri Üzerine Bazı Gözlemler' Planlama, 1986, sayı:1, s:7-10
* Balamir, M., 'Afet, siyaset, dirayet', Bilim ve Ütopya, Eylül 1999, s: 8-9,
* Bali, R., N., 'Çılgın kalabalıktan uzak...', Birikim, Temmuz 1999, sayı:123, s:35-46
* Beşiktepe, C., 'Kent Rantlarının Topluma Geri Döndürülmesi', Özelleştirme Değil Kamulaştırma, 1996, Kaynak Yayınları, İstanbul, s:187-203,
* BM İnsan Yerleşimleri Konferans Habitat-II Türkiye Ulusal Rapor ve Eylem Planı, Haziran 1996,
* BM, İnsan Yerleşimleri İçin İstanbul Deklarasyonu, çeviri: Ürgüplü, M., Taner, A., Türkiye Mühendislik Haberleri, Mayıs 1996, sayı: 383, s: 34-37
* Boysan, A., 'Bağımsız Planlama Örgütü Kurulmalı', Cumhuriyet, 25 Kasım 1999, s:8
* CHP, Deprem Raporu, 1999 http://www.chp.org.tr
* Cumhuriyet gazetesi, 'Deprem Bölgelerindeki Sanayi Tesisleri', 27 Mart 2000, s:13
* Cumhuriyet gazetesi, 'Göç Sorunu Çözümsüz', 22 Nisan 1998, s:3,
* Çalışkan, O., 'Kırsalın Kentselleşmesi Projesi: Kırdan Kalkınma', Aydınlanma 1923, sayı: 27, s:13-15,
* Demirkan, M., 'IMF ve Tarım Politikaları IMF'nin Haklı Gururu Türkiye(!)', Aydınlanma 1923, Sayı: 31, s: 12-20,
* DİE, Türkiye Nüfusu 1923-1994 (Demografi Yapısı ve Gelişimi), 1995, TC Başbakanlık DİE Matbaası, Ankara,
* Dökmeci, V., Berköz, L., 'İstanbul'da Göç ve Yaşam' Cumhuriyet, 20 Şubat 1997, s:2
* DPT, Gecekondu Araştırması, 1991, Ankara,
* Ekinci, O., 'Asıl Deprem 1950'de Hilton Oteliyle Başladı!' Bilim ve Ütopya, Ekim 1999, s: 6-12,
* Ekinci,O., 'Deprem yıkımının "suç zinciri"..', Cumhuriyet, 27 Ağustos 1999, s:4,
* Ekinci,O., 'Depreme Karşı Planlama', Cumhuriyet, 4 Eylül 1999, s: 20
* Ekinci,O., 'İmar planları hemen durdurulsun', Cumhuriyet, 20 Ağustos 1999, s:13
* Ekinci,O., 'Planlamadan yağmalamaya...', Cumhuriyet, 30 Aralık 1998, s: 14
* Eraydın, A., Post-Fordizm Ve Değişen Mekansal Öncelikler, 1992, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Matbaası, Ankara,
* Erder, S., İstanbul'a bir kent kondu Ümraniye, 1996, İletişim Yayınları, İstanbul,
* Erkal, M., Bölge Açıdından Az Gelişmişlik, 1990, Der yayınları,İstanbul,
* Erkut, G., 'Kentlileşme Sürecinin Sosyolojik Boyutu', Türkiye'de Kentleşme, 1997, Yeni Yüzyıl Kitaplığı, s: 57-80
* Ersoy, M., Yeni Liberal Politikalar ve Kentsel Sanayi, 1993, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Basım İşliği, Ankara,
* Erten, M., Nasıl Bir Yerel Yönetim?, 1999, Anahtar Kitaplar, İstanbul,
* Gedizlioğlu, M.L., 'Deprem, plan, yapı ve diğerleri...', ' Bilim ve Ütopya, Ekim 1999, s: 19-23,
* Geray, C., Göktürk, A., 'Bölge Kalkınması ve Planlaması', Radikal, 13 Nisan 1998, s:13
* Günay, B., Property Relations and Urban Space, 1999, METU Faculty of Architecture Press, Ankara
* Güvenç, M., 'İstanbul'da İşyeri-Statü Temelinde Segregasyon; 1990 Sayımı Üzerinde İlişkisel Çözümlemeler', TESEV Kent Yoksulluğu Semineri, 4 Şubat 2000, http://www.tesev.org.tr
* Hacısalihoğlu, İ. Y., 'Mekansal Planlama Gerçeği', Cumhuriyet, 25 Ekim 1999, s:2,
* Hall, P., Cities of Tomrrow, 1998, Blackwell Publishers Inc.,
* Hall, P., Urban And Regional Planning, 1992, New York, Rouhedge,
* Hall,T., Urgan Geography, New York: Routledge, 1998
* http://www.die.gov.tr.TURKISH/ISTATIS
* Hürriyet gazetesi, 'Doğu 2000 Yılında Bomboş Kalacak, 29 Temmuz 1997, s:4
* Işık, O., 'Globalleşme Süreci ve Kentin/Kentliliğin Değişen Anlamı', Birikim, Aralık 1994, sayı:68, s:98-105
* İmar ve İskan Bakanlığı, Doğu Marmara Bölgesi Ön Planı, 1963, Ankara,
* Jacobs, J., 'The Death and Life of Great American Cities', Readings in Planning Theory, 1998, Blackwell Publishers Inc., p: 103-120,
* Kafaoğlu, A.B., 'Habitat Metinlerinden Çare Beklemek Hayal', Türkiye Mühendislik Haberleri, Mayıs 1996, sayı: 383, s:64-65,
* Keleş, R., 'Çarpık Kentleşmenin Böylesi...', Cumhuriyet, 27 eylül 1999, s: 2,
* Keleş, R., 'Habitat II'nin Ülkemiz İçin Önemi', Türkiye Mühendislik Haberleri, Mayıs 1996, sayı: 383, s:54-55,
* Keleş, R., Kentleşme Politikası, 1997, İmge Kitabevi, Ankara,
* Keleş, R., Yerinden Yönetim ve Siyaset, 1998, Cem Yayınevi, İstanbul,
* Kerem, Z., 'Gecekondulaşmaya Çözüm Arayışları', Göç, Kent ve Gecekondu, Birsen Yayınevi,1998, İstanbul, s: 131-139,
* Keskinok, Ç., 'Deprem, planlama ve serbest piyasacılık', Teori, Ocak 2000, s:14-27,
* Keskinok, Ç., 'Özelleştirme ve Kent Planlama', Teori, Şubat 1999, s:3-21,
* Keskinok, Ç., 'Bu büyük yıkım hangi politikaların sonucu?' Bilim ve Ütopya, Ekim 1999, s: 14-16,
* Keskinok, Ç., 'Demokratikleşen Belediyeler Mi? Yoksa Merkezileşen Yönetim Mi?', Planlama, sayı:1, 1988, s:3-5,
* Keskinok, Ç., 'Kentler, Rantlar ve Planlama', Özelleştirme Değil Kamulaştırma, 1996, Kaynak Yayınları, İstanbul, s:205-217,
* Keskinok, Ç., 'Planlı Gelişmenin Reddi ve Sonucu' Bilim ve Ütopya, Eylül 1999, s: 60-64,
* Kıray, M., 'Azgelişmiş Ülkelerde Metropolleşme Süreçleri', 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, 1998, Türkiye İş Bankası ve Tarih Vakfı ortak yayını, İstanbul,
* Kongar, E., 21. Yüzyıda Türkiye: 2000'li Yıllarda Türkiye'nin Toplumsal Yapısı, 1998, Remzi Kitabevi, İstanbul,
* Koşar, F., 'Çarpık Sanayileşme Ürkütüyor', Cumhuriyet, 20 Kasım 1999,
* MGK Genel Sekreterliği, 'Türkiye'de Bölge Planlamasının Evreleri', 1993, MGK Gn. Sek. Yayınları, Ankara,
* Noble, J.& Gilfoyle, I., 'Participation In Structure Planning', The Planner Journal of The Royal Town Planning Institute, 1975, vol:62,
* Ocakçı, M., 'Metropoliten Alanda Sanayinin Yer Seçimi', Kent Gündemi, Temmuz 1997, sayı:3, s: 30-33,
* Özcan, Ü., 'İç Göçler Nedenleri Sonuçları ve Çözüm Önerileri', Planlama, 1990, s:67-70,
* Sökmen, P., 'İzmit-Gebze Örneklerinde Sanayi Yerseçimi-Tarımsal Toprak Kullanımı İlişkileri', Sanayi Yerseçimi, Turizm Yerleşimleri ve Tarım Topraklarının Ülkesel Arazi Kullanımı İçinde Değerlendirilmesi Kollokyumu, 1985, s: 272-280,
* Sönmez, M., Bölgesel Eşitsizlik, 1998, Alan Yayıncılık, İstanbul,
* Suher, H., Şehircilik, 1996, İTÜ Mimarlık Fakültesi Baskı Atelyesi, İstanbul,
* Şengezer, B., 'Türkiye Kentleşme ve Sismik Emniyet Politikaları Nasıl Olmalı?', Bilim ve Ütopya, Ekim 1999, s: 24-29,
* Şenyapılı, T., 'Cumhuriyetin 75. Yılı, Gecekondunun 50. Yılı' 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, 1998, Türkiye İş Bankası ve Tarih Vakfı ortak yayını, İstanbul, s:301-315
* Taneri, E., Bölge Planlama, 1977, Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Yayıları, İstanbul,
* Tekeli, İ., 'Cumhuriyetin Çağdaşlaşma Projesinin Yerleşme Boyutu Üzerine Bir Değerlendirme', İktisat Dergisi, Ekim 1998, sayı: 383, s:38-41,
* Tekeli, İ., 'Kent Planlaması ve Katılım Üzerine Düşünceler', Planlama, Aralık 1990, sayı: 8, s: 8-13,
* Tekeli, İ., 'Türkiye'de Cumhuriyet Döneminde Kentsel Gelişme ve Kent Planlaması', 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, 1998, Türkiye İş Bankası ve Tarih Vakfı ortak yayını, İstanbul, s:1-24
* Tekeli, Kent Planlaması Konuşmaları, 1991, TMMOB Mimarlar Odası Yay., Ankara,
* TMMOB Şehir Plancıları Odası, 'Yer Seçimleri Kimin Meslek Alanı?', Haber Bülteni, Ocak 2000, s: 15,
* TMMOB, 'Deprem Değil Yapılar Vuruyor', Cumhuriyet, 6-12 Haziran 2000,
* TMOBB Şehir Plancıları Odası, Deprem Raporu, 27. 10. 1999 http://www.spo.org.tr
* Toker, B., 'Habitat II: Yeni Sağ'ın Gösterisi ya da Yüzyılın Sola Son Darbesi', Türkiye Mühendislik Haberleri, Mayıs 1996, sayı: 383, s: 56-63,
* TUSİAD, Türkiye'nin Fırsat Penceresi (Demografik Dönüşüm ve İzdüşümleri), Ocak 1999, İstanbul,
* UNICEF, Development of Regions in Turkey-2000 http://www.unicef.org/htcgi/htsearch
* United Nations, The Habitat Agenda, June 1996, http://www.hsd.ait.ac.th/agenda/habitat.htm
* Ürgüplü, M., 'Küreselleşme, Ulus Devlet ve Habitat'ın Ardından', Türkiye Mühendislik Haberleri, Mayıs 1996, sayı: 383, s:49-53,
* Watson, S., & Gibson, K., 'Postmodern Politics and Plannnig: A Postcript', Postmodern Cities and Spaces, 1995, Blackwell, s: 254-264
* Yalçıntaş, C. M., 'Sanayi Üzerine Bir Disütopya Denemesi', Kent Gündemi, Temmuz 1997, sayı:3, s: 18-20,
* Zeynep, E., 'Yokluğun Rengi: Kırmızı', Milliyet, 27 Temmuz 2000, s: 8