Partinin kuruluşundan bu yana Genel Sekreterlik görevini yürüten Kemal Burkay Kongre açılış konuşmasında artık yönetici görevler üstlenmeyeceğini, zamanını daha çok yoğun siyasal çalışma nedeniyle zaman ayıramadığı bazı yazı çalışmalarına ve kitaplarının yayınına vereceğini açıkladı. Burkayın yazı çalışmaları arasında aynı zamanda partinin tarihini kapsayan anılarının 2. ve diğer ciltleri var.
Kongre sonrası toplanan yeni Merkez Komitesi, Burkaydan boşalan Genel Sekreterlik görevine Mesut Teki getirdi.
Burkayın uzun konuşmasında özellikle dikkat çekici kimi değerlendirmeler şöyle:
Iraktaki durum
* Direniş yeni bir biçim aldı. Direnişin eski Baas kadrolarına, bunun yanı sıra radikal İslamcı militanlara dayandığı görülüyor. Söz konusu radikal İslamcıların bir bölümü dışardan Iraka sızıyor. Baasın önde gelen birçok kadrosunun yakalanmasına ve iki oğlu bir operasyonda öldürülmesine rağmen Saddam hala yakalanmış değil ve ses bandları yoluyla taraftarlarını direnişe çağırmaya devam ediyor.
* ABD oldukça sıkışık durumda ve 150 bine varan askeri gücüne rağmen duruma bir türlü hakim olamıyor, bu gidişle olması da güç görünüyor. Saddam rejimi gibi acımasız bir diktatörlüğün yıkılışının ardından bu durum nasıl açıklanabilir?
* Orta kesimdeki Sünni nüfusun tepkisi anlaşılır.Bu kesim Baas Partisinin, ordunun, istihbarat örgütünün temel dayanağını oluşturuyordu, yani geçmiş iktidarın nimetlerini paylaşıyordu, içinde rejimin pek çok suç ortağı vardı. Saddamın bu kesimi bir işgal durumuna göre belli bir ölçüde hazırlayıp örgütlediğine de kuşku yok.
* Irak nüfusunun yüzde 60ını oluşturan Şii Arapların, Saddamdan çok çekmiş olmalarına ve rejimin yıkılışından memnunluk duymalarına rağmen bir ABD işgalini hiç de hoş karşılamamaları doğaldır. ABD ile onların amaçları çelişiyor. ABD düne kadar komünizme karşı yeşil kuşak siyaseti güderek beslediği, kışkırttığı İslamcı akımlarla şimdi boğaz boğaza gelmiştir. Fastan Pakistana kadar olan alandaki rejimleri ki bunların hepsi Müslüman ülkeler- dönüştürmekten, laik ve demokratik rejimler kurmaktan söz ediyor. Bu rejimleri en azından ılımlı, ABD yanlısı olanlarla değiştirmek istiyor. Şiilerin ise ne demokrasi ne de laiklik diye bir dertleri var. Bu kesimin ezici çoğunluğu İslami değerlerin ve kendilerine özgü sembollerin derin etkisinde ve Saddam rejiminin yerine kendi düzenlerini kurmak istiyor. Bu ise İran benzeri bir rejim olabilir ki Amerikanın en korktuğu budur.
Irak Kürtleri memnun
* Kürtler, geçmişte ABD tarafından iki kez aldatılıp zorba rejim karşısında yalnız bırakılmalarına ve bu yüzden ABDye karşı duydukları güvensizliğe rağmen, Saddam rejiminin yıkılmasından büyük sevinç duydular ve bu nedenle ABD ile ittifak yaptılar. Savaş sonrası da ilişkiler şimdiye kadar iyi yürüdü sayılır. Böylece Kerkük dahil, Kürdistanın geriye kalan bölümü de Baas işgalinden kurtuldu. Daha önce sürgüne uğramış Kürt nüfusun önemli bir bölümü geri döndü. Oralarda yeni yerel yönetimler işbaşına geldi. Baas rejiminin yıkılması Irakta federal bir düzenin kurulma olanağını da gündeme soktu. Ayrıca Kürtler Irakta demokrasi isteyen başlıca grup; bu konuda iyi kötü bir deneyimleri var. Yıllarca ağır bir ulusal baskıya hedef olmuş ve özgürlük için direnmiş Kürt toplumunda, doğal olarak ulusal istemler güçlü, buna karşılık İslami bir rejim kurma eğilimleri ise şu anda ancak bazı marjinal grupların özlemi.
* Tüm bu nedenlerle , Saddam rejiminin yıkılması gibi Irakta demokratik bir düzen kurulması noktasında da Kürtlerle ABD arasında bir çelişki yok. Kürdistan bölgesi ABD askerleri için en sorunsuz bölge. Burada herhangi bir saldırıya hedef değiller. Yani orada daha şimdiden güvenlik sağlanmış durumda. Eğer Türkiye önümüzdeki dönemde, orada var olan ve daha da bölgeye sokmaya hazırlandığı askeri güçleri ve işbirlikçileri eliyle bu güvenliği ve istikrarı bozmayı başaramazsa..
ABDnin teröre karşı savaşı
* Amerikanın bu eylemler öncesi ve sonrası hesapları ne olursa olsun, bu olayların ve bunu izleyen tepkilerin, Afganistan ve Iraktan başlayarak, bölgede önemli değişikliklere yol açacağına, Ortadoğuda statükonun sarsılacağına, hatta sınırların değişebileceğine de işaret ettik. Bu ise hem Kürt halkının, hem de hemen tamamı diktatörlük rejimleri altında yaşayan bu ülkelerin halklarının yararına idi.
* Soruna formel hukuk açısından yaklaşan kimileri, ABD ve yandaşlarının Afganistan ve Irak gibi ülkelere müdahalesini, bağımsız ülkelere müdahale diye niteleyip uluslararası hukuka aykırı buldular, karşı çıktılar. Kimi sol çevreler, ABDnin dünya üzerinde egemenlik kurma ve bölgedeki enerji kaynaklarını kendi denetimine alma hesaplarından yola çıkarak, ilericilik ve antiemperyalizm adına bu müdahalelere karşı çıktılar. Her zaman olduğu gibi, haklı haksız ayrımı yapmadan ve yol açabileceği sonuçları tartışmadan, savaşa karşı tavır alan barış hareketinin tutumu da malum..
* Bunlar, Afganistanda kadınlar kafese sokulur ve taşlanıp öldürülürken, başları vurulurken, Irakta Kürtler kimyasal silahlarla kırılırken, binler halinde toplu mezarlara gömülürken BMnin, öteki uluslararası kurumların, barış güçlerinin nerede olduklarını izah etme gereğini duymadılar.. Enerji kaynaklarına gelince, onlar zaten hiçbir dönemde halkın olmadılar. Bu ülkelerin hem petrolü, hem de öteki yeraltı ve yerüstü kaynakları şimdiye dek hep emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri olan söz konusu şeyhler, emirler, diktatörler tarafından ortaklaşa sömürülmekte idi. Bu işte halkın kaybedeceği bir şey yoktur.
* Gelişmeler daha şimdiden , şu ya da bu kişinin, şu yada bu gücün, ülkenin hesaplarından,iradesinden bağımsız olarak olumlu sonuçlar vermiştir. Talibanlardan çok çeken Afgan halkı bu dış müdahaleye sevindi. Biz Kürtler de acımasız ve hunhar Saddam rejiminden kurtuluşumuzu bir bayram sevinciyle, coşkuyla kutladık. Bunda şaşacak bir şey yok; kim bizim yerimizde olsa bunu yapardı.
* Afganistandaki değişim olumludur . Iraktaki de öyle. Son gelişmelerle Ortadoğuda ve Güney Asyada taşlar yerinden oynadı ve iş burada kalmayacaktır. Kanımca sürecin daha başındayız. Önümüzdeki on yıllar çok şeyi değiştirecek. Bölgemizde şu anda olup bitenler globalleşme sürecinin belli yansımalarıdır. Çağa ters düşen rejimler, yapılar, uzunluğunu şimdiden kestiremeyeceğimiz bir süreç boyunca tasfiye olacak, köklü değişimler yaşanacaktır.
* ABD bugün, tek süper güç olmaktan yararlanarak dünyamızda enerji kaynaklarını denetimine almak, etki alanını genişletmek için her zamankinden daha pervasızca davranıyor. Ancak şu anda olup bitenler salt bununla açıklanamaz. ABDnin aynı zamanda, SSCB gibi kendisini de büyük şeytan olarak niteleyen, radikal İslam ve terör biçiminde dışa vuran geri yapılarla burun buruna geldiği de ortada. Sıkça belirttiğim gibi, geçen dönemde bu tür zehirli otların gelişip serpilmesinde bizzat ABD ve öteki batılı ortaklarının büyük rolü var. Ancak Sovyetler Birliğinin çökmesi ve soğuk savaş döneminin sona ermesiyle birlikte ABD onlarla başbaşa kaldı. O şimdi kendi bahçesine, balkonuna kadar uzanan bu zehirli otları temizlemek gereğini duyuyor. Varsın bunu yapsın, bunda herkesin çıkarı var!
Türkiyede Kürt Sorunu ve PKK
* Sosyalist sistemin yaşadığı önemli olumsuz gelişmeler ve sistemin çökmesi, sosyalist devrimler ve ulusal kurtuluş hareketleri bakımından yeni bir durum yarattı (...)1998 yılında PKK Başkanı Öcalanın Suriyeden çıkarılması ve Kenyada yakalanıp Türk tarafına teslim edilmesinin ardından da Kürt ulusal hareketi bakımından yeni bir durum ortaya çıktı. (...) İşin perde arkası bir yana, PKK, kurulduğu 1978 yılından 1998 yılına kadar, yani 20 yıl boyunca bağımsız Kürdistan hedefini savunur göründü ve temel mücadele biçimi olarak da silahlı mücadeleyi seçti. 1993teki PSK-PKK protokolü ile birlikte aynı zamanda federal çözümü de benimsedi.
* Ancak Öcalan yakalandıktan sonra,herkesin bildiği üzere, bir anda PKKnın tüm eski politikaları, savunur göründüğü tezler çöp sepetine atıldı. Öcalan Türk devletinin hizmetine girdiğini açıkladı, bağımsız Kürdistan istemi gibi federal çözümü de bir yana bıraktı ve silahlı mücadeleyi tümüyle durdurdu. Türk üniter devletini, onun ideolojisi Kemalizmi savunur oldu. Partisi ise onu, bu U dönüşünde tam bir sadakatle izledi
* Türk devleti bununla Kürtler karşısında büyük bir üstünlük elde etti. Öcalan ve PKK eliyle Kürt hareketini tümüyle pasifize etmek (daha önce de onlar eliyle terörize etmişti) ve her bakımdan teslim almak için o günden beri elinden geleni yapmakta.
* PKK Kürt halkını zamansız, eşitsiz bir savaşa sokmuş ve ona acı bir yenilgi yaşatmıştı. Kürdistanın kırsal kesimleri önemli oranda boşalmış, halk çok acı çekmiş, milyonlar halinde göç etmiş, yorgun ve bitkin düşmüştü. Bu koşullarda yapılacak şey ikinci bir silahlı mücadele macerası olamazdı. Kürt halkının yeni durumda mücadelesini asıl olarak barışçı siyasal yöntemlerle yürütmesi gerekiyordu. ABye adaylık sürecinde olan bir Türkiyede bu bakımdan yeni olanaklar da doğuyordu. Türk devletinin elinde terör bahanesi kalmadığı zaman demokratikleşme süreci de hız kazanacaktı.
* Bu nedenle yeni dönem için siyasal ve legal mücadelenin önemini vurguladık ve teslimiyet politikasına karşı çıkan, Kürt halkının temel haklarını savunan tüm onurlu, yurtsever Kürtleri ortak bir legal partide bir araya gelmeye çağırdık.
Kürtler ve Avrupa Birliği
* İnsan hakları ve Kopenhag Kriterleri kapsamında da olsa Kürtlerin hakları AB için belli bir önem taşısa da, bu alanda ABnin bir çifte standart izlediği görülüyor. ABnin bu konudaki hassasiyetinin ölçüsü aynı zamanda ülke içindeki insan hakları mücadelesinin ve Kürt halkının istemlerinin düzeyidir. Bu istemler güçlü ve kitlesel olmazsa ABnin Türkler ve Kürtler adına kendisini fazla yorması beklenemez. Bu nedenle, çeşitli vesilelerle dile getirdiğimiz gibi, Kopenhag Kriterleri kapsamında Kürtler için bazı olumlu adımlar atılabilmesi ve bu hakların baypas ya da dejenere edilmemesi de sonuçta bizim mücadelemize bağlı. Kürtler bu alanda yurt içinde ve yurt dışında aktif olmalı.
* Türkiye Kopenhag Kriterlerini bunca ayak sürümeden, sulandırmadan yerine getirse de Kürt sorunu çözülmüş olmaz. Ancak sorunun çözümüne giden yolda önemli bir zemin oluşur, Kürt halkının mücadele olanakları önemli ölçüde artar. Hem Türkiyeyi reformlar konusunda sıkıştırmak, hem de AB kurumlarını ve üye ülkeleri etkileyip söz konusu kriterlerle ilgili kararlı bir tutum almalarını sağlamak (gerek). Ünlü halk deyişiyle: Ağlamayan çocuğa meme yok!