Arı Hareketi Ankara grubunun bir çağrı yaparak etrafında bütünleşilmesini önerdiği dokuz maddelik öneri paketinde yer alan noktalardan birinde böyle deniyor.
Arı hareketi Ankara grubu ; dürüst ve sağduyulu milletvekilleri başta olmak üzere, doğru bir siyaset ve ekonomi yapısının oluşumunu isteyen tüm işadamlarına, bürokratlar, akademisyenler, meslek ve sivil toplum örgütleri ve sorumluluk taşıyan tüm vatandaş ve kuruluşlara çağrı yaptı.
Bu çağrı metni şu saptamaları içeriyor:
"Dünya ile bütünleşme sürecindeki Türkiye, büyük uluslararası güçlerin paylaşım kavgalarının en yoğun yaşandığı sıcak bölgede yer almaktadır. Baş döndürücü bir hızla değişen dünya konjonktürünün gereklerini yerine getirmeye, değişime ayak uydurmaya yarım-yamalak çabalayan Türkiye, ekonomi ve politikasında gerekli dönüşümleri sağlayacak kalıcı bir istikrar programının kaçınılmazlığı karşısında, 2000 yılı başında bu nitelikli bir programı uygulamaya koymuş; biraz da koymak zorunda kalmıştır.
İki temel olumsuzluğun etkisi
Gerek programın uygulanmaya konduğu dönemde, gerekse bugün Türkiye iki temel olumsuzluğun etkisi altında bulunmaktadır:
Bunlardan ilki, bölgedeki paylaşım kavgalarının yoğunlaşması ve bu güç kavgalarının Türkiye'deki temel yapılar üzerinde belirleyici olması, ekonomik ve sosyal maliyetler yaratan terör, bölücülük ve şeriat eylemlerini Türkiye'ye ihraç etmesidir,
Diğeri ise mevcut sağlıksız yapıdan beslenen ve denetlenemeyen "siyasetçi-işadamı-bürokrat üçgenleri"nin " demokratik bir biçimde" yönetimi kimseye kaptırmaması (!); daha da vahimi, siyaset sisteminin bu gruplardan başkalarına geçit vermeyecek biçimde tasarlanmış ve örgütlenmiş olmasıdır. Bugün yaşanılan ve her seferinde izleyenlere şaşkınlık veren bu vahim olayları, yukarıda sözü edilen iki temel faktörün dışına çıkarak yorumlayabilmek mümkün değildir.
Akla, bilgiye, dürüstlüğe, birlik ve dirlik inancına, yurt ve halk sevgisine, cesarete sahip insan gücünü yönetim dışında tutmaya , siyasal katılımını engellemeye programlanmış sistem, bir yandan azgın çetelerin acımasız yağmalarının devamını sağlarken, diğer taraftan Türkiye'yi derin bunalımlara, haketmediği bir çağ dışılığa ve fakirliğe sürüklemektedir.
Siyasal katılımı engellenen her bireye düşen
İşte bu durum ve koşullar altındaki Türkiye'yi gerçek demokrasi içinde esenliğe kavuşturabilmek, ancak siyasal katılımı engellenen ve doğru bir siyaset ve yönetimden yana olan birey, kurum ve kuruluşların ittifakının yaratacağı baskı gücüyle mümkün olabilecektir. Başta dürüst ve sağduyulu milletvekilleri olmak üzere, doğru bir siyaset ve ekonomi yapısının oluşumunu isteyen tüm işadamlarının, bürokratların, akademisyenlerin, meslek ve sivil toplum örgütlerinin ve sorumluluk taşıyan tüm vatandaş ve kuruluşların, aşağıdaki hususlarda anlaşarak yaratacakları enerjiyle Türkiye'nin önünü açacaklarına inanılmaktadır.
1. Türkiye'nin geleceği , bugünkü siyasi egemenlerin büyük bir umursamazlıkla sürmesine izin verdikleri azgın yağma kavgasının ve bunu gizlemeye yönelik yapay sorunların sonuçlarına bırakılamayacak kadar önemli ve değerlidir.
2. Yurtdışındaki bazı merkezler ve yurt içindeki sistem yandaşları tarafından üretilen yapay sorunların ortaya çıkardığı kaotik maskeye aldanmamak , ve artık soğukkanlı ve telaşsız bir biçimde "hedef"e kilitlenmek zorunluluğu bulunmaktadır. Bu hedef, yapısal dönüşümün tetikleyicisi olacak değişimlerdir.
3. Mevcut hükümetin istifasının bugün için söz konusu olmayacağı ; yeni istikrar programının sorumluluğunu yükletebildiği ölçüde IMF'den alacağı destekle ivedi tehlikeleri atlatarak başka bir şok'a kadar en az birkaç ay daha "idare edeceği" varsayılarak,"sağlıklı bir istikrar programı için zorunlu yapısal değişimlerin bu zaman diliminde gerçekleştirilmesi" konusunda hükümet ve Meclis zorlanmalıdır.
4. Bu süreç içinde hükümet, yolsuzlukla mücadele konusunda özellikle kendi içinden kaynaklanan dirençlere karşı desteklenmeli ; bu dirençler kamuoyuna olanca şeffaflığıyla sergilenmelidir.
5. Seçim, özellikle siyasal yapılanmaya ilişkin temel değişiklikler gerçekleşmeden asla bir çözüm değildir !. Tüm Dünyaya ve Türkiye'ye güven verecek gerçek bir "sosyal, siyasal ve ekonomik istikrar programı"nı tasarlayıp uygulayabilmek, bu yapısal dönüşümlerin başlamasının ön koşuldur. Değişimin maliyetini üstlenme konusunda halkı inandırabilmek, bu maliyeti paylaşma özverisini bekleyebilmek, güvenilir bir sistem yaratılmadan artık mümkün değildir.
6. Siyasal yapıda dönüşümü başlatabilmek için "Siyasi Partiler Kanunu", "Seçim Kanunu" ve "Dernekler Kanunu", sağlıklı bir demokrasiye geçit verecek yönde ve bu süreç içinde değişmeli , Kopenhag Kriterlerinin "bireysel hak ve özgürlükler" alanındaki koşullarına uyum sağlamaktan asla korku duyulmamalıdır.
7. Ekonomik yapıda dönüşümü başlatabilmek için "Muhasebe-i Umumiye Kanunu", devletin muhasebe düzeni, kamu otoritesinin hesap verme sorumluluğu, performans kıstasları konularındaki düzenlemelerle kamu ekonomisinde saydamlığı sağlayacak yönde ve aynı süreç izlenilerek değiştirilmelidir.
8. Türkiye, bugüne kadar sürdürdüğü ürkek, kararsız, kişiliksiz dış politikasıyla müttefiklerini de ikna edememiş ; bunun sonucu olarak, uluslararası alanda yaşadığı sorunlarda yeterli destek bulamadığı gibi, yurt içinde de bazı "dost" müdahalelerinin önüne geçememiştir. Bu nedenle, dış politikada temel tercihler "artık" yapılmalı ve net, açık, kararlı ve aktif olunmalıdır.
9. Bundan 500 yıl önce İspanya'dan, 50 yıl önce Almanya'dan kaçan Musevilere, 80 yıl önce Ekim devriminden kaçan Ortodoks kafilelere kucak açmış insancıl bir geleneğin mirasçısı olan , dış müdahaleler ve yönlendirmeler olmadığı sürece, birlik ve barış içinde yaşamayı becerebilen "uygarlıklar beşiği Anadolu"nun insanı için "Misak-ı Milli Sınırları", laik Cumhuriyet ve çağdaş demokrasinin sorgulama konusu olmadığı da artık bilinmelidir...