Söyleşi: Hediyetullah Aydeniz
Teknik gelişmenin insanları ne şekilde etkilediği hep merak konusu olmuştur. İnsanoğlu tarih boyunca doğayı tanıma, kontrol etme ve kendi istek ve beklentileri doğrultusunda biçimlendirmek istemiş, bunun için de doğa bilimlerini geliştirmiştir. Sonuç, dünyayı birkaç defa yok edebilecek bir silâh deposu hâline getirmek olmuştur. İnsan, doğaya hâkim olma, onu kontrol etme istek ve arzusunu aynı mantıkla kendi türü yani insan üzerinde de yapmıştır. Bunu en az maliyetle ve kolay gerçekleştirebileceği araçlar geliştirmiş ve toplumsal bir ihtiyaç olan çeşitli haberleşme araçlarını keşfetmiştir. İletişim araçları tarih boyunca bu doğrultuda kullanılagelmiştir.
Objektif ve bağımsız bir gazetecilik, teorik eğitimini gören biz İletişim Fakülteleri öğrencilerinin hayallerini olduğu gibi İletişim Fakültelerinin eğitim programlarının içeriğini de süslemiştir. Bu doğrultuda ortaya atılan tezler, kabul gören uluslar arası meslek ilkeleri, bizi realiteden kopartırken, gazeteciliğin işleyişine dair bir zihnî alt yapıyı oluşturmamızı da hep erteletmiştir.
İşte bu minval üzere toplumların geliştirdikleri iletişim sisteminin temelinde yatan temel etkenleri; iletişim sisteminin "uyumlu yurttaş yaratma"da kullanımını; Orta Çağ Avrupa'sında iletişimi belirleyen kilisenin konumunu; gazeteciliğin doğuş ve gelişimi ve teknik gelişmeyle beraber gelinen son noktayı bir sosyoloğun gözüyle değerlendirmek istedik. Bu amaçla Türkiye'de ilk defa İletişim Sosyolojisi dersini veren, İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hayati Tüfekçioğlu ile görüştük.
Toplumsal örgütlenmeden iletişim sisteminin doğuşuna, iletişim sistemini belirleyen etkenlerden gazeteye ve bir bütün olarak haberleşme sistemine dair konuları kapsayan bir söyleşi gerçekleştirdik.
"Okul, sistemin örgütlü biçimidir"
İlk önce haberleşme kavramının tanımlanmasından başlayalım isterseniz. İletişim/haberleşme sistemini nasıl tanımlıyorsunuz?
Bir toplumdaki haberleşme sistemine bakarken iki açıdan bakılmalıdır:
Bir, "alan üzerindeki" haberleşme, gündelik haberleşme, bugünkü anlamda bakarsak, resmi nitelik taşır taşımaz, gazetedir, televizyondur.
Ama haberleşmenin en azından bunun kadar önemli bir boyutu daha var.
O da "kuşaklararası haberleşme"dir. Bazı bilgilerin ve değerlerin nesilden nesile aktarılmasını sağlayan, haberleşmenin anla ve alanla sınırlı olmayan bir boyutudur.
Kuşaklararası haberleşmeye baktığımızda toplumların bu açıdan geliştirdiği kurumlar vardır. burada, sanattan dine kadar birçok alana hitap eden birçok kurumu sayabiliriz. Bunların içinde en önemli ve sistemli olanı okuldur. Okul sistemin örgütlü biçimidir. Toplumun değerlerini, bilgilerini, bilincini sistem dahilinde örgütlü bir şekilde nesilden nesile aktarır. Dolayısıyla iletişim, sadece alan üzerindeki birtakım haberleşme faaliyetleri ile sınırlı değildir.
Peki iletişim sistemini belirleyen temel etken nedir?
Toplumun örgütlenme biçiminde ihtiyaç duyulan, gerekli görülen iletişim sistemini, bizzat toplumun kendisi yaratıyor. Toplumlar, değişik sorunlarla karşılaşıyorlar ve eldeki imkânlar el verdiği ölçüde de çözüm üretiyorlar. Ürettikleri bu çözüme göre de örgütleniyorlar. Üretilen çözümün özelliklerine göre, toplumsal bünye biçimleniyor. Yine o örgütlenme biçimine bağlı olarak, siz bir haberleşme /iletişim sistemi geliştiriyorsunuz.
Toplumların farklı örgütlenme biçimleri ve o örgütlenme biçimlerinin gerektirdiği de bir iletişim sistemi vardır. Ama yeryüzüne baktığımız zaman toplumların hepsinin aynı özellikleri göstermediğini görüyoruz. Toplumlar farklı şekilde örgütlendiklerine göre, farklı şekilde yapılandıklarına göre, elbette iletişim sistemleri de farklı olacaktır.
Çoğu açıklamalarda, iletişim sisteminin tekdüze, tekniğe dayalı olarak, basitten karmaşığa, mükemmele doğru giden düz bir çizgi takip etmiş olduğu söylenir. Uygarlık tarihine baktığımızda bunun böyle olmadığını zaten görüyoruz.
İletişim sistemindeki belirleyici etken, teknik değildir. İletişim sisteminin eksenini teknik değil, toplumların örgütlenme biçimi belirler. Buna Avrupa'yı örnek verebiliriz. Meselâ Roma döneminde muazzam bir haberleşme sistemi, ünü günümüze dek uzanan yol sistemine dayalı bir iletişim sistemi varken, Roma'dan sonra Orta Çağ döneminde, 1000 yıllık bir süre içinde Avrupa neredeyse haberleşmeden mahrum kalıyor. İletişim sistemi tekdüze bir çizgi takip etseydi böyle olmazdı. Orta Çağ Avrupa'sının örgütlenme biçimi, yola, yol ağına, habercilere, alan üzerindeki geniş, kıvrak, hareketli haberleşme sistemine ihtiyaç duymamaktadır.
Orta Çağ Avrupa'sındaki örgütlenme biçimi, en azından bir önceki dönemdeki haberleşme sistemine ihtiyaç duymayacaktır. Çünkü toplumun biçimi değişmiştir. Toplumun çapı küçüktür, burada da haberleşmek için sofistik araçlara gerek olmamıştır. örgütlenme
"Toplumsal örgütlenme, doğal, mutlak bir örgütlenme biçimi değildir"
İletişim sistemini belirleyen etkenlere değinmişken toplumsal örgütlenmeye de değinmek gerekir. Örgütlenme, doğal bir süreç olarak mı ortaya çıkmakta yoksa başka faktörler de var mıdır?
Hocamız Baykan Sezer'in belirttiği gibi, toplumsal örgütlenme, doğal, doğadan gelen, verili, mutlak bir örgütlenme biçimi değildir. Toplumsal örgütlenme biçimi, insanlığın yeryüzündeki serüvenlerinin bir aşamasından ortaya çıkmıştır.
Başlangıçta yeryüzünde insanlar, doğayla ilişkiye giriyorlar. Doğayla girilen ilişkide karşılaşılan sorunları, bir insan, sadece bir fert olarak doğal, kendi kişisel donanımıyla aşamıyor. İlk başta beslenme, barınma, hayatta kalma gibi temel sorunları aşamadığı için de insanoğlu başka türlü çözüm yolu arayıp toplumsal örgütlenme biçimlerine geçmiştir.
Belki sosyolojinin tartışması gereken şey, verili, mutlak gibi kabul ettiğimiz toplumsal örgütlenme biçimlerine toplumun nasıl geçtiğidir. Toplumsal örgütlenme biçimine çok erken dönemde geçildiği için insanlar bunu verili, mutlak gibi düşünüyorlar. Çok erkenden toplumsal örgütlenme biçimine geçildiğini söyleyebiliriz, ama bunun mutlak, doğal olduğunu söyleyemeyiz. Başka bir şey daha söylemek mümkün; toplumsal örgütlenme, eğer doğadan gelen bir örgütlenme biçimi olsaydı, yeryüzündeki toplumların hepsinin aynı özellikleri göstermesi gerekirdi. Toplumlar, farklılaşmaz, benzer özellikler gösterirlerdi. Bundan şunu anlıyoruz: Yer yüzünde farklı toplumlar varsa bunların karşılaştıkları sorunlar farklı, imkânların el verdiği ölçüde geliştirdikleri çözümler de farklıdır.
Toplumlar ürettikleri çözümün gerektirdiği şekilde de bünyelerini düzenliyor, ona göre örgütleniyorlar. Eğitim kurumu, askerlik kurumu, din kurumu, aile kurumu vesaire buna göre biçimleniyor. Çözüm denilen şey, o toplumun dünyadaki yeri, rolü, siyasetidir ve o siyasetin gerektirdiği şekilde örgütlenmesidir.
"Tarihe yön veren ilişkiler uygarlıklar arası ilişkilerdir"
Sorunların çözümlerinin kaynağı nedir?
Sorunların da, çözümlerin de kaynağı toplumların girdikleri ilişkilerdir. Ama yaygın şekilde söylendiği gibi bunlar toplum içi ilişkiler değil, toplumlararası ilişkilerdir. Hatta temel belirleyici, daha geniş anlamda, en geniş anlamda karşımıza çıkan ilişkilerdir. Tarihe yön veren ilişkiler, daha da genel anlamda uygarlıklar arası ilişkilerdir. Toplumların temel sorunlarının kaynağında toplumlararası ilişkiler olduğunu görürüz, yine çözümler de bu alanda girilen ilişkilere bağlı olarak üretilmektedir. Toplum da bünyesini ürettiği çözüme bağlı olarak düzenlemektedir. En basit bir örnek vermek gerekirse günümüzde toplum olarak önümüzde duran sorunları, Avrupa Birliği'ne girerek aşabileceğimiz öne sürülüyor. Yani Batı dünyası ile daha yoğun bir ilişkiyle çözülebileceği düşünülüyor ve pek çok alanda, bu ilişkinin gerektirdiği düzenlemelere gidiliyor. Yani adalet kurumundan orduya, eğitim sistemine kadar bütün toplumsal kurumlarımızın, bu ilişkiye uygun şekilde biçimlendirilmesi gerektiği öne sürülüyor.
Toplumsal örgütlenme biçimi bazı sorunları çözüyor ama daha önceki sorunlardan daha üst seviyede yeni sorunlar ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla o sorunları çözmek için toplum yeni bir arayışa giriyor. Kendi bünyesini yeniden organize ederek yeniden düzenleyip sorunları yeniden çözüyor. Yani her sorunun çözümü, üst seviyede başka bir sorunla karşılaşmaktan yola çıkılarak gerçekleşmektedir. Eğer böyle olmayıp da, toplumu şekillendirmek ve örgütlemek en baştaki sorunları çözmekle kalsaydı ve yeni sorunlar ortaya çıkarmasaydı, o zaman bütün toplumların hiç değişmeden, bütün özelliklerini koruyarak baştan beri aynı karakterde gelmesi gerekirdi. Toplumlar değişip gelişiyorlar. Tarihteki ilerleme dediğimiz şey budur.
Tüm bu açıklamalardan sonra toplum örgütlenmelerinin sonucu olan haberleşme kurumlarına değinelim.
Hem kuşaklararası, hem de alan üzeri haberleşme açısından baktığımızda bir örgütlenme biçimi olarak Orta Çağ'da kilisenin konumunu tanımlayabilir misiniz?
Bu dönemde, içinde bulunulan koşullarda sınırlı, ama katı ve tek tip bir haberleşmeyle birliğin sağlanmaya çalışılması söz konusudur. Toplumda bilincin yaygınlaştırılması görevi, kilisenindir. Etrafı surlarla çevrili küçük birimlerde bu işi papaz yüz yüze, vaazla gerçekleştirebilmektedir. Kuşaklararası iletişim açısından bakıldığı zaman, hiç bozulmadan katıksız aktarılma çabası, eğitimin de temel prensibi olacaktır. Eğitimde son derece katı prensiplerin geçerli olduğu bir uygulama söz konusudur. Savunma durumunda özü korumak tasasına bağlı olarak ortaya çıkan bu katılık, Engizisyon mahkemelerine kadar uzanan bir boyuta sahip olacaktır. Kilisenin uzmanı değilim ama şu çok açık gözüküyor. Yeni bir bilgi üretilmesi söz konusu değildir. Bütün çaba özü koruma ve aktarmadır. Orta Çağ'daki örgütlenme biçimi, bir savunma, sadece kendi özünü, varlığını koruyabilme çabasını güden bir örgütlenme biçimidir. 1000 yıllık süreyle ayakta kalan bir savunma biçimi ve bu savunma biçiminin gerektirdiği surların gerisinde bir örgütlenme biçimidir.
Benliğini korumak için bütün el yazmaları, kilise metinleri 1000 yıl süreyle fiziksel koruma altına alınıp saklanmıştır..
Umberto Eco'nun "Gülün Adı" adlı romanını ve romandan uyarlanmış filmi hatırlayalım.
Bilgi, sadece o metinleri saklayacak, koruyacak, kollayacak, bir sonraki nesle aktaracak kadrolar için önemlidir. Eldeki birikimi korumakla görevli olan papazlar için bile çok katı bir hiyerarşi var.
Kilisenin, bir kurum olarak, haberleşme açısından Orta Çağ'daki konumuna
değinmişken, bir de gazeteciliğin doğuş serüvenine değinelim.
Sömürgecilikte, Yeni Çağ'da, Avrupa Orta Çağ'ındaki küçük şatolar etrafında sınırlı kalan toplumsal örgütlenmeler, çok geniş bir alana yayıldığı zaman, elbette ki bütün alanları kapsayacak bir haberleşme sistemi bulması gerekiyordu. Gazete de girilen bu yeni süreçte ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır. Gazeteciliğin doğuş serüvenine bakarsak, ilk gazete, ticarî amaçlı olarak ortaya çıkmıştır. Gazete, ilk defa Orta Çağ'dan çıkılıp da yeni yeni ticarî ilişkiler başladığı zaman, liman şehirlerinde, tüm ticaret merkezlerinde ve toplumlararası ilişkilerin canlandığı merkezlerde ortaya çıkmıştır. Sadece ekonomik boyutu olmayan gazete, savaş ve başka türlü toplumlar arası ilişkiler sonucu ortaya çıkmıştır.
"Gazete, ulus devlet örgütlenmesinin ihtiyaç duyduğu bir haberleşme kurumudur"
Gazetenin, toplumlar arası ilişkiler sonucu ortaya çıkmasıyla beraber, var olan bilgi birikiminin yaygınlaştırılması da farklı bir boyut kazanmıştır.
Batı kendi içinde toplumsal bir dönüşüme giderken, gazete bu dönemde ne tür bir işlev görmüştür? Batı'nın ideolojik bütünlüğü sağlamada, devlet, gazeteyi ne düzeyde kullanmıştır?
Yeni örgütlenme biçiminde değişik kurumlar vardır. Temelde toplumsal kurumlardır bunlar: Aile kurumu, askerlik kurumu, din kurumu, yasama-yürütme kurumu. Basın da 4. kuvvettir. Modern ulus devletlerde gazetenin fonksiyonu nedir diye baktığımız zaman, yasama, yürütme ve yargıdan sonra geldiğini görmekteyiz.. Çok etkin, çok belirleyici yeni bir toplumsal kurum olarak ortaya çıkmıştır. Bu, ulus devletin getirdiği bir örgütlenme biçimidir ve gazeteye de ulus devlet örgütlenmesinin ihtiyaç duyduğu haberleşme kurumlarından biri diye bakmak gerekir. Gazete belli bir dönemin ürünüdür. Belli bir dönemin ihtiyaçlarına cevap vermiştir. Gazetenin fonksiyonlarına baktığımızda haber verme, kanaat edindirme, eğlendirme, oyalama vs. gibi faktörleri görürüz. Gazetenin elbette önemli bir fonksiyonu vardır. Bilginin avamlaştırılması, vulgarize edilmesi, popüler hale getirilmesinde kullanımı söz konusu olmuştur. İletişim sisteminde alan üzeri iletişimi sağlar. Alan üzeri haberleşmenin yanında sınırlı da olsa, kendi çapında bilinci ve bilgiyi aktarma konusunda düşünceyi, kanaati aktarma veya -kuşaklar arası haberleşme boyutunda etkisi yoktur denemez- İyi yurttaş, faydalı yurttaş yaratma anlamında elbette gazetenin fonksiyonu vardır. Ama, sistemin ihtiyaç duyduğu insan tipini yaratma yollarında ki önem sırasına göre gazete başta yer almaz.
Bu amaçla geliştirilmiş bir araç değildir. Gazete, birinci derecede kuşaklararası haberleşme ihtiyacını karşılayacak bir araç değildir.
Geliştirilen bu iletişim kurumlarıyla ortaya çıkan sonuç nedir? Gelinen süreçte uyumlu yurttaş yetiştirmede durum nedir?
Basit bir örnek vereyim: Çocuklar sömestre tatilinde sinemaya gitmek istiyor. Sinemalara baktığımızda, birkaç tane film olduğunu görüyoruz. Sonra biraz daha dikkatli baktığımızda o bir kaç tane filmin sadece İstanbul'da değil, İzmir'de, Ankara'da ve daha başka kentlerde de olduğunu görüyoruz. Aynı filmlerin aynı dönemde Avrupa'da, Amerika'da da oynadığını görüyoruz. O zaman anlıyoruz ki, yeryüzünde milyonlarca çocuk aynı dönemde aynı filmi seyrediyor. Aynı ortak uyarıcıya maruz kalmak denebilir buna. Biraz daha dikkat ettiğimizde bunun sadece sinemayla sınırlı olmadığını görüyoruz. Meselâ oyuncakları ele alırsak, çocuklar, standart oyuncaklarla eğleniyor. Bir salgın halinde yeni tip bir oyuncak ortaya çıkıyor. Herkesin elinde o. Giyinme-kuşanma konusunda da aynı şeyi söyleyebiliriz. Belli markalar var. O marka olmazsa onu taklide gidiliyor. Beslenme konusu da buna bağlı.
Yüzde yüz aynı şekilde, mutlak olmasa bile çocuklar, tarihin tanık olmadığı benzerlikte ve yoğunlukta, aynı şekilde besleniyorlar, aynı şekilde giyinip kuşanıyorlar, aynı filmleri seyrediyorlar, aynı oyuncaklarla aynı oyunları oynuyorlar.
Dünyanın her tarafında televizyonda, bilgisayarda da aynı şeyler seyredilip aynı oyunlar oynanıyor. Bu çok önemli bir durum. Sanırım psikologları, pedagogları ilgilendiren bir durum. Çocuğa belli değerleri aktaran geleneksel kurumlar olan aile gibi, okul gibi kurumların yanında, artık onlardan daha etkili araçlar ortaya çıktı.
"Önümüzdeki dönemde, bilinen şekliyle okul kurumu olmayacaktır"
Nasıl yani?
Kuşaklararası haberleşme açısından, bilgi ve bilincin aktarılmasında en temel kurum okuldu. Artık önümüzdeki dönemde, bilinen şekliyle okul kurumu olmayacaktır. Tahta, sıra, tebeşir olmayacak artık. Onun yerini sanal öğretim alıyor. İstanbul Üniversitesi'nde okumak için memleketinden kalkıp İstanbul'a, Beyazıt'a gelmenize gerek kalmayacak. Öğretmenlik mesleği de ciddi bir değişime uğrayacak ve çoğu işsiz kalacak. Çok az sayıda öğretmenle halledilecek işler. Bunun anlamı, çok daha standart bir aktarma olacağı, daha standart aktarımı sağlayacak araçların geliştirildiğidir. Belki tek tip bir aktarım için gerekli araçların geliştirildiğini söylememiz daha doğru olur.
"Günümüzdeki egemenlik biçimi tarihin tanık olmadığı boyutta, yoğunlukta ve kesinlikte: Toplumlardan öte yeryüzündeki bütün fertleri de kuşatmaya aday"
İlk çıkışından bu yana, gazetenin veya bir bütün olarak haberleşme araçlarının (radyo, tv), siyasal ve ekonomik iktidar tarafından kullanımı süreklilik mi arz ediyor?
Yeryüzünde hep hâkim olan, üstün olan merkezler bulunmuştur. Üstünlüklerini korumak, sürdürmek için de değişik araçlar geliştirmişlerdir. Bu doğal bir şey. Ama günümüzdekini tarihteki örneklerinden ayıran önemli bir özellik var. Günümüzdeki egemenlik biçimi, tarihin tanık olmadığı boyutta, yoğunlukta ve kesinlikte bir egemenlik biçimi. Bence günümüzdeki egemenlik biçimi bırakın sadece toplumlararası ilişkilerde belirleyici olmayı, toplumlardan öte yeryüzündeki bütün fertleri de kuşatmaya aday bir egemenlik biçimi. Belki modern teknolojiye bu açıdan da bakmakta fayda var. Teknolojinin imkânlarından yararlandığınız andan itibaren, fert olarak izlenmeye de başlıyorsunuz. Özel hayatın dokunulmazlığı ortadan kalkıyor. Cep telefonundan kredi kartına, internete kadar, bunları kullandığınız anda kontrole de razı oluyorsunuz. İşte kredi kartlarını kullanırsanız, nerede ne yaptığınız bulunabiliyor. Her yerde kameralar var artık. Herkes gözetlenebiliyor. Olumlu yönleri de var elbette bunların. Çocuğunuzun servisi geç mi kaldı? Merak etmenize gerek yok. O anda nerede, hangi sokakta olduğunu cep telefonuna da gerek kalmadan bilebiliyorsunuz. Çantasındaki bir küçük çip yardımıyla koordinatlarıyla yerini bilgisayardan görüyorsunuz. Çoğaltılabilir bu örnekler ve sonuçta şu soru sorulabilir: Mutlak anlamda herkesin her yaptığının izlenmesi, bilinmesi sağlanırsa, suç ortadan kalkmaz mı?
Peki manipülasyon ve kontrol noktası...
İnsanlar tarih boyunca doğayı tanımak, kontrol etmek ve kendi istek ve beklentileri doğrultusunda biçimlendirmek istemiştir. Bu normal ve anlaşılabilir çabadır elbette ve bilimleri ortaya çıkaran bu istektir. Doğayı kontrol etme ve biçimlendirme tasası fen bilimlerini ortaya çıkarmıştır. Elbette kontrol etme ve biçimlendirme kaygısı doğa ile sınırlı değildir. Toplum olaylarını, sorunlarını anlama, açıklama ve toplumu çözme tasası da sosyal bilimlerin kaynağında yatan şeydir. Belirleyici güçler her dönemde toplum ve onun üyesi insanlar üzerinde etkili olmak istemişlerdir. Tekrar edelim günümüzde belirleyici kesimler, bu işi, bütün tarih boyunca gördüğümüz örneklerden çok daha katı, çok daha sistemli, çok daha kararlı şekilde yapmak istedikleri için, zaten çok daha etkili araçlar ortaya çıkarıyorlar. Yani gazeteden çok daha etkili, okuldan çok daha etkili araçlar ortaya çıkacaksa bu, kendilerinde daha geniş oranda belirleme gücü gördüklerindendir. Ve bu amacı gerçekleştirecek araçların yaygınlaştırılması ve bunun önündeki engellerin aşılması, maddî boyutu dahil belirleyici merkezlerin sorumluluğudur.
İşaret ettiğiniz bu teknik gelişmenin sonucu ortaya çıkan yeni dönemde gazetecilik nasıl şekillenecek?
Tek yönlü bir yayıncılık anlayışı bitmektedir. Okuyucunun, izleyicinin pasif ve edilgen olduğu tip gazetecilik devri kapanmaktadır. Teknoloji, izleyicinin, okuyucunun geleneksel medya aktörlerinin belirleyici olduğu bir ilişki biçimine mahkûm olmasına artık izin vermeyecektir. Daha aktif, daha aracısız, daha doğrudan ulaşılabilecektir bilgiye. Dijital TV sistemi meselâ. Bu sistemle geleneksel televizyonculuk da artık tarihe karışmakta ve izleyici doğrudan kendisi arşivlere girip istediği bilgiyi, görüntüyü alabilecek duruma gelebilmektedir. Yani bilgiye ulaşmak mevcut sistemde olduğu gibi belli aktörlerin inisiyatifinde olmaktan çıkacak ve izleyici daha belirleyici olacaktır. Artık kötü niyetli gazetecilik yapma imkânı da bir anlamda pek olamayacaktır.
Bu değişimlerde enformasyon üretimini ellerinde bulunduranlar bir şekliyle kontrol etmeyi ve verdiği bilgiyi manipüle etmeyi hiçbir zaman bırakmayacaklar galiba...
Seçenekler çoğalacak izleyici açısından. Hem de çok fazla çoğalacak ama iletinin içeriğini oluşturmadaki belirleyicilik daha fazla paylaşılacak mı soru konusudur.
"Gazete, televizyon gibi belli bir dönemin ürünü ve o dönemin ihtiyaçlarını karşılayan araçlar tarihe karışacaktır"
Hedef kitle noktasında aktif katılım olsa bile bunun değişimi söz konusu olabilecek mi?
Hem teknik olarak, hem örgütlenme biçimi olarak gazetecilik ciddi şekilde değişecek ve başka türlü yapılacaktır. Bilinen medya starları da olmayacaktır bu dönemde. Farklı bir medya ortaya çıkmaktadır; tekniğinden içeriğine kadar her şey değişecektir. Gazete gibi, televizyon gibi belli bir dönemin ürünü ve o dönemin ihtiyaçlarını karşılayan araçlar tarihe karışacaktır, ama gazetecilik, habercilik evrensel düzeyde bir toplumsal kurumdur, yeni araçlarla farklı şekilde, belki daha etkili şekilde toplumsal hayattaki yerini koruyacaktır.