Türkiye'de büyük sermaye, küreselleşmenin basıncı altında bunalıyor. Hızlı refleksleri olan bir siyasal karar mekanizmasına gereksinmesi var. Ancak, parlamenter düzen ne kadar yasa ve usul tanımaz olsa da bu gereksinmeye istenen yanıtı istenen hızda veremiyor.
Zaten kenara itilmiş ve iyice teslim alınmış olsa bile, bugünkü parlamenter düzenin herhangi bir şekilde "ilga"sı büyük sermayenin özlemidir . Ancak bunun, günün şartlarına uygun bir zerafet içinde olması istenmektedir.
Finansal sermayeye güdümlü bu siyasi plan, " krizden çıkışın başka yolu yok " kıvraklığıyla topluma sunulmaktadır. Bir "üçüncü kriz" sopası gösterilmektedir . Kemal Derviş'in hükümetteki pozisyonu toplumun ilgi ve beklentilerini, " teknokrasi "nin ekonomik krizlerden kurtulmadaki " mucizevi " rolüne çevirmede iyi bir başlangıç oluşturmuştur. Buradan bir " teknokratlar hükümeti "ne, ama Türkiye'nin uluslararası durumunu da sarsmayacak bir yoldan, nasıl geçilir? Sermaye sınıfının sorduğu "ince" ve güncel soru bu.
Besbelli ki istenen bir faşizm. Faşizmin kendisi de entelektüel bir birikim içerir ve bu nedenle toplumun entelektüel kesimlerinden destek alır. Portekiz'deki Salazar Faşizmi böyle bir faşizm olmuştur. Türkiye'de büyük sermayeye bu destek potansiyel olarak "2. Cumhuriyetçiler" adıyla vardı, şimdi atağa kaldırılıyor. Serdar Turgut, Erol Özkök vb... teknoktratlar hükümeti istiyorlar. Kime sözcülük yaptıkları açık.
Peki nasıl olacak? 28 Şubat'tan daha ileri bir adım atılması isteniyor. Derviş'in durumu siyasette genelleştirilebilirse maksat hasıl olacak. Geniş kitlelerin taleplerini iktidarın merkezine taşıyan siyaset biçiminden çıkıldığında "krizden çıkış"ın şartları da oluşacak. Tartışma başladı ya, arkası gelir. Giderek genişleyen bir aydın kesim bastıracak, TÜSİAD karşı çıkacak (!) ama TÜSİAD'tan kopmuş en büyük "beş"ler kıs kıs gülecek .