Avrupa Konseyi 1995 yılında "Kitle İletişim Araçları" politikası konusunda medyanın bilgi alma ve yayma hakkını tartışmıştı. Medya tekelleşmelerinin nasıl önüne geçilebilir? "Medyada saydamlık" ve "kamu yetkililerinin elinde bulunan belgelere erişim"in nasıl sağlanabilir? "Gazetecilerin bilgi kaynaklarının gizliliği ve güvenliği"nin nasıl sağlanacağı konusundaki bu sorularla konu Konsey gündemine geldi.
Taraf devletler 1991 tarihli AGİK Moskova Toplantısı Belgesi'nin 26.maddesine göre; iletişim hakkını, medyanın bilgi, haber ve görüşleri toplama, yayma hakkı dahil olmak üzere ifade özgürlüğü hakkının önemini bir kez daha tekrarladılar. Bağımsız bir medya için temel insan hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasından tüm hükümetler sorumlu tutuldu. İfade özgürlüğü hakkının kullanılmasında yasayla konulacak sınırlamalar uluslararası sözleşmelerle kabul edilen ilkelere uyumlu olması demokratik toplum düzeni için koşul kabul edildi.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 29 Nisan 1982 tarihli Anlatım ve Bilgilendirme Özgürlüğü Bildirisi'nde AİHS'nin 10. maddesinde düzenlenmiş haklara uyulmasının sağlanması için "sansür" ya da herhangi bir "keyfi denetim ve zorlamanın önlenmesi" ve "düşünce ve görüşlerin çeşitliliğini yansıtan, bağımsız ve özerk bir medyanın varlığının korunması" kabul edildi. Amaç ifade özgürlüğü hakkının genişletilmesi olarak belirlendi.
Kaynak Açıklamama Hakkı
Konuyla ilgili sonuç alıcı adım atıldı. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 8 Mart 2000 tarihli 701. toplantısında, üye devletlere gazetecilerin "haber kaynaklarını açıklamama hakları" konusunda R(2000) 7 sayılı tavsiye kararı aldı.
Komite;
" İfade ve bilgi özgürlüğüyle ilgili 1982 Bildiriminde belirtildiği üzere, ifade ve bilgi edinme özgürlüğünün demokratik bir toplumun en önemli ilkelerinden olduğu, her bireyin ve toplumun gelişiminin öncelikli şartı olduğunu bir kez daha belirten;
Demokratik toplumlar için bağımsız, özgür ve çoğulcu bir medyanın gelişimini sağlayacak uygun olanakların hayata geçirilmesinin önemini vurgulayarak; gazeteciliğin özgürce ve kısıtlama olmaksızın gerçekleştirilmesinin ifade özgürlüğü hakkını oluşturduğu ve halkın genel çıkarlarla ilgili sorular konusunda bilgilenme hakkının temel ön koşulu olduğunu kabul eden;
Gazetecilerin haber kaynaklarını korumalarının, gazetecilerin olduğu kadar medyanın da özgürce çalışabilmesinin en önemli şartlarından biri olduğunu belirterek;
Birçok gazetecinin mesleki etik kurallarında, gizli olarak aldıkları haberlerin kaynağını açıklamalarını yasakladıklarını hatırlatan; bazı üye devletlerin hukuk sistemlerinde gazetecilerin ve kaynaklarının korunmasına dair sözleşmenin 10.maddesi uyarınca, gazetecilerin haber kaynaklarını saklama haklarının bazı görev ve sorumluluklar taşıdığını hatırlatan 15.b maddesi uyarınca;
Avrupa Parlamentosunun, gazetecilerin haber kaynaklarının gizliliği ve memurların sahip oldukları bilgileri açıklama haklarıyla ilgili 1994 kararlarından hareketle;
Aralık 1994 tarihinde Prag'da gerçekleştirilen kitle iletişim politikalarıyla ilgili 4. Bakanlar Konferansında gazetecilik özgürlükleri ve insan haklarıyla ilgili 2 sayılı karar doğrultusunda anlaşmazlık ve gerginlik durumlarında gazetecilerin korunmasıyla ilgili R(96) 4 sayılı kararı hatırlatılarak" üye devletlerin hükümetlerine şu önerilerde bulunmaktadır:
1- Bu kararın ekinde sunulan ilkeleri hukuk ve iç hukuk uygulamalarında hayata geçirmek.
2- Gerektiğinde bu kararı ve ekini geniş kitlelere yaymak.
3- Ve bu metinleri özellikle idari makamların, polisin ve yargı ile gazetecilerin, medya ve bunların mesleki kuruluşlarının dikkatine sunmak.
Haber ve Haber Kaynağı Nedir?
Bakanlar Komitesi'nin R(2000) 7 Sayılı Karara Ek Kararının ne olduğu konusunda "Yeni Yüzyıl İçin Yeni Oluşum Hukukçular Derneği" 1 Haziran 2000 tarihinde İstanbul'da bir toplantı düzenledi. Çok az gazeteci, hukukçu katlıdı. Ama toplantı önemliydi.
Avrupa Konseyi Medya Bölümü Uzmanı Ramon Prieto Suarez ; hem bu tavsiye kararını hem de medyanın seçim kampanyalarının takibiyle ilgili R(99) 15 sayılı tavsiye kararını anlattı. Tam zamanında yapılmış bir toplantıydı. Çünkü; o tarihlerde gazeteciler bakımından "tavsiye kararlarının" niteliği ile çelişen ama TBMM'ne gönderilmek istenen bir yasa tasarısı karşı karşıya kaldık.
Komite'nin R (2000) 7 sayılı Karara Ek "Gazetecilerin Haber Kaynaklarını Açıklamama Haklarıyla İlgili İlkeler" hakkındaki 8 Mart 2000 tarihli tavsiye Kararında "Gazeteci" terimi; "düzenli, bir şekilde veya profesyonel olarak haber toplayan ve bu haberlerin her türlü kitle iletişim araclarıyla halka ulaşmasını sağlayan tüm hakiki veya tüzel kişileri", "Haber" terimi ise; "metin ses ve/veya görüntü şeklinde tüm olay, görüş veya fikir aktarımlarını" tanımlıyor. "Kaynak", bir gazeteciye bilgi sağlayan tüm kişiler, "bir kaynağı tanımlayan haber" terimi ise haber kaynağının tanınmasını sağlayacak türden bilgiler olarak tanımlanmış.
"Bir kaynağı tanımlayan haber" teriminde geçen, kaynağın tanınmasını sağlayacak bilgi türlerinden ne anlaşılması gerektiği ise şöyle sıralanıyor:
1. Bir kaynağın adı, kişisel verileri, sesi veya görüntüsü.
2. Bir gazetecinin bir kaynaktan aldığı haberin nasıl elde edildiğiyle ilgili ayrıntılı bilgiler.
3. Bir kaynak tarafından gazeteciye verilmiş olan haberin yayınlanmamış kısmı.
4. Gazetecilerin kişisel verileri ve mesleki faaliyetlerindeki işverenleriyle ilgili bilgiler.
Tavsiye kararındaki "birinci ilkeye göre; üye devletler kendi hukuki düzenlerinde, iç uygulamalarında AİHS'nin 10.maddesinde yazılı hakların tanınmasını amaçlamalıdır. Asgari standart olarak değerlendirilmesi gereken bu ilkeler doğrultusunda; gazetecilerin bir kaynağı tanımlayan haberleri açıklamama haklarının "açık ve ayrıntılı bir şekilde korunmasını" sağlamalıdırlar. Tüm hükümetlerin görevi, iç hukuklarında ifade özgürlüğü hakkını "asgari standart" olarak almaktır. Yani, "Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ulusal sınırlara bakılmaksızın, bir görüşe sahip olma, haber ve düşünceleri elde etme ve bunları ulaştırma özgürlüğünü de içerir. Bu madde Devletin radyo yayıncılığını, televizyon ve sinema işletmeciliğini izne bağlamasına engel değildir" şeklindeki AİHS'nin 10.maddesindeki "ifade özgürlüğü", gazetecilerin haber kaynaklarını açıklamama hakkının asgari standartı olarak kabul edilmiştir.
Hükümetler gazetecilerin bu haklarını "açık" ve "ayrıntılı bir biçimde korumakla" yükümlüdürler.
İkinci ilkede, "haber kaynaklar"nın aynı korumadan yararlanması kabul ediliyor. Gazetecilerle olan mesleki ilişkileri sonucunda, topluma basın yoluyla haber yayan kişi veya haberin yayınlanması yoluyla "kaynak belirten bir haber"******* hakkında bilgi edinen her kişi, tıpkı gazeteci gibi bu ilkelerle tanımlanan koruyucu uygulamalardan yararlanabilmelidir. Tavsiye kararı gazeteciler kadar, haber kaynakları bakımından da titiz. Koruma kuralları hem gazeteci hem de haber kaynağı için geçerli kabul edilmiş.
Kaynak Açıklamama Hakkında Sınır Nedir ?
Acaba gazetecilere tanınan bu hakka bir sınır koymak gerekir mi ve sınır ne olmalıdır?
Örneğin ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamalar sözleşmenin 10.maddesinin 2. paragrafında sırayla sayılmıştır. Yani"Bu özgürlükleri kullanırken ödev ve sorumluluk içinde hareket edilmesi gerektiğinden, ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü veya kamu güvenliği, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının şeref ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi, yargılama organının otorite ve tarafsızlığının korunması amacıyla, demokratik bir toplumda gerekli bulunan ve hukukun öngördüğü formalitelere, şartlara, yasaklara ve yaptırımlara tabi tutulabilir."
Ifade özgürlüğüne kamusal makamların müdahalesindeki hükümetlerin takdir hakkı ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin denetimine tabidir. Tavsiye Kararında da " Gazetecilerin kaynak belirten haberleri açıklamama hakları, Sözleşmenin 10. maddesinin 2 paragrafında belirtilenler dışında hiç bir şekilde kısıtlanmamalıdır" denilerek kaynak açıklamama hakkının sınırları üçüncü ilke olarak gösterilmiştir.
Acaba kaynak belirten bir haber; Sözleşmenin 10.maddesinin 2. paragrafında yazılı sınırlamalardan birisinin konusuna girerse, örneğin "suçun veya düzensizliğin önlenmesiyle" ilgili olursa sorun nasıl çözülecektir? Kaynak açıklamama hakkının kullanılmasında Tavsiye Kararı üçüncü ilkeye açıklık getirmiş. 2. paragrafta gösterilen ve "sınırlamalardan" birinin konusuna giren kaynak belirten bir haber kaynağının iç hukuk düzeninde açıklanması yasa gereği olsa bile; hatta aynı haber kamu çıkarı doğrultusunda gazetecinin kaynak açıklamama hakkının önüne geçse, kamu çıkarı daha üstün kabul edilse dahi, üye devletlerin yetkili makamları "haber kaynağını açıklamama hakkının önemine" ve "İnsan Hakları Mahkemesi içtihatında bu hakka tanınmış olan salt üstünlüğe özel dikkat" göstermelidir. Öncelikle ilk koşul; haberin 2. paragrafta gösterilen sınırlamalardan birisinin konusuna girmesidir. Eğer haberdeki kaynağın açıklanmasının getireceği yarar, haberin kaynağının açıklanmamasının doğurduğu kamu yararının önüne geçiyorsa, ondan daha üstünse ve koşullar "yeterince hayati" ve "ciddi bir karakter" sergiliyorsa, hükümetin yetkili makamları adı geçen haber kaynağının açıklanması yolunda karar alabilir. Bu karar tatmin edici bir karar olmalıdır. Yani hükümet haber kaynağının açıklanması yönünde karar almadan önce; tüm alternatif yolları denemiş ve tüketmiş olmalıdır. Haber kaynağının açıklanmasıyla elde edilecek hukuksal yarar, kaynağın açıklanmamasından doğacak kamu yararının önüne geçmesi gereklidir. Bu gerekirlilik ise şu koşullara bağlanmıştır :
- Açıklanmasının gerekirliliği kanıtlanmalıdır,
- Koşullar yeterince hayati ve ciddi bir karakter sergilemelidir,
- Açıklanması gereği temel bir toplumsal gereksinime yanıt vermelidir,
- Üye devletler kaynak belirten bir haberin açıklanması gereğini değerlendirme/takdir hakkına belli bir ölçüde sahiptirler, ancak bu değerlendirme/takdir de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi denetimine tabidir.
Sonuç olarak; Bakanlar Komitesi'nin R (2000) 7 sayılı Karara Ek "Gazetecilerin Haber Kaynaklarını Açıklamama Haklarıyla İlgili İlkeler" hakkındaki 8 Mart 2000 tarihli Tavsiye Kararı'nda, hakkın sınırı ayrıntılı olarak üçüncü ilkede belirlenmiştir.
Kaynak açıklamasının getireceği yarar "yeterince hayati" ve "ciddi bir karakter" sergilemelidir. Açıklanmasının gerekirliliği kanıtlanmalı, temel bir toplumsal gereksinime yanıt vermelidir. Hükümetlerin bu konularda takdir hakkı vardır ve bu hakkını kaynağın açıklanması yönünde kullanılabilir. Bu takdirin "ifade özgürlüğü"nü ihlal edip etmediği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin denetimine tabidir.
Gazeteciden Hangi Koşullarda Açıklama Beklenir?
Bakanlar Komitesi'nin R (2000) 7 sayılı Karara Ek "Gazetecilerin Haber Kaynaklarını Açıklamama Haklarıyla İlgili İlkeler" hakkındaki 8 Mart 2000 tarihli Tavsiye Kararının 4 üncü ilkesine göre "Bir gazetecinin, bir kişinin onur veya haysiyetine tecavüzü dolayısıyla görülmekte olan bir davada adı geçen kanıtların doğrulanması için yetkili makamlar ulusal usül hukuku uygulayarak kendilerine sunulan tüm delilleri inceleyebilir fakat gazeteciden kaynak belirten haberlerini açıklanmasını talep edemezler"
O halde; acaba gazeteciden hangi koşullarda "açıklama" yapması beklenecektir? Bu sorunun yanıtı ise 5. İlke ile açıklanmaktadır.
a- Bir kaynağı tanımlayan haberdeki kaynak açıklaması yönünde bir talep, ancak adı geçen haberin açıklanmasından doğrudan yasal çıkarı olan kişi veya resmi makam tarafından gerçekleştirilebilir.
b- Böyle bir açıklama talebinden önce gazeteciler "kaynak belirten haberlerin açıklanması hakkı" ve bu hakkın "sınırları" konusunda yetkili makamlar tarafından bilgilendirileceklerdir.
c- Kaynak belirten haberi açıklamadığı gerekçesiyle bir gazeteci hakkında verilen her türlü cezai karar ancak sözleşmenin 6.Maddesine (Adil Yargılanma Hakkı) uygun olarak gazetecinin dinlendiği bir davanın sonucunda ve hukuki makamlarca verilebilir.
d- Kaynak belirten bir haberi açıklamadığı gerekçesiyle cezaya çarptırılan her gazeteci, konunun başka bir hukuki makam tarafından değerlendirilmesini talep edebilir.
e- Gazetecinin kaynak belirten bir haberi açıklaması yönünde yapılmış olan talebe, örneğin mahkeme çağrısına uyması durumunda, yetkili makamlar veya yargıç/yargı kurulu örneğin AİHS'nin 6.maddesi gereğince kamuyu olayın dışında tutarak veya haberin gizliliğine bizatihi uyarak adı geçen açıklamanın sınırlarını belirlemek yönünde bir dizi önlem alabilir.
Tavsiye kararının 6. ilkesinde ise emniyet güçleri veya hukuki makamlar tarafından kaynak belirten haberlerin elde edilmesi halinde; bu eylemlerin amacını teşkil etmese dahi, açıklamanın 3. İlkenin uygulanmasıyla doğrulanmış olması dışında, adı geçen bu haberlerin daha sonraki mahkemelerde kanıt olarak kullanılmasını engellemek yolunda bazı önlemler alınmasını önermektedir. Gazetecilerin yazışma ve görüşmeleri engellenmemelidir. Böylece gazetecinin veya haber kaynağı oluşturan kişinin "gözlem altına alınması, izlenmesi" kararları veya benzer önlemler ile gazetecilerin konutlarında, çalışma mekanlarında yapılan arama sonucunda tutulan arama ve diğer zabıt tutanakları, yazışmaları veya bu kişilerin iş faaliyetleri konusundaki tutanaklar; 6. ilke ile hukuka aykırı kabul edilmiştir.
Başka bir deyişle "hukuka aykırı yollarla elde edilmiş" sayıldıklarından bu tutanakların mahkemelerde "kanıt" olarak kullanılmaması önerilmiştir.
7.ilke ise gazetecilerin kendi kendini suçlaması önlenmek istenmiştir. Yani" Bu metinde belirtilmiş olan ilkeler ceza mahkemelerindeki öz suçlamayla ilgili koruma ilkeleriyle ilgili ulusal yasaları hiç bir şekilde sınırlandırmamalıdır ve gazeteciler adı geçen bu yasalar uygulandığı sürece kaynak belirten haberlerin açıklanmasıyla ilgili koruyucu uygulamalardan yararlanmalıdırlar"
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Denetimi Ve Gazeteci Goodwin
Gazetecilerin "Haber Kaynaklarını Açıklamama Hakları" konusundaki Tavsiye kararının kaynağı, Londra'da Morgan-Grampian Yayıncılık şirketinin yayınladığı "The Engineer" 'da stajyer gazeteci olarak çalışmaya başlayan William Goodwin'in, İngiltere'ye karşı yaptığı şikayet başvurusu üzerine verilen 27 Mart 1996 tarihli AİHM kararıdır. ( Goodwin v.İngiltere 16/1994/463/544)
İngiliz Mahkemeleri hakkında haber yayınlanacak özel şirket lehine aldığı kararlarla, gazeteciden haber kaynağını açıklamasını ve belgelerini teslim etmesini istemiştir. Gazeteci Goodwin "kaynağı tanımlayan haberlerini" açıklamayınca 1981 tarihli Mahkemeye Saygısızlık Yasasına aykırı hareket ettiği için para cezasına mahkum olmuştur.
William Goodwin Londra'da Morgan-Grampian Yayıncılık şirketinin yayınladığı "The Engineer" 'da stajyer gazeteci olarak çalışmaya başlar. Goodwin'e, daha önceden bazı şirketlerin çalışmalarıyla ilgili bilgi vermiş olan bir kişi telefon açmıştır. Kaynak kişi; gazeteciye Tetra şirketinin 5 milyon sterlin borç alacağını, zarar ettiğini ve mali sorunları olduğu konusunda bazı bilgiler vermiştir. Gazeteci de, şirket hakkında bir makale yazmak ve kendisine verilen bilginin hem doğruluğunu kontrol etmek hem de bu bilgiyle ilgili olarak görüş almak amacıyla Tetra şirketini arar. Bilgi, Tetra'nın üst düzey yetkililerine verilmiş olan ve üzerinde "Son Derece Gizli" ifadesi yazılı "gizli şirket planı" taslağından elde edilmiştir. Taslağın sekiz adet numaralı kopyası vardır ve bir dosya ortadan kaybolmuştur.
Tetra şirketi bilgilerin haber olarak yayınlanması durumunda, diğer firmaların güvenini tamamen yitireceğini, siparişlerinin iptal edileceğini ve iflas etmesi halinde de yaklaşık dörtyüzden fazla kişinin işsiz kalacağını ileri sürerek Mahkemeye başvurur. Yüksek Temyiz Mahkemesi 1981 tarihli "Mahkemeye İtaatsizlik Kanunu"nun 10.bölümünde yer alan " Hiçbir mahkeme bir kişiden açıklama yapmasını talep edemez ve hiç kimse sorumlu olduğu yayında yer alan bilginin kaynağını açıklamayı reddettiği için mahkemeye itaatsizlikten suçlu bulunamaz. Meğer ki, mahkeme adalet veya ulusal güvenlik yararına veya düzensizliğin veya suçun engellenmesi için açıklamada bulunmanın gerekli olduğuna kanaat getirmiş olsun" hükmüne göre yayını geçici tedbir kararıyla durdurur. Kararını tüm ulusal gazetelere bildirir.
Goodwin ve yayın şirketine, telefon konuşması notlarının, ellerinde veya kaynakta bulunan Tetra şirketine ait tüm plan kopyalarının teslimi, kaynak kişinin kimliğinin Mahkemeye bildirilmesi emrini verir. Mahkeme bu kararı "adalet yararına" gerekli gördüğü için vermiştir. Kaynak kimlik mahkemeye açıklanırsa, ancak o zaman kaynak aleyhine yasal kovuşturmaya başlanabilecek ve konunun kamuya daha fazla yayılmasını önlemek için de ihtiyati tedbir kararı verilebilecektir.
Gazeteci ve yayın şirketi mahkeme emrini yerine getirmez."Emrin durdurulması" için Temyiz mahkemesine ve Lordlar Kamarasına başvurur. İstekleri kabul edilmez, temyiz başvuruları reddedilir. Yüksek Mahkeme 10 Nisan 1990 tarihinde Goodwin'i "mahkemeye itaatsizlikten" 5.000 İngiliz sterlini para cezasına mahkum eder.
Goodwin, 27 Eylül 1990 tarihinde haber "kaynağının kimliğini açıklamasını talep eden" mahkeme emrinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürerek AİHK'na başvurur. Komisyon şikayeti "kabul edilebilir" bulmuştur. Başvuru AİHM'nde karara bağlanır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında; ifade özgürlüğünün demokratik toplumların ana dayanaklarından biri olduğunu ve basına tanınan korumanın özel bir öneme sahip olduğunu hatırlatmıştır.
Gerekçelerinden en dikkat çekici olanı ise şudur : "Gazetecilik kaynaklarının korunması, hukuklarda ve üye devletlerin pek çoğundaki mesleki yürütme ilkelerinde (basın meslek ilkelerinde veya etik değerlerinde) belirtildiği ve gazetecilik özgürlükleri hakkındaki bazı uluslararası belgelerde onaylandığı üzere, basın özgürlüğünün ana koşullarından biridir. (Diğerlerinin arasında bakınız 4. Avrupa Bakanlık Düzeyinde Kitle İletişim Politikası Konferansında (Prag 7-8 Aralık 1994) alınan Gazetecilik ÖzgÜrlükleri ve İnsan Hakları Kararları ve Avrupa Parlamentosunun Gazetecilerin Kaynaklarının Gizliliği Kararları, 18 Ocak 1994 tarihli Avrupa Topluluğu Resmi Bülteni No. C 44/34).
Böyle bir koruma olmadığı takdirde, kaynaklar, kamu yararına olan meselelerde kamuyu bilgilendirmek konusunda basına yardımcı olmaktan kaçınabileceklerdir. Sonuç olarak, basının hayati nitelikteki kamunun bekçi köpeği olma rolü sarsılabilecek ve basının doğru ve güvenilir bilgi sağlama yeteneği kötü yönde etkilenebilecektir.
Demokratik toplumda basın özgürlüğü için kaynakların korunmasının önemi ve kaynak açıklamama emrinin potansiyel dondurucu etkisi göz önünde bulundurulduğunda, kamu yararından daha üstün bir talep maruz kılmadığı sürece böyle bir düzenleme Madde 10 ile çelişiktir. Mevcut vakanın verilerine 10.maddeninin 2.paragrafında düzenlenen demokratik toplum gerekleri ölçütünü uygularken bu noktalar hesaba katılmalıdır. Genel prensip itibariyle, ifade özgürlüğüne herhangi bir sınırlama getirecek "gereklilik" ikna edici bir şekilde tesis edilmelidir ( "gereklilik" ölçütüne hakim ana prensipler ifadesi için bakınız 26 Kasım 1991 tarihli Sunday Times v. İngiltere kararı (no.2), A Serileri no 217, sayfa 28-29, § 50)"
Sonuç olarak AİHM'si, kaynağı açıklama emriyle getirilen hukuki amaç ile bu amaca ulaşmak için kullanılan hukuki düzenlemeler arasında makul bir orantılılık ilkesi bulunmadığına karar vermiştir. AİHM'ne göre: "Tetra şirketi haklarının İngiliz hukukuna uygun olarak korunması için başvurucu gazetecinin ifade özgürlüğüne sınırlama getiren açıklama emrinin, ulusal yetkililerin takdir özgürlüğüne sahip olmalarına rağmen, demokratik toplumlarda Sözleşmenin 10.maddesinin 2 paragrafında sayılan ifade özgürlüğü sınırlamaları anlamında gerekli olduğu düşünülemez." Mahkeme, hem başvurucu gazeteci için haber kaynağını açıklaması emrinin, hem de emri yerine getirmediği için para cezasına mahkum edilmesinin ifade özgürlüğünün ihlali olduğuna ve gazeteciye İngiliz hükümetinin 37.595 İngiliz Sterlini tazminat ödemesine 27 Mart 1996 tarihinde karar vermiştir.(Goodwin v.İngiltere 16/1994/463/544)
Stajyer gazeteci Goodwin'in mahkeme emrini yerine getirmeyerek haber kaynağını açıklamaması üzerine AİHM'nin verdiği bu karardan sonra başlayan çalışmalar sonucunda, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin R (2000) 7 sayılı Karara Ek "Gazetecilerin Haber Kaynaklarını Açıklamama Haklarıyla İlgili İlkeler" hakkındaki 8 Mart 2000 tarihli Tavsiye Kararının kaynağı gazetecinin / bireyin ifade özgürlüğüdür.
Goodwin'in başvurusu üzerine AİHM, İngiltere'nin "ifade özgürlüğünü" ihlal ettiğine karar vermiştir. Mahkeme; demokratik toplum düzeninde basın özgürlüğünün sağlanması ve bundan topluma sağlanan çıkar ile gazeteci için getirilen böyle bir sınırlandırmanın meşru amaçla orantılı olup olmadığına ve aradaki dengeye bakmıştır. Sonuç olarak basının rolü ve toplumun bundan sağladığı çıkar ağır basmıştır.
Hükümetler Uygulamaları Ve Bir Kaç Örnek
Basının görevi nedir ?
" Basının görevi, toplumu daha doğru bir deyimle genel yararları ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlarda kamuoyunu düşünmeye sevkedecek tarzda tartışmalar açmak; onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek ve tüm insanlığın sorunları bakımından bilinçlendirmektir. O halde Basın, halka laştırılmasında kamu yararı bulunan haberleri zamanında ve gereken ayrıntıları ile doğru olarak toplayıp topluma ulaştırdığı ,böylece kamuoyunun serbestçe oluşumunu sağladığı (Anayasa Madde 26) ve önemli olarak da kamu gücünü elinde tutanlar üzerinde toplumun denetimine aracı olduğu sürece bir kamu görevi niteliğindeki fonksiyonu eksiksiz yerine getirmiş olacaktır...." (Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 26.12.1977 gün 1976/9260 Esas, 1976/12506 Karar sayılı ilamı. Prof.Dr.Ahmet Kılıçoğlu .Şeref ,Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yoluyla Saldırılardan Hukuksal Sorumluluk AÜHF Yayınları Ankara 1983 Sayfa 130 )
Bu göreve karşı siyasal iktidarlar veya hükümetler basına nasıl bakmaktadır ?
1996 Yılında İki Bakan Ve Basına Bakış Açısı
1996 yılında Adalet Bakanı Şevket Kazan'dı. Basından sorumlu Devlet Bakanı ise Namık Kemal Zeybek. Her iki Bakanlık birbirinden habersiz ve birbirine bilgi vermeden iki ayrı tasarı hazırladı. ikisi de medya ile ilgiliydi. Biri diğerine göre iyidir veya kötüdür gibi bir karşılaştırma yapmadan, bakış açılarını sunmak ve geçmişi örneklemek istiyoruz
Adalet Bakanlığı'nın, Bakanlar Kurulu'na sunulmamış ama Refah Partisi hükümetinin Adalet Bakanı damgalı basına bakış açısını yansıtan taslağın genel gerekçesi şöyleydi :
" Bilindiği üzere, özgür basın haber verme fonksiyonunu yürütürken zaman zaman kişi, kurum ve kamuoyuyla çelişkiye düşebilmektedir. Basının sahip olduğu gücün ve prestijin etkisiyle bu çelişmeler bazen önemli sakıncalar doğurabilmektedir. Özellikle son yıllarda yalan haber ve havadisin yayınlanması Devletin siyasi ve mali itibarının sarsılmasına veya kamunun telaşa kapılmasına veya heyecanlanmasına veya halk kitlelerinin tahrik edilmesine neden olabilmektedir. Ayrıca asılsız veya tahrif edilmiş vesika veya beyanların bir kimseye atfen yazılması o kimseyi kamu oyu önünde müşkül durumda bırakmaktadır. Cevap ve düzeltme müessesesinin yeterince işleyememesi yüzünden bu konularda doğru haber dolaşımının gerçekleşmesi sağlanamamaktadır"
İşte bu genel gerekçe Basın Kanununa Ek Madde 7 -a olarak taslakta şöyle gösterilmiştir.:
"Devletin siyasi veya mali itibarını sarsan veya kamunun telaş veya heyecanına neden olan veya halkı tahrik eden yalan haber veya havadisleri yahut yanlış metinleri ,
b) Bir kimseye isnad olunmuş asılsız veya tahrif edilmiş vesika veya beyanları
Yazanlar, yayınlayanlar fiilleri başkaca suç oluştursa dahi, beşyüzmilyon liradan iki milyar liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılırlar.
Bu fiillerin mevkuteler vasıtasıyla işlenmesi halinde mevkute sahiplerine ,mevkuteler bir aydan az süreli ise bir önceki ay ortalama fiili satış miktarının, aylık veya bir aydan fazla süreli ise bir önceki ayın fiili satış miktarının toplam satış bedelinin tutarının yüzde doksanı kadar agır para cezası verilir.Ancak bu ceza beşyüzmilyon liradan az olamaz. Bu mevkutelerin sorumlu müdürlerine,sahiplerine verilecek cezanın yarısı uygulanır.
Fiil, bir basılı eserden naklen alınarak işlense dahi sorumlular, yukarıdaki fıkralar hükümlerine göre cezalandırılır."
Olağanüstü Hal Kanunu ve Sıkıyönetim Kanununda görülen benzer maddelerden yola çıkılarak hazırlanmış olan bu madde ve taslak kamuoyunda tepkiyle karşılanmıştır.
Taslakta yer alan görüşe göre ; yayınlanan herhangi bir haber devletin siyasi veya mali itibarını "sarsıcı" görülebilirdi. Enflasyon haberleri veya Türk lirasının değerinin düşürüleceği haberi , ekonomik araştırmalar sonucunda Türkiye ekonomisinin kötüye gittiğine dair herhangi bir haber devletin mali veya siyasi itibarını sarsıcı olarak kabul edilebilirdi . "Yolsuzluk" haberinde "kamu bankaları" haberi yaparken sınırların aşıldığı iddiasıyla gazeteciler hakkında davalar açılabilirdi.
Haber zaten gerçeklere dayalı olacaktır. Gerçeklere dayalı olmayan bir haber, haber olma niteleği taşımaz. Bir kısım "hükümet" yetkilileri buna "yalan" haber diyebilecekti. O nedenle tasarıda yer alan "yalan haber" kavramı her zaman siyasal iktidarlar tarafından kullanılabilecek tartışmaya açık bir kavram olarak tasarıya konulmuştu.
"Bir kimseye isnat olunmuş asılsız veya tahrif edilmiş vesika veya beyanlar" dan ne anlaşılması gerektiği sınırları net olarak belirlenmediğinden ve her zaman tartışılabilicek kavramlar olduğundan gazeteciler üzerinden "politika" veya haberler üzerinden "siyaset" üretmek yolu açılmak istendi. Olmadı.
Ancak gazetecilerin asıl görevleri "asılsız vesika" lara dayalı olarak devleti dolandıran veya soyan bir kısım çıkar düşkünlerini ortaya çıkarmaktır. Basın gereği gibi bu görevini yerine getirmiştir. Bunun en son örneği Susurluk kazasından ortaya çıkarılan ve kamuoyunun dikkatine sunulan ve araştırılması içinde yargı ve devleti harekete getiren yine basın olmuştur. Bu gün de "yolsuzlukları" ortaya çıkaran ve kamuoyunun dikkatine sunan yine medyadır.
Tasarı kişilik hakları veya yalan haber, asılsız vesika veya devletin siyasi veya mali itibarı gibi kavramlarla basına karşı duyulan husumeti saklamaya çalışan görüşle hazırlanmıştır. Bu görüş; halen aynı görüşü korumaktadır.
Basından Sorumlu Devlet Bakanı Tarafından Hazırlanan
Diğer Taslak Ve Gazetecilerin Haber Kaynakları
Basın Kanunu'nu baştan sona değiştiren ve Devlet Bakanı Namık Kemal Zeybek tarafından hazırlanan taslakta ise
"Madde 1- Basın hürdür,sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartlarına bağlanamaz" olarak gösterilmiştir.
Bu madde Anayasa'nın 28.maddesinin birinci maddesindeki ilk cümledir. Taslakta 1. maddenin gerekçesinde basın özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu sistemin teminatı olarak hukuk devletinin vazgeçilmez şartı olduğuna işaret edilmiştir. Ayrıca kişilerin haber ve bilgilere özgürce ulaşabilmeleri ve böylece katılımcı ve demokratik toplum yapısına ulaşabilmelerinin gerçek ve çağdaş anlamda bir basın özgürlüğü ile sağlanabileceği yazılmıştır.
Oysa artık "basın özgürlüğü" veya basının "hür" olduğu düşüncesi terkedilmiştir.Artık basın özgürlüğü kavramı yerine "İleteşim özgürlüğü" kavramı kullanılmaktadır. " Bilgi" , "Bilgi edinme hakkı" / "Gerçekleri öğrenme hakkı" temelde insan hakkı olarak kabul edilmektedir.
Asıl sorun Anayasa sorunudur. Çünkü Anayasanın 28.maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinden sonra gelen diğer fıkraları vardır. Devamı fıkralarında da basının sınırlandırılması konusu düzenlenmiştir. O nedenle zaten 28.maddede "sınırlamalar" düzenlenmiştir.
Aynı maddede "Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır" cümlesi yer almasına karşılık "Basın hürriyetinin sınırlandırılmasında ,Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır" denmektedir.Anayasanın 26.maddesinde "Düşünceyi Açıklama ve yayma Hürriyeti" 27.maddde ise "Bilim ve Sanat Hürriyeti" düzenlenmiştir. Bu maddelerdeki "sınırlamalar" 28.madde için de geçerlidir. Ayrıca Anayasanın 28.maddesinin V nci fıkrasında yer alan sınırlamalar ile toplatma ve tedbir yoluyla dağıtımın hakim kararıyla veya yetkili mercii emriyle mümkün olduğu görülmektedir. Basın Kanunu tasarısına Anayasa'dan madde almak yaklaşımı diğer maddelerde de görülmektedir.
Basın Kanunu Tasarısının 2.maddesi ise "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, milli egemenliğe, Cumhuriyetin varlığı ve temel ilkelerine, milli güvenliğe ,kamu düzenine ve Anayasa'da belirtilen sınırlamalar dışında, yine Anayasa'da teminat altına alınmış olan kişilik haklarına aykırı yayın yapılamaz"
Basın Kanunu Tasarısında yer alan 2.maddede yazılı hüküm Anayasadan alınarak Basın Kanunu maddesi haline dönüştürülmüştür. Anayasa hükümlerinin Basın Kanunu maddesi yapılması yasa tekniği bakımından ve "özgürlük" öneren yasa bakımından sakıncalıdır. Çünkü bu madde ile Anayasanın 26,27 ve 28 nci maddesinde yazılı "sınırlamaların" tümü yasa maddesi haline dönüştürülmekte ve örneğin buna aykırı yayın yapılırsa "müeyyidesi"de gösterilmemektedir. Anayasa'da yer alan buyurucu hükümlerin varlığı karşısında bu temennilerin " yasa maddesi" olması savunulamaz Çağımız bilgi edinme çağıdır,ama Anayasa insanların bilgi edinmesi hakkı için en önemli sınırlamaları içermektedir.
Hazırlanan "taslak taslağı"nın genel gerekçesinde 1776 Vırgınıa İnsan Hakları Beyannamesine, Fransa 1789 Beyannanamesi ile Amerika Birleşik Devletleri Anayasasında 1791 yılında yapılan değişikliklere atıf yapılmaktadır.
Genel gerekçede "Gerçekten, çağdaş anlamda bir basın özgürlüğünün varlığı,demokratik ve çoğulculuğu da teminat altına almış olan hukuk devletinin vazgeçilmez şartlarından biridir" görüşü yer almaktadır. Daha sonra da 15.7.1950 kabul tarihli 5680 sayılı Basın Kanunun ortaya çıkan ihtiyaçlara uygun olarak 10 kere değişikliğe uğratıldığı , ama iletişim alanının dinamik yapısı ve iletişim teknolojisindeki hızlı gelişmelerin sonucu demokratik ülkelerdeki uygulamaları da örnek alan yeni düzenlemelerin gerekli olduğuna değinilmiştir. Genel gerekçede "basın özgürlüğünü çağdaş bir anlayışa" kavuşturmak ve etkin şekilde gerçektirmek amacıyla bu tasarının hazırlandığı yazılıdır.
Taslaktaki ana ilkeleri dört başlık altında özetlemek olanaklıdır :
1- "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, milli egemenliğe,Cumhuriyetin varlığı ve temel ilkelerine, milli güvenliğe, kamu düzenine.." aykırı yayın yapılması yasaklanmaktadır.
2- Kişilik haklarına aykırı yayınlar ile çocuklar ve gençleri çeşitli yayınlardan korumak amacıyla "Yayın İlkeleri"ni yasaya taşımak ve buna paralel olarak "cevap ve düzeltme" hakkına "etkinlik" / "işlerlik" sağlamak için Basın Kanunun 19.maddesini yeniden düzenlemek.
3- Gazetecilerin görev sırasında karşılaştıkları zorlukları ortadan kaldırmak , bilgiye ulaşma konusunda engelleri azaltmak ve gazetecilere haber kaynağını açıklamama, haberle ilgili bilgi ve belgeleri teslim etmeme , tanıklıktan çekinme hakkını sağlamak.
4- Eski yasada yer alan "hürriyeti bağlayıcı" cezaları kaldırarak , yerine para cezası getirmek, tedbir yoluyla yayın dağıtımın engellenmesini , basım aletlerinin müsaderesini öngören hükümleri kaldırmak.
Taslak, gazetecilere tanıklıktan çekinme hakkı getiriyordu . Taslağın 20.maddesinin (b) bendinin son cümlesinde " Yazıyı veya haberi yazan, haber kaynağını açıklamaya zorlanamaz, haberle ilgili bulgu, belge ve verileri teslim etmeyebilir,haberle ilgili soruşturma ve kovuşturma sırasında tanıklıktan çekinme hakkına sahiptir " denilmişti.
Tasarıda yer alan bu maddenin gerekçesine göre; Basın Yasasında "sorumluluğu" düzenleyen 16.maddedeki sistem aynen korunmuştu. Sadece gazetecilerin tanıklıktan çekinme hakkını düzenleyen hüküm; 20.maddenin (b) bendine yerleştirilmişti.
Haber kaynağının açıklanmasını istemek bir tür "basın özgürlüğünü" zedeleyici kavram olarak kabul edilmiştir. O nedenle doğrudan haber kaynakları, bilgi ve bulgularıyla ilgili olarak gazetecilere "tanıklıktan"çekinme hakkının verilmesi tartışılan ama verilmesi gerekliliğine inanılan bir kavramdır.
Örneğin bazı meslekler bakımından yasal düzenlemeler vardır. Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 48.maddesine göre avukatlar, doktorlar ve ebeler meslek sırları nedeniyle "tanıklıktan" çekinebilirler. Gazeteciler dahil, diğer meslek mensuplarının böyle bir hakları yoktur.
Uygulama bakımından Basın Yasasının 16.maddesinde sınırlı olarak sorumlu yazı işleri müdürüne tanınan bir "hak" vardır. Müstear isimle yazı yazan veya imzasız olan yazı ve haberlerle, karikatürlerin kim tarafından yazıldığı veya çizildiğini açıklamakla yükümlü değildir. Ancak bu durumda sorumlu yazı işleri müdürü ; yazıyı yazan veya karikatürü çizen gibi "sorumlu" eser sahibi sayılmakta ve eğer yazıyı yazan veya karikatürü çizene bir ceza verilecekse ; gerektiğinde eser sahibi gibi kabul edilerek aynı hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılmaktadır. Sorumlu müdüre de eser sahibinin adını açıklamak için , mahkemedeki birinci sorgusuna kadar süre tanınmaktadır.
Bu durumda da suç ve cezaların kişiselliği kuralı çiğnenmektedir. Gazeteciye verilmeyen ve sadece "sorumlu yazı işleri müdürüne" verilen bu "sınırlı" hak bile ; sonuçları bakımından yasanın tanıdığı bir teminat olmaktan uzak kalmaktadır.
Bütün olumsuz yanlarına rağmen 1996 yılında gündeme gelen ve gazetecilerin haber kaynağını açıklamama hakkı ile ilgili yasal düzenlemeler taslaktan öteye geçmemiştir.
Bakanlar Komitesi'nin R (2000) 7 sayılı Karara Ek"Gazetecilerin Haber Kaynaklarını Açıklamama Haklarıyla İlgili İlkeler" hakkındaki 8 Mart 2000 tarihli Tavsiye Kararının belirlediği tüm idari/hukuki ve diğer prosedürlerin haber yayınının her evresinde uygulanması gerekir.
Bunun tam tersi anlayışla hareket eden Hükümet 25.10.1999 tarihinde; 1996 yılında Başbakan Mesut Yılmaz imzasıyla "Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" nı hiç değiştirmeden yeniden Meclise göndermişti. Neredeyse yasa olacaktı. Gazeteciler bu konuda bilgi veren haber yazmamış olsaydı, haberimiz de olmayacaktı.
Tasarının tüm içeriğini tartışmak bir yana, ama gazeteciler için Terörle Mücadele Kanunun 14.maddesini değiştiren taslak maddeye gözatmak gerekiyor. Buna göre, TMK kapsamına giren cürümlerden birinin işlendiğini veya işleneceğini öğrenmiş olup da yetkili makamlara haber vermeyen kişiye, cürüm işlenmiş ise bu cürmün asgari cezasının üçte ikisi, henüz işlenmemiş ise üçte birinden fazla olmamak üzere bu cürmün cezasının verilmesi öngörülüyor. "Bu kanun kapsamına giren suçları ve suçluları ihbar edenlerin hüviyetleri, rızaları olmadıkça veya ihbarın mahiyeti haklarında suç teşkil etmedikçe açıklanamaz" denilmiş. Muhbirliği mecburi kılan mantık, gazetecilerin "haber kaynaklarını açıklamama" hakkını hiçe sayıyor.
Dört yıl önceki yasa tasarısını hiç değiştirmeden Meclise gönderirken Tavsiye Kararı altında Dışişleri Bakanının imzası bulunduğu unutuluyor. Anılan tavsiye kararına göre iç hukukumuzda düzenleme yapmamız gerekirken; hem yurttaşlarımız için hem de gazeteciler için haberlerinde, röportajlarında, toplumsal olayları haber alma, izleme ve kamuoyuna aktarma görevini korumak yerine "muhbir vatandaş-muhbir gazeteci" olursanız suçsuz; olmazsanız terör suçlusu sayılırsınız mantığını egemen kılmaya çaba gösteriyoruz. Ne adına ve hangi gerekçeyle ?
Sonuç Yerine
Acaba biz iç hukukumuzda Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin tavsiye kararına göre bir düzenlemeyi yaparak gazetecilere haber kaynaklarını açıklamama hakkını tanıyıp, onları korumak için ne bekliyoruz? Engellerin kendiliğinden kalkmasını mı ? Yoksa yasalarla yeni engeller yaratan mantığın bu ilkeleri elinin tersiyle itmesini?
Gazetecilikte haber kaynağının korunması basın özgürlüğünün en önemli unsurlarından biridir. Böyle bir koruma olmazsa, gazetecilerin haber kaynakları toplumun genel çıkarlarını ilgilendiren konularda yapacakları yardımdan vazgeçebilirler. Böylece, basın vazgeçilmez rolü olan "gözlemcilik" görevini yerine getiremiyebilir.
Basının kesin ve inandırıcı bilgi ve haber verme yeteneği zayıflatılmış olur. Gazetecilik kaynaklarının önemi dikkate alındığında, mahkemelerin haber kaynaklarını açıklama konusunda verdikleri kararlar yasalara uygun olsa bile, basının bilgi verme ve toplumun gerçekleri öğrenme hakkı üzerinde olumsuz etki yapar. Bu etki demokratik toplum düzeninde meşru amaçla bağdaşmadığı için, gazetecilik kaynağının gizli olmasına yönelik kısıtlamalar AİHM'nin son derece titiz incelemesi altındadır.