. . Osmanlı'da Armutabad, Cumhuriyet Türkiyesi'nde Gömeç, sonra Armutoba ve sonunda yine Gömeç denmesinde karar alınan bu yurt parçasında, XVI ve XVIII yüzyıllarda Yörük Türkmen'lerin tam yer-leşik olmasa da yaşadıkları, kömürcülük yaptıkları; Kazdağları'nda, Madra ve Kozak Yaylaları'nda barınan soyguncu gruplara karşı Ege'nin kuzeyine ve güneyine giden yolları korumakla görevl-endirildikleri, günümüze kadar gelen kimi ya-yınlarda kaydediliyor. Ne ki o Türkmen torunlarından kimselere rastla-yamadık biz. Bu araştırmamız için bilgilerine başvurduklarımız ise şunlar: 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nın 93 Muhacırları adını almışların torunları, 1912 Balkan Savaşı Muhacırları'nın çocukları-torunları ki, halk bunlara Padişah Muhacırı Boşnaklar adını vermiştir, ve en nihayet Lozan Barış Antlaşması çer-çevesinde gerçekleştirilen nüfus değişimiyle gelen, Mübadil denen insanların çocukları-torunları... Bu üç kaynaktan dinleyerek, konuşarak sap-tadıklarımız; Gömeç'te ve çevresinde, sofra kültürü, kız isteme, evlilik, sünnet merasimi, ölü gömme adetleri, batıl inançlar, muhaceret (göçler) ve mü-badele (nüfus değişimi) yoluyla gelenlerin bera-berlerinde getirdikleri, tümüne de yaşam kültürü diyebileceğimizi görenek ve geleneklerdir. Bilgilerine başvurduğumuz kişilerin yaş ortalaması 69'dur. SOFRA KÜLTÜRÜ Gömeç halkının sofra kültürü, Türkiye'nin geçirdiği sosyo-ekonomik ilerlemelere koşut bir gelişmişlik göstermektedir. Genellikle ramazan ayında bir de misafir geldi-ğinde, gelenek ve göreneklerine uygun olarak sergiledikleri bir yemek sunmak, yemek yemek biçimleri vardır. Bunu, Gömeç halkının sofra kültürü başlığında topluyoruz. Sofra, yer sofrasıdır... Ramazanda, ramazan ayı zenginliğinden olsun, misafir için kurulmuşsa, misafire verilen değerden olsun, beş on, hatta daha çok türde yemeğin ortaya getirilmesi şenliği ya-şanır. Ev halkı, normal günlerde bu sofrada bir, bilemediniz iki çeşit yemek yer; ama bu sofrasının görkemi, az önce işaret ettiğimiz gibi ramazanlarda ve misafir ağırlandığı günlerde, öğünlerdedir. Sofra, orta kalınlıkta tahtadan üretilmiştir, tekerlek biçiminde yuvarlaktır, beş-altı parmak, en çok bir karış yükseklikte duracak şekilde, yine kendisi gibi yuvarlak, bazı evlerdekinde ise çapraz bir ayak üstünde durur. Sözcük olarak Farsça'dan Osman-lıca'ya, derken Türkçe'mize girip yerleşmiş, ayaklı yüksek masanın işlevini gören yer masası anla-mındadır. Bir başka benzetişle, yuvarlak, ayaklı hamur tahtasıdır. Hamur açmak için ayrı, yemek için ayrı bulunduramayan aileler, bir tanesini her iki işte de kullanırlar: Üzerinde hamur açıldığı gibi, ardından yemek sofrası olarak da ortaya getirilir. Misafirli bir sofra olacaksa, misafir ziyaretlerine ayrılmış misafir odasında, sadece ev halkı yiyecekse mutfakta ortaya yerleştirilir. Tüm aile bireyleri sofrada hazır bulunur. En büyüğünden, en küçüğüne dek herkes, sof-radan taşan sofra bezinin (örtünün) altına girer, bağ-daş kurarak oturur. Sofradaki en büyüğün Haydi, Bis-millahirrahmanirrahim gibi, afiyet olsun gibi sözleriyle sofra hareketlenir.Herkesin bir kaşığı vardır, kesilerek ya da parçalanarak sofraya konmuş ev ekmeğiyle, aynı kaptan yemek, sonunda da tatlı yenir. Yemeğin bitiminde eller, evin en genç kızı ya da gelini tarafından getirilen büyücek bir ibrikten dökülen suyla sabunla, ikinci bir kız çocuğunun tuttuğu leğende yıkanır, suyu getirenin uzattığı havluda kurulanır. Bu iş kimi evlerde, mutfaktaki muslukta, kimi evlerde avludaki çeşmede de yapılabiliyor. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı Göçmenleri, 1912 Balkan Savaşları Göçmenleri ve en nihayet Lozan Barış Antlaşmasıyla gelen Mübadiller, Türkiye'mizin o ta-rihlerden günümüze, kazandığı toplumsal ve eko-nomik gelişmelere koşut olarak, yüksek yemek ma-sasına geçti, yerde bağdaş kurmak yerine sandalyede oturarak, kendi tabağında, kendi çatalıyla yeme kültürüne ulaştı. Başlangıçta yine kaşığı kullandı; sonra çatal kullanma aşamasına geldi, giderek sağ elinde tuttuğu çatalı sol eline aldı, sağ eline de yemesine yardımcı olacak bıçağı... Dikkat edilmiştir: Anlatımımızda hep şimdiki zaman fiilini kullandık. Nedeni de gayet açık: Gömeç'te yer sofrası göreneğini günümüzde de sürdürenler vardır var olmasına, fakat azdırlar. Sofra kültürünün günümüzde, Gömeç'te ve çevre-sinde, büyük çoklukla, artık çağdaş uygarlık düze-yinde olduğunu, rahatlıkla söyleyebiliriz. KIZ İSTEME Eskiye gidersek, iki öküzü, bir arabası ve oturacak bir evi olan delikanlıya, kız vermemek için neden bulunmazdı. Bu kadar bir varlık, kızın bir erkeğe varmasında servet ölçütü oluyordu. Günümüzde ise ana-baba düşüncededir: Oğlumuza kim layıktır? Şu olmaz... Filancanın ki uymaz... Falancanın kızı iyi de, istersek verirler mi acaba? Askerden dönen, tarlasının, bağının bahçesinin, zeytin tarlasının; esnafsa dükkanının, zanaatkarsa atölyesinin başına geçen delikanlının, baba evindeki konuşmalar, üç aşağı beş yukarısıyla böyledir: Evet, hangi kız oğullarına eş, torunlarına ana olacaktı? Hayli geride kalmış yıllarda kız isteyecek erkeğin bir çift öküzü, arabası, bir tarlası ile evinin bulunması, kız istemesine, evlenmesine yetiyordu. Zamanımızda ise, zanaatkar ve esnaftan çok, bir devlet ya da özel bir kuruluşta çalışan, düzenli aylık alan erkek, kız ailelerinin tercih nedene olabiliyor. Bu biçimdeki aile içi konuşma ve arayışlar, kimileyin günlerce, kimileyin aylarca, kimileyin yıllarca sürer. Tabii, ender de olsa bir iki haftada da karara ve hatta evlilik sonucuna vardırılan olaylar çoğunluktadır. Bu konuşma ve arayışlar, varlık yokluk, ekonomik denklilik, gelinin tarlada, bahçede erkeğine yardımcı olup olamayacağı konularında yoğunlaşır. Falancaların kızı uygun görülüp istenmesine karar verildiğinde, amca-dayı gibi ailenin öteki büyüklerinin de katılımıyla, kız evine haber salınır, ziyarete gidilir. Kahveler, çaylar içilir; sonra erkek tarafının en büyüğü, ziyaret nedenini anlatır, "Allah'ın izni, Peygamberin kavliyle-sözüyle" evin kızını oğullarına ister. Kız tarafı önceden, ziyaretin amacını öğrenmiştir; ama doğal olarak anında evet demez. Çünkü kız tarafının isteği ağırdan alması gelenek ve görenektir; oğlan tarafı, kızlarına değer vermedikleri biçimde yorum yapabilir... Bu kaygıyla ve bir yandan da düşünüp ta-şınmak, kızlarının da görüşünü almak amacıyla, bir hafta izin isterler. Süre bitiminde kararları olumluysa, erkek tarafına, buyurup gelebilecekleri haber verilir. Belli konuş-malardan sonra erkek tarafının büyüğü, o akşamki çağrı kızın verileceğinin işareti olduğu halde, bir hafta önceki sözlerini anımsatarak, nezaketen isteğini tekrarlayarak kız tarafına, kararlarını sorar."Evet, kızımızı oğlunuza veriyoruz!" yanıtı verilince, iki tarafın büyükleri sarmaş dolaş olur, hayırlı olsun derler. Oğlan babası, istemenin böyle olumlu sonuçlanması üzerine, masaya en az bir tane beşi bir yerde koyar. Kız tarafı da oğlan tarafına bohçalık adı verilen, bir bohça verir ya da gönderir. Bu bohçanın içinde oğlana gömlek, fanila, çorap ve onun büyüklerine gömlekler, mendiller biçiminde armağanlar vardır. Kız tarafının kızımızı veriyoruz demesi; oğlan baba-sının bir altını, gücüne göre pek çok altını masaya bırakması, kız tarafının da bohça göndermesiyle kız isteme işi bitmiş, kesinleşmiş olur. EVLİLİK Kız istendikten ve olumlu yanıt alındıktan sonra, nişan yapmak gibi bir gelenekleri yok Gömeçlilerin. Oysa Gömeç'e 15 kilometre uzaklıkta bulunan Ayvalık'ta ve yöredeki pek çok yerde bu, söz kesme, söz verme kabul edilerek, kimi ailelerde kıza ve erkeğe maddi değeri düşük birer söz yüzüğü takılır. Bir süre sonra danişan töreni için toplanarak daha değerli alyanslar takılıp nişanlandıkları, topluma duyurulur -nişanda takılan bu alyanslar, yaşam boyu ya da çiftin beraberliği süresince parmaklarında kalacak alyanslardır.- Gömeç'te kızın istenmesinden ve söz verilmesinden sonra, evlilik gini kararlaştırıldığında, iki evde, kız ve erkek evinde ayrı ayrı düzenlenen, iki gün süren eğlenceler başlar; genelde bu böyle... Ama belirt-memizin yararlı olacağına inandığımız ayrıcalıklı durumlar da var; kimi erkek, yani damat evi, on beş gün öncesinden eğlenceye başlar. Tabii bu arada genç çiftin belediyede nikahları kıyılır. Gömeç ilçe olmadan önce köy muhtarı bu görevi yerine getirirdi. Örneğin Gömeç Yaya Mahallesi'nin uzun yıllar muh-tarlığını yapmış Hasan İnce, yüzlerce çiftin nikahını kıymıştır. Erkek evinin önünde masalar kurulur, rakılar açılır, davullar zurnalar çalar. Keşkekler, pilavlar yapılır, eskinin kuzu kesmeleri yerine keşkeğin, pilavın üstüne kasaptan alınan kuzuların; bakkaldan, marketten alınan tavukların haşlanan etleri konur, yüzlerce tepsiye konuklara sunulur. Yenen yenir, kalanı dökülür. İlginç bir nokta daha: Gömeç halkı, düğün dernekte kullanılsın diye, üç dört yüz adet civarında tepsi satın alarak güvenilir bir kişiye teslim etmiş... İhtiyaç sahibi -yani düğünü, sünneti olan- istediği sayıda tepsiyi karşılıksız alarak kullanır, eksiksiz aynı yere iade eder. Keşkek denilen, hazırlanışında insanı bir hayli yoran, bu nedenle de gittikçe önemini yitirmekte bulunan, bu olağanüstü düğün-dernek yemeği şöyle hazırlanır: Düğün öncesi hazırlıklardan biri de keşkekte kullanılacak buğdayın, her kentlinin bilemeyeceği, dolap örneği bir atın çevirdiği ve adına bulgur taşı adı verilen yuvarlak iki büyük taş arasında zarı kabartılır. Rüzgara karşı savrularak zarından ayrıştırılır. Bu işlemden sonra keşkeklik adını kazanan buğday, düğün arefesinde akşamdan, koca bir kazanda suya konur, sabaha kadar kabarması sağlanır. Sabah erken saatlerde de altındaki ateş tutuşturularak kaynatılmaya başlanır. Düğün elle, harman yelle atasözüne uyularak, davul zurna eşliğinde oynamakta bulunan gençler sırayla yardıma çağrılır, kocaman tahta küreklerle keşkeğin dövüle dövüle, adeta macunlaşması sağlanır