Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (DGM) görülen davanın ikinci duruşmasına hükümlüler Zana, Dicle, Doğan ve Sadak ile avukatları katıldılar.
Başkan Mehmet Orhan Karadeniz'in raporlu olması nedeniyle mahkeme heyetine üye hakim Süreyya Gönül başkanlık etti.
Avrupalı parlamenterler DGM'de
Duruşmayı Avrupa Karma Parlementerler Komisyonu'ndan Joost Lagendijk'in başkanlığındaki beş kişilik heyet, Alman Yeşiller Partisi üyesi Claudia Roth, kapatılan Halkın Demokrasi Partisi'nin (HADEP) Genel Başkanı Murat Bozlak, İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Hüsnü Öndül, Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) Genel Başkanı Akın Birdal ve bazı sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle çok sayıda gazeteci izledi.
Lagendijk: Reformlar hayata geçirilmeli
DGM'den ayrılırken gazetecilere açıklama yapan Lagendijk, Türkiye'nin attığı reform adımlarını yakından izlediklerini belirtti. Türkiye'nin son dönemde çok sayıda yasal düzenleme yaptığını hatırlatan Lagendijk, "Biz bu davayı izleyerek bunların hayata geçirilip geçirilmediğini görmek istiyoruz. Ancak, gördüğüm kadarıyla yeniden yargılama 1994'tekinin kopyası gibi oluyor" diye konuştu.
Lagendijk, yeniden yargılama kararının da önemine işaret ederek, "Yeniden yargılamanın adil bir şekilde olmasını ve Türkiye'nin kağıt üstündeki reformları uyguladığını göreceğimizi umuyorum" dedi.
Roth: Demokratikleşme açısından önemli bir dava
Ankara DGM'ye bir demet gülle gelen Roth'un, çiçekleri duruşma salonuna çıkarmasına izin verilmedi.
Roth, DGM'den ayrılırken yaptığı açıklamada, 1994'te olduğu gibi bugün de duygusal olarak önemli bir gün yaşadığını söyledi. DEP'li milletvekilleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) kararı doğrultusunda yeniden yargılandıklarını hatırlatan Roth, "Türkiye'nin insan hakları ve demokratikleşmesi açısından bu dava çok önemlidir. Türkiye'nin bu davayla önemli bir adım atacağına inanıyorum" diye konuştu.
"10 yıl önceki prosedür tekrarlanmasın"
Duruşmanın başında söz alan sanık avukatlarından Yusuf Alataş, 10 yıl önceki ilk yargılamada tanıkların savcılık makamına ifade verdiklerini, soru sorulmadığını anımsatarak, aynı prosedürün tekrarlanmaması gerektiğini söyledi.
Alataş, duruşmada hazır bulunan tanıkların ifadelerinin ses ve görüntü cihazlarıyla kaydedilmesini, sanık avukatlarına ve Cumhuriyet Savcısı'na doğrudan soru sorma hakkı tanınmasını talep etti. Alataş, aksi halde adil yargılanma ilkesinin yerine gelmeyeceğini ileri sürdü.
Mahkeme heyeti, Cumhuriyet Savcısı'nın da görüşü doğrultusunda, Alataş'ın talebini reddetti.
"AİHM'nin kararı göz önüne alınmalı"
Karar üzerine bir kez daha söz alan avukat Alataş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM), tanıkların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) uygun dinlenmediğine karar verdiği hatırlattı, "Tanık dinlenmesi ilk yargılamadaki şekliyle yapılırsa aynı hata tekrarlanmış olacak. Mahkemenin, yeniden yargılamayı dar anlayışla sınırlı biçimde sürdüreceği izlenimindeyiz" dedi.
Tanıkların ilk yargılama sırasında verdikleri ifadeleri hatırlamayacaklarını ve zor duruma düşmemek için aynen tekrar edeceklerini belirten Alataş, adil yargılama bakımından tanıkların dinlenilmesinden vazgeçilmesi gerektiğini vurguladı, kendi gösterecekleri savunma tanıklarının dinlenilmesini istedi.
Tanıkların ifadeleri
Alataş'ın konuşmasından sonra, mahkeme, tanıklara söz verdi.
Davaya konu olan "suç" tarihinde Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde görevli olan polis memurları Mustafa Yazgan, Süleyman Altun, Ramazan Arslan, Mehmet Taner, Mustafa Gülyüz, Yahya Göçer, Erdoğan Muş ve Ziya Ergün, ilk yargılama döneminde verdikleri ifadeleri tekrar ettiklerini söylediler.
Urfa'da çiftçilik yapan Eyüp Karakeçi, 1990'da kapatılan DEP'in Parti Meclisi üyesi olduğunu söyledi. Dönemin Urfa Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü Mustafa Tekin'in kendisinden siyasi faaliyetlerine son vermesini ya da Urfa'yı bir haftada terk etmesini istediğini söyledi.
Kenti terk etmediğini belirten Karakeçi, "Polisler evimi bastı. 1994 yılında Ankara'da gözaltına alındım ve işkenceye maruz kaldım. Zana ve Dicle aleyhine ifade vermem halinde hakkımdaki dosyanın ortadan kaldırılacağını söylediler. Ben bunları kabul etmedim" diye konuştu.
Bursa'da simitçilik yaptığını belirten Kerem Ok ise ifadesinde, Urfa'da iken tütüncülükle uğraştığını, ancak ortağının üreticinin malını alıp kaçtığını söyledi. Tüm mallarını satarak, üreticinin parasını ödediğini anlatan Ok, heyet başkanı Gönül'ün, "Polise verdiğin bir dilekçede paranın PKK'ya gittiğini söylemişsin" demesi üzerine, böyle bir dilekçe vermediğini, polisin hazırladığı bir kağıda imza attığını belirtti.
Mehmet Şevki Temel de, iki çocuğunun koruculuk yaptığını, bir çocuğunun polis olduğunu belirterek, çocuğunun kaçırılması üzerine kendisinin bir kişiyi rehin almasıyla ilgili olay üzerine Zana'nın evine geldiğini söyledi. Dursun, Zana ve Dicle'den şikayetçi olduğunu bildirdi.
Abdullah Dursun adlı Mardinli tanık da Zana ve Dicle'nin Güneydoğu halkına zarar verdiğini ileri sürdü ve eski ifadelerini tekrarladığını belirtti.
Mahkeme, diğer tanıkların dinlenilmesi için duruşmaya ara verdi.
Dava süreci
Kamuoyunda "2. Uyum Paketi" olarak bilinen 4793 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un Resmi Gazete'de yayımlandığı 4 Şubat 2003 tarihinde eski milletvekilleri avukatları aracılığıyla yeniden yargılanma isteminde bulunmuş, mahkeme de bu talebi kabul etmişti.
Ankara 1 No'lu DGM, kamuoyunda "DEP Davası" diye bilinen davada, kapatılan DEP'in eski Diyarbakır milletvekilleri Dicle ve Zana, eski Şırnak milletvekilleri Doğan ve Sadak'ı, terör örgütü PKK'nın liderlerinden aldığı emir ve talimat doğrultusunda ülke içinde ve dışında yoğun bölücü faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) "yasadışı örgüt üyeliği" fiilini düzenleyen 168-2 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "ceza artırımını" öngören 5. maddesi uyarınca, 15'er yıl ağır hapis cezalarına mahkum etmişti. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, bu kararı onamıştı.
Kapatılan DEP milletvekilleri Zana, Doğan ve Dicle, 4 Mart 1994'de gözaltına alınmış, 17 Mart 1994 tarihinde tutuklanarak Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'ne konulmuşlardı. Sadak ise 1 Temmuz 1994 tarihinde gözaltına alınmış ve 12 Temmuz 1994'de tutuklanmıştı.
Eski DEP milletvekilleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ifade özgürlüğüyle ilgili 10., örgütlenme hakkıyla ilgili 11., ayırımcılığın yasaklanmasıyla ilgili 14. ve adil yargılanma hakkıyla ilgili 6. maddesinin ihlal edildiği iddiasıyla 1996 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurmuştu.
AİHM, 2001 yılının Temmuz ayında başvuruyu sonuçlandırarak, DGM'nin tarafsız ve bağımsız olmadığı gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin ihlal edildiği, diğer maddelerden yapılan şikayetleri incelemeye gerek görmediğini açıklamıştı.
Mahkeme, Türkiye'nin şikayet başvurusu yapanlara kişi başına 25 bin ABD doları ve mahkeme masrafı için ise toplam 10 bin ABD doları ödemesine karar vermişti.
4793 sayılı Kanun ile Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun (CMUK) "muhakemenin iadesi" başlıklı 327. maddesine yeni bir bent eklenmişti. Söz konusu bentte, "ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme'nin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması" yeniden yargılanmayı gerektiren durum olarak hükme bağlanıyor. (BB/NK)