Kasım 2001 'de, Türk parlamentosu, mevzuatını Kopenhag Kriterleri'yle uyumlaştırmak amacıyla Anayasanın 34 maddesini değiştirmiştir .Bilindiği gibi, tüm aday ülkelerin AB'ye katılabilmeleri için Kopenhag Kriterleri'ni yerine getirmeleri ve fiilen uygulamaya koymaları gerekmektedir .
Siyasi değişim iradesi. reform sürecinin sonuna kadar gidilmesini ve bu Anayasa değişikliklerinin etkinleştirilebilmesi için, Türk mevzuatının, acilen bu anayasal normların seviyesine getirilmesini gerektirmektedir. Bu irade, kendini, yeni Anayasa değişiklikleriyle geçerliliğini yitiren hükümlere istinaden mahkum olanların lehine gecikmeksizin alınacak bazı önlemlerde de gösterebilir.
1. Ôlüm cezası
Ölüm cezası hala Türk Ceza Kanunu'nda yer almaktadır. Ancak 1984'ten bu yana infaz edilmemekle birlikte, ceza yargısı tarafından verilebilmektedir.
Ekim ayında yapılan Anayasa değişikliğinde değişen bir hükümle, ölüm cezasının uygulanabildiği alanlar terörizm suçlan, savaş suçlan ve yakın savaş halinde işlenen suçlarla kısıtlanmıştır .
Bu gelişmeler reel olmakla birlikte yeterli değildir. Terörizm suçlarında ölüm cezası uygulanması, Türkiye'nin hala onaylamadığı ve söz konusu hüküm geçerli olduğu sürece onaylayamayacağı, Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi 6. Protokolü'nün hükümlerine aykırıdır. AB'ye aday olan Türkiye bu denli önemli bir metni onaylamaktan imtina edemez.
2. İşkence ve Gözaltı
Türkiye'yi Avrupa mevzuatıyla daha uyumlu hale getiren, gözaltı süresinin dört güne indirilmesi kararının olumlu bir değişiklik olduğu şüphesizdir .
Ancak, bu hükümlerin, Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin yetki alanına giren davalar veya Olağanüstü Halin hüküm sürdüğü Güney Doğu illerindeki tutuklular da dahil olmak üzere, sistematik bir şekilde uygulanması kaydıyla.
Gözaltı süresinin dört güne indirilmesi, Türk yetkililerin, polis karakollarında devam eden kötü muamele ve işkenceye nihayet son vermeye ve faillerinin, bu tür muameleleri sürdürdükleri takdirde, sistematik olarak cezalandırılmalarına yönelik çabalarını yoğunlaştırmaya sevk etmelidir. Bu aynı zamanda hiç kimsenin vazife veya güvenlik güçlerine mensubiyet kalkanını kullanarak dokunulmazlıktan yararlanamamasını da gerektirir.
Bu açıdan halihazırdaki durum son derece kaygı vericidir. İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan, polis memurlarına vazife ve yükümlülüklerinin hatırlatıldığı, kötü muamele ve işkencenin yasaklandığı Temmuz 2001 tarihli genelgeye riayet edildiği. her halükarda bu genelgenin yeterli bir önlem olduğu söylenemez. Bu tür muamelelerin seyrekleşerek son bulması için kötü muamele faillerinin sistematik olarak kovuşturulması ve cezalandırılması şarttır .Bu muamelelerin devam etmesi ve faillerinin büyük bir bölümünün hala cezasız kalması, Türkiye'nin AİHM tarafından sürekli mahkum edilmesine neden olmaktadır.
Bu çabalar doğal olarak, işkencenin çocuklar da dahil olmak üzere hala neredeyse sistematik bir şekilde uygulandığı Güney Doğu'da yoğunlaşmalıdır.
3. Hapishaneler
Hapishaneler sorunu 200 1 yılında Türkiye'ye damgasını trajik bir şekilde vurdu.
Uluslararası baskı karşısında, bir İnsanlık sorunu haline gelen bu soruna bir çözüm bulmak amacıyla 2001 yılı ilkbaharında kabul edilen yasalara rağmen, grevcilerin eylemi devam etmekte ve sürdürülen ölüm oruçları her ay yeni kurbanlar vermektedir .
Şimdiye kadar Türkiye'de görülmemiş bir çapta gerçekleşen bu eylem, Türk yetkililerini, Türk gençliğinin çoğunluk en mağdur kesimlerden gelen bir kısmının, bu tür uç çözümlere yönelmesindeki sorumluluklarını sorgulamaya sevk etmiştir.
Aralık 2000 olayları, güç kullanımının soruna temelde bir çözüm getirmediğini, aksine, grevcilerin eylemlerinin sertleşmesine yoL açtığını bir kez daha göstermiştir. Bir çözüme ulaşmak için gerekli bütün girişimler sürdürülmelidir .
Mavıs 2001'de Ceza İnfaz Hakimliklerinin kurulmasından yararlanılarak kapalı ortamlarda {hapishane ortamı) görev yapacak olanların, bütün çabalarını, öncelikle hapishane koşullarının iyileştirilmesine odaklamaları ve güvenlik ve sağlık gerekçeleriyle zaruri ortak yaşam alanlarının korunması gereğinin en iyi şekilde uzlaştırılması için çalışmaları sağlanmalıdır.
4. İfade ve düşünce özgürlüğü
Düşünce ve ifade özgürlüğü alanlarında hala önemli çabaların harcanması gerekmektedir .Özgür ifade karşısında bir baskı aracı olan Ceza Kanunun 312ci maddesiyle Terörle Mücadele Yasasının 7ci ve 8ci maddelerinin yürürlükten kaldırılması bir öncelik olmayı sürdürmektedir .
Kabul edilen Anayasa değişiklikleri, bu temel hakların özgürce kullanılmasına getirilen sınırlamaları azaltmaya yönelmesi açısından, olumlu olmuştur .Ancak, yasaların, özellikle de ceza yasalarının, bu değişikliklerle uyumlaştırılması sağlanmalıdır .
Bu vesileyle, ''ulusun bütünlüğü'' kavramının acık bir şekilde tanımlanması gerekecektir . Zira, ifade ve/veya düşünce özgürlüğünün kullanılması sırasında bu kavramın olası ihlallerinin cezalandırılmasına devam edilmektedir. Bu kavram en dar anlamıyla algılanmadıkça ve özgür ifade alanını bugün olduğundan daha geniş tutmadıkça Anayasa değişiklikleri etkisini gösteremeyecektir .
Ülkede birçok gazeteci -2001 yılı başında 80 tutuklu gazeteci vardı -ya da aydın, insan hakları savunucusu ve yazar , sadece, Kürt ya da Ermeni sorunu, veya ordunun rolü gibi, hassas olduğu şüphe götürmeyen konularda düşüncelerini ifade ettikleri için kovuşturmaya uğramış ve ''ulusun bütünlüğü''nü ihlalden, özgürlüğü kısıtlayıcı cezalara mahkum edilmişlerdir .
Türkçe dışındaki dillerin kullanılmasına yasak getiren bazı Anayasa hükümlerinin kaldırılması özellikle selamlanması gereken. kavda değer bir adım olmuştur .
Bu yasağın Anayasa metninden kaldırılmasıyla ceza yargısı, düşünce ve/veya görüşlerini ifade etmek için Türkçe dışında bir dil kullananları cezalandırmaktan men edilmektedir. Yine burada da Türkiye'deki meri yasaların uyumlulaştırılması, değişim arzusunun gerçekliğinin kanıtlanması açısından en kısa sürede gerçekleştirilmelidir.
Bu değişim sadece, Türkiye'nin onayladığı uluslararası sözleşmelerin (Sivil ve Siyasi Haklar Paktı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) vaz ettiği Türkiye'yi kabul ettiği sözleşmeler uymadığı için mahkum edilen gazeteci, aydın ve yazar ya da düşünürlerin lehine genişletilmesi yönünde derhal alınacak kararlarda ifadesini bulacaktır.
Yine aynı şekilde aynı sebeplerden, medyalara karşı alınan yayın veya yayım yasaklama veya el koyma, hatta kapatılma tedbirleri derhal kaldırılmalıdır.
5.Örgütlenme Özgürlüğü
Örgütlenme özgürlüğü alanında yapılan Anayasa değişiklikleri cesaret verici niteliktedir .
Ancak bir kez daha, bunların bir anlam ifade edebilmeleri için, Türk mevzuatının Ekim ayında yapılan değişiklikler çerçevesinde teyit edilen anayasal ilkelerle uyumunun sağlanması gerekmektedir.
2001 yılı, bu gelişmelere rağmen, Türk insan haklan kuruluşlarına karşı idari ve adli engellemelerin devamıyla anılan bir yıl oldu. Bu kuruluşların özellikle Güney-Doğudaki şubeleri icra, arama veya geçici olarak faaliyetten men kararlarıyla karşı karşıya kalmakta, üyeleri ceza yargısına sevk edilerek yargılanmaktadır. Bu kovuşturmalar, her zaman, söz konusu STK'ların, işkence ya da hapishanelerin ıslahı gibi hassas konularla ilgili görüşlerini bildirmelerinden sonra gerçekleşmektedir.
Yine aynı şekilde, yakın tarihte alınan bir karar, bu alanda bir iyileştirmeye gitme yönünde gerçek bir siyasi iradenin varlığı konusunda da kaygılar uyandırmıştır.
Anayasa değişikliklerinin kabulünden sonra, Uluslararası Af Örgütünün Türkiye'de bir şube açma talebine, bu ay -oysa başvuru Mayıs 2001 'de yapılmıştı- Türk yetkililer tarafından ret cevabı verilmiştir.
Hukuki gerekçeleri ne olursa olsun, bu ret kararı, Türkiye'nin, ülkedeki insan haklarının durumunda gerçek bir iyileştirme ve, Sivil ve Siyasi Haklar Paktı ile Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi hükümleri uyarınca, bu yönde çaba sarf eden örgütlerin faaliyetlerini özgürce sürdürmelerini sağlama iradesine sahip olup olmadığı konusunda düşünmeye sevk etmektedir.
6. Adalet : bağımsız ve adil
Temel hak ve özgürlüklere saygı adalet erkinin teminatını gerektirir .Dolaysıyla adaletin bağımsızlığı ve adil yargılama bu anlamda belirleyicidir .
2001 yılında yapılan yasal reform, özellikle Devlet Güvenlik Mahkemeleri yargıçlarının atanmasıyla ilgili bazı değişiklikler getirmiştir. Ancak bu değişiklikler yetersiz kalmıştır.
Gazetecilerin, aydınların veya yazarların sadece söyledikleri veya yazdıklarından dolayı yollandıkları olağanüstü yargı mercilerinin yetki alanlarının kesin olarak belirlenmemesi ve her halükarda kapsamının çok geniş olması kaygı verici bir durumdur. Hatta, bu mercilerin yakın bir gelecekte lağvedilmesi son derece arzuyu şayandır .
Bazı insanlık dışı veya onur kırıcı muamele faillerinin hala cezasız kalması da vahim bir kaygı kaynağıdır.
Küçüklerin yargılanması konusu da acilen iyileştirmelere gidilmesini gerektirmektedir .
Adil yargılanma hakkı, özellikle, savunma hakları ve yargının aleniyeti ilkelerine her zaman uyulmayan Devlet Güvenlik Mahkemelerinde, her zaman güvenlik altına alınmamaktadır .
Bugün de Türk yargısının ve özellikle de olağanüstü bir yargı olan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin işleyişine hakim olan bu yetersizlikler Türkiye'nin AİHM tarafından sıklıkla mahkum edilmesini açıklamaktadır.
Türkiye, 17 ve 20 Temmuz 200 tarihlerinde, 6cı maddenin ihlalinden Leyla Zana ve diğer DEP parlamenterleri. Savın Sadak. Dicle ve Doğan 'a tazminat ödemeye mahkum olmuştur. 1994 yılında Ankara DGM tarafından 15 yıl hapse mahkum edilen bu parlamenterler, yedi yıldır cezalarını çekmektedirler.
AİHM'nin bu kararı Türkiye'yi bağlar ve dört milletvekiline karsı Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesinin aldığı ve halen infaz edilmekte olan özgürlüğü kısıtlayıcı cezayı hükümsüz kılar. Derhal salıverilmeleri Türkiye'nin AİHM'nin aldığı kararlara saygısının ve ve özellikle de bundan böyle düşünce özgürlüğüne riayet etme iradesinin en iyi göstergesi olacaktır.
7. Kürt ve azınlıklar sorunları
Çarpışmaların son bulması, normal ve nispeten güvenlikli hayat şartlarının geri gelmesine rağmen, birçok Güney-Doğu ilinde Olağanüstü Hal devam etmektedir. Yerinden edilenlerin geri dönmesi., yeniden yerleşmelerine yardım ve el konulan gayri menkullerinin iadesi konuları öncelikle ele alınmalıdır . Olağanüstü Halin devamı, özelikle valilere genel hukuk alanında tanıdığı aşırı yetkiler nedeniyle kaygı vericidir .Bu bölgede faaliyet gösteren STK'lar düzenli olarak misillemelere ve kovuşturmalara maruz bırakılmaktadır.
Kürt partisi Hadep'in temsilcileri sürekli yasal kovuşturmaya uğramaktadır . 2001'de, bu partinin iki temsilcisinin Şırnak'ta kaybolması ve yapılan soruşturma neticesinde akıbetlerinin belirlenmemesi, bazı yerlerde hakim olan ve öncelikle Kürt topluluğunun en göz önündeki mensuplarının maruz kaldığı nispi güvensizlik ortamının bir örneği olmuştur.
Bir yıldır, Kürt nüfusun kültürel haklarından serbestçe yararlanmaya yönelik meşru taleplerini tatmin edecek,gerçek anlamda, hiçbir ilerleme kaydedilmemiştir. Daha önce sözünü ettiğimiz, Türkçe dışındaki dillerin kullanılması yasağının kaldırılması mütevazı bir ilerlemedir.
Türk yetkililerinin, Türkiye'deki azınlıkların varlığını ve meşru taleplerini göz önünde bulundurmayı reddetmeleri, Türkiye'nin, azınlık haklarına saygıyı da içeren Kopenhag Kriterleri'ne uyum sağlaması için, bu alanda yapılacak daha pek çok şey olduğunu göstermektedir. Türkiye'nin bunun gereğini yerine getirmek için her şeyden önce AGİT Azınlıklar Yüksek Komiserliği ile acilen işbirliği yapmayı kabul etmesi gerekmektedir .
8. Kıbrıs
Kıbrıs'taki durum ve neden olduğu temel hak ve özgürlük ihlalleri, örneğin 10 Mayıs 2001 tarihli Kıbrıs- Türkiye davasında verilen kararda açıkça gözler önüne serilmektedir.
AİHM, bu kararında, ''Kıbrıs Cumhuriyeti'nin, Kıbrıs'ın tek meşru hükümeti olduğunu'' teyit ederek, şöyle demektedir : Kendisine isnat edilen iddialar temelinde, Türkiye'nin Sözleşme çerçevesindeki sorumluluğunu reddetmesi konusunda, Mahkeme, on altı lehte oy bir karşı görüş üe, ihtilaf konusu olaylarm, bu davada, Sözleşme'nin lci maddesinin ifade ettiği anlamda, Türkiye'nin 'yargı yetkisi'' dahilinde olduğuna ve dolayısıyla, davalı devleti, Sözleşme hükümleri uyarınca, yükümlülük altına soktuğuna hükmetmiştir. ,, ( Bkz. AHM'nin ''Türkiye'nin, askeri mevcudiyetiyle, pratikte Kıbrıs'ın kuzeyinde global bir denetim kurması neticesinde, ''KKTC'' yetkililerinin politikaları ve tasarruflarından, Sözleşme nezdinde, sorumlu olduğunu ...Türkiye'nin sözleşme nezdindeki sorumluluğunun, sadece Kıbrıs'ın kuzeyindeki asker ve memurların tasarruflarıyla sınırlı olmayıp, Türkiye'nin askeri ve diğer alanlardaki yardımıyla ayakta duran yerel yönetimin -KKTC- tasarruflarını da kapsadığını ifade ettiği Loizidou davasında aynı sonuç ).
Mahkeme, yine bu kararında, Türkiye'yi, Avrupa Sözleşmesi'nin 2ci ve 5ci maddelerime istinaden, ''dava/ı devletin yetkilerinin, hayatlarını tehlikeye sokan şartlarda kaybolan Kıbrıslı Rumların akıbetini ve bulundukları yeri belirlemek için etkin bir araştırma dahi yapmamış olmaları'' gerekçesiyle ve 3cü maddeye istinaden, ''kaybolanların ailelerinin ciddi kaygıları karşısında davalı devletin yetkililerinin suskunluğunun, bu ailelere karşı insanlık dışı olarak nitelenebilecek derecede vahim bir muamele oluşturduğu'' gerekçesiyle mahkum etmiştir .
Kuzey Kıbrıs'taki Rumların yaşam koşullarıyla ilgili olarak, Mahkeme ''Kıbrıs'ın kuzeyinde, Karpas bölgesinde yaşayan Rumların aşağılayıcı muamele olarak tahlil edilen bir ayrımcılığa maruz kalmalarıyla, 3cü maddenin ihlal edildiğine'' hükmetmiştir. ''Kıbrıs/ı Rumların yaşamak zorunda bırakıldıkları durum : yalıtlanma, kısıtlı seyahat özgürlüğü, denetim altında olma ve toplulukları için hiçbir yenilene veya büyüme ihtimalinin bulunmaması. Mahkemeye göre, bu nüfusun yaşamaya mahkum edildiği koşullar alçaltıcıdır ve insan haysiyetine saygı kavramının kendisine aykırıdır. Ayrımcılık o denli vahim bir düzeye gelmiştir ki, aşağılayıcı muameleye dönüşmüştür. ,,
Bu da, Türk tarafının, Kıbrıs'ta bir çözüm arayışına girmesinin ne denli acil olduğunu göstermektedir. Türkiye'nin, çözüm bulunmaksızın, AB'ye katılmasının düşünülmesi makul olmayacaktır.
9. Ordunun rolü
Türk siyaset hayatında, ve diğer alanlarda, ordunun oynadığı önemli rol, Türkiye'nin AB bünyesindeki geleceğini ipotek altına almaktadır .
Milli Güvenlik Kurulunun yapısını, oy çokluğunu sivillere verme kaygısıyla, sivil üyelerin sayısını asker üyelere nazaran artırarak yeniden düzenleyen Anayasa değişiklikleri bir ilerleme teşkil etmektedir. Bununla birlikte, MGK gibi yürütme erkinin önemli bir organının bünyesinde, doğası gereği büyük önem taşıyan kararlarım etkilemeye devam edebilecek askerlerin bulunmasını kabul etmek zordur.
Ekim ayında yapılan Anayasa değişiklikleri, askerlerin yetkisini ''tavsiye'' İle kısıtlamıştır .Ancak Türkiye'nin tarihi, ordunun bugüne kadar siyaset hayatında oynadığı öncelikli rol, askerlerin bu tavsiyelerdeki ağırlığının belirleyici olmayı sürdüreceğini düşünmeye sevk etmektedir .