Kıtanın yüz elli yıllık Bolivarcı küçük burjuva devrimciliği geleneğinin beklenmedik bir andaki yeniden dirilişi yaşandı Ama aynı sahnenin gerisinde, siyasal iktidar sorunu, uzun yıllardan sonra ilk kez yeniden, somut bir devrimci kriz biçimini alarak ezilen sınıfların toplumsal muhalefetinin merkezi sorunu haline geliyor.
ABD ve yerli egemen sınıfları tarafından bir iç savaş sürecine sürüklenen petrol zengini Venezüela'nın yoksul - örgütsüz emekçi sınıfları, giderek keskinleşen bir siyasal kutuplaşma ortamında, ya gerçek bir halk iktidarı yaratma ya da emperyalizm tarafından teslim alınma sorunuyla çıplak biçimde karşı karşıyalar.
Yeni proletarya ve siyasallaşma
Hem genel olarak Latin Amerika'nın, hem de kendi özel tarihinin ürünü olan önemli politik özgünlüklere sahip olmakla birlikte, yeni liberal modelin çözülmesinden doğan evrensel eğilimler tarafından şekillendirilen Venezüela deneyimi, bu yönüyle, yeni proletaryanın siyasallaşmasının en ileri momentlerinden birisi olarak nitelenebilir.
Venezüela oligarşisinin 2 Aralık 2002'de ilan ettiği ve aslında "genel lokavt"tan başka bir şey olmayan ikinci "genel grev" dalgasıyla birlikte tırmanan çatışma ortamında, nüfusun yüzde 80'ini oluşturan yoksulların önündeki temel sorunun, Chavez'in "Bolivarcı devrimi"ni aşan bir iktidar mücadelesi sürecini örgütleme sorunu olduğu netleşiyor.
"Küreselleşmeye" karşı bir OPEC lideri
Venezüela'da, gerek Bush yönetimi, gerekse Dünya Bankası başkanının "geçici bir hükümete" destek vereceklerini açıklamalarının ardından tırmanışa geçen bugünkü siyasal kutuplaşma ortamının arka planında, Chavez yönetiminin izlediği kararlı anti-Amerikancılık siyasetinin, ABD'nin mevcut fetih stratejisi açısından giderek daha can sıkıcı sonuçlar yaratma potansiyeline sahip olması yatıyor.
11 Nisan 2002'de gerçekleştirilen Chavez karşıtı başarısız darbe girişimine ve büyük sermaye, sendika bürokrasisi ve medya tarafından oluşturulan "muhalefet cephesine" açık destek veren Bush yönetiminin, Honduras iç savaşında ölüm mangalarını örgütlemiş olan Latin Amerika uzmanlarını, bu kez de Venezüela'da kargaşa çıkarmakla görevlendirdiği biliniyor.
Emperyalist-kapitalist sistemden tam bir kopuş niteliğine bile sahip olmayan Venezüela rejiminin ABD tarafından hedef tahtasına yerleştirilmesinin temel nedeni ise, izlenen bağımsız dış siyaset çizgisinin, yeni liberalizmin çöküşü ortamında özellikle Latin Amerika'daki yeni model arayışları için ciddi bir esin kaynağı haline gelmesi.
Chavez: ABD hegemonyasının kıtadaki çözülüşü
Yoksul ve Afrika kökenli bir öğretmen ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelen eski paraşütçü albay Hugo Chavez'in, 1998 Aralık ayında yapılan başkanlık seçimlerinde yüzde 56'lık bir çoğunlukla iktidara gelmesini izleyen dört yıl içinde Venezüela, ABD hegemonyasının kıta çapındaki çözülüşünün simgesi haline dönüştü.
İlk günlerinden itibaren İran ve Irak üzerindeki ABD ambargosunu kırmaya yönelen Chavez yönetimi, Libya ve Küba ile diplomatik-ticari ilişkileri canlandırdı, Kolombiya Planı'nı ve ABD uçaklarının Venezüela hava sahasını kullanma talebini reddetti, ABD'li uzmanları ordudan attı, FTAA'ya karşı bayrak açtı ve Afganistan savaşını katliam olarak niteledi.
ABD'yi ilgilendiren hemen her konuda izlediği bağımsız çizgiyi kıta çapında da yaygınlaştırmaya yönelen Chavez rejimi, bu çizgiyle sadece ülkenin yoksul çoğunluğu için bir çekim merkezi haline gelmekle kalmadı.
"Latin Amerika Cumhuriyeti"
Simon Bolivar'ın "Latin Amerika Cumhuriyeti" idealinden esinlenen bağımsız bir Latin Amerikan ekonomik-siyasal bloku yaratma projesinin de önderliğine oturdu.
Chavez tarafından başı çekilen yeni bir "bağlantısızlar hareketi" yaratma girişiminin merkezinde ise, Venezüela'nın dünyanın dördüncü büyük petrol üreticisi (ve ABD'ye en fazla petrol satan Latin Amerika ülkesi) olması gerçeği ve muazzam petrol kaynaklarını ulusalcı bir dış siyasetin temel aracı haline getirme çabası bulunuyor.
Petrol fiyatları siyaseti kırılınca
1999 sonrasında yeniden canlandırdığı OPEC'in (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) sözcülüğünü de üstlenen Venezüela'nın, Körfez Savaşı'ndan bu yana Suudi Arabistan-ABD ikilisi tarafından yürütülen petrol fiyatlarını düşürme siyasetini fiilen kırması ve IMF'nin yerine en yoksul ülkelere kredi verecek bir OPEC Bankası kurulmasını önermesi, (üstelik de bu siyasetin AB tarafından da destek bulduğu koşullarda), ekonomisi giderek daralan ABD açısından bardağı taşıran damlalardı.
OPEC'in etkisizleştirilmesinin Reagan'la başlayan yeni liberal saldırı döneminin temel başarılarından birisi olduğu düşünüldüğünde, OPEC'in yeniden siyasal bir platform olarak kullanılmasının ABD tarafından kabul edilemeyeceği açıktı.
Bush yönetiminin tüm dünyayı zor yoluyla hizaya getirmeye çalıştığı bir dönemde, Chavez'in "vahşi küreselleşmeye" ve tek kutuplu Amerikan egemenliğine karşı çok-kutupluluk siyasetinin sözcülüğünde ısrar etmesi ise, ABD'nin başlangıçta izlediği bekle-gör siyasetinin yerini açık saldırganlığa bırakmasının en önemli nedeni oldu.
ABD'nin Irak sonrası olası hedeflerinden birisi haline gelen Chavez açısındansa, bugüne kadar izlediği, radikal bir ulusalcılıkla ılımlı bir sosyal liberalizmi uzlaştırma girişimini sürdürme olanakları giderek belirgin biçimde tükeniyor. Venezüela toplumsal sınıfları arasında her gün biraz daha derinleşen ve siyasallaşan kutuplaşma atmosferi, anti-Amerikancı siyasetin toplumsal bir devrim programıyla tamamlanmasını zorlayan bir gelişme çizgisi izliyor.
1989 isyanlarından "Bolivarcı devrime"
Büyük bir petrol zenginliğinin üzerinde oturan, ancak nüfusunun yüzde 80'i yoksullukla boğuşan bir ülkede, petrol fiyatlarını merkezine alan bağımsızlıkçı bir dış siyasetin emek ve sermaye arasındaki mücadeleyi keskinleştirmemesi olanaksız.
"Kansız, barışçıl ve Bolivarcı" bir devrimci süreç başlattığını iddia eden Chavez'in, aslında eski tip bir "sınıf uzlaşması" modeli yaratmaya çalışırken, Venezuela'da bugüne dek görülmemiş çapta bir politik-sınıfsal kutuplaşmayı tetiklemesinin ardında da bu gerçek bulunuyor.
Chavez'in, Venezuela halkı tarafından "süreç" olarak adlandırılan iktidar öyküsünün gerisinde ise, gerek yeni liberal model, gerekse ABD tarafından yapay biçimde düşük tutulan dünya petrol fiyatları nedeniyle keskin bir yoksullaşma yaşayan Venezüella emekçi sınıflarının dağınık mücadele öyküleri var.
Yüzde 1, zenginliğin yüzde 60'ına sahip
Diğer Latin Amerika ülkelerinin büyük toplumsal çatışmalara sahne olduğu 50'li-60'lı yıllarda ekonomik genişleme ve yüksek petrol fiyatları sayesinde göreli bir sınıf uzlaşması modelini sürdürebilen Venezüela, oligarşinin petrol gelirlerini ABD hazine bonolarına yatırarak tam bir asalak sınıfa dönüştüğü 80'lerin kriz ortamında, derin bir yoksullaşmaya sahne oldu.
Bugün ülke topraklarının yüzde 60'ı nüfusun yüzde 1'ini oluşturan toprak sahiplerinin elinde toplanmış, işçilerin yüzde 50'si kayıt dışı ekonomide çalışıyor ve ulusal gelirin yüzde 40'ı dış borç ödemelerine akıyor.
Ülke rejiminin 1955 sonrasındaki temel dayanağını oluşturan çürümüş iki parti sisteminin politik hegemonyasının dağıldığı ekonomik kriz koşullarında, birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkan iki gücün, yoksul yığınlarla, Bolivarcı küçük subaylar hareketinin yollarının kesiştiği yerde ortaya çıkan Chavez rejimi ise, Venezüella yoksullarının içinden geçtikleri siyasallaşma sürecindeki özgün bir momente denk düşüyor.
Asker -sivil ittifakı
İdeolojik gıdasını 19. yüzyıl Latin Amerika'sının efsanevi sömürgecilik karşıtı "kurtarıcısı" Simon Bolivar'dan alan (Harp Okulu'nda Simon Bolivar kürsüsü profesörü) Hugo Chavez'in politik girişimleri 1982'de sınırlı sayıda arkadaşıyla kurduğu Movimiento Bolivariano Revolucionario -200 (Devrimci Bolivar Hareketi) MBR-200'e kadar uzanıyor. (1)
Venezüella düzen partilerinin ve oligarşisinin yaşadığı ahlaki çürümeye karşı dar bir ilerici küçük subaylar cuntası niteliğini taşıyan MBR, ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte yeni liberalizm eleştirilerinden de esinlendiği anlaşılıyor ama Bolivarcı hareket bugün bile net bir ideolojik-politik çizgiye sahip değil.
Kuruluşundan 1992'de gerçekleştirdiği başarısız darbe girişimine dek geçen 10 yılda gizli bir bölge örgütü yaratan ve Venezüela'nın dağılmış gerilla hareketi kadrolarıyla belirli bir ilişki düzeyi tutturan MBR, o dönemdeki temel hedefini "bir asker-sivil ittifakı" yaratmak olarak açıklıyor.
ACILS ve CTV
Bolivarcı subayların kimi sol kadro ve örgütlerle ilişkilerini geliştirdikleri 1980'lerde derin bir yoksullaşma yaşayan emekçi sınıfların mücadelesi ise uzun süre, iki partili rejimin en temel dayanaklarından birisi olan 2 milyon üyeli CTV'yi (Venezüella İşçi Sendikaları Konfederasyonu) eyleme zorlama ya da yeni liberalizmle eklemlenen sol partileri hareketlendirmeye çalışma biçiminde gerçekleşti.
Ancak bu çabalar sonuçsuz kaldı ve CTV, işçi sınıfının artık yüzde 60-70'ini oluşturmakta olan kayıt dışı işçileri bütünüyle görmezlikten gelen yüz binlerce dolar maaşlı bir sendika ağaları örgütüne dönüştü.
AFL-CİO ve ABD'nin darbe örgütlemekte kullandığı ACILS (Uluslar arası İşçi Dayanışması İçin Amerikan Merkezi) gibi emperyalist aparatlarla yakın ilişki içinde olan CTV, bugün de bu niteliğiyle Chavez karşıtı darbe girişimlerinin merkezinde yer alıyor.
Gerilla önderleri ve solcu aydınlarla ilişki
Emekçi sınıfların ekonomik kriz karşısında giderek yükselen örgütsüz tepkileri ise 27 Şubat 1989'da gaz ve kamu ulaşım ücretlerine yapılan zamlara karşı patlak veren Karakas isyanlarında zirveye ulaşacak ve isyanı bastırmak için ordunun da kullanılması sonucunda ölenlerin sayısı bine yaklaşacaktı. Ordunun Karakas ve onu izleyen öğrenci isyanlarında oynadığı kanlı rolle sarsılan ve kendi komutalarındaki askerlere halka ateş açmama emri veren MBR'cilerse, 1992 darbesine, bu kanlı olaylar sırasında karar verdiklerini söylüyorlar.
4 Şubat 1992'de Causa R, Venezuela Komünist Partisi'nin gelecekteki lider kadrosu ve Halkın Seçimi Hareketi gibi sınırlı sayıda sol grubun da desteğiyle gerçekleştirilen darbe ise, kısa sürede başarısızlığa uğrayacak ve MBR'nin sadece Valencia kentinde öğrenciler tarafından gerçekleştirilen yağma, karakol baskını ve sokak gösterileri gibi eylemlerle açığa çıkan sınırlı bir kitle desteğine sahip olduğu görülecekti.
MBR'nin eski gerilla önderleri ve solcu aydınlarla ilişkisi Chavez ve arkadaşlarının tutuklu kaldıkları iki yıl boyunca da sürdü. Chavez hareketinde Bolivarcılığa eklenen ikinci bir damar oluşturan ve öncüsüz bir kitle isyanı olarak gördükleri 27 Şubat hareketleriyle, bir kitle desteğine sahip olmayan "askeri öncünün eylemi" olarak nitelendirdikleri 4 Şubat darbesini sentezleyecek bir politik odak yaratmayı hedefleyen bu kadroların etkisi, Chavez'in afla serbest bırakıldığı sonraki yıllarda da artarak sürdü.
Darbeye katılan subayların rahatsızlığı
MBR'nin, 1997 Nisan ayında Beşinci Cumhuriyet Hareketi (Movimiento Quinta Republica-MVR) haline dönüşmesinin ardından hareket içinde ortaya çıkan bölünmenin önemli nedenlerinden birisi de darbeye katılan bir bölüm eski subayın, Chavez'in sola yönelmesinden duydukları rahatsızlık oldu.
1992'de kendisine de televizyonda konuşma hakkı verilmesi karşılığında teslim olmayı kabul eden Chavez'in, rejimin her iki partisine karşı da çok yoğun bir tepkinin yükseldiği ve solda birleştirici bir başka seçeneğin bulunmadığı koşullarda, eyleminin arkasında duran bir çizgiyle yoluna devam etmesinin ve de "devleti yeniden kurmayı" vurgulayan politik söyleminin halkın gönlünü kazanmakta son derece etkili olduğu söyleniyor.
Nitekim 1998 seçimlerinde o güne kadar izlediği boykotçu tutumu terk ederek, (Venezüella Komünist Partisi, Sosyalizme Doğru Hareket-MAS ve PPT gibi bir dizi sol örgütün katılımıyla) Polo Patriotico isimli sol cepheyle birlikte başkanlık seçimlerine giren MVR, programını iki temel unsura dayandıran bir çizgiyle yüzde 56 oranında oy almayı başardı.
Bu iki unsurdan birincisi, ılımlı bir devlet müdahaleciliğine dayalı bir sosyal program, ikincisi devletin tüm temel kurumlarının yeniden inşa edilmesinin önünü açacak bir Kurucu Meclis ve yeni bir anayasanın oluşturulmasıydı.Chavez'in abartılı bir biçimde "Bolivarcı devrim" olarak adlandırdığı ılımlı reform programı da, bu iki unsurun keskinleştirdiği sınıf çatışması ortamında uygulamaya konulacaktı.
Plan Bolivar 2000 ve siyasal kutuplaşma
Eski iki partili rejimin ülkenin yoksul çoğunluğu bir yana, orta sınıflar arasındaki desteğinin bile tamamen eridiği ve politik ortamın, esas olarak geleneksel partiler karşıtı bir genel duyarlılık tarafından biçimlendirildiği koşullarda iktidara gelen Chavez, bugün iki temel dayanağa sahip bulunuyor.
Bunlardan birincisi, Chavez rejimine esas olarak bir küçük burjuva reformcu iktidar kimliği kazandıran küçük ve orta rütbeli subayların desteği. İkincisi ise, gerek ılımlı sosyal programlar, gerekse devlet aygıtındaki kısmi demokratik düzenlemeler nedeniyle Chavez'e verdikleri aktif desteği sürdüren yoksul emekçi sınıflar.
Son derece başarılı bir taktisyen olarak bilinen Chavez'in "Bolivar devrimi" fikri de aslında, ülkenin içinde bulunduğu çatışma ortamında bu iki temel desteği, Plan Bolivar 2000 adı altında örgütlenen bir program çerçevesinde birbiriyle kaynaştırarak rejimin kalıcı bir dayanağı haline getirme çabasını ifade ediyor.
Üst orta sınıfın desteği kalktı
Öte yandan petrol fiyatlarındaki artışın durmasıyla birlikte yeniden tırmanan ekonomik kriz ortamında uygulamaya konulan kısmi sosyal programlar nedeniyle Chavez rejimi, kendisini zaten gözden çıkarmış olan oligarşinin yanısıra üst orta sınıfların desteğini de büyük ölçüde yitirmiş durumda. Chavez yönetiminin mülk sahibi sınıfları tamamen karşısına alan radikallikte bir program izlediğini söylemekse mümkün değil.
İktidarının ilk iki yılında artan petrol gelirlerini, yoksulların gelir düzeyinde yüzde 3-4'lük bir artış için kullanan, 1 milyon sokak çocuğunu okullara geri gönderip eğitim ve sağlık hizmetlerini parasız yapan ve düşük oranlı bir servet vergisi uygulaması başlatan Chavez yönetimi, örneğin özelleştirme konusunda eklektik bir çizgiye sahip.
Eğitim, sağlık ve petrol sanayiinde özelleştirme karşıtı bir çizgi izleyen Chavezciler, Karakas elektrik şebekesini özelleştirip, yabancı sermaye girişini engelleyecek sert uygulamalardan kaçınıyorlar.
Mikro işletmecilik projelerine ağırlık verirken, mali sistemi düzensizleştiriyor; son derece katı bir bütçe siyaseti izliyor ve özel mülkiyet haklarını ancak çok sınırlı ölçülerde daraltıyorlar. Esas önemlisi de bu konudaki söylemi bir yana, Venezuela, dış borçlarını en az diğer borçlu ülkeler kadar sadık biçimde ödemeye devam ediyor. Ancak devlet aygıtında bir dizi değişimin önünü açan siyasal düzenlemelerle birlikte ele alındığında bu ılımlı sosyal programın bile sermayenin uzlaşmasız egemenliğini talep eden oligarşi açısından ciddi sorunlar yarattığı görülüyor.
Oligarşinin ciddi sorunu
Öte yandan 1999 yılında Chavezcilerin ezici ağırlığıyla oluşturulan Kurucu Meclis, yine aynı yıl yapılan referandumda büyük bir çoğunlukla kabul edilen yeni Anayasa ve son Ulusal Meclis seçimlerinde Bolivarcıların elde ettiği ağırlığının artmasıyla birlikte önü açılan kurumsal düzenlemeler, oligarşi açısından başlı başına ciddi bir sorun teşkil ediyor.
Dört yıl gibi kısa bir sürede yapılan dört büyük seçimden zaferle çıkmış bir rejimin yöneticilerini diktatörlükle suçlayan mülk sahipleri de, bu kurumsal düzenlemelerin "komünist bir rejimin" önünü açtığını ileri sürerek tezlerini meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
Karları sınırlandıran; iş güvenliği ve emeklilik haklarıyla, evde çalışanlar ve küçük üreticilerin haklarını genişleten, petrol, sosyal güvenlik, eğitim ve sağlık alanlarındaki özelleştirmeleri yasaklayan yeni anayasa, mevcut temsili demokrasi sisteminin yerine de, dolaysız vatandaş katılımının sınırlarını referandumlar, halk meclisleri ve askeri-sivil programlarda gönüllü çalışma gibi bir dizi yolla genişleten bir "katılımcı demokrasi" modelini esas alıyor.
CTV'nin karşıtlığının nedeni
Kurucu Meclis'in çalışmalarını engellemesi halinde mevcut Ulusal Meclisi dağıtacağını açıklayan Chavez yönetimi, eski rejimin temel dayanaklarından birisini oluşturan sınıf uzlaşması kurumlarıyla, iki parti sisteminin sosyal demokrat partisinin egemenliğindeki CTV ile yargı, kamu iktisadi kurumları, üniversiteler gibi kurumlara ilişkin kapsamlı değişimlerin önünü açıyor.
Chavez yandaşlarının CTV başkanının kişisel serveti hakkında soruşturma açmaları, konfederasyonun aldığı sübvansiyonların lağvedilmesi, konfederasyon seçimlerinde informal sektör işçileri dahil tüm işçilerin doğrudan oy kullanması yönünde yapılan zorlamalar ve konfederasyon üyesi üç sendikanın Polo Patriotico'ya geçmesi ise, CTV'nin Chavez karşıtı cephe içindeki yerini yeterince net biçimde açıklıyor.
Eski rejimin temel kurumlarının hemen tümünde meydana gelen çatırdama, hala önemli mevzilere sahip olan "oligarşik muhalefet" ile Chavez-orta rütbeli subaylar-yoksullar ittifakı arasında ABD tarafından da kışkırtılan politik kutuplaşma ortamını giderek derinleştiriyor.
Circulo Bolivariano, "zenginlerin grevi" ve yeni bir yol ayrımı
Bush yönetiminin homurdanmalarının başladığı dönemde yürürlüğe konulan üç yasa ve Chavez rejiminin yoksullar arasındaki kitle desteğini kurumsallaştırmak üzere oluşturmaya başladığı "Bolivarcı Meclisler" ve anayasal kooperatifler, bu politik kutuplaşma ortamını daha da alevlendirdi.
Oligarşinin Küba'daki Devrim Savunma Komitelerine benzeterek yoksulları gizlice silahlandırmak için kullanıldığını söylediği meclisler, çevreler ve kooperatifler gerçekte halkın en yoksul sınıflarının bir yandan belirli bir yaşam alanındaki kamusal hizmetleri ortaklaşa örgütleyip, öte yandan anayasa ile ilgili siyasal tartışmaları gerçekleştirdikleri yarı-siyasal halk örgütlenmeleri.
Karakas'ın en yoksul semtlerinde hükümetten aldıkları mali destekle faaliyetlerini yürüten bu yapılar, kamu hizmetlerini ve barınma koşullarını iyileştirmeyi hedefleyen Bolivar 2000 Planının da en küçük yürütücü birimlerini oluşturuyorlar. Başlıca hedeflerinden birisini orduyu halkla kaynaştırmak olarak açıklayan Chavez, yedek askerleri de aynı projede istihdam ederken, her kışlaya bir mahalle esasına göre görevlendirilen orduya da projenin uygulanmasında aktif bir rol veriyor.
Toprak reformu, yabancı yatırıma vergilendirme
Chavez rejiminin denetim organları olarak da değerlendirilebilecek olan bu birimlerinse bugün ağırlıkla ciddi bir halk örgütlenmesi seferberliğine hizmet ettikleri görülüyor. "Bu hükümet, bu süreç bize umut veriyor" diyen yoksulların bu organlarla pasif olmayan bir ilişki kurdukları belirtiliyor.
Chavez hareketinin zayıf noktasını oluşturan örgütlü halk desteği konusundaki açığını kapatmaya yönelmesiyle eş zamanlı biçimde gündeme gelen ılımlı toprak reformu, petrol sektöründeki yabancı yatırımları vergilendirme ve küçük balıkçıları koruma yasaları gibi sol adımlar ise Venezüela oligarşisinin 2001 yılı sonundan itibaren gerilimi tırmandırmasının önünü açan uygulamalar oldu.
Chavez'i "vahşi" diyerek rengi nedeniyle aşağılayan çoğu Venezuela oligarşisi, Şili'de 1970-73 arasında Allende rejimine karşı yürütülmüş olan tencereli gösterilerin yaygınlaşmasının ardından 11 Nisan 2002'de bazı üst rütbeli subaylar aracılığıyla gerçekleştirdiği askeri darbeyle Chavez'i iki günlüğüne iktidardan indirdi.
Halkın F-16'ları
Ancak ABD'nin tam desteğini alan ve daha iktidarın ilk saatinde Küba ile ilişkileri kesip OPEC anlaşmasını iptal ettiklerini açıklayan darbeciler "tepelerden inen" halkın tepkisini küçümsediklerini kısa zamanda anlamak zorunda kaldılar. Kışlaların önünde yığılarak " Asker, vicdanının sesini dinle, başkanını bul!" diyen halk, ordu içinde zaten geniş bir tabana sahip olmayan Chavez karşıtlarının iç birliğinin kısa sürede dağılmasını sağlayarak Chavez'i yeniden iktidara getirdi.
Ancak Chavez'in çok sınırlı sayıda üst rütbeli subay hariç darbeye katılanların büyük çoğunluğunu çatışmayı daha da sertleştirmemek amacıyla serbest bıraktığı bir ortamda oligarşi 2002 Aralık sonunda yeniden başlattığı genel lokavt hareketiyle gerginliği yeniden tırmandırıyor.
Yoksullar oligarşinin genel lokavtıyla, duvarlara "zenginlerin grevi" diye yazarak dalga geçerken, Chavez "onların tencereleri varsa, halkın F-16'ları var" tehditlerini savurmaktan kaçınmıyor. Genel lokavtınsa petrol sanayi dışında, esas olarak çokuluslu gıda zincirleri ve sigara gibi mallarda yarattığı kıtlık dışında gündelik hayat üzerinde fazla bir etkisi bulunmuyor.
Sigara değil, yeni petrol şirketi
Halk "Sigara değil, yeni bir petrol şirketi istiyoruz" şarkıları söylerken, bazı işyerlerinde işçiler lokavtı, el koydukları işyerlerinde üretimi sürdürerek kırmaya çalışıyorlar; hükümetse, lokavtın sürdüğü bazı fabrikalara zor yoluyla girmeye başladığı görülüyor.
3 Ocak'ta iki Chavez yandaşının oligarşinin tarafında yer alan polis tarafından öldürülmesi ve muhalefetin erken seçim çağrıları ise çatışma ortamının giderek daha kanlı biçimlere bürünebileceğini gösteriyor. Venezüela oligarşisi ve emperyalizmin ılımlı bir yeniden paylaşım girişimini bile ellerinin tersiyle iteceklerini açıkça gösteren bu süreç, yoksul sınıfların bugüne kadar elde etmiş oldukları küçük kazanımların da ancak toplumsal devrim programını daha ileriye doğru götüren bir mücadeleyle savunulabileceğine işaret ediyor.
Siyasal iktidar sorununun giderek kızışan bir sınıf savaşı içinde yoksul sınıfların toplumsal muhalefetinin ana sorunu halini aldığı Venezüela deneyimi, yeni proletaryanın, kendisini toplumsal devrim programını tamamlayacak bir devlet olarak örgütleme sorunuyla, ilk kez bu denli somut biçimde karşılaşmasını da simgeliyor.
Marksist programın Chavez olgusuyla ilişkilenmesi
Chavez rejiminin kendi kitle desteğini örgütlemek için yaygınlaştırdığı halk organlarının, halkın kendisini bir devlet olarak örgütlemesinin organlarına dönüşüp dönüşmeyeceği ucu açık bir soru. Ancak Venezüela'da devrimin alternatifinin kızışan bir iç savaş ve ABD destekli bir darbe olacağı şimdiden görülebiliyor.
Devriminse, Chavez'den kolayca kurtulması olası değil. James Petras'ın sözleriyle " Venezüela'da yaşanan kutuplaşma herhangi bir anlamlı sol siyasetin bu ulusalcı bağlamda gerçekleşmek zorunda olduğunu gösteriyor. Yani, herhangi bir sosyalist ya da Marksist program Chavez olgusuyla ilişkilenme yolu bulmak zorunda." (NK)
(1) Venezüela ordusu içinde Bolivarcı bir damarın yeniden yeşermesinin sırrı ise iki temel öğeye dayanıyor. 1945 gibi erken bir dönemde 10 yıllık bir askeri diktatörlük yaşamış olan Venezüela'da darbe sonrasında petrol gelirleri sayesinde uzunca bir süre istikrarla sürmüş olan iki parti sistemi, ordunun 60 ve 70'lerdeki darbe süreçlerinde yukardan aşağıya doğru faşistleştirildiği diğer Latin Amerika ülkelerinden farklı bir yapıya ihtiyaç duyarak, komuta kademelerinin parçalanmasına dayanan yalıtık bir ordu yapısı yaratmış.
Bu yapının içinde oluşan boşluklarla boy veren Bolivarcı inisiyatiflerinse, ordunun 1980'lere gelindiğinde ABD tarafından tüm Latin Amerika ülkelerindeki gibi bir narko-polis gücü olarak işlevlendirilmesine karşı duyulan tepkiden beslendiği ve ordu içindeki Chavez desteğinin temelinde de bu tepkilerin bulunduğu görülüyor.