Haber bültenleri ve programları ile futbol ve bazı filmlerin dışında pek televizyon izlemeyenlerin bile basındaki 'Popstar' tartışmasıyla ilgilenmesinin bir kaç nedeni olsa gerek:
İşin içine bir 'Aydın' meselesi sokuldu ki, yersiz ve anlamsız.
Bu tartışmada, "Aydınlar Popstar izler mi? İzlemeli mi? İzlemeyen aydın olabilir mi? Aydınlar Popstar'a duyarsız kalabilir mi? Türkiye'yi sosyolojik olarak anlamak için aydınların Popstar'ı izlemesi gerek... KKTC'deki seçmenden daha çok insan Popstar'a oy veriyor... Popstar adayının katil olması çok mu önemli? Türkler cinayete yatkındır? Rus musun? Türk müsün? Türk bayrağın nerede? Han Duvarları'nı ezbere söyleyebilir misin? Hayat sana da yakında dayatır," mealinde gözlem, fikir, emir ve yargılamalarla karşılaşıyoruz.
Tüm bu soru ve fikirlerin aydın olma haliyle ilişkisini kurmak zor.
Soyu tüketilmek istenen bir tür
Bu konuda köşe yazan kişilerin 'Aydın' kavramından ne anladıkları de kuşkulu. Önce genel olarak sonra da bu bağlamda, yani popüler bir TV dizisi, ya da medya ile ilişkilerde aydın kavramını açmaya çalışalım:
Anthony Gramsci, Jean Paul Sartre, Edward Said ve Noam Chomsky'nin, bir başka deyişle 'Organik', 'Angaje' ya da 'Public/Kamu' aydın tanımında iki önemli boyut var:
* Aydın, belirli bir konuda derin, ayrıntılı, köklü bilgi ve deneyim sahibi bir uzman.
* Aydın, tüm bu birikimini egemenlerin değil halkın, toplumun, kamunun hizmetine sunan, her konuya bu açıdan eleştirel ve sorgulayıcı yaklaşması gereken aydın, dolayısıyla iktidarın değil muhalefetin, ezilenlerin, mazlumların, mülksüzlerin, kamu çıkarının safında yer alır.
Aydınlarla medya arasındaki ilişkiler konusunda Neil Postmann, Pierre Bourdieu ve Said'i anmak gerekir. Özellikle de Bourdieu'yü. Medyayı, gazetecilik alanının iktidarla çakıştığı çevre olarak niteleyen Fransız sosyolog, başta TV gibi kitlesel bir medya aracını olduğu gibi egemenlere ve iktidar sözcülerine bırakmaktan yana olmadığı için, aydınların TV ile ilişkilerini neredeyse bir reçete ile tarif ediyor:
"Kamuyu bilgilendirmek üzere bir aydın, TV'yi kullanacaksa, kesme-biçme, tahrif etme olanağının en az olduğu naklen yayını şart koşmalı, programın formatını, süresini, yayın zamanını, konu ve soruları kendisi belirlerken, çekim öncesi yönetmen, yapımcı ve sunucu ile tüm bu konularda anlaşmaya varmalı."
Bourdieu'nün bu formülü Türkiye'de uygulanacak olsa, gördüğü her kameraya sırıtan, uzatılan her mikrofona derin görüşlerini anlatan 'a la turka medya aydınları' hayatlarının sonuna işsiz kalır. İktidar ilişkisi açısından tayin edici bir soru: Medya-Aydın ilişkisinde kim kime hükmedecek?
Popstar konusunda bir aydının yapması gereken, medya ya da sosyoloji belki de müzik alanında bilgi birikimine sahipse, bu yarışmayı eleştirmek, sorgulamaktır. Bunu yapabilmek için de öncelikle popüler TV programcılığı, pop müzik, kültür sosyolojisi gibi konularda bilgi sahibi olmak gerekir.
Neo-liberal global eğlence
Popstar, Türkiye'ye has bir program değil. Küreselleşmeyle birlikte gelişen global medya'nın -ki özü neo-liberal tek ideolojiyi, dört ayaklı (reklam/eğlence/bireysizleştirme/boyun eğdirme) kültür propagandasıyla egemen kılmaya çalışır- önemli ürünlerinden biri.
Amerikan egemen kültürünün değerlerini hakim kılmaya çalışmak için, müzik ve eğlenceye bulandırılmış bu tür popüler dizi ya da yarışmalarda, dayanışma yerine rekabet, paylaşma yerine ne pahasına olursa olsun kazanmak, gerçek yerine görüntü (yani mazruf yerine zarf), alçakgönüllülük yerine gösteriş, birlikte iş yapma yerine sınır tanımaz bir bencillik, yoksul ve güçsüzü desteklemek yerine zengin ve güçlüyü yüceltmek ön plana çıkarılıyor. Çünkü neo-liberal küreselciliğin temel değerleri bunlar.
1960-70'li yıllarda efsanevi Orhan Boran'ın sunduğu, hepimizi radyoların başına bağlayan 'İpana 11 Soru Yarışması' dinleyicilerin çeşitli uzmanlık alanlarındaki bilgilerini artırmayı ana hedef olarak belirlemiş, içten, hilesiz hurdasız, kaliteli, popüler ve son derece başarılı bir yarışma programıydı. O deviri artık kapatmak istiyorlar. 90'lı yıllarda bilginin paylaşılması yükselen bir değer olmaktan çıkarıldı.
Fransız reklamcılık dergisi Stratégies'nin 10 Ocak 2003 tarihli sayısında, Popstar benzeri bir başka yarışmayı, Star Academy'yi yayınlayan Fransız özel televizyonu TF1'in Başkan Yardımcısı Etienne Mougeote, bu tür programlarda övülen değerleri şöyle açıklıyor:
''Böylece bazı değerleri de ön plana çıkarabiliyoruz: Çalışma, asgari düzeyde disiplin, hocalara saygı, rekabet değerlerinin kabul edilmesi. Ancak çalışarak kazanabileceğimizi de anlıyoruz...''.
Yeteri kadar açık itiraflar değil mi bunlar?
Popüler olan her şey mubah mı?
Kanal D'nin İnternet sitesinde Popstar hakkında yayınlanan bilgilere göre, yaklaşık 500 bin kişi adaylara oy vermiş. Bu rakam, yarışmanın reytingi ayrıca Doğan grubu ile diğer medya organlarında Popstar'la ilgili haberlerin sık yayınlanması, programın ne kadar popüler olduğunu gösteriyor.
Medya tekellerindeki köşelerinde günlük yazılar yayınlayanlar, neredeyse faşizan bir yaklaşımla, 'Bu kadar geniş kitlelerin izlediği bir programa nasıl olur da duyarsız kalabilirsiniz?' demeye getiriyorlar. İşte onların görüp kabul etmek istemedikleri aydın'ın niceliğe pabuç bırakmayan yapısı. Herkes öyle diyor, düşünüyor ya da yapıyor diye aydın da öyle yapmak zorunda değil.
Hatta öncelikle herkesin neden aynı şeyi yaptığını inceleyip sorgulamak sonra da başka bir şeyin yapılabileceğini göstermektir aydın'ın görevi. Amerikalı liberal gazeteci Walter Lipmann 'Herkesin aynı şeyi düşündüğü bir ortamda hiç kimse hiç bir şey düşünmüyor demektir' der.
Aydın, Popstar konusunda görüş belirtecekse, bu yönde fikir oluşturabilir. Popüler TV dizileri hakkında yaptığı çalışmalarla tanınan Galatasaray Üniversitesi sosyologlarından Hülya Uğur, son derece isabetli bir kararla, geçenlerde, Savaş Ay'ın konuyu tartıştırmaya çalıştığı programına davetli olduğu halde katılmadı. Kiminle, nerede, neyi, nasıl tartışacaksın ki?
Popüler kültür konusunda önemli çalışmaları olan Ünsal Oskay, 'Çocuklar Duymasın' dizisine ilişkin bir kutlama-tartışma programında, bence son derece doğru gözlem ve tahliller yapmasına rağmen, popüler olan bir diziye eleştirel yaklaştığı için, hem çekim sırasında dizinin oyuncuları ve konuklar tarafından hem de sonrasında medya tarafından neredeyse linç ediliyordu.
Coca Cola (O da global serinletici ya...) tarafından sponsor edilen yarışma programının İnternet sitesinde bir sürü bilgi var da, jüri üyeleri hakkında sadece resimleri, isimleri ve ticari unvanları dışında bir bilgi yok.
Şimdi de bir mantık sorusu: Türk pop müziğinin yeni, genç isimlere ihtiyacı olabilir. Bu ihtiyacı, normalde konservatuarlar karşılayamaz mı? Sadece müzik bilgileri değil, müzik beğenileri bence tartışmalı olan ayrıca ticari konum ve bağlantıları da manidar olan jüri üyeleri oy veren insanları çok olumsuz bir şekilde etkiliyor.
Global medyanın bir ürününe, Türkler de kendi mütevazı katkılarını sunarak ay-yıldızlı bayraklarla bir kaç perçem milliyetçiliği eklemeyi unutmadılar.
Medyanın popstar'ı başka hangi popstar başka
Dünyada ve Türkiye'de, Biri Bizi Gözetliyor dahil yeni tür yarışma programları aslında tam da Hakiki Gerçek/Medyatik Gerçek ikileminin güzel bir yansıması.
Sadece Türkiye'de değil Fransa, Almanya ve İngiltere'de de bu tür programlara yarışmacı olarak katılanların bazıları, daha sonra yaptıkları açıklamalarda, yapımcı ve yönetmenlerin yarışmacılara belirli bir senaryo sunduklarını, hatta empoze ettiklerini, her şeyin son derece planlı ve hesaplı olarak yürütüldüğünü ifşa ettiler.
Bu nedenle de Popstar ile Türkiye gerçeği arasında herhangi bir bağlantı kurmak mümkün değil. Popstar medyatik gerçeğin bir parçası. Hayat ya da Türkiye, TV program prodüksiyon ajanslarında kurgulandığı gibi değil, hem de hiç değil...
Zaten bu Global Medyacıların bize dayatmaya çalıştıkları hayat da gerçek hayat değil, medyatik hayat.
Hayır teşekkkürler, ben almayayım... (RD/NM)