Panjy, Birleşmiş Milletler'in on yıl önce takibe aldığı 8 çocuktan biri. On yıl önce, Rio de Janerio'da yoksulluk ve çevre sorunlarına çözüm için yine bir zirve toplanmıştı. Tıpkı, Johannesburg'da toplanan zirve gibi. İşte o yıl doğan, 8 çocuk takibe alındı. İçlerinden biri daha bir yaşına gelmeden öldü, diğerlerinin kaderi de Panjy'den farklı değil. Panjy ve takibe alınan diğer çocuklar dünyanın milyarlarca yoksulundan biri.
Sağlıklı ve onurlu yaşam
1997'den beri Küresel İnsani Gelişme Raporları aracılığı ile tanıtılan bir kavram olan yoksulluk, insanların sağlıklı ve onurlu bir yaşam sürme yetilerinin bir ölçümü olarak tanımlanıyor.
6 milyara yaklaşan dünya nüfusunun büyük çoğunluğu yoksulluk içinde yaşıyor.Çoğunluğu kadın ve çocuk olan 4 milyar kişi görece yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Mutlak yoksulluk sınırının altında yaşayan 1.3 milyar kişinin % 70'ni kadınlar oluşturuyor.
Oysa son otuz yılda dünyanın zenginliği 5 kat arttı. Ama son otuz yılda dünyanın en zengin % 20'si ile en yoksul % 20'si arasındaki uçurum ikiye katlandı. En zengin ülkelerin geliri, en fakir ülkelerin gelirinin 59 katına ulaştı.Bu oran 1960'lı yıllarda 30 kattı.
Türkiye'de yüzde 14.2
Ulusal İnsani Gelişme Raporları'nın, Türkiye için yaptığı saptamalara göre, Ankara ve İstanbul gibi şehirlerde %10'un üzerinde olan yoksulluk oranı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde %30'ların üzerinde seyrediyor.
Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu (UNICEF) tarafından hazırlanan "Türkiye'de Bölgelerin Gelişmesi - 2000" başlıklı rapor, yaşam kalitesi açısından durumun hiç de iç açıcı bir noktada olmadığını gösterdi. Yaşam kalitesine ilişkin unsurların haritalarla anlatıldığı rapora göre, Türkiye'de halkın yüzde 31.3'ünün sağlıklı tuvaleti, yüzde 26.2'sinin sağlıklı içme suyu yok. 7-13 yaş arasındaki kız çocukların yüzde 31.2'si, erkek çocukların da yüzde 21.2'si okula kayıtlı değil.
Raporda, Türkiye'de yoksulluk sınırı altında yaşayan halkın oranı da yüzde 14.2 olarak belirlendi.
Sağlıktan temizliğe, eğitimden yoksulluğa kadar "25 adet yaşam kalitesi göstergesine" dayanarak değişik bölgelerdeki kadınların ve çocukların durumunu anlatan rapora göre, 15-49 yaş arası sağlık sigortası bulunmayan ev halkı yüzde 42.4
Kadınlar ve çocuklar
Ve sonuç; zenginle fakir arasındaki fark giderek açılıyor. Yoksul daha da yoksullaşıyor, en çok da kadınlar ve çocuklar yoksullaşıyor.
Dünya Bankası'nın yoksulluk alanında çalışan en önemli ekonomisti Branko Milanoviç "Küreselleşmenin İki Yüzü" adlı raporunda, "Küreselleşmenin yani mal ve finans piyasalarının serbestleştirilmesinin küresel yoksulluğu arttırdığını ve gelir dağılımını daha da bozduğunu" söylüyor.
Milanoviç çalışmasının sonunda şu soruyu soruyor: Nasıl oluyor da bu kadar yapısal uyum programı ve IMF stand-by uygulamasından sonra, Afrika'nın kişi başına milli hasılası 20 yıl önceki düzeyinden bir milim yukarı çıkmadı. Üstelik 24 Afrika ülkesinde kişi başına milli hasıla hala 1975 düzeyinin, 12 ülke de 1960 düzeyinin gerisinde.
Merkezi Londra'da bulunan"Çocukları Koruyun"(Save The Children) adlı uluslararası yardım kuruluşunun hazırladığı"Küreselleşme ve Çocukların Hakları" raporu da, hükümetlerin temel hizmetler sektöründe özelleşme politikalarının, hizmetlerin fiyatını arttırdığını, bundan en çok çocukların zarar gördüğünü saptıyor.
IMF; Dünya Bankası ve diğerleri...
IMF; Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi yaşamımıza giren örgütlerin yoksullaşmamızla bir ilgileri var elbette.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında açığa çıkan Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (WB), Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Ekonomik İşbirliği ve Gelişme Örgütü (OECD), vb büyük uluslararası kurumlar, seçilmemiş devletler üstü bir güç olarak karşımızda. Bu devletler üstü güç, kendi yöntemlerini hükümetlere, Güney'de yapısal uyum, Kuzey'de sosyal hizmet kesintisi ya da Çok Taraflı Yatırım Anlaşması ile dayatıyor.
IMF ve Dünya Bankası'ndan kredi almak zorunda kalan tüm gelişmekte olan ülkeler, bu iki kurumun kendilerine dayattığı Yapısal Uyum Programları'nı kabul etmek zorunda. Hiçbir yoksul ülke Yapısal Uyum Programı'nı kabul etmeden borç alamaz.
Bu programlar, ulusal ekonominin çokuluslu şirketlere açılmasını, KİT'lerin özelleştirilmesini, kamu harcamalarının kısıtlanarak sosyal devlet anlayışının terk edilmesini, işçi haklarının, ücretlerin ve çalışma koşullarının tırpanlanmasını öngörüyor. Ve bütün bu zorlamalar dolaylı ya da dolaysız olarak kadınların yaşamını etkiliyor, kadınları yoksullaştırıyor. Üstelik bunu sadece muhalifler söylemiyor. TÜSİAD'ın da, Devlet Bakanlığı'nın da yaptırdığı araştırmalar bu gerçeğe dikkat çekiyor: "Kadınların yoksullaşmasının en önemli nedenlerinden biri yapısal uyum politikaları."
Yapısal Uyum Politikaları
Yapısal Uyum Programlarının dayattığı politikalar, sağlık ve eğitim hizmetlerinden kesintiye, bu hizmetlerin giderek ücretli olmasına neden oluyor. Dolayısıyla bu hizmetlerden kadınlar daha az yararlanıyor ve bu hizmetleri kadınların görüyor
Sosyal harcamalar hızla kesintiye uğrarken kadınların yaşamları giderek kötüleşiyor.Doğum izinleri, ücretli izinler bu politikaların sonucunda tarih olurken, kadınlar evde çocuk, hasta ve yaşlıların bakımını üstlenmek zorunda kalıyor.
Yapısal Uyum Politikaları esnek üretim öneriyor. AB ülkelerinde yarım zamanlı işlerin %80'inde kadınlar çalışıyor. Avantaj gibi görünen yarım zamanlı çalışma kadının, erkeğe ekonomik olarak bağımlılığını devam ettirirken, kadınları sosyal güvencesizliğe, kolayca işten çıkarılmaya ve ev işlerine mahkum ediyor.
Öte yandan kadınlar, ekonomik olarak geri kalmış bir çok ülkede olağanüstü kötü koşullarda çalışmak zorunda kalıyor, haftada 60-90 saat çalışmak zorunda bırakılıyor.
İşsizlik kadınları daha olumsuz olarak etkilerken, aynı zamanda erkek ve kadın arasındaki ücret farkı da kadınlar aleyhine açılıyor. Kadınlar, tarım dışı sektörlerde dünya ölçeğinde ortalama erkeklerin elde ettiği ücretin yaklaşık yüzde 75 oranında kazanıyor.
Hal böyleyken, bir zirve toplanıyor. Kadınlardan da söz etmiyor, yoksulluktan da... Gözümüzün içine bakarak ıstakozlar yeniyor, içkiler içiyor. Yoksulluğa karşı kendi sesimizi yükseltmekten başka çaremiz yok.