*Fotoğraf: (soldan sağa) Tevfik Kalkan, Esra Erin, Destina Yıldız ve Fesih Erdemirci.
Aslında yazının başlığı yazıdan çok önce yazıldı. Ancak bu başlık ilk olarak bu yazı için değil yakın zamanda başladığımız "hapishaNE?" adlı podcast serisinin ilk bölümü için yazıldı.[1] Hem ilk bölümden hem de podcast serisinin yola çıkış amaçlarından bahsetmek niyetiyle bilgisayar başına oturduğumuzda ise kendi başlığımıza bir itirazımız olduğunu fark ettik.
Çünkü her ne kadar hapishaneler, egemenler tarafından "ötekileri" yok etme üzerine tasarlanmış kurumlar olsa da bizler uzun zamandır hapishaneler alanında çalışan kişiler olarak aslında yok olmanın aksine bir varoluş pratiğine tanıklık ediyoruz. Bu yüzden de itiraz etmekle kalmayıp tanıklığımıza yer vermek istiyoruz.
Öncelikle hapishaneler, iktidarlar için muhaliflerin sesinin kesilmesine aracılık eden ve iktidarın gözetim ve baskısının en yoğun yaşatıldığı kapatılma kurumlarıdır. Genel olarak kapatılma aslında tarihte epey eskilere dayanan bir pratik.
"hapishaNE?" podcast serisini dinlemek için TIKLAYINIZ
Hayvanların kapatılmasından
Kapatılmanın kökenine ilişkin olarak, "homo sapiens"in diğer canlılara karşı “zaferi” bir milat olarak alınabilir. Nitekim hayvanların etrafının çitlerle örülmesi kapatılmaya verilebilecek en iyi örneklerdendir. Dün hayvanların kapatılmasıyla başlayan süreç, bugün insanların kapatılmasıyla devam ediyor. Yani gücü elinde tutan erk, hayvanların etrafını çitlerle kapatmaya benzer bir yöntemi bugün insanı ehlileştirmek için uygulamaya çalışıyor. Belli dönemlerde kadınların erkekler tarafından kapatılması da bu ilkel tahakküm alışkanlığının bir devamı olarak okunabilir. “Suçlunun,” cezasının infaz edilene kadar kilitli bir yerde tutulması da aynı zeminde başka bir örnek olarak gösterilebilir. Peki ne oldu da tarihin belli sahnelerinde kendine yer bulmuş bu tahakkümcü pratik, 17. yüzyıla kadar varlığını koruyan görkemli cezalandırma şovlarını geride bırakan bir kuruma yani hapishaneye dönüştü?
Gözlerden uzak
Bu, derin bir konu. Cevapları da en az bu sorular kadar girift ve derin çünkü kapatılma hakkında pek çok şey söylendi, yazıldı, konuşuldu. Jeremy Bentham’dan Michel Foucault’ya kadar pek çok düşünür bu konuda düşünce üretip kitaplar yazdı. Fakat teorik olarak bildiğimiz “kapatılma” denen şeyin insanlar üzerindeki etkisini gözlemlemedik. Bize hep iktidarın muradı anlatıldı, ama kapatılan kişinin yaşadıklarına değinilmedi. Bu da sağlıklı bir fikir yürütmenin önünü tıkarken hapishanelerin toplumdan izole, toplumsal farkındalıktan uzak mekanlar haline gelmesine neden oldu. Buralarda, tüm gözlerden uzak bu mekanlarda binlerce insan unutulmaya bırakıldı.
Unutturma çabası
Bu unutma-unutturma çabasına rağmen hapishanede 30 yılı geride bırakıp tahliye olan mahpusların müthiş bir coşkuyla karşılandığına dair görüntüler izlemeye başladık son zamanlarda.[2] Bir ömür süresince tutsak kılınan insanların, hapishane süreçlerini veya hapisten çıktıktan sonra dışarıdaki hayatla ilişkilerini onlardan rol çalıp bu yazıda yer vermektense onları podcast serisinin bir bölümüne davet edip kendi seslerinden dinleyeceğiz. Ancak bu kişilerden ikisi ile; Tevfik Kalkan ve Fesih Erdemirci ile yaşadığımız bir an’a burada yer vermek ve tanıklığımızı bu an üzerinden anlatmak istiyoruz.
30 yıllık mahpus: Tevfik Kalkan
Öncelikle Tevfik Kalkan tanımayanlar için kendisini şöyle anlatıyor: “Suyun ve meşe ormanının eksik olmadığı, ne yana gidersen tepeler aşmak durumunda kaldığın küçük ama hepimize yeterli gelen ilk soluğumu aldığım, ana varlıktan, toprağın ve hayvanın verdiği gıdadan beslendiğim ve büyüdüğüm Varto'nun Badan köyünde Alevi Kürdü bir ailede dünyaya geldim. 1966’ta doğdum. Üç erkek, üç kız toplamda 6 çocuklu bir ailenin üçüncü erkek çocuğuyum."
Kalkan, hayatının 30 yılını hapishanede geçirdi. Ancak yine kendi sözleriyle "Açık gökte bir ayın olduğu bir gece, yoldan arabalar gelip geçer ve soğuk bir rüzgar eserken" yani 2021’in Aralık ayında tahliye oldu. Tevfik Kalkan’ı hapishane ziyaretlerinden tanıyorduk ancak Fesih Erdemirci’yi tahliye olmadan önce ismen tanıyor olsak da hiç tanışamamıştık. Ta ki dostu Tevfik Kalkan'la birlikte İstanbul’a gelene kadar. Kendileriyle görüştüğümüzde yaklaşık 5-6 saat boyunca sohbet ettik.
Fesih Erdemirci'nin sinema sevgisi
Sohbet sırasında Fesih Erdemirci sürekli filmlerden bahsediyordu. O kadar çok bahsediyordu ki sıkı bir film izleyicisi olduğunu fark etmemek elde değildi. Biz de günü sinemada bir film izleyerek tamamlama teklifinde bulunduk. Her ikisi de dışarı çıktıklarından beri sevdikleriyle özlem gidermek, kapının diğer tarafında bıraktıkları arkadaşlarının ailelerini ziyaret etmek ve 30 yılın yarattığı sağlık problemleri ile meşgul olmaktan henüz sinemaya gitme fırsatı bulamamıştı. Tüm bu sebepleri bir anlığına askıya alıp hep birlikte Beyoğlu Sineması'na doğru yürüdük.
30 yıllık mahpuslara hapishane filmi
Asghar Farhadi "Kahraman" filmi.
Geç bir saat olduğu için gösterimde olan tek bir film vardı: Asghar Farhadi’nin "A Hero" filmi. Filme dair bir ön bilgimiz olmasa da Asghar Farhadi'yi dördümüz de biliyor ve seviyorduk. Bu nedenle tereddüt etmeden biletlerimizi alıp salona girdik. Ancak daha filmin ilk dakikalarında birbirimize bakıp gülmeye başladık. Çünkü 30 yılını hapishanede geçiren iki insanı dışarıdaki ilk sinema filmlerinde farkında olmadan bir hapishane filmine getirmiştik! Biz sadece bu tesadüfe gülüyorduk ancak onlar egemenlerin topluma karşı en büyük silahlarından biri olan hapishane sisteminin kendilerini yok edememesine gülerek cevap veriyorlardı. Bu gülüşü çok yakından tanıyorduk. Hapishanelerde kendilerine birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilerek ölünceye kadar hapishanede tutulmasına karar verilen veya 600-700 yıl gibi insan ömrünü defalarca aşan hapis cezaları verilen mahpusların gülüşü ile aynı gülüştü bu.
Yok olmayan gülüşler
Tekrar filme dönelim. Filmin bir sahnesinde filmin kahramanına “Hapishane nasıl bir yer?” diye bir soru soruldu. İki saatin sonunda salondan çıkıp İstiklal Caddesi'nde yürümeye başladığımızda Kalkan ve Erdemirci filmde sorulan bu sorunun yanıtı üzerine konuştular bizimle. Cevaplarını elbet bir gün onlardan dinleyeceğiz ancak o akşam bir şey gördük: İnsanın varlığını yok etmek üzere tasarlanmış ve 400 yıllık geçmişi olan hapishanelerin uzun tarihine ve ince kurgusuna rağmen yok edemediği iki arkadaşla yürüyorduk. Gördük ki, hayatlarına 30 sene önce hapishaneye girdikleri yaştan ve heyecandan devam ediyorlar. Gördük ki, tüm bu suçlar ve cezalar var olan sistemde bir kötücül bir tiyatro oyunudur ve bu tiyatronun sahnesini dağıtmak için bize çok fazla iş düşüyor. Zira ne harika filmler ne de etkileyici hikayeler, hapishanelerin insanı ve insan ömrünü öğüten kurumlar olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Hele ki Türkiye gibi hapishanelerdeki hak ihlallerinin artık sistematikleştiği ülkelerde hapishanelerde mum ışığında insan haklarını aramak artık çok yetersiz.
Hapishanesiz toplum
Yazının başında değindiğimiz podcast fikri de bu mum ışığını biraz da olsa güçlendirme isteğiyle gelişti. Çünkü hapishaneler belki de çoğumuzun üzerine düşünmeden kabul ettiği kurumlar. Egemenlerin bize yüzyıllardır “suçluları” içeri kapatarak toplumun suçtan ve “suçludan” arındırıldığı yalanının söylendiği mekanlar. Oysa bugüne kadar hapishanelerin adli suç oranlarını azalttığı iddiası nitel hiçbir çalışmada kanıtlanmadı. Buna rağmen hapishanelerin toplum üzerinde bir baskı ve korkutma aracı olarak kullanıldığını sadece yakın tarihe bakarak dahi görmek mümkün.
İşte bu seride tüm bunların yanı sıra cezaların kökenini ve amacını, hapsetme kavramını, dünyadan ve Türkiye’den hapishane örneklerini, mekan-ideoloji ilişkisi çerçevesinde hapishanelerin mekansal analizini, F tipi ve özel tip hapishanelere geçiş sürecini, dünyada ve Türkiye’de özel tecrit tiplerini, tecridin insanlar üzerindeki etkilerini ve tecridin hukuki boyutu, ölünceye dek hapis cezası ve umut hakkını, hapishanede şiddeti, ötekinin ötekisi olan kadın, hasta, engelli, çocuk, yabancı, LGBTİ+ mahpusların durumlarını, yazar mahpusların yaşadıklarını ve son olarak hapsetmenin alternatifleri ile hapishanesiz bir toplumun mümkün olup olmadığını tartışmayı planlıyoruz.
Hasta mahpuslar unutulmasın
Tüm bu konuları tartışmak istiyoruz çünkü artık neredeyse her hafta bir hasta mahpusun hayatını kaybettiğinin haberi geliyor. Ancak yaşadığımız diğer tüm korkunç şeylerle birlikte tanrı ya da tanrıça değil insan olmanın bizi içinde bıraktığı aciziyetle haberi okuyup geçmekle kalıyor, bir süre sonra alışıyoruz. Oysa mahpuslara ve ailelerine yaşatılanlar burada bitmiyor. Çünkü devlet aygıtı için mahpusların hapishanede hayatlarını kaybetmeleri yetmiyor, üstüne bir de naaşlarına cenaze aracı verilmiyor. En son Van’da hapishanede hayatını kaybeden 20 yaşındaki Şervan Can Güder için cenaze aracı verilmediğini ve Güder’in ailesinin kendi imkanlarıyla cenazeyi kamyonet arkasında taşıdıklarına dair görüntüleri yayımlandı.[3] Öncesinde yine farklı hapishanelerde şüpheli bir şekilde hayatlarını kaybeden Garibe Gezer ve Vedat Erkmen’in cenazelerine de aynı şey yapılmış ve hatta cenazeleri camiye alınmayıp cenaze namazları kıldırılmamıştı.[4] Ölü bedenlere yapılanlar hayattayken onlarla aynı kaderi paylaşanlara yapılmak istenendir denir. İşte bu yüzden ölü bedenine cenaze aracı dahi verilmeyen mahpusların hayatta kalanlarına neler yapıldığını ve neler yaşadıklarına daha çok odaklanmak ve daha yüksek sesle itiraz geliştirmek gerekir.
Tam yazının son satırlarını yazdığımız sırada birimizin telefonu çalıyor. Tevfik Kalkan, Amed Newrozu'ndan bizi görüntülü olarak arıyor. Newroz alanını bize gösterdikten sonra kamerayı kendisine çeviriyor ve yanında elbette yoldaşı Fesih Erdemirci var. Son satırlarımız bu aramayla birlikte değişiyor ve şuna dönüşüyor: Hapishanelere rağmen, 30 yıla rağmen, tüm baskılara rağmen kendi öz kimliğinle varolmak vardır. Yoldaşlık vardır. Ve en nihayetinde baharı müjdeleyen newrozun umuda dönüşme gerçekliği vardır.
(EE/DY/NÖ)
[1] Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı bünyesinde hazırlanan podcast projesi için bknz; https://spoti.fi/3MAltfD
[2] Mahpus yakınlarının kendilerine ulaştırdığı bilgi, belge ve fotoğrafları yayımlayan bir twitter hesabının yayımladığı video için bknz;https://twitter.com/rojevazindanan/status/1474039627937947658?s=24&t=Np22VYHkBzx7E5LMagC5aA
Mezopotamya Haber ajansının yayımladığı video haber için bknz;https://twitter.com/maturkce/status/1507232361079001098?s=24
[3] http://mezopotamyaajansi35.com/tum-haberler/content/view/165772
[4] Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İstanbul Şubesinin konu ile ilgili açıklaması için bknz;https://twitter.com/ohd_istanbul/status/1474129051879153669?s=21&t=Qfxn-yXbGF-GM85inLWS-Q