Ama, azalan gayrimüslim nüfusla beraber bu toprakların sanatı da baltalanmasaydı, Anadolulu bir müzik yapmak için Amerika'ya gitmek zorunda kalır mıydı? Tunçboyacıyan'ı Almanya'da yakaladık...
Grubunuzun adı Armenian Navy Band'de (Ermeni Bahriye Orkestrası) sanki ironik bir yan var. Nereden geliyor bu isim?
İroni nereden baktığınla ilgili, insanlar bunun imkânsız olduğunu düşünüyor, ama senin ideolojinde dürüstlük, sevgi ve saygı varsa, gemini deniz olmadan da yürütebilirsin. Bu, gemini taşıyabilirsin anlamına gelmiyor, Fatih Sultan Mehmet muhabbetinden bahsetmiyorum.
İnsanlar seni olduğun gibi kabul ettiklerinde, bizim denizimizin bir parçası oluyorlar. Bugün dünyada ihtiyacımız olan şey öğrenmek, anlamak ve sevmesek bile, insanları olduğu gibi kabul etmek. Sevmemek önemli değil, ama insanları olduğu gibi kabul etmek zorundasın.
Ben Ermeni olmayı seçmedim, doğdum ve birisi bana "Sen Ermenisin" dedi, sadece bu. Bu ne kadar önemli, gerçekten hiç. Ama birisi sana durmadan bu kimliğe sahip olmadığını söylerse, kimliğini değiştirmen gerektiğini söylerse, işte o zaman önemli oluyor.
Bu akşam çaldığınız ikinci şarkı çok hüzünlü ve dokunaklıydı. Şarkının sözleri ne anlatıyor?
Kendim hakkında bir şarkıydı. Olduğun şeyden, kimliğinden çok uzağa gitme diyordum. Çünkü ben hayatımın bir döneminde çok uzağa gittim. Bazen kendimizden çok uzaklaşıyoruz ve bu pek de iyi bir şey değil aslında. Çok uzağa gitme diyorum sadece. O şarkıyı bir Gerard Depardieu filminde mi ne kullandılar.
Kimliğin aslında çok da önemli olmadığını, herkesin aynı olduğunu söylediniz. Buna rağmen Ermenistan'a gittiniz ve bütün üyeleri Ermeni olan bir grupla çalıyorsunuz. Kimlik hâlâ bir yere kadar önemli, değil mi?
Oraya müzik için gittim, Ermeniler için değil. Her Türkü ya da Yunanlıyı sevmediğim gibi, her Ermeniyi de sevmiyorum. Her Ermeniyi yalnızca Ermeni olduğu için sevemem ki. Benim için din ve milliyet, baharat gibi. Belki sen biraz daha tuzlusun, az biraz daha biberlisin, başkası daha farklı. Bu farklılığa sahip olmak olağanüstü bir şey, ama temelde hepimiz insanız.
Ermenistan'a gitme nedenim, avangard folk dediğim bir müzik yapmaktı. Avangard, kendi kimliğini kaybetmeden hayal gücünü deneyimlerinle genişletmek demek. Bu müziği ilk kez Berlin'de yaptım. Gerçekten, benim için Ermeniymiş, Türkmüş bir önemi yok.
Bunu yirmi sene önce Türkiye'de denedim, ama olmadı. Müzisyenler fiziksel anlamda birbirlerine saldırdı. Ama Ermenistan'da, Ermeni kültürü olarak bizim farkımız, muazzam bir sanat birikimimizin olması. Folk enstrümanı çalan herkes, müzikal anlamda çok açık. Biz zihinsel olarak böyle yetiştik. Ama Türkiye'de, çok iyi bir folk müzisyeni bulabilirsin, belki avangard çalan birini de bulabilirsin, ama folk çalan öbür tarafa geçecek kadar esnek değildir, avangard çalan da diğer tarafa geçecek kadar esnek değildir. Ermenistan'a gitmemin tek nedeni buydu. Gördüğünüz gibi, harika çalıyorlar.
Bu kadar açık fikirli, esnek müzisyenleri neden Ermenistan'da bulduğunuza dair bir fikriniz var mı?
Bak, ben Çinli değilim. Benim kim olduğumu içimden gelen şey belirliyor. Ben Anadoluluyum. Benim anlatmama gerek kalmadan bir takım şeyleri anlayacak esnek müzisyenler arıyorum. Söylediğim tek şey bu. Bu müzisyenler esnek, çünkü biz kendimizi zihinsel olarak böyle eğittik. Ben Türklere düşman bakarak büyümedim, benim için kimse düşman değildir, benim hiç düşmanım yok.
Türk devletiyle Türkler ya da Türkiyelilerin aynı olmadığını da unutmamak lazım herhalde...
Tabii ki. Size bir örnek vereceğim. Altı yaşımdayken, Fransız hükümeti ya da her neyse işte, bir hükümet tarafından açılan bir Ermeni okuluna gidiyordum. O okulda biz her gün iki saat Türkiye tarihi dersi görüyorduk. O tarih derslerinde ben kendi kültürümün ve Yunan kültürünün ne kadar kötü olduğunu öğrendim. Öğrendiğimiz tek şey buydu. Altı yaşındaki bir çocuğun psikolojisini düşünebiliyor musun? Okuldan çıkınca insanların yüzüne bakamıyordum, çünkü o insanlar benim düşmanım gibiydi.
Daha geçenlerde, on gün kadar önce, NTV'de gördüm, Millî Güvenlik dersi kitabını konu etmişler. O kitapta da sanki iki düşman yaşıyor. Bu anlattığım şeyleri insanlar bilmiyor. Bizi rahatsız eden şeyleri konuşmalıyız. Eğer konuşmazsak insanlar anlamıyor ve sorunları çözemiyorlar. Eğer içimizde tutarsak... Saatli bomba gibi, birisi fitili ateşleyecek, olumsuz şeyler olacak.
Ben konuşmaya başladığım zaman, bir sürü insan "Ermeniye bak, zaten Ermenistan'a da bu yüzden gitti" diyor. Hassiktir! Ben insanlardan bahsediyorum, insanların birbirine güven duymasını istiyorum. Birbirlerini sevmek zorunda değiller, ama bunu nasıl kabulleneceğimizi öğrenmemiz lazım... (Marcus'a dönerek) Sen benim yediğim her şeyi yiyebileceğini mi zannediyorsun? Spagettiyi yoğurt ve sarımsakla yiyebilir misin?
Tabii ki, harika olur.
Sende bir şeyler var o zaman. (gülüyor) Yani, demek istediğim şey, herkes domates sevmek zorunda değil, ama domates sevmiyorsan, domates kötüdür diyemezsin. Söylediğim şey bu. Yani, biz sadece insanız. Bütün bu milliyetler ve dinler insanlar tarafından yaratıldı. Ben insanım, benim milliyetim bu. Tanrıyı yarattık, ki o da bizi yaratsın. Bizi Tanrı yaratmadı, biz Tanrıyı yarattık. Ne demek istediğimi anlatabildim mi?
Bu, ben dünya vatandaşıyım demek anlamına gelmiyor; o zaman ilk sordukları şey "pasaportun nerede" oluyor. (Marcus'a hitaben) Ben Türkleri sizin sayenizde tanıdım. Onların kim olduklarını sizden öğrendim. Pasaportuma baktığım zaman bir garip oluyorum. Almanya'da Türkler Türkçe konuşabiliyor, Türkçe televizyonlar, radyolar var, sistemin bir parçası olmak istiyorlar. Ama Türkiye'de, insanlara kendi dillerini konuşma hakkı bile tanınmıyor. Bunda yanlış olan ne ki? Bir insanın Kürtçe konuşmasında yanlış olan ne ki?
İnsanların kimliklerini inkâr ettiğin zaman, kimlik önemli bir şey haline geliyor. Amerika'ya gittiğimde, bayrak aşağı, bayrak yukarı, Ermenistan bayrağı... Bir sene sonra Ermenistan bayrağının neye benzediğini hatırlamıyordum bile. Burada da aynı hikâye. Yoğurt satarken yanında Türk bayrağı veriyorlar. Yoğurt mu satıyorsun, bayrak mı?
Son iki-üç senede Türkiye'de bazı konularda bir parça değişim de yaşanıyor: Artık özel dershanelerde Kürtçe dersi verilebiliyor, devlet televizyonlarında çok kısıtlı da olsa Kürtçe yayın yapılıyor. Biraz daha umutlu bakabilir miyiz?
Evet, onlar artık oranın bir parçası haline geldiklerini hissediyorlar. Toprağın benim ülkem olduğunu hissedemedim ben. Çünkü onlar için bir Ermeniydim, onlardan biri değil. Biliyor musun, ben Ermeni olduğumu sokağa çıkana kadar bilmiyordum. Normal bir insan gibi sokağa çıktım ve...
Ermeni olduklarını aklıma getirmediğim bir sürü arkadaşım var. Onlar benim arkadaşlarım, onları Ermeni olmaları nedeniyle sevmiyorum. Hepsini Türkiye'ye getirdim. Bana Türkiye'de garip bir soru sordular: "Bu insanları neden buraya getiriyorsun, Türkiye'de müzisyen mi kalmadı?" Ben de dedim ki: "Onları buraya getiriyorum, çünkü sizin kültürünüze dair çok kötü deneyimleri var. Onları buraya getiriyorum ki, güzel olan şeyleri görsünler."
Bir kamera koyalım ortaya ve insanların konuşmalarına izin verelim. Hayatın kendisi hakkında konuşmak isteyen konuşsun. Bir sürü aptal televizyon programı var. Bir kanal insanların konuşmasını sağlasın ve problemin ne olduğunu görelim.
Galiba son şarkınız ağabeyiniz Onno Tunç hakkındaydı...
Evet, o her zaman her yerde. Her gün... Şarkıda "hâlâ senden haber bekliyorum" diyorum. Yaşadığım psikolojik problemlerin üstesinden gelmeye çalışıyorum. Biz tamamen yanlış bir şekilde büyüdük. Yeteneklerimizi, hislerimizi kullanarak değil, zihnimizi kullanarak büyüdük. Ama hayata baktığın zaman, hayat sonsuz. Belki fiziksel olarak değişiyorsun, ama hiçbir şey asla sona ermiyor. Bir şekilde didişiyoruz hayatla. Ağabeyimin aslında söyleyecek çok fazla şeyi vardı, böyle olması canımı yakıyor, tam da tek başına başlayacakken... Ama olmadı. (BB)