30 sene önce yılbaşında ne yapmıştın? Ama, soru böyle değil de Yıldırım bölgede geçirdiğin bir yılbaşı gecesini yazar mısın diye sorulunca biraz makul oluyor. Yavaş yavaş hatırlıyorsunuz.
Yıldırım bölge, ya da Kazıkiçi Bostanları diye anılan yer aslında 12 Mart askeri müdahalesinin ardından Ankara'da kurulan askeri hapishanenin kadınlar koğuşuydu. Sevgi Soysal'ın kitabıyla edebiyatımıza da girmişti.
Nadire'nin sorusuna yanıt aramak üzerine 30 sene öncesine uzandım. Annemin özenle sakladığı mektupları şöyle bir karıştırdım.
Hangisini yesek!
Çok fazla da okumak istemediğimden tarihlerine baka baka gittim. 5 Ocak 1974 tarihli mektubu görünce durdum.
Aynen şöyle yazmışım...
"Halimiz duman. Dünyanın yiyeceği geldi. Kazlar, ördekler...Bu kadar masraf edildiğine çok üzüldük. Bir ay yetecek kadar sucuk ve kavurmamız var iyi mi!
Düşünsenize bir hafta içinde bozulmasın diye üç dört bin liralık yiyecek yemek zorundayız. Şikayet etmiyorum! Adam akıllı sade bir hayat yaşarmışız. Şimdi bayağı vakit alıyor hangisini yesek diye düşünmesi..."
Olivetti'yi mahveden kabak tatlısı
Mektuba hepsini yazmamışım ama içli köfteler ve dolmalar eksik değildi. Bir de kirece yatırılmış kabak tatlısı vardı... Demirli pencerenin içine koymuştuk bozulmasın diye. Devrilip Olivetti daktilomu mahvetmişti.
Yıldırım bölge bir askeri hapishaneydi. Ağa koğuşuna benzemezdi. Yerleri şaplanmış beton, ilkel mi ilkel bir er koğuşuydu.
Yatakları elbise kırpıklarından yapılmış şiltelerden, mobilyası da iki uzun masa, iki bank ve ranzadan ibaretti. Bizler de asker kişiydik, içeriye öyle kaz, ördek falan girmezdi.
Ecevit seçimleri kazanınca
Ama Ecevit seçimleri kazanınca af pazarlığı başlamış, yemek de kabul edilen bir görüş günü yaşanmıştı. Aileler çıldırmış, akıllarına gelen ne varsa pişirip kotarıp getirmişlerdi.
Bu olağandışı bir durumdu. Ama kadın mahpusların özel günler için değişmez bir mönüsü vardı: Karavanadaki nohudu humus, kuru fasulyeyi piyaz, bulguru tarçınlı bir tatlıya dönüştürmeyi becerirdik.
Köşe bucak saklanan kolonya ile votka benzeri bir alkollü içki imal edip geceyi leğen büyüklüğünde bir pasta ile tamamlardık. Pasta da kantinde bulunan etimek, süt un ve yumurta ile pişirilen kremalı muhallebi ve meyve ile hazırlanırdı.
Soğuyup şeklini alınca leğen çığlıklar arasında ters çevrilir ve ortaya profesyonel bir pasta çıkardı. Üzerine de toz şekeri tavada eritip süs yapmayı ihmal etmezdik.
Askeriyenin kömürleri
Tabii askeriyenin verdiği kötü ve yanmayan kömürlerle ısıttığımız sobanın üzerinde kotarılırdı her şey.
Akşam yoklamasında hazır olda sayılıp kadın polislerin tacizkar bakışlarından kurtulmak için demir kapının şrak diye kapanıp anahtarın dönmesini beklerdik.
Ardından sıra özene bezene masayı kurup kral sofrasına dönüştürmeye kalırdı. Burnumda tüten arkadaşım Feyza Perinçek (şimdi hayatta değil) havaya girip de güzel sesiyle Azeri türküleri söylemeye başlamışsa işler yolunda demekti.
Filtre sigara lüksü
Sevim Belli ile Behice Boran'ın söylediği türküler ise değme türkücüleri çatlatacak kadar güzel olurdu. Dışarıda yasaklı olan "enternasyonal" zevkle ve topluca avaz avaz söylenirdi.
Fatma Artunkal iki ranza arasında icra ettiği minik bale gösterisini ihmal etmez, olmayan televizyona ise hiç ihtiyaç duyulmazdı. Ziyafetin üzerine de özel güne mahsus olmak kaydıyla filtreli cigaraları tellendirirdik.
Anlatması biraz zor ama nedense hapishanede yoksulmuşuz gibi yaşamaya çalışıyorduk. Filtreli sigara ve daha pek çok şeyi lüks kabul eder elimizi sürmezdik.
Duble çay keyfi
Yılbaşı hazırlığına bir iki hafta önceden başlanır, dışarıdakilere hediyeler örülür ya da işlenir, tuzlu hamurdan kolyeler, bilezikler imal edilir, yüzlerce tebrik kartı hazırlanırdı. En çok üretilen üzeri işlemeli yün berelerdi galiba...
Ana kız koğuş arkadaşlarım Armağan Anar ve Leyla Güz'ü aradım ne yapardık yılbaşlarında diye? Hiç düşünmeden "herhalde duble çay içerdik" deyiverdiler.
Hapishane idaresi sattığı kötü çayla zengin olmasın diye onlardan çok az çay alıp gizli gizli kendimiz yapmaya çalışırdık. İntikam bu ya bize paket içinde çay satmazlardı.
Hatta arama taramada bulurlarsa toplayıp götürürlerdi. Ama yılbaşı senede bir kez geliyor deyip anlaşılan duble çayları içermişiz.
Özal'dan maskeli balo
O günlerden arkadaşım Özal Ant hem 73 hem de 74 yılbaşı geceleri için hazırladığımız programı hatırlıyor. 1973'de koğuşta bir oyun sergilemişiz, 1974'te de matrak kılıklara girdiğimiz bir maskeli balo...
1973 yılını karşıladığımızda çok uzun yıllar hapis yatacağımıza inanıyorduk. Ama, 1974'e girerken af çıkacağını biliyorduk.
30 yıl geçti aradan Türkiye'ye durmadan tip tip, hapishaneler yapılıyor. Birkaç gün önce Taksim'de Sergül Albayrak isimli bir kadın yeni infaz yasasını protesto etmek için kendisini yaktı.
Bir talebin bu biçimde ifadesi içimi çok acıttı ama yeni ve sahici bir af yasasına ihtiyacımız olduğunu da herkese hatırlattı.
60 küsur kadın
O günlerde Kadınlar Koğuşunda yılbaşı kutlayıp da afla özgürlüğüne kavuşanlardan sizin de tanıdığınız birkaç isim sıralayayım mı!
Şanal Saruhan (avukat), Fatmagül Berktay (öğretim üyesi), Ferai Tınç (gazeteci), Gülay Göktürk (gazeteci), Çiğdem Kömürcüoğlu (gazeteci), Büşra Ersanlı (öğretim üyesi), Yaprak Zihnioğlu (araştırmacı) ve mühendis, psikolog, çevirmen, öğretmen, eczacı, yani onlarca yıla mahkum edilebileceklerine inanmayacağınız 60 küsur kadın...
bianet okurlarına iyi yıllar dileğiyle...(İÇ/BA)
* Hiç fotoğraf yok; çünkü Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşunda fotoğraf çekmek yasaktı. Biz de, 1974 yıl başından 20 yıl sonra, 2005 yılbaşından on yıl önceki bir buluşmanın fotoğrafını kullandık.