*Görsel: Yazıda geçen tekstil firmasının ürün görseli.
Mağaza vitrinleri internet platformlarına taşınırken salgını, virüsü engel tanımayan tekstil alanında üretim ve tüketim hiç hız kaybetmiyor.
Elbette kalite ve marka denildiğinde ekonominin getirdiği sınıfsal anlayışlar epeyce farklılık gösteriyor. Etiketlerin üzerindeki isimler ve rakamlar çoktan ürünün kalitesinin önüne geçer hale geldi.
Cinsiyet farkı gözetmeksizin herkesi hedef kitlesine alsa da tekstil, yine de "temel toplumsal roller" gereği kadın birkaç adım önde duruyor. Tüketimde ön plana çıkarılan kadın tekstil fabrikalarında, satışında ve elbet sunumunda da ön sıralarda yer alıyor.
Pahalı bir marka, tüketici bir kadın için bir etiket, kimlik olurken üretici kadının kesilmiş parmakları, izinsiz çalışma günleri ve karşılığını alamadığı mesai saatleri oluyor.
Bu cümle zenginin zulmü fakirin ezilişine doğru yol alan bir hikaye başlangıcı değil aksine tüketici ve üretici olan her yönüyle iki farklı kadının varlık mücadelesidir.
Gömleğin üretim bandındaki Nazlı
Sabah evden yedi buçukta çıkıp servise binen Nazlı, neredeyse şehrin dışında olan bakıldığında harabe bir depo gibi görünen fabrikanın kapısında sekizde sıraya giriyor.
Nazlı'yı tanımaya başlarken, evliliğinde yaşadığı psikolojik şiddete dayanamayıp daha bir yıllıkken evliliğini bitirme cesaretini öncelikle ve onurla anlatıyor:
"Boşandım çünkü şiddet dövmekle, vurmakla olmuyor. Sevgi, saygı göstermeyen bir adamdı eski kocam, bitti gitti. Şimdi babamın evindeyim belki çoluğum çocuğum yok ama çalışıp ayaklarımın üzerinde durmalıyım.
Açıköğretim lisesini bitirmeme az bir kredim kaldı, ilkokulu okuduktan sonra köyde okul olmadığından okuyamamıştık. Ben ortaokulu açıktan okudum, şimdi de lise... Bu arada elbette küçük şehirde iş bulması kolay değil, otuz üç yaşındayım, bulduğun işlerde de yaş sınırı oluyor ve en az lise diploması istiyorlar. Bu fabrikaya da bir tanıdık aracılığıyla rica minnet girdim."
"14 saat ve haftanın her günü"
Fabrikada ne kadar kazandığını ve çalışma şartlarını sorduğumda Nazlı'nın kocaman ela gözleri gülümseyerek yere doğru süzülüyor:
"Asgari ücret elbette ama asıl sorun her gün mesai bitiminden sonra ve her hafta sonu mesaiye kalıp, mesai ücretlerimizi alamayışımız.
Evet, asgari tutar düzenli yatıyor ama sabahtan akşamın geç saatlerine kaldığımız özellikle de pazar mesaileri bir şekilde ödenmiyor. Mesailer gönüllü olsa ki gönüllü gibi görünüyor ama öyle bir baskı var ki kalmayanın vay haline...
Yeni bir iş geldiyse ve zaman kısaysa ki genelde zaman kısa oluyor, çalışma saatimiz günde on üç, on dört saat ve haftanın her günü... Geçen pazar günü öğleden sonra arayıp, servisin kapıda olduğunu söylediler ve kendimi koştur koştur mesaide buldum."
Salgının ilk dönemlerindeki yasaklarda Valilik özel izniyle fabrikalarının açık olduğunu söyleyen Nazlı, ilk covit vakalarının şehre fabrikalarından yayıldığını ama fabrikanın yine de kapanmadığını anlatıyor:
"Ben de pozitif çıktım, ilk dönemlerdi o zamanlar daha çok korkuyorduk. İki haftalık karantina sürem bitmeden arayıp çağırdılar, ilk o zaman itiraz ettim. Raporum olduğu için de ısrar edemediler.
Fabrika bir gün bile kapanmadı, hatta iş daha yoğunlaştı. Maske, tulum üretimi işleri arttırdı."
Tekstil fabrikasında güne başlamak
Nazlı'yı, çalışma şartlarını daha iyi anlayabilmek için şimdi ürettikleri gömleği ve onun üretim sürecini soruyorum.
Pahalı ve tanınan markalardan üç yüz liralık şifon bir gömlek ana malzememiz; üretim bandında beyaz modeli yeni bitmiş ve müşterisine teslim edilmek üzere tırlara yüklenirken yeşil renkli modelin üretimi başlıyor.
"Yüzümüzü okuyan bir cihaz var girişte, fabrikaya başlarken yüzümüzü nasıl tanıdıysa aynı o ifadeyle tanıyor. Sıradayken arkamdaki bir şey söylesin güleyim, o an sıra bana gelsin gülen yüzümü cihaz tanımıyor.
Demek somurtkan bir poz vermişim ilk başta (gülüyor). Onun için güne sırada uzun bekleyişlerle somurtkan yüzlerle başlarız. Yüz okuma bittikten hemen sonra fabrika zili çalar ve koşuşturma da bu zille birlikte başlar.
Üzerimizi nasıl çıkardığımızı bile anlamıyoruz, çünkü o zil sonrası saatler bizim için hızla ilerler oluyor."
Günlük gömlek ve etek kotaları
Fabrika şeflerinin üretim anında hakarete varan bağırmalarına alıştıklarını söyleyen Nazlı, özellikle sabah saatlerinde bu bağrışların daha çok olduğunu bunu da işçilerin uykusunun açılması için özellikle yapıldığına artık ikna edildiklerini anlatıyor:
"İlk gittiğimizde daha yavaş olduğumuz için gün içerisinde bağırdıklarından daha çok bağırırlar. –hadi haaadiiii... uyuşuklar bu nasıl iş yapmak?..- diyerek akşama kadar dolaşırlar bant aralarında.
Şu an yaptığımız şifon gömlek üretiminde günlük çıkarmamız gereken sayı altmış, yani bu sayıyı patronlar koyuyor.
Etek üretiminde sayı kotamız günlük seksen beş, doksan olabiliyor etek daha kolay olduğu için, pantolon ve gömlek için elli, altmış günlük çıkarmamız gereken sayılar. İşte bu sayıları eksik çıkardığımızda hakaretler çekilmez hale gelir.
Kol düğmesi diken makine başındaki bir işçi kadının geçen gün sayısı eksik çıkınca – başınızda çoban olmayınca böyle oluyor- diye başlayan cümlelerin nerelere vardığının farkında olmuyorlar."
Makine arızasından, ip kopmasına, makasın kırılmasından eski barınaktan fabrikaya dönüşmüş yapının karda yağmurda çatısının akmasına kadar üretim anında farklı aksiliklerle karşılaştıklarını söyleyen Nazlı, sayı diye bekledikleri üretim kotasının her gün aynı olmasının imkansız olduğunu dile getiriyor:
"Bazen makine bozuluyor, ustanın gelip bakması beş, on dakika sürüyor. Yetişmemesi çok doğal zaman zaman..."
Makine başındaki üretim yapanların yanı sıra, tekstil fabrikasında ürünlerin iç, dış temizlik birimleri, ütü, askı birimi, paket ve depo birimi gibi birçok alanda üç yüze yakın işçi çalışıyor.
"Her şey kesimhanede başlıyor. Kalıplar kesiliyor, neredeyse kesim işi iki gün sürüyor.
Şimdi çıkardığımız gömlek üzerinden anlatacak olursam, kesimhaneden çıkan bu gömlek makinecilere parça parça verilmeye başlıyor.
Gömleğin tamamı bir makinecinin dikişinden çıkmıyor her bir parçasını bir makineci dikiyor.
Kol, yaka, kenarlar derken herkesin bir yeri oluyor ki kusursuz dikilsin. Tabii pahalı ürünler bunlar, tamirata göndermemek ya da defo vermemek için çok sıkı tutuluyoruz. Bir gömlek yüz kırk kişinin elinden geçiyor. Elbette ortacısı, ütücüsü hepsi dahil yüz kırk kişi..."
Değerlerimize dolanan ipler ve Pelin
Üretim bandında gömleklerin iç temizliği için kota doldurmaya çalışan Nazlı, şimdi ürettikleri şifon gömleğin dikimden sonraki ip temizliğini yapıyor.
"Bu markalarda incecik bir ip kalsa bile geri gönderilir. İp temizliği özellikle şifon kumaşlarda çok zor oluyor. Kumaş kesilebiliyor o zaman defoya gider, çoğunlukla o iplerle parmaklarımız da kesiliyor ince ve kaygan kumaş olduğundan, kol ve yaka ve iç dikim kısmında ip kesimini çok hızlı ve düzgün yapmak bizden istenilen..."
Tam bu ip temizliği noktasında, Nazlı'nın üretiminin bir parçası olduğu markanın ve gömleğin tüketicisi olan telefonun diğer ucundaki Pelin'e kulak veriyorum:
"Bu markayı özellikle gömleklerini sevmemin nedeni kalıplarının çok düzgün olması, detayları çok özenli, çizgileri düzgün, pamuklanmıyor, dikişleri çok güzel ve de dikişlerinin kenarından iplik çıkma olasılığı bile söz konusu olmuyor."
Pelin, Ankara'da üst düzey bir memuriyet yaşamı sürüyor. Ankara'nın iyi semtlerinde düzen ve bürokrasinin göbeğinde kendine ve çevresine giyimiyle ve tarzıyla ilham oluyor.
"Kendimi kaliteli ve iyi hissettiriyor"
Tiyatro mezunu ve çocukluğundan beri her zaman giyimine ve özellikle parfümüne çok özen gösterdiğini anlatan Pelin, bir işçi ailenin çocuğu olsa da harcamalarının önemli bir bölümünü her zaman giyime yatırdığını söylüyor.
Bir kız çocuğu annesi olan ve çocuğuna da tarzını yansıttığını dile getiren Pelin, bu özenin maddi ve manevi olarak çok zor olduğunu eklese de kendiyle gurur duyuyor.
Çevresinde alış verişe çıkacak ya da herhangi bir kazak, gömlek alacak kadın arkadaşları, özellikle de anne olanlar Pelin'e danışıyor.
Pelin de kendine yaptığı bu yatırımın onuruyla daima herkese yardımcı olduğunu söylüyor. Ve şimdi de giyime yatırım yapmanın önemini ve püf noktalarını benimle paylaşıyor.
Pelin, bu yeşil şifon gömleği üreten ve benzeri birkaç markanın esasında orta gelirli insanlara hitap ettiğini çok daha pahalı markaların ürünlerine ulaşabilmenin ekonomik gelirle birlikte kişiye bambaşka bir ayrıcalık sunduğunu söylüyor:
"Pahalı markalara özen göstermem ve para vermemin birkaç nedeni var. Öncelikle artık tekstil öyle bir yere geldi ki çok uygun fiyatlara birçok şey alıp istediğin şıklığı yakalayabiliyorsun. Ancak ben giyimime önem veren birisi olarak günümüzde üzerinde herkesin ulaşabileceği kıyafetleri giymektense belli markaları seçerek ayrıcalık kazandığımı düşünüyorum. Bu kendimi kaliteli ve iyi hissettiriyor. Elbette çok daha pahalı markalar olsa da benim kazanç seviyeme göre olan önemli birkaç markayı özellikle sokakta birkaç kişide değil de televizyonda bir ünlü isimde de gördüğümde bana bu işten anladığımı hatırlatıyor."
Nazlı ve Pelin, Türkiye'nin farklı şehirlerinde farklı hayatların içinde iki kadın, ikisi de öylesine samimi ve öylesine gerçek...
Nazlı'nın ellerinde en az altmış tanesinin ipleri temizlenerek Pelin'e güzellik sunan yeşil şifon gömleğin alameti farikası ise üretenden de tüketende de değerli kılınması olsa gerek. Bu önem Nazlı ve Pelin'in değil toplumsal algıların ve dayatımların değeri...
(AA/PT)