HİLMİ ŞENSOY- Osmangazi Belediye Başkanı
Biten son yüzyılda insanoğlu uzaya çıktı, bilgi küreselleşti, teknolojinin zihnin ufuklarını zorlayan yükselişine hep birlikte tanıklık ettik.
Önümüzde ise globalleşmenin savaşlara etkisinin çok tartışılacağı yeni bir yüzyıl uzanıyor.
Nasıl bir kent bilinci, nasıl bir kentseverlik, nasıl bir kentli, ya da yalnızca 'nasıl' diye sormayı, daha doğrusu sormayı sevmiyoruz. Onurla kıvanarak, mutlu yaşamak istediğimiz kentin yönetimine katılmak, merkezi veya yerel yönetimlerin dayattığı her yaptırıma boyun eğen durumuna düşmemek için her sabah ben nasıl bir Bursalıyım, nasıl bir Türkiyeliyim, nasıl bir dünyalıyım diye somamız gerekmez mi sizce? Hiç bitmeyen, hatta hiç bitmeyecekmiş gibi görünen savaşların damgasını basacağı geçtiğimiz günlerde daha da kesinleşen 21. Yüzyıl'a nasıl ayak uyduracağımızı biliyor muyuz? Artık yalnızca üreteni egemen kılan bu yeni dünyada nasıl ve ne şekilde var olmalıyız, olabiliriz?
Kentli bilinci
Sanırım öncelikle kimlik sorununa daha nesnel bakabilmeyi öğrenmek, dahası öğretmek zorunda olduğumuzun bilinciyle başlamalıyız bu soruların yanıtlarını aramaya. Onları gerektiği gibi sahiplenmeyenler yüzünden kentlerin çoraklaştığını hatırlamalı, kent ve kentli bilincinin yerleşmesine katkı koymalıyız.
Aslında gerçek sahibi olduğumuz kentin kiracısı gibi yaşamayı içimize sindirebiliyor muyuz? Kiracının bile yaşadığı mekana doğru bakması, damını aktarması, gıcırdayan kapısını yağlaması gerekirken biz bunu bile devletten beklemiyor muyuz? Her şeyi devletten beklemek yerine, artık "devlet benim" demenin zamanı gelmedi mi? Evet, artık adı ister sivilleşme hareketi olsun, ister bireysel gücün katılımı olsun, bir şekilde girişimlerin kente mal edilme zamanı geldi, geçiyor.
Tarihi İpek Yolu'nun efsanevi Olympos'la kesiştiği bileşkede, çok özel bir coğrafyaya yayılmış, binlerce yıllık geçmiş üzerinde soluk alan, dünyanın en verimli topraklarının bire bin verdiği bir şehirde yaşadığımızı biliyoruz değil mi? Doğal, kültürel değerleri, farklı insan mozaiği ve dengesi içinde nice uygarlıkları taşımış bu kentin, bugün artık daha fazla yük kaldıramayacağı gerçeğinde birleştiğimizi sanıyorum. Yarım yüzyıldır kimlik girdileri neredeyse bütünüyle yozlaşmış, kirlenme, bozulma temelleri üzerinde yoğunlaşmış Cennet Bursa'nın hiçbir dönemde olmadığı kadar bize ihtiyacı var şimdi.
Bilgi ve bilinç
Nice evreyi ardında bırakırken çok özel bir mirası devralıp ayrıcalıklarla var olmuş bir kentte yaşamanın sorumluluğunu paylaşmanın tam zamanı. Bilginin bilince dönüşeceği noktada durmak, toprağı kirletmemek, ömre bedel yeşili betonla dağlamamak gerektiğini unutmayalım lütfen. Çevreci, barışçı, eşitlikçi yaklaşımın hayata geçmesi için güçlerimizi birleştirmeye hazır mıyız? Yaşama dönüşmeyen kavramsal düşüncenin kocaman bir hiç olduğunun bilinciyle el ele vermek zamanı. Bu birleşmede taraf değil, doğrulara giden hedef var olabilir yalnızca.
Nerede yeşil?
Yüzyıllar boyunca simge olmuş yeşilin tonlarını bir bir yitirirken, kente özgü özdeyişleri de unuttuk. En basitinden, 'Bursa'nın kestanesi, okka çeker beş tanesi' tekerlemesi çoktan mazi oldu. Schiller, 'güzel olan da ölmeye mahkumdur' derken, güzelin bile bakıma gerek duyduğunu vurgulamıştı. Bugün Tophane sırtlarından kente şöyle bir baktığımızda kent merkezindeki tek yeşil alanın Ahmet Paşa Mezarlığı olduğu gerçeğiyle yüzleşmiyor muyuz? Özcesi; neredeyse sadece mezarlar, mezarlıkları yeşil kalabilmiş bir Bursa var artık.
Dünya ölçeğinde giderek vahşileşen kent boyutlarından kentimiz de nasiplendi. Dar sokaklardaki geniş hayatlar yok artık. Belki anılarımızda bile kalmadı yeşilin yeri. Yine de onu, bu çok parçalanmış 'bütün'e aymazlıkla eklenmiş hırçın fırça darbeleri, eşsiz siluetine yedirilmiş kontrast tonlarıyla birlikte sevmek durumundayız, başka resim yok çünkü.