Kara kara düşünürken parlak bir fikir düştü belleğime. Hem de gecenin bir yarısında... Aniden! Plastik kovanın içine ılık suyu bocalayıverdim. Biraz yağ çözücü. Biraz çamaşır suyu. Biraz da deterjan. Kovanın içindeki karışım aynen Güçbirliği Yeni Oluşum Partisi'ne dönüşüvermişti. Kısa bir süre sonra, kimyasal reaksiyon sonucu boğazımın yanacağını, gözlerimin şıpır şıpır akacağını, nefesimin kesileceğini, belki de ölebileceğimi bilsem de girişmiştim bu işe. İnatçıydım! Kararlı!
Risk almayı ve sonucunu merak etmeyi seviyordum ben. Yaşam bir öğretiydi. Deneme ve yanılma yöntemli. Bıkmadan! Usanmadan! Ağzımı ve burnumu elimle kapatıp, yarı açık yarı kapalı gözlerimle sokak kapısını bulmaya çalışırken, temiz havayı solumak için dışarıya zor attım kendimi. Derin bir soluk aldım. Bir daha. Bir daha. Kendimi iyi hissedince evime rüzgar gibi esiverdim. Yarım kalan uğraşıma koyuldum.
Uzun tahta sopalı büyükçe fırça kovanın içine dalıp çıktıkça, alelacele duvarları arsızca yalayıp geçiyordu. Duvarlar, ağzı sulanmış gibi bu karışımı özümsemeyip homurdanmaya başlamıştı. Aynı işlemi evin bütün duvarlarına el çabukluğu ile uyguladım. Sanki her duvar, dev gibi ağzını açmış, vereceği kötü sonucun habercisi gibiydi.
Beş dakika bile geçmemişti ki iğrenç bir görüntü çıktı karşıma. Duvarlar bu karışımı kusmaya başlamıştı bile. Simsiyah su damlacıkları salya gibi oraya buraya yayılmış, ardından çabucak kuruyuvermiş, duvarlarda çirkin görüntü veren lekeler haline gelmişti. Başıma büyük bir iş ve sorumluluk açtığımın ayrımındaydım. Ama sonucu iyi ya da kötü de olsa temizlemekte kararlıydım. Arıtma işlemi tam üç gün sürdü.
Ellerimin derisi büzüşmüş, yer yer çatlaklar oluşmuş, özenle uzattığım tırnaklarım kat kat soyulmaya başlamıştı. Uykusuz kalan gözlerimin altında mor halkalar oluşmuştu. Arayan mevlasını da belasını da bulurdu tabii. Çok yorgundum ben çok. Kolumu dahi kıpırdatacak mecalim kalmamıştı da ondan.
Ama evimin duvarları tertemiz olmuştu sonuçta. Üstelik israftan da kaçınmıştım. Gönül rahatlığı ile keyif çayımı yudumlayabilirdim artık. Lapa lapa yağan kar tanecikleri, penceremin camına davetsiz konup erirken telefon çaldı. Üşengeç, usulca oturduğum yerden kalkmaya çalıştım. Zoraki telefonun ahizesine uzandım.
- Alo!
- İyi günler Tomris Hanım.Ben DEHAP Şişli İlçe Başkanı Yusuf Alataş.Sizi daha önceden yine aramıştık.Belediye aday adaylığı için...Bu konu ile ilintili yarın sizi rahatsız edebilir miyiz acaba?"
- Çok yorgunum ben.Daha önce olmaz demiştim biliyorsunuz.Ailem CHP'li...Siyasi arenada boy göstermem ikinci kez onları da yıpratır!
- Bu kutsal bir görevdir. Halkın sizin gibi dürüst insanlara gereksinimi var.
- Yapmayın! Yine saldırırlar bana. Ben siyasi erkin güdümüne girmek istemiyorum. Girseydim on yıldır herhangi bir partinin üyesi olurdum.Ben insani yapıyorum mücadelemi.
- Bu konuyu telefonda değil de yüz yüze görüşelim. Yarın sizi rahatsız edeceğiz saat 15.00 gibi.
- Rahatsızlık ne demek! Benim evim dostlarıma açık. Buyurun tabii. Ama istemiyorum diğer konuyu.
- Neyse. Yarın geldiğimizde görüşürüz. İyi günler size.
- İyi günler.
Telefonu kapatıp kalktığım yere oturdum.Soğuyan çayımı yudumladım. Kara kara düşünmeye başladım. Ben kendi evimin kirini bile zorla temizlerken, ekonomik sıkıntı çekerken, başıma karşın hiçbir siyasi partiye kellemin fiyatını biçemezdim. İşin bir de ekonomik yanı vardı. Siyasi partiler her belediye adayı kellesi başına bağış topluyorlardı. Bağışı verecek olanlar kodamanlardı. Onların dokunulmazlıklarına kimse yan gözle bile bakamazdı. Bu telefon söyleşisinden sonra televizyonu açtım. 28.Mart.2004 tarihinde Türkiye'de yapılacak olan yerel seçimlerin yankısını büyük bir ciddiyetle izlemeye başladım. Özdeşleşerek!
İnatçıydım işte. İş temizlik konusu olunca daha da inatçı olurdum. Hele bu temizlik evimin dışında yapılacaksa. Kir, leke, israfı sevmezdim. Bu nedenle de koşullar ne olursa olsun risk almayı severdim. Zaman zaman iyi niyetle de olsa evimin dışındaki kirleri temizlemem için teklif alıp, başka bireysel egolar için kirletilmek lekelenmek, israf edilmek istensem de. Bu giysi benden habersiz üzerime göre biçilir, dikilir, sonra da dar ya da bol geldi diye çıkartılmaya çalışılırdı. Ev, çoluk çocuk, konu komşu, eş dost, beslediğim hayvanların kirini temizlemeye benzemiyordu siyasetin kiri. Ağzımda bir tekerlemeyle koca gün dolaşıp durdum.
"HADİ BAKALIM KOLAY GELSİN....BU ACAİP BİR ZOR YARIŞ...SEN SENİ BİL SEN SENİ....DİLİNE SAHİP ÇIKMAZSAN...PATLATIRLAR ENSENİ"
Yaşam bir öğretiydi.Deneme ve yanılma yöntemi.
O gece bir kabus gördüm. Ertesi gün, rüyamı, Balıkesir'de yaşayan kız kardeşime anlattım. Kemalist kardeşim rüya tabirine sarılmış olsa gerek. Hemen bani aradı. "Rüya tabirine baktım, siyasi bir felaketle karşı karşıya kalacakmışsın" dedi.
Hava durumu bana acımış olacak ki inadına lapa lapa kar yağıyordu. Bu havada evime ulaşmaları olanaksız diye seviniyordum bir yandan da. Ama ulaştılar! Siyasiler istedikleri zaman helikopterle bile inebilirlerdi çatıma. Çünkü aday adaylarının başvuru süresine iki gün kalmıştı. Önce telefon daha sonra kapı çaldı. Bir kişi beklerken beş kişiyi karşımda görünce şaşırdım. Evime gelen her konuk gibi onları da ağırladım. Nezaketle uğurladım. Nezaketsizlikle beni uğurlayacaklarını bildiğim halde.
Beni önerenlerden Şişli DEHAP ilçe başkanı Yusuf bey gözümün içine yalvarırcasına sevgi ve umutla bakıyordu. Aynı partiden felsefe öğretmeni bir bayan da. "Kadınlar siyasetten korkmamalı, ürkütülmemelidir. Siz, geçmiş deneyimleriniz ve mücadeleniz ile diğer kadınlara en iyi örnek olacaksınız. Ürkmediğinizi, korkmadığınızı kanıtlayacaksınız" dercesine. Bir ay önce benim aday adaylığımı ilk kez öneren barış annesi Emine Duman'ın sözcüsüydü sanki hepsi. Samimiyetlerine yürekten inanıyordum. Beni öneren aynı parti üyesi ama farklı inançta bir bey de sevmişti beni. İnancı bireysel bir olgu olarak gören, siyasete alet etmeyen yapımı bilmesine karşın, bu bireysel olgu konusunda ki esnek yapımın da ayrımındaydı sanki. SHP çatısı adına beni isteyecek olan parti meclis üyesi Kamer Bey, benden olumlu etkilenmiş gibi bir izlenim bırakmıştı. Beni ertesi gün telefonla arayacağını söyleyerek vedalaştılar.
Kara kara iki alternatif düşündüm. Tam bir çelişki yaşıyordum. İnsanlara güvenim kalmamıştı.
"Bir sürü aday adayı vardır. Her partinin kodamanları da. Sanırım ya beni mücadelem nedeniyle onore etmek istiyorlar. Hatır için çiğ tavuk yemek gibi bir şey. Zaten kellemin karşılığı param da yok. Çağırırlarsa kırılmasınlar. Gideyim bari. Ya medya duyarsa? Ya devlet baba duyarsa?"
"Ya iş ciddiye dönüşürse? Yoksa beni kullanmak mı istiyorlar? Yok canım. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş. Bu fırsatı onlara vermek istemem o zaman..."
Sıkılmıştım. TV'yi açtım. Tüylerim diken diken oldu. NTV'de Kadir Çöpdemir bilinçli seçmen arıyordu yine. Nişantaşı'nın makyajlanan kaldırım taşlarında yürüyen sivri topuklu hanımlar "Adayımız Yine O!" diye haykırıyorlardı. Aday olma olasılığımı düşününce ürktüm. Mustafa Sarıgül ve rakibi ben mi olacaktım?
Biri devlet tarafından şamarlanan biri de okşanan iki zat. Yoksa Sarıgül'ün ağzına birileri beni kurbanlık koyun gibi atmak mı istiyordu? On yıllık dostlarıma böyle bir şeyi yakıştırmazdım. Zaten yeterince ürkmüşlerdi diğerlerinden. Denize düşen yılana mı sarılıyordu. Deniz de yılan da birbirleriyle flört etmekten hoşlanır gibiydi çaresiz şimdilik. Ya beni az tanıyanlar? Bilemezdim. Ama tahmin yürütebilirdim. Olasılık problemleri gibi. 1992 tarihinde Murat Karayalçın Başbakanlık yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı görevindeyken gözünün önünden akan kanı görmemezlikten geliyordu.
Şimdi de bu kan ile çatısını boyamaya mı kalkıyordu. Kimbilir! DEHAP'lı partililer yoksa OHAL Bölgesi zamanındaki belediye koltuklarını kaybetmekten korktukları için bu koltukları SHP çatısına güvenerek emanet etmeye mi çalışıyorlardı. Ya Kıbrıs sorunu? Referandum sonucu.
Avrupa Birliği ile müzakereler başlayınca makyajlanan Kürt sorunu sürünceme de mi kalacaktı? Yine terör mü hortlayacaktı? Yine devlet terörü bu sorunu kan ile mi bastıracaktı? Yine başa mı saracaktı belleğimiz yaşanan bu kabus rüyaları? Yine bir sürü şehit ailesi sahipsiz mi kalacaktı. Yine şehitlikler kana mı susayacaklardı. Yine bir sürü Kürt genci, kendini patlatarak inandıkları mücadelenin şehitleri mi olacaktı? Bilinmeyen mezarlıkları mı olacaktı?
Başka bir televizyon kanalını açtım. Bu kez Erzurum'dan görüntüler vardı. Seçmen yaşına gelmemiş öğrenciler, bellerine bağladıkları urganla, köy yolundan ilçeye gitmek üzere okul servis aracını çekiyorlardı. Aracın tekerleklerini balçık çamurdan kurtarmak için dizlerine değin çamura gömülürcesine. Öğrenciler öküz, servis aracı ise öküz arabası olmuştu. Yol denilen gudubet yer ise sanırım el değmemiş bir dağ eteğiydi.
Ellerim TV kumandasının başka bir kanalına dokundu. Kar yağışı ve soğuk nedeniyle sobadan çıkan zehirli gaz yüzünden, yaşamını yitiren insanların sayısı her geçen gün biraz daha artıyordu. Sel felaketi ile evinin çatısı çökenlerin sayısı da. İtfaiye aracının yangın yerine geç ulaşması ya da daracık sokaklara girememesi nedeniyle insanlar çatır çatır yanıyorlardı. Özürlü bir insanın üzerinden geçen trafik canavarı ölüm saçıyordu.
Sokaklarda dilenen özürlü insanlar, el ve yetenek hizmetiyle üretken olamazlar mıydı? Onları çöp gibi toplamak yerine hizmete davetiye çıkaramaz mıydık? Biz devlet olarak insanlarımızı sevmiyorduk. Biz toplum olarak sevgisizdik. Biz birey olarak da bencilleştik. Saygısızlaştık! Hiçleştik! Kendimize bile fayda veremez olduk. Kabus kutusu televizyonu kapattım. Kara kara düşünmeye başladım yine.
Ertesi gün gelip çatmıştı. Telefonun sesiyle uyandım. Şişli ilçesinden parti meclisi üyesi Kamer Demir bey tarafından aranıyordum.
- Tomris Hanım, toplantıdan şimdi çıktım. Şu an beş partinin oy birliği ile almış olduğu oylama ve karar sonucu, Şişli Belediye Başkanı adayı siz oldunuz. Hadi hayırlısı bakalım. Tüm evraklarınızı hazırlayıp hemen partimize üye olmanız gerekiyor. Sizi bekliyoruz.
Şaşırmıştım! Ne kadar da çabuk gelişmişti bu olay. Olan olmuş, biten bitmişti bile. Evraklarımla birlikte partiye ürkekçe süzüldüm.
- Hoşgeldiniz başkanım! Şöyle koltuğunuza geçiniz. Tüm imkanlarımızı sizin için önünüze koyuyoruz. Siz de bu durumu göz ardı etmeden ciddi olarak bu işe dört elle sarılın.
- "Çok ani bir gelişme olsa da elimden geleni yapmaya çalışacağım Kamber Bey" dedim.
- Önce benim adımı doğru telaffuz ediniz. Kamer! Kamber değil!"
- Olur KAMER Bey.
- Başkan adayı bendim ama siz önerildiniz. Ben fedakarlık ettim. Bunu da bilin! Siz benim elimi güvensiz sıktınız biliyor musunuz? Bu ayrımı yapmayın! Burası DEHAP değil. Şişli SHP! Siz artık bu partinin üyesi ve belediye başkan adayısınız. Benim elimi güvensiz sıkıp da diğerinin elini daha farklı sıkarsanız bu iş olmaz! Bizim kadınlarımıza uzaktan sarılıp da Kürt kadınlarını kucakladınız mı bu da olmaz!
- Dün bir bugün iki Kamer Bey. Size öyle gelmiştir. Ben kadın nezaketi ile elinizi kibarca sıktım. Otoriter olarak mı sıkmalıydım? Ben çatı hariç dört partinin de fahri üyesi gibiyim zaten. ÖDP'liyim ama üyesi değilim. Emek Partililer dostlarımdır! Sizin ayrımcılığını yaptığımı söylediğiniz parti ise on yıldır bana akraba gibi davrandı. Beni öneren onlar. Siz de bunu unutmayın! Ben bölücü ve ayrımcı değilim. Düşüncelerim uyuşmadığı için, CHP parti meclis üyeliğinden ayrıldıktan sonra davalarıma bile bakan avukatlar CHP'lidir. Bu konuda dikkatinizi çekerim!
Kamer bey sözümü kesti;
- Buradan ayrılmayın. İki saat sonra KADER'den Çiğdem Hanım gelecek. Kadıköy belediye başkanı adayımızdır kendisi. Psikolog! Size davranış dersi verecek.
Şaşırıp kalmıştım bu işe. Gerçekten beni tanımıyorlardı. Çiğdem Hanımı bekleyene değin partinin tüzüğünü onlardan ben istedim. Okudum. Tüzüğe göre MYK tarafından atanmam olsa bile parti okulunda eğitimden geçecektim. Ama bu kadar kısa bir süre içinde öz geçmişim, yaşım, mücadelem gerçekten bu parti tarafından bilinmiyordu sanırım. Ben tüzüğü okuyup bitirdiğimde, Kadıköy belediye başkan adayı Çiğdem Hanım da gelmek üzereydi. Kamer bey şaşkın ördekler gibi ortalıkta dört dönüyordu.
- Kadın geldi mi kadın?
Şaşkınlığım daha da artmıştı. İncindiğim için kendime kızdım. Kadıköy adayına "Kadın geldi mi kadın" diyordu. İlçe Başkanı Nuray Hanım, gelmek üzere olduğunu anımsattı. O sırada DEHAP'tan sorumlu arkadaşlar gelmişlerdi. Kendimi gerçekten çok yalnız hissetmiştim. Biraz da kırgınlık ve sitem vardı söylediğim bu sözlerde.
- İşte beni öneren akrabalarım geldi. Çatınız ısındı dedim. İlçe başkan yardımcısı Yücel Bey "Çatımızda kiremit mi eksik ki" dedi.
Kamer Beyle mücadele verirken Yücel Bey "varan iki..." olmuştu. Beni çocuk gibi kandırmaya çalışıyordu.
- Biz burada hepimiz Alevi'yiz. Kürt Alevisi değil ama. Türk Alevisi!
Söz bendeydi;
- Ben Alevi ya da Sünni ayırmam. Üstelik Alevilerin çok ılımlı insanlar olduklarını da biliyorum. Bölücü de değilim! Ben sizi "Neden Şişli ilçesini Türk Aleviler doldurmuş ve parsellemiş diye sorguluyor muyum?"
Yanıt tez yetişti;
- Siz Kürtleri bilmezsiniz. Lokantacılık yapıyordum. Yanıma beş Kürt genci aldım. Sonra benden haraç kesmeye başladılar. Onlar şudur! Onlar budur!"
- Onlar şu ya da buysa beni ilgilendirmez. Kökleri kazınmaya çalışılırken o ya da bu olmuş olabilirler. Ya size ne demeli? 25 yıldır rahat yaşıyorsunuz. Sizi kesen biçen olmadığı halde sizler de o ya da bu olmadınız mı?"
Dalaşmamız yarım kalmıştı. Eminim bu tahrik konusu söylemler de Kamer beyin kulağına ulaştırılmıştı. Ben taraf tutuyordum onlarca. Kendimce de beni öneren bir partiye saygılı olmalı ve onlara iki yüzlü davranmamalıydım. Onları arkadan vurmak bana yakışmazdı. Beni öneren parti SHP'de olsa aynı düşüncem onlar için de geçerliydi. Ya da diğerleri. Sonra toplantı salonuna girdik.
Kamer Bey, "Başkanım şöyle oturun! Yani koltuğunuza" dedi. Oturdum. Kapı açıldı ve beş kişiyi geçmeyen bir grup toplantı salonuna girdi. Çatı partisi oluşumundan birer üye...
- Kamer Bey, "Basın toplantısı var dediniz ama basını göremedik" dediler. İlçe sekreteri kapıyı tıklatarak başını kapının arasından gösterdi.
"Kamer Bey, Basın arıyor. Tomris Hanımın adaylığını ne zaman açıklayacağını soruyorlar ve kendisiyle görüşmek istiyorlar" dedi.
- Gitsinler! Sonra. Daha sonra."
Birkaç dakika sonra içeriye bana davranış dersi verecek olan Çiğdem Hanım da geldi. Yer bulamadığı için eğrelti bir kenara sıkıştı. Nezaketle oturduğu yerden oturumu açtı. Yüzeysel değindi konulara. Onun adına da rahatsız oldum.
- Lütfen Çiğdem Hanım şöyle buyurun. Bu ders bana verildiğine göre başkanlık koltuğuna siz buyurun. Çünkü ben dinleyen siz ise hitap edensiniz. Size konsantre olamıyorum" dedim. Çiğdem Hanım derin bir soluk alarak, sıkıştığı yerden çıkıp koltuğuma oturdu. Sözüne şöyle başladı: "Evet. Şimdi daha iyi oldu. İnanın bu dünyayı kadınlar kurtaracak. Ben buna bugün de inandım."
Psikolog ve Kadıköy belediye başkanı adayımız daha sağlıklı bir durumda konuşmasına devam etti. Bu ders aynı zaman da dört çatıyı temsil eden temsilcilere de verilmek istenmişti. Kamer Bey tarafından. Basın açıklaması sudan bahanesi ile bir taşla iki kuş vurmuştu. Emrinde sandığı parti temsilcilerini de toparlamış olacaktı.
"Çiğdem Hanım, Tomris Hanım kollarını kavuşturuyor. Bu sıkıntılı bir duruş olmalı değil mi?
"Çiğdem Hanım, Tomris Hanımı seven annelere karşı yanak vermemesi ve ikilem yaratan davranışlardan kaçınması için ne önerirsiniz?"
"Çiğdem Hanım, Tomris Hanım şu sivri burunlu ayakkabılarıyla ortalıkta gözükmemeli değil mi?" "Çiğdem Hanım, Tomris Hanım şu ayağındaki pantolonu da giymemeli değil mi?"
Çiğdem Hanım Kamer beyin ardı arkası kesilmeyen sorularını geçiştirerek yanıtladı.
- Tomris Hanımın kollarını kavuşturması, bulunduğu ortamdan rahatsız olduğunu belirtir. Tomris Hanım halkla kaynaştığında, öpülmek isteyip istemediği insanları kendi iradesi ile belirleyecektir. Ama ona şöyle bir ip ucu verebilirim. Sol ayağını bir adım öne atarsa, karşısındaki insan onu öpemeyecektir. Bunu da kendisi belirler. Tomris Hanımın üzerinde ki döpiyes normal bir tarzdır. Altındaki pantolon, kendisine mal ettiği bir kıyafetse bırakın da öyle kalsın. İstediğiniz tarza zorlarsanız bu kez o rahatsız olur. Nasıl davranacağını Tomris Hanım çok iyi biliyor. Daha öncesi de deneyimi var bu konuda. Bu nedenle de müsaadenizle ben başka bir yere yetişmek zorundayım."
Bilirkişinin yanında ukalalık etmiş gibi olacaktım. Saygıyla onun görevini bitirmesini bekledim. Sonra Kamer Beyden söz istedim.
- Kamer Bey. Şimdi konuşma sırası bende. Ben çocukluğumdan, evlilik yıllarımdan bu yana protokolün içinden geldim. Geldiğim yer görgü ve muaşeret kaidelerine karşı çok hassastır. Çünkü, yaşam biçimleri protokol ile özdeşleşmiştir. Geçmişim ve daha sonraki yaşam biçimim malumunuzdur. On yıldır yüze yakın yurtiçi ve dışı panel ve konferanslara konuşmacı olarak katıldım. Bu yanımı da bilmediğiniz apaçık! Ben yarınki siyasi dersinize de katılmak istemiyorum. Çünkü; on beş dakikalık bu dersler bana bir fayda vermez. Dört yıl işletme okudum. Müsterih olun. Özel idareyi, belediyeleri, köyleri yasalarıyla bilirim. Mahalli idareler ve yerel yönetimlerden bihaber değilim. İki yıl da davranış bilimleri okudum. Beş kitap yazdım. Boş yere paniklenmeyin."
Kamer Bey sözü değiştirdi. "Hazır hepimiz buradayken, başkanımız çalışacağı parti meclis üyelerini seçsin. Siz parti temsilcileri! Önerdiklerinizin listesini yapın! Başkana verin."
Büyük bir vebal altına sokulmak isteniyordum. Çalışacağım parti meclis üyelerini tanımıyordum bile. Bu aşamada böyle bir risk altına sokulmam vicdansızca bir davranıştı. Hem de bu psikoloji ile. Moralimi sıfıra indirmişti. Önümüzde birkaç gün daha vardı. Hem çatıyı almış, hem de bol kepçeden adamlarını sıralıyordu. Buna itirazlar yükseldi. Zaten öncesi de kendi safında olursam, başkanlığı kazanamazsam dahi daha önemli görevde değerlendirileceğim tarafından duyurulmuştu bana.
Başkan adaylığım, çıkar pazarlığı haline getirilmek isteniyordu. Bu rizikonun altına girmek istemedim. Moralimin bozuk olduğunu ve duygusal davranabileceğimi, bu nedenle bu seçim işinin yarına ertelenmesi gereğini anımsattım. Bu samimiyetim de farklı algılandı. Şeytanın fikri neyse zikri de odur örneği...
Her neyse oy birliği ile benim fikrim kabul edildi. Dağıldık. Beni evime bırakması gereğini anımsattı ve ilçe başkan yardımcısı Yücel Bey de bize iştirak etti. Partinin biraz ilersindeki otoparka doğru yürüdük. Kamer Bey arabasını alırken, Yücel Bey bu otopark yerinin kendisine ait olduğunu övünerek bana söyledi. Ben de yadırgadığımı söyledim. Sanırım bu söylemin Kamer Beye anında iletildi. Yola koyulduk. Dilimde bir şarkının tekerlemesi dolanıyordu. Ama sessiz!
"HADİ BAKALIM KOLAY GELSİN...BU ACAİP BİR YARIŞ....SEN SENİ BİL SEN SENİ....DİLİNE SAHİP OLMAZSAN PATLATIRLAR ENSENİ..."
Eve geldik. Kamer beye teşekkür ederek arabasından soğuk bir şekilde ayrıldım. Yarın partiye uğramamı ve partiden Kıraç' a geçeceğimizi söyledi. Ferhat Tunç, adaylığını basına deklare edecekti. Yine aynı gün içinde benim parti propagandaları için giyeceğim giysiler hakkında bir karara varılacaktı. Anlaşılan psikolog bile kendisini ikna edememişti.
Afiş ve broşür için gideceğim fotoğrafçının belirlenmesi işini, Engin isminde DEHAP'lı bir arkadaşımıza devrettiğini, ondan sonra da Ankara yolcusu olduğunu, ertesi gün döndüğünde de benim adaylığımın bir otelde basın önünde açıklanacağını anımsattı. Ayrıldık. O kadar yorulmuştum ki. Verimli bir gün geçmemiş, boş sözlerle insanlar birbirini incitmişti.
Evde yine kara kara düşünmeye başladım. Etik kaygılar. Ahlaki ve toplumsal sorumluluk duygusu. Her konuda şeffaflık. Hizmetçi ruhumun, sokakları israfsız temizleyebileceğini sanma gafletim. Dürüstlük! İki yüzlü olmayışım. Siyasi kültür, kadını ifade edecek hoşgörü ,tolerans ve tahammül zenginliğinden yoksundu. Yoksuldu.
Televizyonu açtım. Aynı yoksulluk ve yoksunluk orada da vardı. Belediye adayları kendilerini tanıtıyorlardı. Erkekler için siyaset, bir uzmanlık alanı olarak görülüyordu. Kadınlar da bu uzmanlık alanından yararlanmak için giydikleri erkek ceketi tarzı döpiyes, kadınlık simgesi eğrelti iliştirilen bir fular ile saygın olduklarını sanıyorlardı. Erkek kadın! Erkek gibi kadın! Siyasileşen erkekvari kadın! Ancak bu şekilde erkeklerle birlikte söz düellosunda eşitlenebilirlerdi. Masaya bir de yumruk atılar mı uzman siyaset işlevi yerine yumruk gibi oturmuş olurdu.
- Ben belediye başkanlığı yaptım.
- Ben parti başkanlığı yaptım.
- Ben Fransa'da Nis Üniversitesinde hocalık yaptım.
- Ben teknik adamım! Var mı yan bakan!
- Ben müteahhidim. Bu ihale işinin yolsuzluklarını çok iyi bilirim.
- Ben hukukçuyum da aynı zamanda. İzmir TANSAŞ olayını açtırmayın bana! Neden kapatıldı? KİPA? Hıı?
- Ben üzerinden aptes suyu akan makyajlı bir Osmanlıyım. Anadolu ve Balkandan göçler var... Bunlar kaliteyi bozuyorlar. Dişlilerin arasına giriyorlar. Gıcırtı çıkarıyorlar.
- Ben sizi kınayanım Osmanlı hatunu. Çanakkale'ye, İzmir'e ölenler nereden geldiler?
- Pardon! Kalite. Kalite. Şu gecekonduları boyatan adaya bir sözüm vardı. Size değil. Gecekondu "out", yüksek binalar "in" Yani gecekondu insanları yüksek hissetsin kendini.
- İnek Osmanlı hatun ineeekkk!
- Pardon ne ineği efendim?
- İnekler nerede otlayacak?
- Metropolde ineğin ne işi var canım!
- Ben varım ben. Beni de dinleyin. Belediye olarak yurt bağışladım YÖK'E yurt!
- Belediye yönetiminin yurt yapma mevzuatı var mı?
- Gençliğin fiziki şartları beni ilgilendirir fiziki..."
- Ne. Hurma ağacı mı diktin? Garanti belgesi var mı? İsraftır! Kır çiçeği ekonomiktir.
- Hayır değildir. Ömrü kısadır.
- Palmiyenin garantisi var.
- Var!
- Yok işte!
- Beni duyun! Bataklıkları kurutup üzerine park yaptım.
- Olmaz ben teknik adamım. Bataklıkları kurutup sentetik maddeyle örtüp üzerine park yapılmaz. Çiçek ekilmez. Çimler ölür. Öldü de nitekim!
- Çiçek değil çocuklar ölüyor. Tinerci. Balici. Sokak çocukları! İşsizler.
- Kalitesizlik ne olacak! Eğitim şart!
Parlamento, hükümet, yerel yönetimler gibi karar organlarının hesap kitap yeri olduğunu hesaba katmam gerekiyordu. Bilinçli tercihleri, siyasetin reel durumu, dürüst kadınları kapı dışarı mı edecekti? Siyasi bir felaketle karşı karşıya kalmak yerine o sağlıksız ortamda bulunmamak daha hayırlıydı bence. Temiz kalmak ve kirlenmemek, lekelenmemek adına. Televizyonu kapadım. Ertesi gün partide siyasi ders alacaktım. Tabii beş on dakika bu dersin verimi için yeterliydi onlarca. Aslında yeterli olan tatmin edilen egolarıydı. Kullanılmadığı için hafızalardan kolay silinen bilgilerime bir göz attım.
2709'uncu kanunun 43'cü maddesi; Kıyılar, deniz, göl, akarsu, kıyılar, sahil şeritleri yasaları kanunla düzenlenir.
57'nci madde; Konut hakkı, şehirlerin özellikleri ve çevre şartları uygun bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayan tedbirler alır.
63'ncü madde; Tarih, kültür ve tabiat varlıkların korunması, destekleyici tedbirlerin alınması.
Genel hükümlerle belirlenen kanunlardan 3194- madde 1; Yerleşim yerleri ile bu yerlerde yapısallaşma, plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun olma amacına göre düzenlenir.
Nazım İmar Planı madde 5.
İmar Kanunu: Harita üzeri kadastral durumu incelenen arazi parçaları; Genel kullanma birimleri, bölge tipi, nüfus yoğunluğu, nüfus artışı, ulaşım, detaylı bir raporla olan plandır. Mücavir alan; İmar mevzuatı bakımından belediye kontrolüne verilen alan...
Yorgunluktan gözlerim kapanmaya başlayınca, başımı yastığa koyar koymaz uyudum. Telefon sesiyle irkilerek uyandım yeni güne. Broşür için ve afişler için fotoğraf çektirmem için arkadaşla buluşmak üzere yola koyuldum. Bu iş de tamamdı.
Kamer Beyi arayarak DEHAP ilçeye çağırıldığım hakkında bilgi verdim. Parti binasına Genel Başkan'ın geleceği nedeniyle çağırıldığımı da ilave ettim. Parti binasından Kıraç'a yol alındı. Tekrar SHP' ilçe binasına dönecek zaman kalmamıştı. Beş dakikalık siyasi ders bahanesi ile yargılanmaktan kurtulduğum için seviniyordum. Kıraç'taydık.
Bileklere kadar balçığa bulandık. SHP ilçe başkanı Nuray Hanımla Kıraç'ta buluştuk. Ferhat Tunç'un adaylığını açıklayacağı düğün salonuna girerken aşırı izdiham nedeniyle ezilme tehlikesi geçirdiğimiz için salondan geri çıktık. Hiçbir önlem ve tedbir alınmamıştı. Dışarıda ise birbirimizi kaybettik. Belki de SHP ilçe Başkanı ufak tefek Nuray Hanım ezilmiş ve hastaneye kaldırılmıştı. Bir ara merdivenden yuvarlanmak üzere olduğuna tanık olmuştum.
Çevreme bakınırken DEHAP'lı görevliler beni tekrar salona almak için "Adayımızdır" diyerek büyük bir performans sarf ettiler. Çatı partisinin başkanlarının ve önemli sayılan konukların yanına iliştirildim. Murat Karayalçın ile el sıkışacak ve selamlaşacak olanak bulabilmiştim. Diğer parti liderleri ile de. Oradan ayrıldıktan sonra ertesi gün SHP binasında sorgulanacağım aklıma gelmezdi.
- Lütfen söyleyin DEHAP'lılara. Apo'nun posterleri ortaya çıktı ve slogan atıldı.
Bunu bana değil de Ferhat Tunç'a ya da partili görevlilere neden sormadıklarını anlayamadım. Sanki o durumun suçlusu da bendim. Dosyam Yüksek Seçim Kuruluna gönderilmedi o gün. Kamer Beyin Ankara'dan dönüşü bekleniyordu sanırım. Ertesi gün, Sabah gazetesinde Kamer Beyin adaylığını deklare ettiğini okuyunca şok oldum.
Bir insanın kişiliği ile ancak böyle oynanabilirdi. Beni arkadan vurmuştu. Yakınlarıma diyecek bir sözüm bile olamazdı. Üstelik Ferhat Tunç adaylığını kamuoyuna ve basına deklare ederken diğer ilçe adaylarının da ismi okunmuştu. Bu isimlerden birisi de bana aitti. Bu çirkin bir siyasi oyundu. Etik değildi. Bu durum karşısında DEHAP ilçe binasına davet edildim.
- Çatı dağılacaktı. Sizden fedakarlık ettik! Gidebilirsiniz. Siz bizim zaten başkanımızsınız yine... Böyle ucuz bir siyasi ahlak olamazdı. Ben, beni öneren partiyi satmamıştım. Ne yazık ki satılmıştım. Gerçekten, beni öneren DEHAP'lılar bu duruma benim kadar üzülmüşlerdi. Ankara MYK'de alınıp uygulanan bu kararın etik ve insani olmadığı inancına vardım.
Birkaç gün sonra, ŞİŞLİ'yi kurtaracak olan belediye başkan adayı Kamer Bey, vicdanen rahatsız olsa gerek! Benden özür dilemek için çatı partisiyle ziyaret etmek istedi.
Bu duruma ne demeliydim?
"ÖZÜRÜ KABAHATİNDEN BÜYÜK!"
"KÜRT YA DA TÜRK! SİYASİLERİN ÇÜRÜK İPİYLE KUYUYA İNİLMEZ!" (TÖ/NM)