Basın özgürlüğünü, temel insan hak ve özgürlükleri kapsamında "bilgi edinme ve yayma özgürlüğü" olarak kabul eden Avrupa Birliği; bu özgürlüğün ifade özgürlüğü ile düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkıyla yakın ilişkisini dikkate alır.
"Medyanın bilgi alma ve yayma hakkı" Avrupa Birliğinin oluşturmaya çalıştığı medya politikasının özüdür. "Gün ışığında yönetim" ilkesine bağlı olarak medyada saydamlığın sağlanması koşul kabul edilir. Bu nedenle "haber ve düşünce kaynaklarını sınırlama eğiliminde olan medya tekelleşmelerinin önüne geçilmesi" amacıyla oluşturulan kurallar dizisine uyum istenmektedir.
Diğer yandan "gazetecilerin bilgi kaynaklarının gizliliği ve haber kaynaklarının korunması" için Birlik içindeki ülkelerin iç hukuklarında gerekli değişiklikler yapılması önerilmektedir. Ayrıca kamu yetkililerinin elinde bulunan belgelere erişim konusunda medya için yapılacak yasal sınırlandırmalar, demokratik toplum düzeni gereklerine göre düzenlenmelidir.
İnsan hakları ve demokratik değerlere ilişkin olarak "yeni iletişim teknolojilerinin etkileri" değerlendirilmektedir. Sürekli değerlendirilen en önemli konulardan biriside "medyada şiddet gösterimi"nin önlenmesi ve bu konudaki düzenlemelerdir.
Medyanın iletişim hakkı, bilgi, haber ve görüşleri toplama ve yayma hakkı ifade özgürlüğünün sonucudur. Devletler bu hakkın kullanımına ilişkin herhangi bir sınırlandırma koyacaklarsa, öncelikle hukuken öngörülebilen kayıtlamalar için yasa yapacaklardır. Yasayla konmuş olan kayıtlamaların tümü uluslararası standartlara uygun olacaktır. Taraf devletler, demokratik, özgür ve açık bir toplum ile hükümetlerin sorumluluğunu düzenleyen demokratik sistem için bağımsız ve özgür medyanın var olma zorunluluğunu kabul etmişlerdir. Özgür ve tüm etkilerden korunması gereken medyanın, insan haklarının ve temel özgürlüklerin güvence altına alınmasındaki özel önemini da tanımışlardır.
İfade özgürlüğü teminat altına alınmalıdır. Çoğulculuk korunmalıdır. Medya özgürlüğüne saygı gösterilmeli, medya alanında da serbest pazarın oluşumu desteklenmelidir. Tekelleşmenin önlenmesi, medya özgürlüğünün sağlanması için de gereklidir. Bu nedenle medya sektöründeki şirket birleşmelerinde kısıtlamalar konması bilgi ve haber kaynaklarının güvence altına alınması amacıyla kabul edilmiştir. Aksi takdirde medyanın denetimi çok az bir grubun elinde toplanırsa ifade özgürlüğü için büyük bir tehdit oluşturur.
Sınırsız ve denetimsiz tekelleşme, bilgiye/habere ulaşma ve gerçekleri öğrenme hakkını, gazetecilerin çalışma özgürlüğünü tehdit eden en önemli faktörlerden birisidir. Bu nedenle Birlik içinde alınan kararlarla; Komisyon ile Konseye, medyada çoğulculuk ve ifade özgürlüğü gibi temel özgürlükleri savunmak için aktif bir rol üstlenerek girişimlerde bulunmak konusunda yükümlülükler verilmiştir.
Çoğulculuğa dayalı basın ve ifade özgürlüğü, Üye Devletlerin anayasaları ve bütün üye devletlerin onayladığı İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi ile teminat altına alınmıştır. 1
II- Radyo Ve Televizyon Yasası Değişikliği Gerekçesi
Bakanlar Kurulunca 7.6.2000 tarihinde kararlaştırılan "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" 14.6.2000 tarihinde TBMM'ne sunulmuştur. Tasarı Anayasa Komisyonunda kapsamı genişletilmiş ve yeni maddeler eklenmiştir. 2000 yılı Haziran ayında hazırlanan Tasarının genel gerekçesindeki değerlendirmeler şöyledir:
1- 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanunun uygulanmasında bir çok konuda sorunlarla karşılaşılmıştır.
2- RTÜK yasaya göre dokuz üyeden oluşmakta, bunun beş üyesi iktidar partisi veya partileri, dört üyesi ise muhalefet partileri tarafından gösterilen adaylar arasından TBMM tarafından seçilmektedir. Üyelerin görev süresi altı yıldır. Koalisyon hükümeti ile yönetilen ve sık sık hükümet değişikliği olan ülkemizde iktidar-muhalefet dengesi gözetilerek kurulan üye seçim sistemi çok çabuk bozulmuş ve bugün olduğu gibi TBMM'deki iktidar-muhalefet dengesini yansıtamaz duruma gelmiştir. Ayrıca ülkemizde seçimlerin her beş yılda (uygulamada dört yıl ve daha erken) yapıldığı dikkate alındığında altı yıl görev süresi olan kurul üyelerinin hiçbir zaman TBMM'deki iktidar-muhalefet dengesini korumadığı bir gerçektir.
Ayrıca RTÜK bütçesi TBMM bütçesi içinde yer almış ve mali denetim dışında tutulmuştur. Üst Kurulun gelirleri ve giderleri yönünden Sayıştay, Yüksek Denetleme Kurulu gibi kurumların denetimleri dışında bulundurulması da Devlet yapısında rastlanmayan bir durum olarak değerlendirilmiştir.
Eksikliği duyulan tanımların yeniden belirlendiği açıklanan gerekçede Yayın ilkeleri bakımından Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi ve diğer mevzuat göz önüne alınarak yeniden düzenlendiği yazılıdır. Ekran karartma cezası yerine para cezaları önerilmiştir.
Kanunda belirtilen yayın ilkeleriyle bu ilkelere uymayan radyo ve televizyon kuruluşları hakkında uygulanacak yaptırımların bölücü, yıkıcı ve irticai yayınların engellenmesi konusunda etkili olmadığı görülmüştür.
Hükümet yasa tasarısının genel gerekçesinde yaptığı bu tespitler sonucunda tarafsız, bağımsız ve özerk bir üst kurulun oluşumunu teminen bu tasarıyı hazırlamıştır.
Hükümetin bu görüşten hareketle hazırladığı tasarı bir yıl sonra TBMM Anayasa Komisyonu'nda görüşülmüştür. Komisyon görüşmesinde radyo televizyon yayınları ve yazılı basın hakkında sınırlandırıcı bir çok madde eklenmiştir.
III- Yasada Yer Alan Yayın İlkeleri
3984 sayılı mevcut yasanın 4. maddesinde yer alan yayın ilkeleri muğlak ve yoruma açık ilkelerdir. Madde düzenlenirken radyo ve televizyon yayınlarının "kamu hizmeti anlayışı içerisinde" sayılan ilkelere göre yapılması kararlaştırılmıştır. Yasanın 4.maddesinde 20 ayrı yayın ilkesi gösterilmiştir.
Yasanın 8.maddesine göre; RTÜK'e yayınların 4 üncü maddeye ve bu alanda Türkiye'nin taraf olduğu uluslar arası sözleşmelere uygunluğu açısından denetleme yapma görevi verilmiştir. Üst Kurul Uluslar arası Sözleşmelerde belirlenen yayın ilkelerine saygıyı gözetmekle de yükümlüdür.
Sayılan yayın ilkeleri ikiye ayrılmaktadır. 4. maddenin (a) ile (g) bentleri arasında düzenlenen 7 yayın ilkesine "aykırı yayın yapılması" yasaklanmıştır. Yani bu ilkelere göre; Türkiye Cumhuriyetinin varlık ve bağımsızlığına, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, demokratik esaslara aykırı yayınlar yapılması yasaktır. "Anayasanın Genel Esaslar kısmında yer alan ilkelere" de aykırı yayın yasaklanmıştır. RTÜK 28.5.1995 gün ve 22296 sayılı Resmi Gazete yayınlanan Yönetmelikte, yayın ilkelerini yeniden saymış ve "yasak" denilen bu ilkeyi yeniden yazmıştır. Yönetmelikte ayrıca gösterdiği bu yayın ilkesiyle de Anayasanın ilk on maddesini yayın ilkeleri içine almıştır.
Ayrıca toplumun milli ve manevi değerlerine, kişi haklarına, genel ahlak, toplumun huzuru ve Türk aile yapısına, anlatım özgürlüğüne, iletişim ve yayında çoğulculuk esasına, insanların ırk , cinsiyet, sosyal sınıf veya dini inançları dolayısıyla hiçbir şekilde kınanmaması ilkesine, toplumu şiddet, terör ve etnik ayırımcılığa sev eden ve toplumda nefret duyguları oluşturacak yayınlara imkan verilmemesi ilkesine aykırı yayın yapılması yasaklanmıştır.
Ayrıca radyo ve televizyon yayıncıları Yasanın 4.maddesinde sayılan Yayın ilkelerinden (h) ile (u) bendi arasındaki 13 ilkeye de "uygun yayın yapmakla" yükümlüdürler. Örneğin "Türk Milli eğitiminin genel amaçlarına, temel ilkelerine ve milli kültürün geliştirilmesi ilkesine", "demokratik kurallar çerçevesinde, kamunun siyaset, eğitim ve kültür alanlarındaki beklentilerine cevap verecek şekilde, demokratik gruplar ve siyasi partiler arasında fırsat eşitliğinin sağlanması esasına", " özel amaç ve çıkarlara hizmet eden ve haksız rekabete yol açan yayın yapılmaması esasına", "haber ve olayların çabuk ve doğru biçimde sunulması ilkesine", çocuk ve gençlerin korunması esasına, aksi yargı kararıyla kesinleşmedikçe hiç kimsenin suçlu olarak ilan edilmeyeceği ilkesine, cevap ve tekzip hakkına saygı esasına, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliği taşıyan yayın yasaklarına, ikramiye, lotarya gibi işlere girişmeme esasına, yayınların Türkçe yapılması,ancak yabancı dillerin öğretimi ve haber iletimi amacıyla kullanılabilmesi ilkesine "uygun yayın yapmak" zorundadırlar.
Böylece yasada Anayasanın bir kısım hükümleri hiçbir belirleme yapılmadan ve daha da belirsizlik yaratacak cümlelerle tekrarlanmaktadır. Türkiye cumhuriyetinin varlık ve bağımsızlığı, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, genel ahlak, toplum huzuru, Türk aile yapısı, toplumun milli ve manevi değerleri, Türk Milli eğitiminin genel amaçları, temel ilkeleri, milli kültürün geliştirilmesi ilkesi gibi kavramlar Üst Kurula takdir hakkı geniş bir müdahale yetkisi vermektedir. Şimdiye kadar Üst Kurul tarafından yapılan denetim yoluyla müdahalede verdiği "yayın durdurma" kararlarında bu belirsizlikleri "somutlaştırma" yönünde gerekçe yazmamıştır. Esnek ve yoruma açık ifadelerle yazılmış olan ilkelerin uygulanmasında ekran karartma yoluyla gerçekleşen müdahalenin haklı olup olmadığı konusundaki uyuşmazlıkların çözümü için yargıya gidildiğinde; ortaya çıkan yargı kararlarında da gerekçe bulunmadığından aynı belirsizlik sürmektedir. 2
IV- Tasarının Getirdiği Yayın İlkeleri
Anayasa Komisyonu'ndan geçerek Mecliste tartışması yapılan Tasarıdaki 2.madde yayın ilkelerinin yer aldığı 4.maddeyi değiştirmektedir. Değişiklik metni aynı sakıncaları taşımaktadır. Yayın ilkeleri istendiği biçimde yoruma açık düzenlenmiştir. Üst Kurulun takdir hakkı müdahale açısından geniş biçimde uygulama yapmaya olarak tanımaktadır. 23.5.2001 günlü Meclisin 107. oturumunda madde oylanmış ve kabul edilmiştir.
Sonuç olarak yoruma açık ama tanımları açık olmayan esnek ifadelerle düzenlenmiş yayın ilkeleri "ifade özgürlüğünü" tehdit etmeye devam edecektir.
Uygulamada üzerinde en çok durulan ve özel radyo ve televizyonlarla RTÜK'ü karşı karşıya getiren yayın ilkelerinin 4. maddesidir.
Tartışmasız yayın kuruluşlarının bazı ilkelerin dışında yayın yapmaları olanaksızdır. Ancak, mevcut yasada yer alan soyut ve anlamsız ifadeler korunmuştur. Yayın ilkeleri olarak sayılan eski ilkelere ; "kamu yararı", "kişileri suç işlemeye yönlendirecek yayın", "korku salacak yayın", "kamuoyunun yanıltılmasının amaçlanması ve bu yönde yayın yapılması", "kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar", "yayınların müstehcen olmaması" gibi kavramlar eklenmiştir.
Hukuken dikkatli olunması gereken "sınırlama" nedenleri yine kişisel takdire olanak sağlayacak biçimde düzenlenmiştir. Örneğin "toplumun milli ve manevi değerleri, Türk aile yapısı", " karamsarlık ve umutsuzluk eğilimleri", "toplum huzuru", "kargaşa ve şiddet eğilimleri", "şiddet eğilimini körükleyici", "kışkırtıcı yayın" yapılması gibi yayın ilkeleri takdir bakımından Üst Kurul iradesine bırakılmıştır. En basit anlatımıyla "Toplumun milli ve manevi değerleri " veya " Türk aile yapısı " gibi kavramlar yayın ilkesi olarak kullanılmaya başlayınca; Üst Kurul üyelerinin bu kavramlara atfettiği değer ölçütlerine göre sürekli değişecektir.
Oysa Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi'nde yer alan kurala göre kısıtlamanın istisna, temel kuralın özgürlük olduğu ilkesi terk edilmeden yayın ilkeleri net ve açık olmalıdır. Bu kurala uyulmamıştır. Soyut ve içerik anlamı belirli olmayan ifadeler korunmuş ve kanunilik ilkesi dikkate alınmamıştır. Dolayısıyla tasarıda yer alan ve yayın ilkelerini, sınırlama kurallarını arttıran benzeri hükümler önümüzdeki dönem daha çok sorun yaratacak niteliğe bürünmüştür.
Örneğin, mevcut yasada yer alan kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü yayın yapılması ve iftira niteliği taşıyan yayın yasaklarına uyulması yayın ilkesi olarak kabul edilmişken yeni tasarıda "soruşturulması Basın Meslek İlkeleri çerçevesinde mümkün olan haberlerin, soruşturulmaksızın veya doğruluğuna emin olunmaksızın yayınlanmaması, saklı kalması kaydıyla verilen bilgilerin kamu yararı ciddi bir biçimde gerektirmedikçe yayınlanmaması" gibi cümleler eklenmiştir.
Benzeri bir başka maddede ise "haberlerin yayınlanmasında tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerine bağlı olunması; özgürce kanaat oluşumunun engellenmemesi; haber kaynaklarının kamuoyunun yanıltılmasının haller dışında gizliliğin korunması" şeklinde bir yayın ilkesi kanunun eski metnine göre genişletilerek kabul edilmiştir.
Mevcut yasada "aksi yargı kararıyla kesinleşmedikçe hiç kimsenin suçlu olarak ilan edilemeyeceği" şeklindeki yayın ilkesi "suçlu olduğu yargı kararıyla kesinleşmedikçe hiç kimsenin suçlu ilan edilmemesi veya suçluymuş gibi gösterilmemesi; kişileri suç işlemeye yönlendirecek veya korku salacak yayın yapılmaması" şeklinde yeniden düzenlenmiştir.
Görüleceği üzere meslek ilkeleri olarak gazeteciler tarafından kodlanmış meslek ilkeleri mümkün olduğunca yasaya yayın ilkesi olarak aktarılmaya çalışılmıştır. Meslek ilkelerinin etik kodlar olduğu ve gazetecilerin vicdani kontrol mekanizmasını oluşturduğu tartışmasızdır. Ancak, hükümet hazırladığı tasarıyla meslek ilkelerini yasaya aktarmış ve Meclis kararıyla yapılacak olan yasal değişikliklerle meslek ilkelerini gerektirdiğinde değiştirme iradesini Meclisin oylarına terk etmiştir. Artık 3984 sayılı Yasanın değişiklikten önceki 4.maddesinde yer alan bazı meslek ilkeleri 23.5.2001 tarihinde Mecliste yapılan oylamayla değişikliğe uğratılmıştır.
Örneğin yasanın 4 üncü maddesinde yer alan yayıncılığın "kamu hizmeti anlayışı" içinde yapılacağına dair madde "Radyo, televizyon ve veri yayınları, hukukun üstünlüğüne, Anayasanın genel ilkelerine, temel hak ve özgürlüklere, millî güvenliğe ve genel ahlâka uygun olarak kamu hizmeti anlayışı çerçevesinde yapılır." şeklinde değiştirilmiştir. Kamu hizmeti anlayışının ne olduğu yine muğlak ve esnek bir tanımlamalara terkedilmiştir. Örneğin milli güvenlik, genel ahlak gibi kavramlar kişilerin değer yargılarına göre değişen ölçütlerdir.
Yayınların Türkçe yapılması esası birinci fıkrada yer almış, evrensel kültür ve bilim eserlerinin oluşmasına katkısı olan yabancı dillerin öğretilmesi veya bu dillerde müzik veya haber iletilmesi amacıyla da yayın yapılabileceği kabul edilmiştir.
Değişen 4.maddenin ikinci fıkrasında Radyo, televizyon ve veri yayınlarında uyulması gereken yayın ilkeleri artırılmış ve 24 ilke olarak yeniden sayılmıştır.
Örneğin sayılan ilk üç yayın ilkesi şöyledir :
"a) Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı yayın yapılmaması,
b) Toplumu şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları oluşturan yayınlara imkân verilmemesi,
c) Yayıncılığın, gerek yayın organı, gerekse hisse sahipleri ve üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri hısımları veya bir başka gerçek veya tüzel kişinin haksız çıkarları doğrultusunda kullanılmaması,"
Mecliste yapılan tartışmalar sırasında (b) bendinde yer alan yayın ilkesinden "halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları oluşturan" cümlesinin çıkarılması önerilmiştir. Gerekçe olarak da bu cümleyle düşünce özgürlüğüne aykırılık yaratıldığı çünkü TCK'nin 312.maddesinde yer alan bu cümlenin yayın ilkesi yapılmasının demokrasiyle bağdaşmadığı ileri sürülmüştür. Önerge reddedilmiştir.
Ancak (a)/(b)/(c) bendinde sayılan yayın ilkelerinin bir özelliği vardır. Tasarı yasallaşırsa 33.maddeye göre RTÜK'na; 4 üncü maddenin ikinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentlerindeki ilkelere aykırı yayın yapılması halinde herhangi bir uyarı yapmadan yayın kuruluşunun yayını bir ay süreyle durdurma yetkisi verilmektedir. İhlalin tekrarı halinde ise yayın süresiz olarak durdurulur ve yayın lisans izni iptal edilebilir.
Mevcut yasanın dördüncü maddesinde yer alan yayın ilkelerinin RTÜK tarafından uygulanması sürekli sorun yaratmıştır. Hazırlanan tasarıda her ne kadar bağımsız, tarafsız ve özerk bir üst kurul oluşumu amaçlandığı ileri sürülse de uygulama göstermiştir ki böyle bir mantıkla özlenen bir üst kurul oluşturmak olanaksızdır.
Yayınların bu nitelikte olduğunu geçmiş dönem üst kurul yapısı değerlendiremeyeceği gibi bundan sonra oluşturulacak kurulun da değerlendiremeyeceği açıktır. Çünkü mevcut yasanın altıncı maddesinde gösterilen Üst Kurul oluşumunu gösteren altıncı maddede "basın, yayın, iletişim ve teknolojisi, kültür, din, eğitim, hukuk alanlarında birikimi olanlardan Üst Kurulun seçilmesini öngörüyordu. Bu amaç gerçekleştirilemedi. Üst Kurul uygulamaları bunun aksini gösterdi.
V- Yasaya Ve Tasarıya Göre RTÜK Özerk Bir Kuruluş Mudur ?
Türkiye'de kayıtlara göre; 16 Ulusal, 15 Bölgesel ve 230 Yerel televizyon; 36 Ulusal, 108 Bölgesel ve 1.055 Yerel radyo; toplam 1.329 kuruluş yayın yapmakta ya da yayın yapmaya çalışmaktadır.
Ülkemizde reklam pastası 1995'den günümüze yaklaşık 1,5 milyar ABD Doları düzeyinde bir oluşum göstermektedir. Toplam reklam harcamaları 1999 yılında iki katrilyon 130 trilyon lira olarak gerçekleşmiş, bunun bir katrilyon 490 trilyonu televizyon reklamları harcaması olmuştur. RTÜK'ün Radyo ve televizyonların reklam gelirlerinden tahsil edilen Üst Kurul payı 1995'te 741 milyar 301 milyon 936 bin lira; 1996 yılında 1 trilyon 37 milyar 720 milyon 699 bin TL'dir. 1997 yılının Nisan ayına kadar % 4 daha sonraki yıllar için % 5 olarak tahsil edilen bu rakam, 1997'de 2 trilyon 632 milyar 873 milyon 346 bin TL., 1998 yılında, 4 trilyon 365 milyar 525 milyon 456 bin TL., 1999 yılında 6 trilyon 275 milyar 986 milyon 344 bin TL.'dir . Bu kaynağın büyük bir bölümü ulusal yayıncılardan elde edilmiştir.
Bütçesi ve yapısıyla RTÜK'nun hizmet vermekle yükümlü bulunduğu yayıncılar karşısında acaba Kurul özerk ve tarafsız mıdır?
Aslında yasada RTÜK'ün özerk ve tarafsız bir tüzel kişiliği olduğu belirtilmektedir Üst kurul oluşturulurken mevcut yasaya göre beşi iktidar partisi, dördü muhalefet partilerinin gösterdiği adaylardan oluşan bir kurul oluşum açısından "siyasi bir kurul" olduğu eleştirisine açıktır.Adayların siyası partiler tarafından gösterilmiş olması üst kurulun tarafsızlık ve bağımsızlığını etkileyen ve üst kurul oluşumuna siyasi partilerin görüşlerini yansıtan bir oluşum sergiliyordu.
Yansızlığı sürekli tartışıldığı sırada tasarıyla siyasal baskıya açık bir kurul yapılanması öngörülmüştür. RTÜK üyelerinden beşi siyasal parti gruplarınca TBMM Başkanlık divanı oluşum formülüne göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda meclis tarafından seçilecek, diğer 4 üye ise ; YÖK, MGK, Gazeteciler Cemiyeti ve Basın Konseyi'nin ortaklaşa belirleyeceği adaylar arasından Bakanlar Kurulu tarafından atanacaktır. Üst Kurulun oluşumu önceki yasaya göre iktidar-muhalefet dengesini gözetmekti. Böyle bir amaç gerçekleştirilemedi. Yeni oluşum bakımından ise; Bakanlar Kurulu tarafından "atanma" yapılması kabul edilerek, siyasal baskının daha ağırlıklı olacağı anlaşılmaktadır. Bu durum ise "özerk" veya "tarafsız" bir bağımsız otorite yaratma görüşüne aykırı düşmektedir.
Bu yönüyle de RTÜK bağımsız idari otorite sayılmayacaktır. Fransa'daki bağımsız idari otoriteler hükümet ve bakanlıklar karşısında özerkliğe sahip kurumlardır. Üç temel ölçütü vardır. Öncelikle tek yanlı idari işlem niteliğinde tedbir alma yetkisine sahiptirler. İkincisi ise, bu otoriteler mevcut bir kamu kişisinin bünyesinde kurulurlar ve kendi tüzel kişilikleri bulunmaz. Son olarak da bu otoriteler bağımsızdır. Bağımsızlık ilkesi de karar yetkisinde ortaya çıkar. Bağlı oldukları kamu kişisine hiyerarşik olarak bağlı da değildirler. Bağımsız idari otoriteler kamu kurumu olmadıklarından başbakanlığa veya ilgili bakana hizmetin yönetimi bakımından bağlıdırlar. Örneğin Fransa'da Görsel-İşitsel Üst Kurul böyle çalışır. İngiltere'de Bağımsız Televizyon Kuruluşu (ITC) kamu özgürlükleri alanında çalışmalarda bulunabilen bağımsız idari otoritedir. Üst Kurul ise kamu tüzel kişiliğine haiz olup Anayasanın 123.maddesine göre yasayla kurulmuştur ve yasanın verdiği yetkileri kullanmaktadır. Radyo ve televizyon yayınlarının düzenlenmesi konusunda da yine Anayasanın 124.maddesine göre yönetmelik çıkarabilmektedir. İşte bu yapısıyla görsel-işitsel kitle iletişim araçlarının faaliyet alanındaki bir kamu kurumu niteliğinde olduğundan bağımsız idari otorite olarak görülemez. Nitekim yeni tasarı ile oluşumunda Bakanlar Kuruluna atama yetkisi verilmesi hizmetin yönetimi ile ilgili olmayıp doğrudan siyasi iradeye bir bağlılık yaratacaktır.
Yasanın 5. maddesinde RTÜK "özerk ve tarafsız bir kamu tüzel kişiliği" olarak gösterilmiştir. Anayasa Mahkemesi 1967/37 Esas, 1968/46 Karar (AYMD C.6 sayfa 245 vd) sayılı kararında özerkliği yürütme organı, siyasal partiler ve kişilerin etkisinden uzak olarak örgütlenme ve yetkilendirme olarak tanımlamaktadır. Özerk örgütlenme isteniyorsa, RTÜK oluşmasında yürütmenin etkisinin olmaması gerekmektedir. Oysa Bakanlar Kurulu yürütmenin ön önemli temsilcisi olarak Kurul üyelerini, YÖK veya MGK veya gazeteci örgütlerinin kendi içinden seçtiklerinden tercih yaparak üyelerini atamaktadır.
Anayasa mahkemesi kararına göre özerk kuruluşun çalışan personeli de her türlü etkiden uzak tutulmalıdır. Özerk kuruluş aynı zamanda özerk bir yönetim yaratabilmesi için kendi hareketlerine hakim olacak kuralları da yine kendisi düzenlemelidir. Anayasa Mahkemesi özerkliğin tanımını yaparak sınırlarını çizdiği gibi, bu tür kuruluşların keyfi davranmaması için yasalarla bir takım tedbir ve denetim usullerinin getirilebileceğini de kabul etmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi anılan kararında bu tedbir ve denetim usullerinin "özerk kuruluşu doğrudan doğruya veya dolaylı olarak yürütme organı etkisi altına sokmayan nitelikte bulunması şarttır" diyerek görüşünü açıklamıştır.3
Oysa Bakanlar Kurulunun daha başında Üst Kurula atama ile üye tayininden başlayan kurulun özerkliğine aykırı durumlar, Yasada bulunduğu gibi, yeni Tasarı ile örneğin Üst Kurulun Teşkilatı ve Personelinin nasıl oluşturulacağı 15. maddeyle yeniden düzenlenmektedir. Bu maddeyle Üst Kurul Yardımcı hizmetlerin yürütülmesinde Başkana yardımcı olmak amacıyla Genel Sekreter atanması uygun görülmektedir. Üst Kurul denetimi Başbakanlık Yüksek Denetleme Kuruluna verilmekte, Üst Kurul gider ve gelirlerinin ne olduğu yasayla düzenlenmektedir. Üst Kurul doğrudan doğruya Yürütmeye bağlandığı gibi, dolaylı olarak da siyasi iktidara bağlanmaktadır.
Frekans ihalesi, RTÜK tarafından gerçekleştirilememiştir. Yeni tasarı ile bu yetki ve düzenleme hakkı Telekomünikasyon Kurulu'na bırakılmaktadır. Bu durum yıllarca yapılamayan frekans ihalesinin ne zaman yapılacağı konusunda belirsizliklerin süreceğine işarettir. Anılan Kurulun kurulması ve çalışma usullerinin belirlenmesinin nasıl olacağı belli olmadığı gibi, hazırlayacağı ulusal, bölgesel ve yerel çaptaki planları Haberleşme Yüksek Kurulunun onayına sunacaktır.
VI- Tekelleşme Olgusu Disiplin Altına Alınabilir mi?
Yasanın en çok tartışılan maddelerinden birisi de özel radyo ve televizyonların "Kuruluş ve Hisse Oranları" dır. Çoğulculuk ortamının kaybolduğu, ciddi boyutta tekelciliğin yaşandığı ve sahiplik konusundaki hukuki düzenlemelerin yeterli etkinlikte uygulanamadığı da bir gerçektir.
3984 sayılı yasanın 29. maddesine göre gerçek ya da tüzel kişinin bir radyo TV kuruluşundaki hissesi %20 yi geçemez. Mevcut yasanın bu maddesi, gerçek ve tüzel kişilerin bir yayıncı kuruluşta yüzde 20'den fazla hisse sahibi olmamasını, birden fazla yayıncı kuruluşta hisse sahibi olanların ise bu kuruluştaki tüm hisselerinin toplamının yüzde 20'yi geçmemesi zorunluluğuna göre düzenlenmiştir. Ayrıca maddeye göre, bir özel radyo ve televizyon kuruluşunda yüzde 10'dan fazla hissesi olanların devlet ihalesine girmesi önlenmiştir. Radyo ve Televizyon kuruluşlarının menkul kıymetler borsasında işlem yapmaları da yasaktır.
Tasarının 13.maddesiyle 29.madde değiştirilmektedir. Buna göre ulusal izlenme oranı % 25'i geçen kuruluşlarda bir gerçek veya tüzel kişi veya sermaye grubunun sermaye payı, hisse oranı % 50'yi geçemez. Yani yıllık izlenme oranı %25'in altında olan kurumlar için herhangi bir sermaye payı, hisse sınırlandırması konulmamaktadır. Yabancı sermayenin % 10 olan ortaklık payı ise , % 25'e çıkarılmaktadır.
Buna göre de herhangi bir gerçek veya tüzel kişi bir yayın kuruluşunun tamamına sahip olabilecektir. Çünkü, tasarıya göre Üst Kurul tarafından düzenlenecek yönetmeliğe göre her yıl yapılacak yıllık ortalama izlenme oranı ölçümleri ile yıllık ortalama izlenme ve dinlenme oranı tespit edilecektir. Böyle bir oranın tespiti Türkiye'deki televizyon alıcı sayısı dikkate alınacak olursa hem çok pahalı hem de çok güçtür. Ayrıca yayın kuruluşlarının %25 gibi bir izlenme ve dinlenme oranlarını ulusal çapta aşabilmeleri olanaksızdır.
Bu durum medyanın birkaç güçlü sermaye elinde toplanmasına yol açacaktır. Herhangi bir gerçek veya tüzel kişiye bir radyo ve televizyon işletmesi kurma hakkı verilmektedir. Ama gerçek ve tüzel kişiler birden fazla radyo ve televizyon kuruluşuna değişik şirketler kurmak suretiyle sahip olabileceklerdir.
Radyo ve televizyon sahipleri devlet ihalelerine girebilecek ve tüm taahhütleri alabileceklerdir. Yasadaki engel kaldırılmaktadır. Menkul kıymetler borsasında işlem yapmaları da tasarı ile serbest bırakılmaktadır.
Fransa da tekelleşme ile mücadele ve saydam bir basın hedeflenmiştir. Daha İkinci Dünya savaşı sonuna doğru kabul edilen 26 Ağustos 1944 tarihli kararname bugünkü yasal düzenlemenin kaynağıdır. Özellikle fikir özgürlüğüyle çoğulculuk ilkesinin yaşama geçmesi için basın kuruluşları sahiplerinin kim olduklarının bilinmesi ve günlük gazeteler yoluyla sermayenin bir elde toplanması olanağını engellemek yasal düzenlemenin temelidir.
Hatta 4 gazeteci sendikası 1977'nin Mart ayında, Fransa'nın büyük gazete sahiplerinden Robert Hersant'ı mahkemeye vermişti. Gerekçesi ise, çeşitli günlük gazetelerde pay çoğunluğuna sahip, "Socpresse" kuruluşunun tek pay sahibi olmasıydı. Bu görüşten hareketle başlayan olay oldukça karmaşık bir yol izlerken ilgili çevrelerde "Hersant Olay'ı " olarak tanımlandı.
12 Eylül 1984 tarihli yasa hükümlerine göre de basın organlarının, ayda bir yayımlanan gazete ve dergiler dahil olmak üzere, okurlarına her sayıda, sahipleri, yöneticileri ve tirajları hakkında bilgi vermek zorunluluğu yer alıyordu. Buna ek olarak yine, yılda bir kez hesaplarını, başlıca hisse sahibi 10 pay sahibini ve onlarla birlikte aynı kuruluşa bağlı tüm gazetelerin listesini de vermeleri gerekiyor. Ayrıca, bir basın kuruluşunun siyasal nitelikteki gazete ve dergileri, sattıkları veya satacakları payların asgari yüzde 20'sini açıklamaları koşul sayılıyor. Bu tür hükümleri içeren, ilgili yasaya göre Avrupa Birliği'ne (AB) dahil uyruklular dışında, yabancı uyrukluların yüzde 20'den fazla pay sahibi olmaları imkansız. Fakat, sahibi oldukları kuruluşun, Fransa'daki yabancı toplumlara yönelik olması halinde ise mümkün. Yasada, aynı zamanda, kuruluşundan bir yıl sonra gazetenin yeterince profesyonel gazeteciye sahip olması koşulu belirtildikten sonra hiçbir basın grubunun, ulusal düzeydeki toplam tirajını yüzde 15'ini aşan gazete satın alamayacağı kaydediliyor. Basın kuruluşlarının, taşra ile Paris basını arasında alım satım kurallarını da saptayan yasa, aynı zamanda, "saydam ve çoğulcu" bir basın için kontrol işlevi yapan, dönemi 6 yıllık bir de komisyon kurmuş bulunuyor. Robert Hersant'ın, yöresel gazetelerin tirajının yüzde 14'ünü , Paris gazetelerinin tirajının da yüzde 35'ini kontrolünde bulundururken bu durumu yasaya göre düzeltmesi için kendisine 24 aylık bir süre tanınmıştı. Kimi cezai hükümler, Anayasa Konseyi tarafından iptal edildikten sonra büyük tartışmalara yol açmış "Hersant grubu"olayı da bu konuda, böylece noktalanmış oluyordu.
Fransa'da ise gazeteler, doğrudan TV istasyonlarına sahip değil. Geçtiğimiz yıllarda Figora gazetesinin sahibi Robert Hersant, İtalya'nın ``Medya imparatoru' ve eski Başbakan Berlusconi ile ortaklaşa "La 5" (5. Kanal) adında bir televizyon kurmuş fakat rekabete dayanamayarak bu girişimini noktalamak zorunda kalmıştı .
Fransa'da ulusal düzeyde frekans sadece bir gerçek veya tüzel kişiye tahsis edilebilmektedir. Bölgesel veya yerel düzeyde yayın hakkı verilen gerçek veya tüzel kişilere aynı anda ulusal yayın hakkı verilmemektedir. Herhangi bir televizyon şirketinin yüzde 15 veya 25 oranında hissesine sahip olanlar ikinci bir televizyon şirketinde yüzde 15'den çok hisse sahibi olamamaktadır. Ulusal çapta yayın yapan televizyon kanalında bir kişinin sermayesi ise %49'u aşamaz.
Yunanistan'da ise bu oran en fazla %25'tir. Eğer bir kişi televizyon şirketine ortak ise, yazılı basın kuruluşuna ancak borsadaki toplam hisselerinin en fazla yüzde2,5'luk bölümüyle ortak olabilmektedir.
İngiltere'de 1990 yılında değiştirilen basın yasası uyarınca gazete sahibi uluslar arası boyuttu bir gazete sahibi olsun veya yerel gazetede hisse sahibi olsun bir radyo ya da televizyon şirketinde en fazla yüzde 20 pay sahibi olabilir. Bir gazete patronu, eğer gazetesi günde 500 bin ya da daha çok satıyorsa, hükümetin izni olmadan bir başka gazeteden hisse alamaz.
Böyle bir istek hükümetin izni dışında hükümet tarafından kurulan, ama ondan bağımsız çalışan Tekeller Komisyonu tarafından incelenir. Komisyonun kararı Ticaret Bakanı'na bildirilir. Ticaret Bakanı, alışverişe izin verir ya da vermez. Bakanın kararına karşı üçüncü şahıslar, yeniden Tekeller Komisyonu'na başvurabilir. Hatta Yüksek Mahkemede dava da açabilir. Tekeller Komisyonu, rekabetin adil ve hakkaniyete saygılı biçimde yapılmasını da denetlemekle yükümlüdür. Komisyonun herhangi bir kararına karşı Yüksek Mahkemede dava açılabilir.
İngiltere'deki basın imparatoru Rupert Murdoch Amerika'da gazete satın alabilmek için Amerikan vatandaşlığına geçmiş bir kişidir . İngiliz basının gazeteleri, pazartesi-cumartesi satışlarında sadece 1993-94 verilerine göre piyasanın yüzde 34.4'üne, pazar günleri de yüzde 37.6'sına sahiptir. Yasalara aykırı gelmeden, yasal boşluklardan yararlanarak gerçekleştirilen Murdoch'un sahibi olduğu radyo ve televizyon kanalları da ayrı bir tekelcilik örneği oluşturuyor. Örneğin "BSkyB" televizyonu, Lüksembourg'dan uydu ile yayın yaptığı için yasa kapsamı dışında kalıyor. Bu gün İngiltere'de bankacılık sistemi çok geliştiği ve uzmanlaştığı için medyanın kredi sorunları, mevcut bankalarla çözülüyor. Gerek Avrupa Birliği gerekse uluslararası bağlantılarla yürütülen ilişkilerinde patronların banka sahibi olmaları gerekli değil. Ayrıca medya şirketlerinin hisseleri borsada kote olduğundan belli sınırlar içinde sürekli el değiştiriyor. Medyadaki tekelleşme eğilimleri, hisse senetlerindeki oynamalar ve bunun basın özgürlüğüne etkileri, Medyada Özgürlük Girişimi adlı dernek niteliğindeki özel kuruluş tarafından sürekli inceleniyor.
BBC gibi istisnai kanalların dışında İngiltere'de herhangi bir özel televizyon kanalı tek başına yüzde 15'lik izlenme ve dinlenme oranını aşamamaktadır. Kablolu televizyon bakımından da kablo bağlanmış ev sayısı dikkate alınarak, herhangi bir yayıncı kablo bağlanmış ev sayısı toplamının yüzde 25'i oranında Pazar payını elinde bulundurabilmektedir.
11 Şubat 2000 tarihinde Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Yasanın, hisse oranları ve medyanın kamu ihalelerine girişini sınırlayan maddesinde değişiklik yapılmak istenmesi Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Ziya Sonay, Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Başkanı İsmet Demirdöğen, tepkiyle karşılamıştı.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun (RTÜK) yapısının değiştirilmesi amacıyla, iktidar ortağı partilerin temsilcilerinden oluşan komisyonun yürüttüğü çalışmalar kapsamında, yasanın "Bir yayın kuruluşundaki hisse miktarı yüzde 20'den fazla olan hisse sahibinin bir başka yayın kuruluşunda yüzde 20'den fazla hisse sahibi olamayacağı" hükmünün değiştirilmesi ve yayın kuruluşunda yüzde 10'dan fazla hisse sahibi olanların kamu ihalelerine girme yasağına da esneklik getirilmesi halinde televizyon sahibi holdinglerin kamu ihalelerine girişindeki barajın kaldırılması anlamına geldiğini hatırlatarak böyle bir yaklaşıma karşı çıkmışlardı.
TGS Genel Başkanı Ziya Sonay, baştan beri yasanın hisse oranlarını düzenleyen 29. maddesinin aynen korunmasını istediklerine işaret ederek "Çünkü basının bütün ihalelere girmesi bizim için mahzurlu. Anladığımıza göre, gazete sahipleri bastırıyor. Daha önce enerji ihalelerine girmişlerdi, şimdi POAŞ ihalesine girmek istiyor 3 grup yine. Ortada basın olduğu için endişeliyiz. Bir yandan kamuoyu oluşturacaksınız, diğer yandan her türlü ticari işin içinde olacaksınız" diyerek basın kuruluşlarının ticari işlerde olmasını eleştirmişti.
Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, ise "İhalelere girmek ayrı bir iş olmalıdır. Medyanın görevi kamuoyu adına denetim görevidir. Ama ticari işler, ihale işleri bu prensiple bağdaşan işler değil, o nedenle medyanın hem bağımsızlığı açısından hem de denetim görevini bağımsız bir şekilde yapabilmesi için ticari ilişkilerinin olması taraftarı değilim." diyerek tekelleşme olgusunun sonuçlarına işaret etmişti.
ÇGD Başkanı İsmet Demirdöğen, yasa taslağındaki, yabancı yayın organlarından "yeniden iletimi" serbest bırakan maddenin, yerel televizyonların kontrol altına alınmasını sağlayacağını, çoksesliliği ortadan kaldıracağını ve yeniden iletim ile medya patronlarının yerel televizyonları satın alarak merkezden yayın yapacaklarına işaret etmişti.
Demirdöğen, yeni yasanın tamamen özgürlükçü bir anlayışla hazırlanmasını, medya sahipliğinin kamuyla iç içe geçmesinin yolunun kapatılmasını istemiş "Medya sahiplerinin kamu ihalelerine katılmalarının önündeki yasak, esnetilmek bir yana, daha da kalın hatlarıyla ifade edilmeli ve korunmalıdır. Tekelleşmeyi önleyecek hükümler de bu yeni yasada olmalıdır" demişti.4
Tasarı ile getirilen düzenlemeler medyada tekelleşmenin daha acımasız biçimde ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bölgesel ve yerel yayın kuruluşlarının çoğu güçlü birkaç sermaye tarafından satın alınacaktır. Yayın politikaları da medyayı elinde bulunduran tekelci sermayenin çıkarlarına uygun hale dönüşecektir. Medya-siyaset ilişkilerinde ortaya çıkacak "güçlerin medyası" siyaseti ve giderek toplumu etkileyecektir. Toplumun bilgi edinme ve gerçekleri öğrenme hakkı kısıtlanacak, birkaç medya grubunun çıkarları doğrultusunda medya-siyaset ilişkileri medya yayın politikalarıyla belirlenmeye başlayacaktır.
VII- Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Bir Kaç Çalışması Ve
Medyada Çoğulculuk
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 641 inci toplantısında Medyada Çoğulculuk Uzmanlar Komisyonunun (MM-S-PL) (Group of Specialists on Media Pluralism) oluşturulmasına karar verilmiştir. Komisyon İlk toplantısı 24 - 26 Şubat 1999 tarihleri arasında Strasbourg'da gerçekleştirilmiştir.
Toplantıya katılan üye ülkeler, Bulgaristan, Hırvatistan, Çekoslovakya, Finlandiya, Yunanistan, İtalya, Moldovya, Türkiye, Norveç, Polonya, Slovakya, İsveç, İsviçre ve Makedonya'dır. Ayrıca gözlemci olarak da Avrupa Birliği ve UNESCO temsilcileri katılmaktadırlar.
Medyada Çoğulculuk Uzmanlar Komisyonu (MM-S-PL), medya alanında çalışmalar yapan Kitle İletişim Yürütme Komitesi (CDMM) bünyesinde 1989 yılından itibaren görev yapmış olan Medya Yoğunlaşması ve Çoğulculuk Uzmanlar Komisyonu (MM-CM)'in devamı olarak oluşturulmuştur.
Görev süresi iki yıl olan MM-S-PL'in amacı medyada çoğulculuğun önemini göz önünde tutarak, geleneksel medyanın yanı sıra yeni iletişim teknolojilerini de kapsamı içine alarak, kamunun ulaşabileceği medya türlerinde ve içerikte çeşitliliği sağlayacak önlemler tespit etmektir.
MM-S-PL, ağırlıklı olarak, yayıncılık sektöründe stratejiler ve birleşmeler, analogdan sayısal sisteme geçiş, sayısal erişim yollarının tekelleşmesinin önlenmesi ve anında erişim (on-line) hizmetleri konularında çalışmalar yapmaktadır. Komisyon, telekomünikasyon, yayıncılık, kablo, bilgisayar, yazılı basın kuruluşlarının, yeni iletişim hizmetleri ve anında erişim hizmetlerini sağlamak için birleşmelerinin (dikey birleşme) medya çoğulculuğu üzerine ne tür etkileri olduğu üzerinde durmaktadır.
MM-S-PL bütünleşme çağında medya çoğulculuğu konusunu 3 temel noktadan ele almaktadır:
* Teknolojik Boyut:Ülkelerdeki yeni iletişim hizmetlerinin düzeyi araştırılacaktır. Örneğin, sayısal sisteme geçilip geçilmediği veya ne zaman geçileceği
* Hukuki Boyut: Ülkelerdeki yeni iletişim hizmetlerine getirilen hukuki düzenlemeler araştırmak
* Ekonomik Boyut: Özellikle, yeni teknolojik hizmetlerde adil rekabet ortamının olup olmadığı gibi ülkelerdeki yeni iletişim hizmetleri pazarının durumu araştırmak.
MM-S-PL Alt Komisyonu, 2 yıllık görev süresinin sonucunda yaptığı çalışmalar bir aktivite raporu halinde Kitle İletişimi Yürütme Komitesi (CDMM) ne sunacaktır.
Avrupa Konseyi Kitle İletişim Yürütme Komitesi (CDMM) tarafından 1998 yılı sonunda Avrupa Konseyi Medya Alanında Sayısal Gelişmelerin Değerlendirilmesi Uzmanlar Grubu (MM-S-AD) kurulmuştur. ilk toplantısını 10-12 Şubat 1999 tarihleri arasında Strasbourg'da yapmıştır. Günümüze kadar 4 kez toplanan MM-S-AD Grubu, 4 toplantısını 31 Ocak - 2 Şubat, 2000 tarihleri arasında yapmıştır.
MM-S-AD Grubu toplantılarına, Avusturya, Belçika, Almanya, Hollanda, Norveç, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, İspanya, İsviçre, Türkiye, İngiltere ile gözlemci olarak Kanada Avrupa Komisyonu ve Avrupa Yayın Birliği temsilcileri katılmaktadır.
Medya Yasalarıyla düzenlemeler üzerinde teknolojik birleşmenin etkisi ve teknik bütünleşme ve evrenselleşmenin ışığında Avrupa'da medya politikaların geleceği konularında çalışmalarını sürdürecektir.
Çeşitli üye Devletlerde varolan medya ve telekomünikasyon için düzenleyici çerçeveler tartışılarak, Avrupa'da medya politikalarının gelecekteki rolü ve medya için düzenleyici çerçevelerin oluşumunda evrensellik ve teknolojik birleşmelerin etkileri üzerinde katkı belgeleri hazırlanması geleceğe dönük hedeflenen çalışma programıdır. "Bütünleşmenin Kamu Hizmeti Yayıncılığına Etkileri konusundaki Taslak Katkı Belgesi ve Bütünleşmenin Yayıncılık Hizmetlerinin Oluşturulmasındaki Yasal Düzenlemelere Etkilerine İlişkin Taslak Katkı Belgesi" hazırlanması görevleri arasındadır.
Bu katkı belgeleri 15-16 Haziran 2000 tarihinde Cracow'da (Polonya) Avrupa Kitle İletişim Bakanları 6. Konferansının incelenmesine sunulmuş ve MM-S-AD, bu araştırma çalışmalarından elde edilecek sonuçlara dayanarak, ayrıca politika ilkelerini içerecek bir Tavsiye Kararı Taslağı hazırlığındadır.
Bu katkı belgeleri, CDMM'in 7-10 Aralık 1999 tarihleri arasında yapılan 51'nci toplantısında sunulmuştur.
MM-S-AD Grubu 13 -15 Eylül 2000 tarihleri arasında yaptığı 5.nci toplantısında bütünleşmenin medya ve telekomünikasyon alanlarındaki mevcut düzenlemelere olan etkilerinin daha da ileri düzeyde incelenmesi konusundaki çalışmalarına geçmiş bulunmaktadır. Bu konudaki çalışmalar aşağıda özetlenen başlıklar altında incelenecektir.
* Bütünleşmenin medya içeriği üzerindeki etkilerinin incelenmesi
* Bütünleşmenin kamu hizmeti yayıncılığına olan etkilerinin incelenmesi
* Bütünleşmenin yayıncılık hizmetleri ve yeni iletişim ve bilişim hizmetlerinin oluşturulmasına ilişkin düzenleme ve işlemlere olan etkilerinin incelenmesi
MM-S-AD uzmanları, 13-15 Eylül 2000 tarihlerinde yukarıda sıralanan maddeler kapsamında kendi ülkelerindeki bütünleşme konusunda yaşanan gelişmeleri, uygulamaya konan veya konacak olan ulusal strateji ve politikalar hakkında bilgiler sunarak bütünleşmenin yayıncılık düzenlemelerine etkilerinin ulusal bazdaki plan ve projelerdeki yansımaları hususunda da detaylı bilgiler verilmiştir.
MM-S-AD Grubunun görev çerçevesi şu konuları kapsamaktadır:
1-Düzenleyici kuruluşların, yayın hizmetleriyle, yeni iletişim ve bilgi hizmetlerinin kurulmasına yönelik uygun usulleri ve görevleri belirlemesi
2-Özellikle şartlı giriş sistemleri, sayısal televizyon için elektronik program rehberleri veya anında erişim (on line) hizmetleri için sayısal (digital) ağ geçitlerinin kurulması
3-Sınırötesi çerçevede ulusal yasalar ve ulusal yargıya ilişkin konuların uygulanabilirliğinin düzenlenmesi
MM-S-AD Grubu, bütünleşmenin gelişmesine ilişkin bir danışman raporunun hazırlanması hususunda karar almış ve danışman tarafından hazırlanacak olan bu raporun yasal düzenlemeler perspektifinden ele alınmasını, bu perspektif içinde ortaya çıkan soruları incelemesini ve Avrupa Konseyi çerçevesinde oluşturulacak olası eylem planlarını, Avrupa Birliği ve OECD gibi uluslararası kurumların oluşturduğu eylem planlarıyla mukayeseli olarak ve Avrupa Konseyi'nin özel amacına uygun olarak hazırlamasını talep etmiştir.5
VIII- Tasarının Ekran Karartma Cezası Yerine Getirdiği Programa Verilecek Para Cezaları ve Yaptırımlar Acaba İfade Özgürlüğünü ve Çoğulculuğu
Koruyabilecek Nitelikte midir ?
3984 sayılı yasadaki ekran karartma yasağı toplumda en çok tartışılan ve uygulama bakımından ifade özgürlüğünü sürekli tehdit altında tutan bir yaptırımdı. Savunma hakkı verilmeyen ve yargıda açılan davaların uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkına aykırı bir prosedüre bağlı kalan radyo ve televizyon yayınları hakkındaki "yayın durdurma" cezaları sürekli eleştiriliyordu.
"RTÜK'ce müeyyideler genel olarak terör, şiddet, genel ahlak, kişi hakları gibi konularda uygulanmış olup, müeyyidelerin istatistiği 1994 yılından 20 Eylül 2000 tarihine kadar toplam "uyarı" sayısı: 710, toplam "geçici bir süre yayın durdurma" sayısı: 458'dir. Ulusal, Bölgesel ve Yerel yayın yapan radyo ve televizyon kuruluşlarına verilen 'Uyarı' ve 'Geçici Süreyle Yayın Durdurma' kararlarının dökümü şöyledir:
Tablo I : RTÜK MÜEYYİDELERİ
Televizyonlar
Radyolar
Toplam Müeyyide
Uyarı
Durdurma
Uyarı
Durdurma
Uyarı
Durdurma
ULUSAL
171
172
40
46
211
218
BÖLGESEL
23
38
21
61
29
YEREL
219
108
219
103
438
211
Toplam
413
288
297
170
710
458
RTÜK'ce ulusal, bölgesel ve yerel yayın yapan radyo ve televizyon kuruluşlarına verilen 'Uyarı' ve 'Geçici Süreyle Yayın Durdurma' kararları (uygulanan müeyyideler), İdare Mahkemelerinin görev alanına girmektedir. Sıklıkla dava konusu yapılan, cevap ve düzeltme hakkı (3984, md:28) konusunda ki RTÜK müeyyidelerinin doğruluğu Mahkemelerimizde % 99 oranında onanmıştır. Yine, yeniden iletim yasağı (md: 26) % 95, izinsiz ve kaçak yayınlarla ilgili müeyyidelerinde (md:34) % 90'ın üzerinde bir oranla yargı kararlarıyla desteklendiği, onaylandığı görülmektedir.
RTÜK'ün kurulduğu 1994 yılından 17.07.2000 tarihine kadar ulusal televizyonlar için verilen, toplam 318 uyarı ve kapatma kararından 199'u dava konusu olmuş ve açılan davaların % 68'i RTÜK lehinde sonuçlanmıştır. Ulusal televizyon kanallarının dışındaki Tv ve radyolar için verilen toplam 154 uyarı ve kapatma kararının tümü yargıya intikal etmiş ve % 77'si lehde sonuçlanmıştır. RTÜK müeyyidelerine ilişkin hukuki durum incelendiğinde, RTÜK tarafından verilen 200 uyarının yalnızca 81'i (% 40), 472 adet uyarı ve kapatma kararının 353'ü (% 75) dava konusu olmuş ve bunlardan % 71'i RTÜK lehinde sonuçlanmıştır. Açılan davaların % 18'i aleyhte sonuçlanırken, % 11'i halen devam etmektedir."6
Böyle bir uygulama ortamında mevcut yasanın 33.maddesini değiştiren Tasarının 16.maddesine göre;
Birinci aşamada;
1- Üst Kurul izin şartlarını ihlal eden, öngörülen yükümlülükleri yerine getirmeyen ve yayın ilkelerini ihlal eden özel radyo ve televizyon kuruluşlarını önce "uyarır" denilmiştir. Üst Kurul bu uyarısında "aynı yayın kuşağında açık şekilde özür dilenmesini"de isteyecektir.
2- Eğer yayın kuruluşu bu talebe uymazsa ve aykırılığın tekrarı halinde ihlale konu olan programın yayını bir ila on iki kez arasında durdurulur. Bu süre içinde de programın yapımcısı ve eğer varsa sunucusu "hiçbir ad altında " başka bir program yapamaz.
3- Yayını durdurulan programlar yerine aynı yayın kuşağında ve reklamsız olarak, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına Üst Kurulca hazırlattırılacak eğitim, kültür, trafik, kadın ve çocuk hakları, gençlerin fiziksel ve ahlakî gelişimi, uyuşturucu ve zararlı alışkanlıklarla mücadele Türk dilinin güzel kullanımı konularında programlar yayınlanır.
Uyarı yapılmadan yayın durdurma hali ise; 4 üncü maddenin ikinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentlerindeki yayın ilkelerine aykırı yayın yapılması halinde kabul edilmiştir.
Bu kurala göre eğer :
"a) Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı yayın yapılmaması,
b) Toplumu şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları oluşturan yayınlara imkân verilmemesi,
c) Yayıncılığın, gerek yayın organı, gerekse hisse sahipleri ve üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri hısımları veya bir başka gerçek veya tüzel kişinin haksız çıkarları doğrultusunda kullanılmaması,"halinde ise herhangi bir uyarı yapmadan yayın kuruluşunun yayını bir ay süreyle durdurulacaktır. Tasarıya göre İhlalin tekrarı halinde ise yayın süresiz olarak durdurulur ve yayın lisans izni iptal edilebilir.
İkinci aşamada yani aykırılığın tekrarı halinde; para cezaları getirilmiş ve miktarları arttırılmıştır.
Ulusal düzeyde yayın yapan kuruluşlar için 250 milyar lira yayın ilkelerine "aykırılığın" tekrarı halinde uygulanacak olan para cezasıdır. Bu oran yerel ve bölgesel yayın kuruluşları için nüfus oranına göre 10 milyar, 45 milyar, 65 milyar ve 125 milyar lira olarak belirlenmiştir. Televizyon yayınları için konulan bu para cezaları radyolar için yarısı oranında uygulanacaktır.
İdari para cezaları her yıl yeniden Maliye Bakanlığınca ilan edilecek olan yeniden değerleme oranına göre değişecektir. Her yıl %40-60 oranında yaklaşık olarak artacaktır.
İhlalin bir takvim yılı içinde tekrarı halinde ise bu para cezaları %50 oranında artırılarak uygulanacaktır. Bir takvim yılında ihlal üç kez gerçekleşirse bu defa "ihlalin ağırlığına" göre izin uygulaması bir yıl geçici olarak durdurulacaktır.
Tasarıyla getirilen bu yaptırımlar incelenecek olursa; ekran karartma yerine programa ceza verilmesi yolu kabul edilmektedir. Programcı veya sunucu için başka bir ad altında olsa bile program yapması yasaklanmaktadır. Uyarı yazısıyla birlikte, programın yayınlandığı yayın kuşağında açıkça özür dilenmesi istenmekte ve ihlalin tekrarı halinde de Üst Kurul tarafından hazırlanacak programların yayınlanması sağlanmaktadır. Getirilen para cezaları ise, ödenmesi çok büyük güçlükler yaratacak niteliktedir. Hatta bölgesel ve yerel medya kuruluşlarında iflaslara neden olabilecek nitelik ve büyüklükteki bu para cezalarının her yıl yeniden artırılacağı düşünülürse; yine güçlü medya sermaye gruplarının yerel yayınlara da egemen olması kaçınılmaz gözükmektedir.
Sıra Sayısı 682 olan Tasarı TBMM Genel Kurulunda 23.5.2001 tarihinden itibaren 107. Birleşiminde görüşülmeye başlanılmış ve yayın ilkelerinin tartışılması sırasında Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya tarafından 4.maddede sayılan yayın ilkelerine son fıkra eklenmesi için değişiklik önergesi verilmiştir. Önerge şöyledir :
"Bu kanunun -yayın ilkeleri ile yaptırımlara ilişkin olanları dahil- hiçbir hükmü, iletişim özgürlüğüne, Anayasaya ve katıldığımız sözleşmelere aykırı olarak yorumlanamaz ve uygulanamaz. Yasa ile üst hukuk kuralları arasında açık çatışmanın varlığı halinde, üst kural doğrudan uygulanır. Kanunun yorum ve uygulamasında, demokratik toplum düzeninin gerekleri, ölçülülük ve Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin geliştirdiği iletişim özgürlüğü kriterleri de gözetilir."
107. Birleşimde bu önergesinin gerekçesini ise şöyle açıklamıştır:
"AHMET İYİMAYA (Amasya) - Çok Değerli Başkanım, muhterem arkadaşlar; aslında, kurumsal kanunun 4 üncü, bu kanun tasarısının 2 nci maddesi, herhangi ilkeler maddesi değil, prensipleri, Anayasamızın 13 üncü maddesinde düzenlenmiş, haber alma hakkının ve diğer özgürlüklerin, iletişim özgürlüklerinin sınırlanması maddesidir.
Anayasamızın 13 üncü maddesi, özgürlüklerin nasıl tahdit edileceğini, nasıl sınırlanacağını öngörmüştür. Bir defa, şu andaki, yürürlükteki yasa, yayın ilkeleri adıyla, sanıyorum -hafızam beni yanıltmıyorsa- 20 bentten meydana gelmektedir. Şu anda getirilen tasarı ise, 23 bent. Ben, buna, iletişim özgürlüğünü ve temel özgürlükleri sınırlayan örümcek ağı maddesi diyorum. Oylanacak, 2 nci madde, belki geçecek; ama, 2 nci maddedeki, yukarıda, muhtevaları farklı, yorumlayıcısına göre anlamlar yüklenebilecek, işte, karamsar yorumlar, şu, bu, fikir ve düşünce özgürlüğünü dahi burada düzenleyen, sınırlayan karakterlerini açacak bir yorum malzemesi, Avrupa Birliği normlarına da uygundur, anayasaya sadakat ilkemize de uygundur.
Aksi takdirde, 4 üncü maddede, Parlamento -ki, parlamentonun kuruluş nedeni, zaten, milletin ve bireylerin özgürlüklerini korumaktır; doğuş nedeni odur dünyadaki parlamentoların- iletişim özgürlüğünün sınırlarını öyle tahdit ediyor ki, özü ortadan kalkıyor. 4 üncü madde bu bentleri taşıyor olduğuna göre -şu anda görüşülen tasarıda 2 nci, kanunda 4 üncü madde- hiç olmazsa, açılım imkânı versin diyorum ve orada, alt hukuk kuralıyla üst hukuk kuralının çatışması halinde, üst hukuk kuralının uygulanmasını öngören -yatay etki diyoruz- Türk Parlamentosunda bir benzeri olmayan, örneği olmayan ilk uygulama olacak. Uygulayıcı -ki, düzenleyici kurum RTÜK'tür- bakacak, Avrupa Sınırötesi Sözleşmesiyle, bu maddedeki bu kriter çatışıyorsa, doğrudan, Sınırötesi Sözleşmeyi uygulayacak. Diğer temel norm çatışıyorsa, doğrudan, üst hukuk kuralına geçerlilik tanıyan, sistemik bir maddedir, dönüştürücü bir maddedir. Ben, bunda, yarar değil, zorunluluk olduğunu düşünüyorum.
Saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)"
Önerge reddedilmiştir.
IX Yasadaki ve Tasarıdaki Yayın İlkeleri Uluslar Arası Sözleşmelerde Kabul Edilen İlkelere Aykırıdır
Bu başlık altında yasada ve tasarıda yer alan yayın ilkelerini değerlendirecek olursak; belli başlı bazı uluslar arası belgelere göz atmak gerekmektedir.
15.03.1989 tarihli Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi Türkiye tarafından 3915 sayılı "Avrupa Sınır ötesi Televizyon Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun" un 4.11.1993 tarihinde kabul edilmesinden sonra, onama yasası 12.12.1993 gün ve 21786 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
3984 sayılı Yasa sürekli bu sözleşmeye atıf yapmakta ve tasarının hazırlanma gerekçesini de bu sözleşme oluşturmaktadır.
Sözleşmenin Önsözünde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesine atıf yapılarak :
" İfade ve haberleşme özgürlüğünün, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması'na dair sözleşmenin 10. maddesinde belirtildiği gibi, demokratik toplumun temel ilkelerinden birini ve toplumun ilerlemesi, kişinin gelişmesi için temel koşullardan birini oluşturduğunu dikkate alarak,
Yayıncılık politikası için vazgeçilmez bir temel oluşturan, özgür bilgi ve düşünce akışı ile yayıncılığın bağımsızlığı ilkelerine bağlılıklarını teyit ederek,
Tüm demokratik gruplar ve siyasi partiler arasında çoğulculuğun ve fırsat eşitliğinin korunması koşuluyla, kültürün gelişmesi ve özgürce kanaat oluşumunda yayıncılığın önemini vurgulayarak,
Bilgi ve iletişim teknolojisindeki sürekli gelişimin, ülke sınırlarına bakılmaksızın, ifade özgürlüğünün ve kaynağı ne olursa olsun bilgi ve düşünceleri ifade etmek, aramak, almak ve paylaşmak hakkının daha ileri götürülmesine hizmet etmesi gereğine inanarak"
Avrupa Konseyine üye devletler ile Avrupa Kültür Sözleşmesine taraf olan diğer devletler tarafından bu sözleşme konusunda mutabık kalındığı belirtilmiştir. Bu sözleşme ile AİHS 10.maddesine yapılan yollamayla bilgi ve görüş edinme, araştırma ve yayma özgürlükleri yeniden teyit edilmiştir.
AGİK Viyana İzleme Toplantısı Kapanış Belgesi'nde yer alan AGİK İnsani Boyut Konferansına ilişkin hükümler uyarınca 5-29 Haziran 1990 tarihlerinde Kopenhag'da yapılan toplantıda katılan Devletler Kopenhag belgesinde "hukuk", "demokrasi" "çoğulculuk", "iletişim hakkı" ve "ifade özgürlüğü" gibi konularda aşağıdaki sonucu kabul etmişlerdir:
(1) Katılan Devletler, insan hakları ve temel özgürlüklerin korunmasının ve geliştirilmesinin, hükümetin temel görevlerinden biri olduğu yolundaki görüşlerini ifade ederler; bu hakların ve özgürlüklerin tanınmasının özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu teyit ederler.
(2) Hukuk devletinin temellerini teşkil eden adalet ilkelerini desteklemeye ve ileri götürmeye kararlıdırlar. Hukuk devletinin, sadece demokratik düzenin tesisinde ve uygulamasında düzenlilik ve istikrar sağlayan biçimsel bir yasallık anlamına gelmediği, fakat daha çok insan kişiliğinin yüce değerinin bütünüyle kabulüne ve tanınmasına dayanan ve onun eksiksiz biçimde ifade edilmesi için bir çerçeve sunan kurumlar tarafından güvence altına alınmış adalet anlamını taşıdığı kanısındadırlar.
(3) Demokrasinin hukuk devletinde mündemiç bir unsur olduğunu yeniden teyit ederler. Siyasi örgütler bakımından çoğulculuğun önemini kabul ederler.
(4) Aralarından her birinin, insan hakları alanında ortaklaşa kabul edilmiş uluslararası normlara uygun olarak, kendi siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel sistemini serbestçe seçmek ve geliştirmek hakkına saygı göstereceklerini teyit ederler. Bu hakkın kullanımında, yasa, tüzük, uygulama ve politikaların devletler hukukundan kaynaklanan vecibelerine uygun olmasını; İlkeler Bildirisi Hükümleri ve diğer AGİK taahhütleriyle uyumlu hale getirilmesini sağlayacaklardır"
"(9.1)- Her kişi iletişim hakkı dahil ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, sınırlar söz konusu olmaksızın ve kamu makamları tarafından müdahale edilmeksizin, görüşlerin ifade edilmesi bilgilerin ve fikirlerin alınması ve aktarılması özgürlüğünü kapsar. Bu hakkın kullanılmasına, ancak yasalar tarafından öngörülen ve uluslararası normlar ile tutarlı sınırlamalar uygulanabilir. Tabiatıyla, telif hakları dahil fikri mülkiyete ilişkin haklara saygı göstermek kaydı ile, her ne mahiyette olursa olsun belgelerin yeniden basımı imkanlarının kullanıma ve bu imkanların açık oluşuna hiç bir sınırlama özellikle getirilmeyecektir.
(10) Katılan devletler, bireylerin kendi insan hakları ve temel özgürlüklerini bilmek ve bunlara göre hareket etmek haklarını fiilen garanti etmek ve bu hakların geliştirilmesine ve korunmasına bireysel olarak veya başkaları ile birlikte katkıda bulunmak hususundaki yükümlülüklerini teyiden aşağıdaki taahhütlerde bulunurlar :
(10.1)- Bireysel veya başkaları ile birlik olarak, herkesin, insan hakları ve hürriyetlere ilişkin görüşleri ve bilgileri serbestçe talep etmek, almak ve iletmek hakkına, bu tür görüşlerle bilgileri dağıtmak hakları da dahil olmak üzere saygı göstermek;
(10.2)- Herkesin, bireysel veya başkaları ile birlik olarak, insan hakları ve temel özgürlüklerin uygulanmasını incelemek ve tartışmak ve insan haklarının daha iyi korunmasına ve uluslararası insan hakları standartlarına uygunluğu sağlayacak yol ve yöntemlere ilişkin fikirler geliştirme ve tartışma hakkına saygı göstermek,"
1990 yılındaki AGİK Konferansı sonrası, 2000 yılında ortaya çıkan Kopenhag kriterleri ise, süregelen yükümlülüklerimiz için ayrı bir öneme sahiptir. Temel insan hak ve özgürlüklerin korunmasında kabul edilen ve ülkemizde buna göre düzenlenen Ulusal Program bakımından 2000 yılının Kopenhag kriterlerinin yüklediği görevler çok açıktır.
Anayasa hukuku ve bu konudaki reformlar gerçekleştirilecek, bilgi edinme ve özel yaşamın korunması, mahkemeler ve hukuki sistemlerin kurulması ve idaresi, yasaların uygulanması, gazetecilik, basın-yayın organlarının bağımsızlığı, kültürel ve entelektüel yaşamın geliştirilmesi sağlanacaktır.
Avrupa Birliğine tam üyelik kriterlerinin belirlendiği "Kopenhag Kriterleri" kısaca şu şekilde özetlenebilir :
- Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıklara saygı gösterilmesini ve korunmasını garanti eden kurumların istikrarının gerçekleştirilmesi,
- İşleyen bir Pazar ekonomisinin varlığının yanı sıra Birlik içinde piyasa güçleri ve rekabet baskısına karşı koyma kapasitesine sahip olunması,
- Siyasi, ekonomik ve parasal birliğin amaçlarına uyma dahil olmak üzere üyelik yükümlülüklerini üstlenme kabiliyetine sahip olunması,
- Avrupa bütünleşmesi hareketi korunurken, Birliğin yeni üye içerme kapasitesi gerek birlik gerekse aday ülkelerin genel çıkarına hizmet eden önemli bir unsurdur.
X -Üst Kurula Tanınan Yasal Yetki Bakımından Yayın İlkelerinin İhlali Halinde Yayın Durdurma Veya İzin İptali Gibi Müdahaleler AİHS'nin 10. Maddesine Uygun mudur?
Acaba ülkemiz hukuki düzeni Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin 10.maddesinde
yer alan ifade özgürlüğü ile ne kadar uyum içindedir?
Bir başka deyişle 3984 Sayılı Yasada tasarıda yer alan "yayın ilkeleri" ve bu
ilkelerin ihlali halinde ortaya çıkacak "müdahalelerin" yaratacağı hukuki sorunlar ve uyuşmazlıklar ne gibi sorunlar yaratacaktır ?
Bu sorunun yanıtını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği bir kararla
örnekleyerek ifade özgürlüğünün nasıl çerçevelendiğine bakalım :
Mahkeme; ifade özgürlüğünü doğrudan ilgilendiren Sunday Times kararında "basın söz konusu olduğunda..." Handyside kararına atıfla 10.maddeyi aşağıdaki gibi yorumlamaktadır:
" ...ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birini oluşturur; düşünce özgürlüğü 10.maddenin 2.fıkrası sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen, zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen haber ve düşünceler için değil, ama ayrıca, Devlete veya nüfusun bir bölümün aleyhinde olan, ona çarpıcı gelen veya rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır.
Basın söz konusu olduğunda, bu ilkeler özel bir önem kazanır. Bu ilkeler, önemli ölçüde toplumun yararına hizmet eden ve aydınlatılm