Geldiğimiz ilk günler Mumbai'deki Dünya Sosyal Forumu (DSF) başlamak üzereydi ve okuldan büyük bir kafile DSF'deki yerini almak üzere Mumbai'ye hareket etti.
Erken gelen arkadaşlarımız günlerce sıra bekledikten sonra trenlerde yer bulabilmişti ama bizlere bilet falan kalmamıştı.
Kayıttı, yurttu ıvırdı kıvırdı uğraşırken derslere girip, günlük hayatın rutinine alışırız diye düşündük. Derken, öğrendik ki üniversite öğretim elemanlarının grevi varmış.
BJP hükümetinin üniversitelerin maddi kaynaklarını tek bir havuza toplama ve bu havuzdan kendi keyfince üniversitelere kaynak aktarma politikasını reddetmek üzere bir günlük grev yapma kararı almışlar.
1 Mayıs'lara katılan dekanımız olamadığı gibi, greve giden hocamız da olamamıştı bugüne kadar.
Uluslararası Konferans: Yeni Emperyalizmin Ekonomisi
Grev kararından hemen beş dakika sonra öğrendiğimiz bir diğer haber de 22 - 24 Ocak günlerinde 'Yeni Emperyalizmin Ekonomisi' başlıklı, IDEAs (International Development Economics Associates) tarafından düzenlenen bir uluslararası konferansın hemen yan binamızda yapılacağını duymamız oldu.
Hele bir de katılımcıları görünce! Samir Amin, Korkut Boratav, Erinç Yeldan, Galip Yalman ve daha pek çok konuşmacı. Sosyal Forum'a gidemememizin burukluğu yerini, bir şeyleri kıyısından yakalamış olmanın keyfine bıraktı.
Kolektif Emperyalizm
Konferans Samir Amin'le başladı. Amin, yeni emperyalizmin yeni olmasının sebebinin aldığı şeklin kolektif bir emperyalizm olmasından kaynaklandığını söyledi.
Kapitalist gelişimin önceki aşamalarında çokmerkezlilik olduğunu belirten Amin 1980 sonrasında gelişen liberal kapitalizmin sonunda merkezi bir 'triad' oluşturarak tek bir blok haline geldiğine işaret etti.
Sermayenin en yüksek derecede merkezileşmesine rağmen Amin bugün tekmerkezliliği de bir kenara bırakarak emperyalizmin kolektifliğini vurguladı.
Amin, emperyalizmin kolektif sistemi içinde Amerika'nın hiçbir sonul ekonomik avantajı olmadığının altını çizdi.
Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) bugün Antonio Gramsci'ci anlamda hegemonik olmadığını belirten Amin, Amerika'nın Hitler'inkine benzer, hegemoni olmadan hükmetme projesi yürüttüğünü bunun da en açık kanıtının askeri kontrol ve müdahale olduğuna işaret etti.
Amin, Dünya Bankası'nı G7'lerin Propaganda Bakanlığı olarak tanımlarken, Uluslar arası Para Fonu'nu (IMF) da Kuzeyin Güneye hükmetmek için kurduğu kolektif kolonyal para otoritesi olarak değerlendirdi.
Avrupa'da sol bir alternatif mümkün
Amin Avrupa ile ABD arasındaki temel ayrımın kapitallerin çıkar çatışması olmadığını, bu ayrımın daha çok politik kültürlerde görülebileceğine dikkat çekti.
Avrupalıların liberalizm oyununun 'dürüstçe' oynanamayacağını görmeleri halinde bir çıkar yolun olabileceğini belirten Amin, 'Avrupa'da sol bir alternatif halen mümkün' dedi. Amin, demokrasi ve haklar kavramının yeni bir yorumunun sonucu ancak teori ve pratik içinde bir alternatif doğabileceğini söyledi.
Hintli sosyal bilimcilerden Aijaz Ahmad ulusal radikal kuvvetlerin oluşturulmasına öncelik vererek emperyalizme karşı direnişin değil bazı direniş formlarının çöktüğünü vurguladı.
Utsa Patnaik ise eski ve yeni emperyalizmin benzerliğini ortaya koyarak sistemik deflasyon politikalarının empoze edilmesinin her iki türün de ortak özelliği olduğunu belirtti.
Patnaik, bu politikaların en belirgin sonucunun bugün Üçüncü Dünyada tarımın yok edilmesi ve sanayisizleşme olarak ortaya çıktığını söyledi.
Metropol ve periferi ilişkisindeki değişme
Prof. Korkut Boratav yaptığı konuşmada emperyalist sistemin metropolleri ve periferisi arasındaki ilişkide son yıllarda meydana gelen değişime vurgu yaptı.
Emperyalizmin tarihine baktığımızda net kaynak transferlerinin metropollerden periferiye doğru gerçekleştiğini söyleyen Boratav, bugünkü duruma baktığımızda net kaynak transferlerinin periferiden metropollere doğru gerçekleştiğine dikkat çekti.
Bu tezi ABD'nin eksiye düşen net transfer göstergeleriyle açıkladı. Bu durumun ortaya çıkardığı bir diğer sonuç da, periferinin metropollere olan bağımlılığının gittikçe artması.
Sosyal bilimcinin kılavuzu
Prof. Boratav kapanış günü yaptığı konuşmayla sosyal bilimcilerin dikkatini çok hassas bir noktaya çekti. Sosyal bilimcilerin kullandıkları terminolojinin safiyane olamayacağını söyleyen Boratav bazı kavramların kullanımına dikkat edilmesi gerektiğini belirtti.
Bu kavramların başında 'küreselleşme' geliyordu. 'Küresel çalışmalar' öğrencileri olarak bu duruma nasıl tepki verelim bilemedik pek. Ama haklıydı, bir buçuk yıldır içini bin bir çeşit tanımla doldurmaya çalıştığımız kavram tüm çabalarımıza rağmen bir tarafından fire veriyordu, boşa koysak dolmuyor, doluya koysak almıyordu.
Boratav da aynen buna göndermede bulunarak sosyal bilimcinin tanımlanabilir terimlere ihtiyacı olduğunu 'küresel' kelimesinin ise tanımlayıcı tek bir anlam taşımadığını söyledi.
Küreselleşme kavramını kullandığımız sürece dönüşü olmayan bir sürecin varlığını kabul etmiş olacağımızı vurgulayan Boratav, küresel kavramı yerine 'dünya entegrasyonu' (world integration) kavramını önerdi.
Yolsuzluk = Rüşvet
'Yolsuzluk'(corruption) kavramının da sosyal bilimlere Dünya Bankası tarafından taşındığına dikkati çeken Boratav, yolsuzluğun az gelişmiş ülkelerde sadece devlet kurumlarını ve siyasetçileri töhmet altında bırakmak suretiyle, iş adamlarını 'baştan çıkartılan' olarak göstermeye yaradığını söyledi.
Boratav, yolsuzluğun rüşvetle aynı anlama geldiğini ve kavramın, hırsızın peşini bırakıp sokak bekçisini tutuklamak gibi bir mantığı meşrulaştırdığına dikkati çekti.
Son yıllarda yapılan 'yoksulluk analizleri'nde de gelir grupları üzerinden analiz yapılmasını eleştiren Boratav, gelir gruplarının sosyal sınıfları temsil etmediğini belirtti.
Dünya Bankası'nın analizlerinde servetin insan kaynağı ve krediler olarak ölçüldüğünü, toprağın ve sınıfların karşıt konumlarından hiç bahsedilmediğini söyleyerek bu analizleri reddetmemiz gerektiğinin altını çizdi.
Sonuç Yerine
Konferans yeni emperyalizmin analizi üzerine farklı tezlerin ortaya atılması anlamında üretken bir sürecin başlangıcı olurken, bu emperyalizme karşı nasıl mücadele edileceği konusunda soruları yanıtlayamadı.
IDEAs grubunda Türkiyeli akademisyenlerin ön sıralarda yer alması bu tartışmaların Türkiye'de hem akademik hem siyasi çevrelerde devam etmesi anlamında umut verici.
Buradan hareketle şu soruyu sorabiliriz: Türkiye sosyalistleri, yeni emperyalizmin dünya haritasını yeniden şekillendirmeye çalıştığı bir coğrafyada bu emperyalizme karşı bir duruş sergileyebilecek mi ve bu tavrı içinde bulundukları hassas bölgeye yansıtabilecek mi? (TS/EÇ/NM)