Bu karardan sonra "yayın yasakları" yeniden tartışılmaya başlandı.
Sayın Özek'in sözlerini anımsayarak başlayalım: "Bireyin bilgilenmesinden korkmayan, çağdaş demokratik siyasal sistemler, çoğulcu, uzlaşmacı, saydam yönetimlerdir. Böyle bir siyasal sistemin oluşturulmasının "olmazsa - olmaz" koşulu, sağlıklı, "bireysel ve toplumsal bilgilenme" sisteminin oluşturulmasıdır." (Çetin Özek. Tünel. 1999. Basın Özgürlüğünden Bilgilenme Hakkına)
Türkiye'de çoğulcu, saydam ve demokratik bir yönetim yok. Çünkü bireylerin doğru bilgilendirilmesi, habere ve bilgiye ulaşması hakkını sağlayan hukuksal ve siyasal sistemi benimsemeyenler çoğunlukta. Kanıtlamak için iki kararı örneklemek yeterlidir.
İlk örnek İstanbul'da 15.11.2003 tarihinde, Kuledibi ve Osmanbey'deki sinagogların yakınlarında bomba yüklü araçların patlatılması hakkındadır. Olay üzerine İstanbul 1 Nolu DGM "yayın yapılmasının yasaklanmasına" karar vermişti. İtiraz edildi.
Diğer DGM itirazı haklı buldu ama yayın yasağını kaldırmadı. İkinci örnek ise; 20.11.2003 günü Levent HSBC Bankası Binasında ve İngiliz Konsolosluğu önünde meydana gelen patlamalarla ilgilidir. Yine "yayın yasağı" konulmuştur. İtirazlar sonuç vermemiştir. Bu iki yayın yasağı örneği yeterlidir.
Demokrasilerde halkın bilgi edinme hakkının sınırlandırılamayacağı sürekli söylenir. Ancak yargıdan da sürekli her olaya özgü apayrı yayın yasakları üretilmektedir. Bu alışkanlık haline dönüşmüştür. Oysa halkın doğru bilgi edinmesi gerekirken haber alma hakkının "sınırlandırılması" kabul edilemez bir anlayıştır.
Demokrasilerde yönetenlerin halktan gizleyeceği herhangi bir şey yoktur ve olmamalıdır. Bilgi edinme hak olduğuna göre, bu hakka işlerlik sağlayan ve onu yaşama geçirerek insanlara bilgi aktarmakla görevli gazetecilerin yazıları ve haberleri, radyo ve televizyon görüntüleri potansiyel suçlu sayılıp "sansüre" uğratılamaz. Yayınlar "yasaklarla" yasaklanmaz.
Doğru ve yaygın haber verme, bilgilendirme hakkı özgürlüğün bir parçası ve temelidir. Halkın gerçek ve doğru bilgileri öğrenme hakkı engellenemeyeceğinden; yasalarda yer alan hukuki önermeler temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı düzenlemeleri yaratmaya yönelik yorumlanamaz.
Gazeteciler herhangi bir soruşturmanın önlenmesi veya engellenmesi amacıyla haber yapmayacak ve soruşturmanın yönünü ihlal edecek biçimde yorumda bulunmayacaktır. Bu onların meslek ilkesi ve doğru davranış kuralıdır.
Öte yandan, basın ve yayın kurumları, meslek ilkelerine bağlı sorumlu yayıncılığa özen göstermelidir. Haberlerinde ve yorumlarında yasayla düzenlenmiş "gizlilik" ilkelerine uymalıdırlar.
Gazeteciler mesleklerinde sorumluluk bilinciyle hareket eden kişilerdir. Kendi meslek ilkelerinde gösterdikleri ve gösterecekleri bu titizliği; kuşkusuz tüm ulusu ve insanlığı yakından ilgilendiren örneğin çocuklara eziyet ettiği saptanan suçluların yakalanmasında ve toplumu derinden sarsan olayların tümünde göstermelidirler. Bu onların görev ve sorumluluklarıdır.
Yönetimin ve yargının da görevleri vardır. Adalete ulaşılmasında, suçluların yakalanmasında ve yargıya teslim edilmesi sürecinde karşılaşılan zorluklar içinde; olaylardan faile gitmek, kanıtlardan suçlulara ulaşıp yakalamak bazen "gizlilik" gerektirir.
Hatta zorunludur da. Bu gizliliği zorunlu kılan yasal düzenlemeler hukuka uygun ve meşru amaca hizmet edecek nitelikte olmalıdır. Geçmiş olaylardan ders çıkarılmalıdır. Toplumu derinden sarsan olaylar karşısında toplumun bilgi edinme hakkını sağlamak için; en kısa sürede olaylar hakkında en üst düzeyde yetkili kişilerin açık, kesin, açıklanabilir ve doğru bilgileri süratle basına açıklamasının sayısız yararı olduğu artık kabul edilmelidir.
Yayın yasakları; kamu yararının sağlanmasında düşünülmesi ve uygulanması gereken en son çare olmalıdır.
Dile düşmüş suçlarla ilgili olaylarda veya toplumu derinden sarsan olayların faillerini yakalamak için başlatılan suç soruşturmalarında; bu soruşturmadan sorumlu en yetkili kişilerin, örneğin savcıların veya yargıçların; gerektiğinden topluma basın yoluyla en doğru, en güvenilir ve sadece "açıklanabilir" bilgileri açıklamasında yarar vardır.
Böylece medyanın "haber verme" görevi ile "suç faillerinin yakalanması" ile "adalete teslim görevi" sürecindeki soruşturmayı tamamlama görevi birbiriyle çatışmayacaktır. Yargı otoritesi korunacak ve "gizli bilgilerin açığa vurulması" konusundaki sınırlandırma hukuka uygun olarak çözümlenebilecektir. Soruşturma başlayınca da özen gösterilmesi gereken "gizliliğin" sağlanmış olduğu bir ortamda "sansür" niteliğinde "yayın yasakları"na başvurmaya da gerek kalmayacaktır.
Yeni Basın Yasasının 3 üncü maddesinin başlığı "basın özgürlüğü"dür. Özgürlük, sansürle sağlanmaz. Yayın yasağı konulmasını yasak olarak kabul eden hukuki gerekçenin asıl özü; bizatihi basın özgürlüğünün kendisidir. Kaldı ki "yayın yasağına aykırı yayın yapmak" suçu da yoktur.
Asıl önemli olan hukuka uygun davranmaktır. Aslında çoğulculuğa ve demokrasiye uygun olan "yayın yapılmasının yasaklanması" değil, yayın yasaklarının yasaklanmasıdır. (Fİ/BA)