İHD'nin en deneyimsiz üyesiyim. Yönetim kurulundaki arkadaşların da desteğiyle, elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Bir yandan da yaşamın değişik yüzleriyle ilgili çok şey öğreniyorum orada.
Nasıl öğrenmeyeyim? Akıl almaz olaylarla dolu günlük hayat. Bu kadarı da olmaz, insanın başına gelen, pişmiş tavuğun başına gelmez... dedirtecek türden olaylarla. Günlük hayatta, kendi kendimize itiraf etmesi zor bir gerçekle karşı karşıyayız; tesadüfen yaşıyoruz. Her an her şey olabilir, anlamına geliyor bu. Yaşamın her alanında haksızlığa uğrayabiliriz. Ve bir anda hayatımız değişebilir.
Bu birkaç ay içinde, altını önemle çizdiğim cümle şu: Yaşamın tahmin ettiğimizden de öte, ürperten yüzleri var! O yüzlerini yine biz insanlar (İnsani yönlerini bir çırpıda ya da zaman içinde yok edenler tabii ki!) kendi elimizle oluşturuyor; kesinlikle adına, içeriğine yaraşmayacak itici renklere boyuyoruz.
Sonra ummadığımız bir zamanda, yaşamın o ürküten soluğunu hissediveriyoruz ensemizde. Masumuz ya da değiliz, pek fark etmiyor. Bir anda her şey tersine dönüyor.
Haksızlığa uğraması kolay, ancak haksızlığı sindirmesi o denli kolay değil. Hiç değil. İnsan, güveninin, umudunun en çok hırpalandığı ve acıyı can evinde en yoğun hissettiği o sıcak dakikalarda bir yandan da öfkesini parlatıyor.
Ama biraz toparlanınca, o yakıcı duygunun önüne geçmeye çalışıyor. İnsanca yaşama dair arayış ve özlemlerini harekete geçiriyor neyse ki! İlk adım olarak IHD'ye baş vuruyor. Ya da biz bağlantı kurmak istediğimizde, sıcak bakıyor her tür yaklaşımımıza.
Arada bir önyargılı davrananlar da olmuyor değil. Bir takım çekincelerle inadında direnenler. Onlar için de elden gelen yapılıyor, ancak bir yere kadar. Çünkü kişi, kendi hakkı konusunda, önce kendi duyarlı olmalı. Ki etrafındakiler de ona yardımcı olabilsin.
Ben İHD'de etkin rol alalı ne kadar oldu ki? Daha şimdiden, İHD öncesi ve sonrası' diye iki evreye ayırıyorum yaşamımı.
Şu sıralar yaşadıklarımı böyle özetledim. Şimdi sıra öncesinde: Öncesinde daha sakin bir yaşantım vardı. Güçlü bir istekle yaşamın kıyıcığına atıvermiştim kendimi.
Bunu da kendime birtakım sınırlar çizerek sağlamıştım: Sevmediğim ortamlardan mümkün olduğunca uzak durarak. Tesadüfen bir araya geldiğim insanlarda, beni iten taraflar varsa, sonraki günlerde onlarla bir araya gelmemeye, yoğunlaşmamaya çalışarak.
Besbelli, yıpranmamak ya da yüreğimin alamayacağı durumlarla karşılaşmamak içindi bu temkinlilik. Olumsuzluklardan pay almadığım ya da hata yapmaktan çekindiğim için değil. Hata yapmaktan korkarsak deneyim edinemez, yaşamın hiçbir alanında ilerleyenleyiz.
Sadece sorun yaşamayacağım, hatta sorunlara tanık bile olmayacağım ortamlarda daha mutlu ve özgür hissedeceğimi düşünüyor, o doğrultuda hareket ediyordum.
Ancak yaşamın kıyıcığında olmanın da bir bedeli var: Kendinizi olayların uzağında tutarak bir parça emniyette sayılırsınız ama bu fazla bir şey kazandırmaz size.
Yolda, izde, yaşadığınız ortamda gözlemledikleriniz, basından takip ettikleriniz, kitaplar devirerek başkalarının deneyimlerine sığınmanız... bir zaman sonra yetersiz geliyor hepsi.
Ha, ev kızı, ev kadını olmaya can atsanız sorun değil. Fakat kendinizi insanların yararına olan herhangi bir işe atamak istiyorsanız, o zaman farklı bir yaşam çizgisi içinde olmanız gerekiyor.
Yaşamın her alanını gözlemek, bilmek, hatta yaşama emek verirken, o ürperten soluğunu ensenizde hissetmek de.
"Teori gridir, hayat yeşil" diyen düşünür, boşuna sarf etmedi bu sözü! Yaşadıklarımızdan öğreneceğimiz çok şey var, evet. (FB/BA)