Özgür Gündem gazetesi ile dayanışmak için başlatılan “Nöbetçi Yayın Yönetmenliği” kampanyasına katılan gazeteci Derya Okatan'ın İstanbul 22. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunduğu savunması:
TIKLAYIN - NÖBETÇİ YAYIN YÖNETMENİ DERYA OKATAN HAKİM KARŞISINDAYDI
Ben 10 yıldır gazetecilik yapıyorum. Son olarak 668 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye dayanılarak 4 Ekim günü kapatılan Özgür Radyo'nun Genel Yayın Koordinatörlüğünü yürütüyordum.
10 yıllık gazetecilik hayatımda birinci önceliğim gerçeklerin halklara ulaştırılması oldu. Bu süre zarfında sadece sosyalist basında çalıştım. Ve çok şükür ki, çalıştığım basın kuruluşlarının güvenilirliğine dair bugüne kadar tek cümle eleştiri duymadım. Aksine, okurlarımız, dinleyenlerimiz bizim verdiğimiz haberlere duydukları güveni sıklıkla ifade etmişlerdir.
Elbette herkes gibi her gazeteci olaylara, olgulara durduğu yerden bakar, dünya görüşü doğrultusunda yorumlar. Ancak “gerçek” bir tanedir. Ben de sosyalist bir gazeteci olarak 10 yıldır gerçeğin peşinden koştum, gerçekleri halka duyurmaya çalıştım.
Türkiye'de basın hiçbir zaman özgür olmadı. “Basın” derken, toplum adına yasama, yürütme ve yargıyı denetleme görevi olan bir güçten bahsediyoruz. Oysa bugün bize dayatılan, basının sadece iktidarların ya da sermayenin sözcüsü olması. İktidarın politikalarını eleştiren medya organlarına yaşam hakkı tanınmıyor. Her gazetenin, televizyonun, radyonun, internet portalının sadece ve sadece iktidarın propagandasını yapması bekleniyor.
Yakın zamanda yayınlanan bir araştırmanın sonuçları çok çarpıcıdır. Türkiye’de en büyük 10 televizyon şirketinin sahiplerinden yedisinin iktidar partisiyle siyasi bağı bulunuyor. Yine bu araştırmaya göre 40 medya kuruluşunun üçte ikisinden fazlası sermaye gruplarına ait. Ve bu sermaye gruplarına ait olan medya kuruluşları, ihaleler alabilmek için, vergi cezalarından kurtulabilmek için iktidarı eleştiren haber ve yazılar üretmiyor. 2013 yılında dönemin Başbakanı Erdoğan ile medya sahipleri arasındaki telefon görüşmeleri hala hafızalardadır. Yine iki gazete ve bir televizyon kanalın sahibi olan Ethem Sancak, medyaya yalnızca Erdoğan'ı desteklemek için girdiğini söylemiştir.
Peki diğer yandan iktidarın politikalarını eleştiren basın ne durumda? Olağanüstü Hal döneminde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle 124 medya kuruluşu kapatıldı. Bunlar arasında yayın koordinatörlüğünü yaptığım, 21 yıldır bir haber radyosu olarak yayınını sürdüren Özgür Radyo da bulunuyor. Yine OHAL kararnameleriyle yüzlerce gazeteci gözaltına alındı ve tutuklandı. İşte son olarak Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyonda gazetenin 9 yazar ve yöneticisi tutuklandı. Özgür Gündem gazetesinin yazı işleri müdürü İnan Kızılkaya ve genel yayın yönetmeni Zana Bilir Kaya iki buçuk aydır hapishanede. Özgür Gündem ile dayanışma gösterdikleri için yazar Aslı Erdoğan ve dilbilimci Necmiye Alpay hapishanede. Birçok gazeteci ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Ve binlerce gazeteci işsiz.
Tüm bu baskılarla toplum gerçek bilgiden uzaklaştırılarak kendi politikalarına rıza üretilmeye çalışılıyor. Ve bu politikalar, halkların çıkarına hizmet etmiyor, aksine daha fazla ölüme, acılara, yoksulluğa, geleceksizliğe neden oluyor.
Bugün gerçeklere her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Türkiye'de biran önce halkın gerçek, güvenilir haber almasının koşulları yaratılmak zorundadır. Bu, demokrasinin önkoşuludur.
İşte Özgür Gündem gazetesinde nöbetçi genel yayın yönetmenliği yapmamın nedeni budur.
Biraz önce de söylediğim gibi Türkiye'de basın hiçbir zaman özgür olmadı. Bu topraklarda sansür ve baskı politikalarından en fazla nasibini ise Kürt medyası aldı. 90'lı yıllarda yaşananlar anlatılırdı çoğunlukla, ama şimdi, özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra yaşananlar da o dönemi aratmıyor.
Sokağa çıkma yasakları uygulanan il ve ilçelerde meslektaşlarımıza polisler tarafından silah çekildi, muhabirler kurşunlandı, darp edildi, her gün gözaltı ve tutuklamalar yaşandı. Yine gerçekleri yazan Özgür Gündem gazetesinin Eş Genel Yayın Yönetmenleri hakkında sayısız soruşturma ve davalar açıldı. Oysa Kürt sorununun çözümü için İmralı'da Abdullah Öcalan ile yürütülen görüşmeler sürecinde ne Özgür Gündem'e ne de diğer muhalif basına yönelik soruşturmalar söz konusuydu.
Hukukun pusulası siyasi konjonktür değil, adalet olması gerekirken ne yazık ki öyle olmadı. Çözüm sürecinin sona ermesi pek çok gazeteci ve yazarı mahkeme salonlarına getirdi. Bu salonlarda yaptığımız haberleri, mesleğimizi, gazeteciliği savunmak zorunda kaldık.
Bu hukuksuz duruma karşı başlatılan kampanyalardan birisi de Özgür Gündem genel yayın yönetmenliği kampanyası oldu. Az önce anlattığım gibi, halkın haber alma, gerçek bilgiye ulaşma hakkı için Özgür Gündem gazetesinin varlığını sürdürmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle 20 Haziran 2016 tarihinde bu kampanyaya katıldım. Üstelik o gün daha önceki günlerde nöbetçi yayın yönetmenliği yapan Prof. Şebnem Korur Fincancı, yazar Ahmet Nesin ve RSF Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu tutuklandı.
İddianamede 21 Haziran tarihli nüshadaki haberlerden dolayı cezalandırılmam isteniyor. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, bu davanın siyasi bir dava olduğunu düşünüyorum. Çünkü az önce de söylediğim gibi gazeteci ve yazarlara yönelik davalar, çözüm süreci buzdolabına kaldırıldıktan sonra başlamıştır.
Suçlamaya ilişkin olarak ise, her ne kadar künyedeki ismim sembolik olsa da, yani haber ve yazıların içeriğine müdahale yetkim olmasa da, iddianameye konu olan iki haberin de haber değeri taşıdığını düşünüyorum. İddianamede “yaşam hakkının önüne diğer hiçbir hakkın geçemeyeceğine itibar etmediğimiz” söyleniyor. Burada savcının çok büyük bir yanılgı içerisinde olduğunu ifade etmek isterim. Yaşam hakkını savunduğum için havuz medyası gibi savaş çığırtkanlığı değil, barış gazeteciliği yapıyorum. Yaşam hakkını savunduğum için halkların gerçekleri görmesini istiyorum. Ve anlatmaya çalıştığım gerçek şudur: Mevcut iktidar Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözmek yerine yeniden savaş politikalarını hayata geçirmiştir. Yaşam hakkı üstünlüğüne itibar etmeyen ben ve yargılanan diğer meslektaşlarım değil, siyasi iktidarın kendisidir. Mesela Gezi direnişinde taleplerini dile getiren insanların yaşam hakkı yok muydu? Ya da Cizre bodrumlarına sığınan sivillerin yaşam hakkı yok muydu?
İddianamedeki suçlamaları kabul etmiyorum. Beraatimi istiyorum. (DO/ÇT)