İçlerinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Kanada, Lihtenştayn, San Marino, Vatikan ve ülkemizin de bulunduğu 35 devlet, insan hakları ve temel özgürlüklerin korunmasının ve geliştirilmesinin, hükümetin temel görevlerinden biri olduğunu kabul ederek katılma belgesini imzaladılar. Her devlet bu hakların tanınmasının özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu teyitle bu ilkeyi görev olarak kabul ettiler.
Böylece "Hukuk devletinin temellerini teşkil eden adalet ilkelerini desteklemeye ve ileri götürmeye kararlı" olduklarını açıklamış olan Devletler "Hukuk devletinin, sadece demokratik düzenin tesisinde ve uygulamasında düzenlilik ve istikrar sağlayan biçimsel bir yasallık anlamına gelmediği, fakat daha çok insan kişiliğinin yüce değerinin bütünüyle kabulüne ve tanınmasına dayanan ve onun eksiksiz biçimde ifade edilmesi için bir çerçeve sunan kurumlar tarafından güvence altına alınmış adalet anlamını taşıdığı kanısındadırlar." O halde, sadece yasa üretmek hukuk devletinin veya adaletin gerçekleşmesi için yeterli sayılmamıştır. Güvence altına alınmış olan adalet anlam taşır. Biçimsel yasallık demokratik toplum düzenini ve hukuk devletini korumaz.
Bütün devletler "insan hakları alanında ortaklaşa kabul edilmiş uluslararası normlara uygun olarak, kendi siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel sistemini serbestçe seçmek ve geliştirmek hakkına saygı göstereceklerini" 1990 yılında tekrarlamışlardır.
Bütün devletler bireylerin kendi insan hakları ve temel özgürlüklerini bilmek ve bunlara göre hareket etmek konusundaki yükümlülüklerini teyiden aşağıdaki taahhütlerde bulundular:
* Bireysel veya başkaları ile birlik olarak, herkesin, insan hakları ve hürriyetlere ilişkin görüşleri ve bilgileri serbestçe talep etmek, almak ve iletmek hakkına, bu tür görüşlerle bilgileri dağıtmak hakları da dahil olmak üzere saygı göstermek;
* Herkesin, bireysel veya başkaları ile birlik olarak, insan hakları ve temel özgürlüklerin uygulanmasını incelemek ve tartışmak ve insan haklarının daha iyi korunmasına ve uluslararası insan hakları standartlarına uygunluğu sağlayacak yol ve yöntemlere ilişkin fikirler geliştirme ve tartışma hakkına saygı göstermek.
Kopenhag Toplantısı'nda kabul edilen "belgeye" göre; "iletişim hakkı" ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 10.maddesinde düzenlenen "ifade özgürlüğü" konusunda kabul edilen ilkeye göre "Bu hakkın kullanılmasına, ancak yasalar tarafından öngörülen ve uluslararası normlar ile tutarlı sınırlamalar uygulanabilir..." Başkaca bir sınırlandırma yapılmaz.
22 Haziran 1993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesi'nde, Avrupa Konseyi, adaylık başvurusunda bulunan ülkeler için tam üyeliğe kabul edilmeden önce karşılaması gereken kriterler belirlendi. Bu kriterler siyasi, ekonomik ve topluluk mevzuatının benimsenmesi olmak üzere üç grupta toplanmıştır.
Siyasi Kriter: Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıklara saygı gösterilmesini ve korunmasını garanti eden kurumların varlığı,
Ekonomik Kriter: İşleyen bir pazar ekonomisinin varlığının yanı sıra Birlik içindeki piyasa güçleri ve rekabet baskısına karşı koyma kapasitesine sahip olunması,
Topluluk Mevzuatının Benimsenmesi: Siyasi, ekonomik ve parasal birliğin amaçlarına uyma dahil olmak üzere üyelik yükümlülüklerini üstlenme kabiliyetine sahip olunması AB'ye girmeye aday ülkeler; "istikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin var olması", "hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü", "insan haklarına saygı", "azınlıkların korunması" gibi dört ana kriter açısından değerlendiriliyor. Genelde; ülkelerin çok partili bir demokratik sistemle yönetiliyor olması, hukukun üstünlüğüne saygı, idam cezasının kaldırılmış olması, azınlıklara ilişkin herhangi bir ayrımcılığın bulunmaması, ırk ayrımcılığının olmaması, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın yasaklanmış olması, AİHS'inin çekincesiz kabul edilmiş olması gibi özellikler dikkate alınmaktadır.
Bütün bu ilkelerin "yasalarda" kabul edilerek bireylere tanınmış olması tek başına yeterli değildir. Asıl olan yasalarda var olanların aynı zamanda "kesintisiz" uygulanmasıdır. Temel hak ve özgürlüklerin yasalarda kabul edilen varlığı tek başına yeterli değildir. Yasalarda kabul edilerek "yargı teminatına" kavuşturulan insan haklarının biçimsellikten kurtarılması ve yaşama geçmesi için yazılı yasaların "uygulanması" zorunludur. (EÖ/BB)