Hüküm kesinleşinceye kadar hakim ve mahkemenin hüküm, karar ve işlemleri hakkında "mütalaa yayınlamak" yasaktı. Hüküm kesinleştikten sonra yargı otoritesini sarsmadan ve hakaret edilmeden mahkeme kararlarının eleştirisi yapılabilirdi. Böylece bu madde ile sanık hakları ve yargı otoritesi korunuyordu.
Yargı ve Yargıtay kararlarıyla, eğer deyim yerindeyse, uygulamada "istikrar" da vardı. Dava haberleri içinde iddianamenin tamamı yayınlanmadan ama alıntı yapılarak adli haber yazılabilirdi. Adliyede olup bitenler ve kim hakkında, neden dava açıldığı, yasaların hangi maddesine göre ne kadar ceza istendiği ve suçlanan eylemin ne olduğu yazılıyor ve böylece "adli haber" ortaya çıkıyordu.
Mahkemelerin kararları hüküm kesinleşmeden eleştirilmiyordu. Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar hiç kimsenin suçlu sayılamayacağı konusundaki evrensel kurala gazeteciler bağlı kalıyordu. Yargı otoritesi yıpratılmıyor, kamuoyu gözündeki gücü de korunabiliyordu.
Aksi haberlere, eleştirilere ve yorumlara rastlanılmadı mı? Çok rastlandı. Yargı otoritesini sarsan, suçluluğu hükmen sabit olmadığı halde kişileri "suçlu" ilan eden haberler yayınlanmadı? Çok yayınlandı. İnsanlar beraat etse bile medyada mahkum edildi. Yok yere mahkeme kararları eleştirildi.
Yerin dibine batırıldı. Hukuk ve yasalar bilinmeden, önlenemez bir cahillikle "eleştiri" ve "haber" adı altında davalarda olup bitenler, sanık sorgularında ortaya çıkan gerçekler ters yüz edildi. Basın, güçlerin medyası olarak dile düşmüş suç davalarını, sanıklarını televizyonlarda kurduğu mahkemelerde yargılamaya kalktı. Yargıladı da.
Davaya duruşmada okunmadan önce sanıkların emniyet ve savcılık ifadelerini "ele geçirdik... az sonra" ve "arkası yarın" gibi tirajların ve reytinglerin vazgeçilemez çıkarlarına feda etti. Medya yargı otoritesini hiçe saydı. Giderek gazete, radyo ve televizyonlarda "yargısız infaz" deyiminin içinde saklı "çamur at izi kalsın" görüşü bazı yayın organlarının yayın politikasına dönüştü.
Cevap ve düzeltme hakkı hiçe sayıldı. Saygı gösterilmedi. Böylece, gazetecilik meslek ilkelerine ve etik kurallara tamamen aykırı olan ve arada bir görülmesi gereken bu tür "istisnai durumlar" basınının her yanını sardı.
Giderek "bir kısım medyanın" meslek ilke ve etik kurallara aykırı yayınları karşısında; basının "yargıyı etkilediği", "etkilenebileceği" veya" "yargının etkilendiği" gibi laflar yüksek sesle söylenmeye başlandı. Politikacıların bir kısmı, basının yargısız infazlarına dur demek gerektiğini ve bunun yasayla önlenmesini istediler.
Bunu halk adına yaptılar. Haksız sayılabilir mi? Sayılmazlar. Peki, görüşleri samimi mi? Hiç sanmıyorum. Kuşkusuz bir kısmı hariç...Kim kabahatli? Sonunun yanıtı çok net. Bu tür yayınları gerçekleştiren "bir kısım gazeteciler". Haberlere, eleştiri ve yorum yazılarına böyle bir anlayışın hakim olmaya başlamasıyla ortaya çıkan hatalar, yasa koyucunun "yasal önlemlerle önleme" isteği karşısında gazetecileri güçsüz bıraktı.
Gazetecilik mesleğini savunmak için söylenecek söz kalmadı. Ama her haber, yargılamayı etkilemek için yazılmadı. Gazeteciler görevini yaptı. Yargı, yazılan her haberden etkilenecek kadar güçsüz değildir. Mahkemeler yazılan haberlerden de "etkilenmedi". Bir kısım medyanın isteğine göre karar vermedi. Vermez de...
Meslek ilke ve kurallarına düşkün gazeteciler, kamuoyu her şeyi bilsin ister. Yargıyı etkilemek için haber yazmaz. Herkes bilmektedir ki, bir dirhem havadis peşinde koşan gazetecilerin yaşamları namluların ucundaki ölüm tehdidi ile baş başa bırakıldığı halde, gazeteciler haberlerini ve gerçekleri yazdılar.
Öldürüldüler. Bombalarla havaya uçuruldular. Ama yılmadılar. Doğruların bilinmesi için görev yaptılar. Yapıyorlar. Ölüm tehditlerine aldırmadılar. Yolsuzlukları, çıkar peşinde koşan çeteleri, kendi çıkarları için ulusun çıkarlarını feda eden suçluları ortaya çıkardılar. Demokrasiyi kurdular. İfade özgürlüğünü temel hak ve özgürlüklerin omurgasına dönüştürdüler.
İşte bu yüzden yeni Basın Yasasında yer alan "Yargıyı etkileme" başlıklı 19. maddeyi ne gazeteciler, ne de yargı asla hak etmedi.
Madde aynen şöyle: "Hazırlık soruşturmasının başlamasından takipsizlik kararı verilmesine veya kamu davasının açılmasına kadar geçen süre içerisinde, Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme işlemlerinin ve soruşturma ile ilgili diğer belgelerin içeriğini yayımlayan kimse, iki milyar liradan elli milyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu ceza, bölgesel süreli yayınlarda on milyar liradan, yaygın süreli yayınlarda yirmi milyar liradan az olamaz."
İkinci fıkrasında ise "Görülmekte olan bir dava kesin kararla sonuçlanıncaya kadar, bu dava ile ilgili hâkim veya mahkeme işlemleri hakkında mütalaa yayımlayan kişiler hakkında da birinci fıkrada yer alan cezalar uygulanır."
Uygulamada bu maddeye dayanılarak açılacak davalar sorun yaratacak. Yasanın 19. maddesi "içerik yayınlamayı" yasaklıyor. İddianameler haberde yer almayacak mı? "İçerik yayınlamak" denince ne anlamalıyız?
Adli haber yazılamaz hale geliyor. Yazılan haber "yargıyı etkiledi" diye gazeteciler hakkında davalar açılabilir. Artık dile düşmüş veya toplumu yakından ilgilendiren ağır suç davalarının "haber" olarak yayınlanması bile suç sayılabilir. İşkence iddiası ile yargılanan kamu görevlileri hakkında yayınlanan dava haberi "yargıyı etkiledi" diye haberi yazan gazeteci hakkında dava açılabilir.
Gazeteciler; yaptıkları hatta yapmadıklarıyla, sevaplarıyla ve günahlarıyla böyle bir maddeyi ve ceza tehdidini hak etmedi.
Kamuoyu bir dirhem adli haberden mahrum kılınmamalı. Böyle bir maddeyle her adli haberi "yargıyı etkileme" olarak değerlendirmeye açık hale getirenler, bunu düşünenler, böylece halkın gerçekleri öğrenme hakkını engelleyenlerin gerekçesi nedir?
Bu maddeyi kimler ve niçin düzenledi? Kim yaptı ise; bu maddeye aykırılıktan gazeteciler aleyhine açılacak her davada kendilerini "minnetle" anacağım (!?). (Fİ/BA)
3