İlki 28.9.2003-10.10.2003 ve ikinci 11-19.07.2004 tarihli. Üçüncüsü 13- 22 Haziran 2005 tarihlidir. Bu iş için Avrupa Komisyonu-Brüksel, AB üyesi devletlerden iki uzman atamıştır:
Batı İsveç Temyiz Mahkemesi Daire Başkanı, Birleşmiş Milletler Bosna Hersek'te Yargısal Sistemin Değerlendirilmesi Programının eski başkanı Kjell Bjornberg (İsveç) ve İngiltere'de, Galler'de avukatlık yapan Paul Richmond (Birleşik Krallık). Ziyaret raporları Adalet Bakanlığının ve Türkiye Barolar Birliğinin adresinde yayınlanmıştır. Diğer iki rapora da aynı adreslerden ulaşılabilir.
28.09.2003-10.10.2003 tarihli İlk Ziyaretçi Raporu'na göre Türkiye'de yargıçların bağımsızlığı konusunda iç hukuk garantileri olduğu halde adli sistemimiz gerçek bir yapısal ve fonksiyonel bağımsızlık özelliğinden yoksundur.
Yargıtay Birinci Başkanvekili Sayın Mater Kaban'da 2004-2005 Adli Yıl Açılış konuşmasında "yargı bağımsızlığı"na değinirken; "...Mahkemelerin-yargıçların bağımsızlığı, başka bir kişi veya kurumdan emir almamaları, yasama ve yürütme erkleri ve organları dahil diğer ekonomik ve sosyal grupların baskı ve etkisi altında kalmamaları, tarafsızlıkları ise, yargılama yaparken yan tutmamaları, taraflara karşı kişilik özelliklerinden sıyrılarak objektif olabilmeleridir." demiştir. Raporla, konuşmanın ortak noktalarlardan ilki; demokratik toplumun temel direği, yargı bağımsızlığıdır. İkincisi, yasama ve yürütmenin yargıya müdahalesi kabul edilemez. Üçüncü ise yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesini sağlamak zorunludur ve bunun için de yargıyı siyasal erkin etkisinden kurtaracak kurumlar kurulmalıdır.
13- 22 Haziran 2005 tarihli ve yine Kjell Björnberg ile İngiliz hukukçu QC Ross Cranston imzalı yargı sistemimizle ilgili son "İstişari Ziyaret Raporu" Hukuk Fakültelerinden mezun olanların hakim ya da savcı olmak için (ÖSYM) tarafından yapılan yazılı sınavda "başarılı olması" kriterini objektif bulmaktadır.
Yazılı sınavdan sonra yapılan "mülakat" ise yargı bağımsızlığını daha başından olumsuz etkiliyor. Çünkü; sözlü sınavı Adalet Bakanlığı görevlileri tarafından oluşturulan bir Kurul yapıyor. Bu mülakat yargı bağımsızlığını zedelemektedir.
Önceki raporlarda ve son Rapor'da da görüş aynı. Ziyaretçiler; sözlü sınavın/mülakatın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından yapılmasını tavsiye etmişler. Kurul da bu yöntemin daha uygun olacağını bildirmiş.
Ziyaretçi Raporuna göre; yargıç ve savcıların mesleğe kabullerinde; mülakat sonucu Adalet Bakanlığı tarafından verilecek kararlarda "aleni objektif kriterlerin yokluğu" kaygı vericidir. Adalet Bakanlığı ise bu konuda verdiği yanıtta, 24 Şubat 1983 tarihli 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununu ileri sürmüştür.
Ziyaretçiler; bu kanunun, çoğu Avrupa ülkesinde önemli kamu atamalarının yapılmasında benimsenen objektif kriterlere uymadığı görüşündedir.
Bu rapordan kısa bir süre sonra yapılan basın açıklamasında Yargıtay Başkanlar Kurulu, 30.6.2005 tarihinde yaptığı toplantıda Hükümetin 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununda yapmak istediği değişiklikleri yargıyı etki altına alma düşüncesinin bir ürünü olarak görmektedir.
Yargıtay böyle bir yasa değişikliğini "...yargıdaki çalışma koşulları, özlük hakları ve diğer konulardaki sorunları çözmekten uzak olup; yürütmenin yargıyı etki altına alma düşüncesinin bir örneği olarak karşımıza çıkmıştır." şeklinde değerlendirmiştir.
Yargıtay'a göre "Hakim adaylığına atamaların yürütme organı içerisinde ki Adalet Bakanlığı tarafından yerine getirilmesi ve siyasi iradenin bu süreçte belirleyici olması, açık olan kadro sayısı da gözetildiğinde yargıda siyasallaşma yaratacaktır." Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Ok bu yasal düzenlemeyle yargıya siyasi müdahale yolunun açıldığını 24 Temmuz 2005'de söylemişti. Olaylar haklılığını kanıtladı. 6.4.2006 tarihli toplantısını de basın açıklaması ile duyuran Danıştay Başkanlığına göre; Türkiye Cumhuriyeti'nde, yasama, yürütme ve yargının birbirlerini engel olarak görmeleri, ne demokratik teamüllerle ne de hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmaktadır. Özenli bir üslupla tartışılması mümkün olan yargı kararlarının, siyasi tartışmalara konu edilmesi düşünülemez. Sayın Başbakanın, konuşmasında Danıştay'ı icraatına engel sayması, yürütme organının işlevi ve Yüksek Mahkeme olarak Danıştay'ın anayasal konumu ile bağdaşmamaktadır. "Hukukla bağlı olması gereken Sayın Başbakanın, Danıştay'ı, dolayısıyla hukuku, icraatına engel sayması kabul edilemez, maksadı aşar nitelikte talihsiz bir açıklamadır." Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Ok'da 7 Nisan 2006'daki konuşmasında; "Adalet Bakanlığı'nın yargıda her şeye hakim görüntü verdiği, yakın geçmişte görülmediği kadar yargıya nüfuz ettiği yadsınamaz." dedi. Birbiri ardından sıralanıp gelen Yüksek Yargı açıklamaları böyle...
Barolar ya da avukatlar olarak; yargı bağımsızlığı konusundaki açıklamalarımız haber oldu mu? Görmediklerim, okumadıklarım ve takip etmediklerim vardır. Haber olmayan ve çok etkili olmasına rağmen haber yapılmayan açıklamalar da var kuşkusuz. Kamuoyunu etkileyen ya da kamuoyunda etki yaratacak nitelikte görülerek haberlerde öne çıkan, insanlarımıza biraz nefes aldıran ve varlığımızı duyurabildiğimiz birkaç sözdür, birkaç açıklamadır aranan...Beklentim bundan ibarettir.
Her olayda ve her zaman, ayırımsız ve bazen hukuk adına yapılan açıklamalarda olabildiğince yansız; savunmanın/avukatların sesini duymaktır isteğim. Yoksa Umur Talu'nun 23 Mart 2006 tarihli Sabah gazetesinde yayınlanan yazısındaki gibi "Arazi marazi" mi olduk? 9.4.2006 tarihli yazısında da "Biliyorsunuz!" dedi.
Umur Talu'ya göre bu memlekette yargıya müdahale edildiğini "Sanki hiç bilmiyor musunuz!". Benim kendi memleketimde "Türkiye Cumhuriyetinde Yargı Sisteminin İşleyişi" hakkında; elin hukukçusu nasıl rapor hazırlar! Kızıyorum, söyleniyorum...
İç işlerimize karışıyorlar!. Öte yandan laf söyleyecek zamanlarda ortada yokum. Ben bu memleketin avukatı olarak yargının müdahale altında kaldığını bilmiyor muyum? Peki ben nerelerdeyim? Ben hem araziyim hem de marazi... "Siz"?(Fİ/BA)