Yüksek Mahkeme, sarsıcı nitelik taşıyan, toplumun çoğunluğunu kızdıran ve tartışmaya yönelten fikirlerin de ifade özgürlüğünün koruması altında olduğuna dikkati çekti.
Nefret saçan, şiddete davet eden, şiddet kullanmayı özendiren ifadelerin ise kamu düzeni için somut tehlike oluşturduklarından, ifade özgürlüğünün koruma alanı dışında kaldığını vurguladı.
İstanbul 3 No'lu DGM, Erdal Taş'ı, bir gazetede yer alan yazısı nedeniyle, "Basın yoluyla halkı ırk ve bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmek" suçundan, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 312. maddesinin 2. fıkrası uyarınca mahkum etti.
Mahkumiyet kararının temyiz edilmesi üzerine, dosya Yargıtay 8. Ceza Dairesi'ne geldi. Daire, yerel mahkemenin mahkumiyet kararını oybirliği ile bozarken, kararında, ifade özgürlüğüne ilişkin önemli tespitlerde bulundu.
Çoğulcu Demokrasi
Anayasa'nın 2, 12, 25 ve 26. maddelerinin anımsatıldığı kararda, şöyle denildi:
"Bu hükümlerin doğal sonucu şudur: Türkiye Cumhuriyeti, hukukun üstünlüğüne dayalı, çoğulcu bir demokrasidir. Esasen çağımızın ruhu çoğulculuk yani çok sesliliktir. Çoğulculuk ise birden çok düşüncenin varlığı ve bunların açıklanması temeli üzerinde kurulabilir. Çünkü, dış dünyaya yansıtma olanağı verilmediği takdirde düşünce özgürlüğü işlevini yapamaz ve varlık nedenini yitirir. Kişiler ve toplum, özgür beynin ürünlerinden yararlanamaz. Düşünceleri tartışarak ve tartarak doğruyu yanlıştan ayırma imkanından yoksun kalır."
Düşüncenin çokluğu ve çeşitliliğinin, bir ülkenin zenginliği ve ilerlemesinin itici gücü olduğu vurgulanan kararda, "Onun içindir ki çoğulcu demokrasiyi benimseyen ülkeler gelişmekte, ötekiler geri kalmaktadır" denildi. İfade özgürlüğünün, her bireyin kendisini gerçekleştirmesinin de temel koşullarından birini oluşturduğuna işaret edilen kararda, insanın, ifade özgürlüğü sayesinde kendisini tanımladığı, başkalarını algıladığı ve yaşamını anlamlı hale soktuğu kaydedildi.
"Makul Denge"
Kararda, şöyle devam edildi:
"Eğer demokratik bir süreç ve her bireyin gelişmesi isteniyorsa, anlatım özgürlüğünün korunması hayati önem taşır. Serbest bir kamuoyu oluşturmak, bütün seçeneklerin tartışılmasını sağlamak ve en geniş anlamda halkın yönetime katılımını ve denetimini gerçekleştirmek, ancak bu sayede mümkün olabilir. Elbette temel hak ve özgürlükler gereklidir. Bu, çağımızın tartışılmaz bir gerçeğidir. Ancak, bir gerçek daha var: Sınırlama ve kısıtlama... Çünkü, kısıtlama ve sınırlama olmadan toplumsal bir hayat, yani dirlik ve düzen sağlanamaz. Öyleyse yapılacak ilk iş, düzenle özgürlük arasında makul bir denge kurmak olmalıdır. Zira, ne kadar değerli olursa olsun, ifade özgürlüğü demokratik bir toplumda tek değer değildir. Bu yüzden kamu düzeni, genel ahlak, milli güvenlik, başkalarının hak ve şerefi gibi değerlerle çatıştığında bir uzlaşmanın sağlanması gerekir."
"Özgürlük, hangi hallerde sınırlanabilir?"
Kararda, Anayasa'nın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne koşut olarak, ifade özgürlüğü ile "milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyet'in temel nitelikleri ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla" sınırlama getirerek demokratik düzen ile ifade özgürlüğü arasında denge kurmaya çalıştığı vurgulandı.
İfade özgürlüğüne getirilen sınırlamalardan birinin TCK'nın 312/2.maddesini değiştiren düzenleme olduğu kaydedilen kararda, söz konusu maddenin, "sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak, halkı birbirine karşı kamu düzeni için tehlikeli olabilecek şekilde düşmanlığa veya kin beslemeye alenen tahriki" suç sayarak, anlatım özgürlüğünün koruma alanı dışında bıraktığına işaret edildi.
Kamu düzeninin, toplum hayatının huzur ve güvenlik içinde yürümesini sağlayan düzenin bütünü olduğu belirtilen kararda, "Başka bir deyişle, kamu düzenine karşı işlenen cürümler kamu huzur ve güvenliğini tehlikeye koyabilen suçlardır. Burada tehlike kavramına yüklenecek anlam veya tehlikenin nitelendirilmesi özel bir önem arz etmektedir" denildi.
"Nefret saçma ve şiddete çağrı var mı?"
"Nefret saçan veya şiddete davet eden yahut şiddet kullanmayı özendiren ifadeler kamu düzeni için somut tehlike oluşturduklarından, ifade özgürlüğünün koruma alanı dışında kalırlar" tespiti yapılan kararda, şunlar kaydedildi:
"Bu açıklamaların ışığında dava konusu yazı bir bütün halinde değerlendirildiğinde; sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak halkın bir bölümünü diğerine karşı şiddet kullanmaya kışkırtan veya şiddete özendiren veyahut nefret tohumları saçan ifadeler içermediği, bu nedenle de kamu düzeni için tehlikeli olabilecek bir şekilde kin ve düşmanlık beslemeye tahrik eylemediği, yakın tarihimiz ile günümüzdeki olayları kendi bakış açısına göre değerlendirerek zamanın iktidarlarını, yöneticilerini, uyguladıkları siyasal, ekonomik ve kültürel politikaları sert bir biçimde eleştirdiği, bunların sonucunda Osmanlı Devleti'nin büyük toprak kayıplarına uğrayarak parçalandığını, ülkenin ekonomik ve siyasi bağımsızlığını yitirdiğini, refah düzeyinin gerileyerek Afrika ülkeleri seviyesine indiğini, Kürt sorununun çözülemediğini ileri sürmek suretiyle asıl amacının eleştiriye dönük değerlendirmeler bulunduğu anlaşılmaktadır."
Bu değerlendirmelerin toplumun bir bölümünü rahatsız edici nitelikte olabileceği ifade edilen kararda, "Ancak, unutulmaması gerekir ki, ifade özgürlüğü çoğunluk gibi düşünmeme, kurulu düzeni sorgulama, hatta eleştirme hakkını da kapsar. Dahası; sarsıcı nitelik taşıyan, toplumun çoğunluğunu kızdıran ve tartışmaya yönelten fikirlerde ifade özgürlüğünün koruması altındadır" denildi.(EÖ/BB)
(*) Ntvmsnbc.com sitesi bu haberinde Anadolu Ajansı'nı kaynak olarak gösterdi.