Ne yazık ki, sorun, basın ve basın etiği düzleminde değil, daha çok banka batırma, kredi dolandırıcılığı ve borç erteletme ekseninde ele alındı. Bu tartışmanın dikkate değer az sayıdaki iyi örneklerden biri, daha önce Doğan Grubu'nda da üst düzey sorumluluklar üstlenmiş Umur Talu'nun Sabah gazetesindeki makalesiydi.
'Tetikçi ve kiralık'
Ben bu yazıda, A. Doğan'ın söylediklerinin tamamını değerlendirecek değilim. Zira, yaklaşık 5 saat süren bu basın toplantısında söylenenleri değerlendirmek için nereden baksanız bir broşür kaleme almak gerekiyor. Ancak, yine de kısaca, tarafların birbirleri hakkında söylediklerinin doğru olduğunu belirtmek, sanırım en iyi özet olacaktır.
Peki, Aydın Doğan'ın bu toplantıda söylediği ve doğru olan bir şey yok muydu? Haksızlık etmemek lazım; Aydın Doğan'ın en çok gürültü koparan sözleri, yani basında çok sayıda "tetikçi ve kiralık" gazeteciler olduğunu iddia ettiği bölüm kesinlikle doğruydu. Doğan, herkes tarafından bilinen büyük bir sırrı, en yetkili ağız olarak açıkladı.
Basın toplantısında Akşam gazetesi muhabirinin ısrarla, bu gazetecilerin kim olduğunu sorması üzerine, Doğan'ın verdiği yanıt ise açıkça bir haksızlıktı! Çünkü Doğan, "Ben bunları teker teker söyleyemem, ama bunlardan sizin grupta çok var" demişti. Oysa, "tetikçi ve satılık" gazeteci artık her yerde var.
Yükselen iktidar aygıtı;medya
Aydın Doğan Türkiye'nin en büyük basın tekelini yönetiyor. Medyanın yüzde 65'ini kontrol ediyor. Gazetecilik ve televizyon yayıncılığı dışında bankacılıktan ticarete, sanayicilikten tarım işletmeciliğine kadar hemen her alanda iş yapıyor.
Doğan'ı büyüten gazete patronluğu oldu. Dünyanın içine girdiği yeni dönemde -ki buna iletişim ve bilgi çağı da deniyor- medyanın yükselen bir iktidar alanı ve aygıtı olduğunu gören Doğan, bu sayede dokunulmazlık kazandı. Doğan, ilk iş olarak basında sendikayı tasfiye etti. Gazeteciyi ve haberi görece güvence altına alan 212 sayılı Fikir İşçiliği Yasası'nın işlevsiz hale getirdi.
Gazetecinin ve haberin güvencesi ortadan kalktı. Ve haksızlık yapmayı göze alarak belirtebilirim ki, geriye, gazetecilik konumunu ve etiğini savunamayan, haklarını arama iradesinden yoksun ve ancak bireysel ilişkileriyle ayakta kalabilen/tutunabilen -ki bu ilişkiler bazen gazete patronuna ve üst yönetimine yakın olmak şeklinde gelişebildiği gibi, bazen de o günkü iktidara yakınlık olarak da şekillenebilir- bir gazeteci tipi çıktı ortaya.
Suçlu sadece Doğan mı?
Peki, bu tablonun tek suçlusu Aydın Doğan ve diğer gazete patronları olabilir mi? Benim yanıtım; hayır olacaktır. Çünkü, dünyanın en keyifli mesleklerinden biri olan, zamanın ve toplumun ötesine geçme olanağı sağlayan, vitrinde yer alan ve insanın yaptığı işe yabancılaşmadığı ender çalışma alanlardan biri durumundaki gazetecilik, bu ülkede "bireysel" bir iş olarak algılandı.
Mesleki dayanışma ve örgütlülük reddedildi. Aydın Doğan, bazı gazeteci arkadaşlarımızın eline noter paralarını tutuşturup sendikadan istifa etmeye gönderdiğinde buna itiraz edenlerin sayısı çok azdı. İtiraz edenler ise işlerinden atıldı ve bir bölümü bu mesleğin dışına düşürüldü.
Bu nedenle, Aydın Doğan'ın söyledikleri önemli. Çünkü, "tetikçi ve satılık" gazetecilerin sayısını en iyi bilebilecek birkaç kişiden biri Doğan ve üst düzey yöneticileridir. Her zaman ve her dönemde "tetikçi ve satılık" gazeteciler olabilir. Ancak, Türk basının aktüel sorunu bu değil; sorun bu kişilerin sayısının artık Aydın Doğan'ı bile rahatsız edecek düzeye ulaşmasıdır.
Gazetecinin dramı
Şimdi, soruna bir de tersinden bakalım; eğer kendisini satmaya ve tetikçilik yapmaya hazırlamayan gazeteciler olmasaydı, Aydın Doğan bu kadar rahat konuşabilir miydi? Sorun biraz da bu değil mi? Radikal bir müdahaleyi gerçekleştirmeden, basının sermaye bileşimini değiştirmeden bu sorun aşılabilir mi? Basında bir örgütlenme bilinci ve dayanışma ruhu oluşturmadan bu mesleğin itibarı iade edilebilir mi?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bile, geçen ayın başında (3 Ekim 2003) çok ilginç bir tespit yaptı; söyledikler özetle şöyle:
"Teknik imkanı zengin, insan kalitesi fakir bir medya ile çağdaş seviyeye ulaşamazsınız."
Bu sözler belki malumun ilanı, ama doğru. Doğru çünkü, Türk medyası dünyanın en modern ve teknik alt yapısına sahip. Ama, ürün kalitesi çok düşük. Gazetecilerin bilgi birikimleri, uzmanlaşmaları ve genel olarak eğitimleri acınacak durumda. Böylesine önemli ve "stratejik" bir iş kolunda, gazetelerin asıl taşıyıcı gücü olması gereken muhabirlerin ücretleri çok düşük. Sosyal güvenceleri yok.
Makine mı insan mı?
Dünyada, gazetelerde bilgisayar teknolojisi ilk kez Türkiye'de kullanıldı. Dinç Bilgin, henüz İstanbul'a gelip Sabah gazetesini kurmadan önce İzmir'de, Yeni Asır'da dünyanın en ileri teknolojisiyle gazete üretiyordu. Ancak, sanıldı ki, ileri teknoloji ile en iyi gazete çıkarılabilir. Oysa, gazeteci yarı sanatçı demektir.
O bir parça edebiyatçı, çokça yazar, biraz politikacı, tarihçi ve ekonomisttir. Yani, gazete üretimi entelektüel bir süreçtir. Ve gazete üretimi, başka hiçbir iş kolunda olmadığı kadar insana, onun birikimine ve yeteneklerine bağlıdır. Her sayfa onların imzalarıyla çıkar. Bu imza bugün ucuzlamıştır.
İşte, necip Türk medyasının temel sorunu budur. Ve tek suçlu asla Aydın Doğan değildir.(MY/NM)