"Evinde çocuklarının çamaşırını yıkayan, ütüsünü yapan, söküğünü diken, yemeklerini pişiren, komşularına gezmeye giden, akşam saat beş oldu mu evine dönen bir kadındım. Karanlığa kalmazdım hiç..."
"19 Ocak 1980 ve ardından 12 Eylül... Oğlum tutuklandıktan sonra sokaklarda kaldım gece yarılarına kadar. Eylemlerde koştum. Yataklarda yatmadık biz. Eylem yapıyoruz, polis çeviriyor, gidiyoruz taşlarda yatıyoruz... O kadar sokaklarda kaldım ki, kadınlığımı unuttum. Yaptığım yemekleri unuttum. Çok da ağrıma gidiyordu. Çok temizdim, titizdim, temizliği unuttum..."
12 Eylül'de bölünen bir hayat
Merdivenköy'de bir apartman dairesindeyiz. Şükriye Nazarii, 12 Eylül sürecinin hayatını nasıl etkilediğini bu sözlerle anlatıyor. Yanında torunu Deniz, içerde gözleri artık görmeyen kocası var. Büfede, kızının ve torunlarının fotoğrafları...
Kendisini, "Şükriye Nazarii bir anne. Yaralı bir anne. 12 Eylül darbesini yemiş annelerden birisi..." sözleriyle tanıtıyor.
1980 sürecini anlatmaya, çocuklarının isimlerini ve yaşlarını söyleyerek başlıyor:
"En büyük çocuğum kızım Mine, 1956 doğumlu. İkincisi Serdar, 1959 doğumlu. Üçüncüsü cezaevinde yatan çocuğum, Turgay 1961 doğumlu. En küçük oğlum Tarık, 1965 doğumlu."
"1980'de Mine evliydi. Torunum Zeynep'i doğurmuştu. Zeynep 2.5 aylıkken dayısı Turgay tutuklandı. Zeynep şimdi 22 yaşında. Bu yıllarda Turgay idamla yargılandı, müebbete dönüştü, 1992'de de tahliye oldu. Dolu dolu 11 yıl kaldı cezaevinde."
"12 Eylül'den önce 1980'in 19 Ocağında tutuklandı Turgay. Tarık lise öğrencisiydi. Karne tatili olmuş, Tarık uyuyordu. Torunum Zeynep'e ben bakıyordum. Onu uyuttum, salona geçtim. Kapı çalındı, Turgay geldi yanında polislerle... Evi hallaç pamuğu gibi atıp gittiler. Aldılar, götürdüler Turgay'ı..."
Cezaevi kapısı ve ilk görüş
Nazarii, hayatının bir anda değiştiren geceyi böyle hatırlıyor... Sonraki günler gözyaşı, merak, öfke ve mücadeleyle dolu...
"Çılgına döndüm, deliye döndüm... Hemen peşine düştük. Sonra bütün tutuklular yer değiştirdiler, bulamadık bir süre hangi cezaevinde olduğunu... O dönem, kimseyle görüşemedim utancımdan. Kimse de bana bir şey diyemedim... Sonra öğrendik ki, Sağmalcılar'daymış."
"İlk görüşe gittim, hep ağlıyorum. Kızım beni diğer analarla tanıştırdı. Rahmetli İsmet Hanım vardı, sonradan arkadaşım oldu... O beni bir azarladı... 'Öyle çocuğun karşısında da ağlayacaksan gelme, biz ona bakarız' dedi. Ben bir şaşırdım. 'Bunlar bir şey biliyor ki, benim çocuğum demek ki iyi bir şey yapmış ki, herkes sahip çıkıyor' dedim. Kadın biliyor olayı tabii... Ben bilmiyorum ki...
"Sonra kimlik kontrolleri, demir parmaklıklardan, oğlumu öyle demirlerin arkasında görünce...."
"Oğlumun bana ilk sorduğu, neden ağladığımdı... 'Benden utanıyorsan, bir daha buraya gelme' deyince kızdım ona: 'Oğlum suç sizde, bana bir şey öğretmediniz ki, beni hiç bilinçlendirmediniz ki' dedim. Sonra, kendi kendime öğrendim ben de yaşayarak."
"Faydalı olduk çocuklara"
"Bizlerin o dönemde büyük mücadeleleri oldu. Bizim çocuklarımız bize dediler ki, 'Anne, basında sizin adınız çıksa, haberler sizi söylese bize kalkan cop inmiyor.Anneler şuraya başvurdu, anneler buraya başvurdu. Tutuklu anneleri Ankara'da. Tutuklu anneleri Selimiye'de. Tutuklu anneleri falan yerde eylem yaptı. Kalkan cop bize inmiyor, tekme bize inmiyor" dediler. Biz de faydalı olduk çocuklara... İstedikleri kadar kitap götürdük, kitaplar bir zaman alındı, bir zaman alınmadı. Tek tip dayatıldı. 'Tek tipi giydirmeyeceğiz' dedik. Gündem değişti, biz hep dayattık. Açlık grevine gidiyorlar, ölüm orucuna gidiyorlar, tek tipi giymemek için, görüş hakkı için, kitapları için, yiyeceklerin münasebetsiz biçimde verildiği için. Biz ya cezaevi kapısındayız, ya Ankara'da..."
Şükriye Nazarii, kendi öyküsünü anlatmıyor sadece... Şaziment Şülekoğlu, Didar Şensoy, Gülizar Çağlayan, Sacide Çekmeci'nin de öyküsü onun anlattığı... Oğlu, gelini, damadı, kardeşi cezaevinde olan annelerin, kardeşlerin, eşlerin öyküsünü dillendiriyor...
Baba gibi babalar...
Annelerin eylemleri, mücadeleleri, babaların, erkek kardeşlerin desteğiyle sürüyor tabii ama, onun babalara söyleyecek bir iki lafı var:
"Çok güzel babalar vardı yanımızda. Baba gibi baba olanlar oradaydı. Ama, çocuklarının annelerinde suç bulan babalar vardı. Kadının içi yanmıyormuş gibi, bir de kocasına hesap veriyordu. Adamlar anneleri suçluyordu, 'senin yüzünden, sen bana bağırttırmadın, sen bana söylettirmedin, sen dövdürmedin' diye. Evdeki düzenin bozulmasına kızan eşler, babalar vardı. Adam işten geliyor, karısı sokakta. Kadınlar bir de evlerinde eşleriyle uğraştı... Çok iyi babalar da vardı ama, çoğunluk analardaydı..."
İHD ve Didar Şensoy
Nazarii, İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) de kurucu üyeleri arasında. İHD'nin kuruluş sürecini, "Kendimizi daha rahat anlatacak, yasallık kazanacak bir yöntem arıyorduk. Emil Galip Sandalcı bize yardımcı oldu, yol gösterdi. Uğraştık, didindik, kuruluşumuzu açıkladık. Sonra bir sürü şey değişti tabii. Ama hiç kolay olmadı. O dönemde tüm yetkililer sorumluluğu başkasına atıyordu. Birisi emir vermiş, onlar uygulamak zorundaymış gibi davranıyorlardı bize. Böylece yıllar geçti tabii..." diyerek anlatıyor.
Sonra, aklına İHD'nin kurucu üyelerinden Didar Şensoy düşüyor. Omuzdaşım dediği Şensoy'la bütün eylemlere birlikte gittiklerini anlatıyor - Şensoy'un yaşamını yitirdiği son Ankara eylemi hariç:
"Oğlum cezaevinde Aşkın Taner'le nişanlanmıştı, evlenecek. Muameleleri tamamladım. Nikah ve Ankara eylemi aynı gün olacağı için Didar'la da konuştum, eyleme gitmedim. Yol boyu beni anmış. Sonra haberi geldi, polis müdahale etmiş, şeker komasına girmiş. Esnaf Hastanesi'nde cenazesi yıkandı, gösterdiler bize. Alnından öptüm onu. Kendimi hiç affetmiyorum onu yalnız bıraktığım için."
Ve oğlum beni hiç aramıyor
Turgay cezaevindeyken yaşananları özetliyor Nazarii... Hayatında değişenleri...
Turgay cezaevindeyken, kızım Mine'yi gözaltına aldılar. 3.5 aylık hamileydi. Bebeğini düşürdü. Bir de onun peşinde dolaştım üç ay boyunca. Zeynep yanımda, kızım gözaltında, oğlum cezaevinde. Çıkınca yurtdışına gitti Mine. Zeynepim yanımda kaldı. Ne zaman ki ilkokulu bitirdi, onu da gönderdim annesinin yanına. Sonra küçük oğlum Tarık da gitti ablasının yanına. Bu arada büyük oğlum Serdar evlendi, bir kızı oldu. İsmini Turgay koydu cezaevinde: Deniz."
"Deniz altı yaşındaydı Turgay çıktı dışarı. Turgay'ı ve eşi Aşkın'ı Bartın Cezaevi'nden alıp eve getirdim. Onları eve bırakıp kahvaltılık almaya gittim. Geldim ki, bunlar kapıda. Aşkın anneannesine gitmek istiyormuş. Oğlum aldı eşini, götürdü. Gidiş o gidiş... Aylarca ne gördüm, ne bir haber aldım. Sonra, gelip bir iki ay evimde kalıp yurtdışına gittiler. Cezaevinde gidip hiç değilse ziyaret ediyordum. Şimdi o da yok."
"Peki ya ben nasılım şimdi?"
"Ağlayamıyorum artık. Gülüşüm de sahte gibi geliyor kendime. Ben çok gülerdim, çok güldürürdüm insanları. Şimdi onları güldürüyorum, kendim gülemiyorum. Taş gibi oldum. Uykularım saptı. Geceleri uyku uyuyamıyorum. Uykuya dalacağım zaman içim cız ediyor, gözlerim faltaşı gibi açılıyor. Hemen elime bir kitap ya da gazete alıyorum, öyle uyuduğum kadar uyuyorum. Hala öyleyim."
"Ve benim oğlum beni hiç aramıyor. Canı sağ biliyorum, rahatı da yerinde. Şimdi baba da olacak. Tamam o müjdeyi ablasına verdi. Biraz utangaçtır. Turgay çok utangaçtır. 'Benim çocuğum olacak' diyemez. Ablasına açmış söylemiş. Ablası bana söyledi. Ben de arasın istiyorum. Yanına gitmiştim bir kere. Alıyorum, göğsüme yatırıyorum, 'Yavrum niye aramıyorsun?' diyorum. 'Anne' diyor, 'telefon ettiğimde konuşmamız bitince ben daha fena oluyorum' diyor. 'Senin kokunu almayınca, seni kucaklamayınca ben burada böyle daha kötü oluyorum' diyor. Bense sesini duyayım istiyorum. Çok nadir arıyor. Bayramlarda, anneler gününde. Unutkan çocuğum, çok unutkan... Annesinin doğum gününü unutuyor, yeğeninin doğum gününü unutuyor. Ablası orada onu dürtüklüyordu. Şimdi o da geldi buraya, tamamen azaldı telefonlar." (BB/NK)