İşte bu gelişme karşısında, Hürriyet gazetesine yukarıdaki başlığı attıran neden, bu defa, bir başka gayrimüslim cemaat vakfı olan, Balıklı Rum Hastanesi Vakfı'nın Başkanı Dimitri Karayani'nin bu konuda gazeteye yaptığı açıklama. Vakıf Başkanı Karayani, hükümetin Vakıflar Kanunu ile ilgili yaptığı değişiklikle bu gibi sorunların çözümleneceğine inandığını belirttikten sonra, şu görüşleri savunuyordu:
"...AİHM'ye başvuruyu vatana ihanet olarak görüyorum. Burası bir Türk vakfıdır. Ben devletimi yabancılara şikayet edemem. Devletin mahkemesine, Yargıtay'a ve hükümetime itimadım var. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kimsenin kapısında dilencilik yapmam. Biz sorunlarımızı kendi aramızda hallederiz, elalemin kapısına gitmeye lüzum yok. AİHM'ye kesinlikle başvurmayacağız. Lüzum yok böyle şeylere. Ben kanunun çıkacağına kaniyim. Gidip de hakkımı bir yabancıdan istemem. Bu zihniyetteyim, böyle yetişmişim. Ben Karadenizliyim, böyle şeyler sevmem."
Vakıf Başkanı'nın bu sözlerini, mantıken açıklamak pek mümkün görünmese de, sonuçta kendisini ilgilendirdiğini düşünüyorum. Ama Hürriyet gazetesinin birinci sayfadaki "Vatandaş Dimitri" manşeti üzerinde durmak gerekiyor. Pek çok soru hatıra geliyor: Bir gayrimüslim azınlık mensubunun vatandaşlığı, bazı önkoşulları sınadıktan sonra varılacak bir statü müdür? Eğer böyleyse, o sınamanın ölçütleri nasıl belirlenir? Yoksa bir azınlık olma statüsüne değil de, Türkiye vatandaşlarının sahip olması gereken milli hasletlere mi dikkat çekilmek isteniyor? Veyahut gazete yöneticileri, bir hafta sonu nüshasının manşetinde, azınlık konusuyla ilgili ironik ya da bıyık altından gülmeye çalışan bir üslûbu mu tercih etti?
Bay Karayani'nin sözleri ve gazetenin bu tavrı karşısında, acaba şöyle mi düşünmeliyiz? Türkiye'nin vatandaşları olarak, bir devlet idaresinin işlemleri sonucunda hakkımızın kayba uğradığını veya ihlal edildiğini düşünüyorsak, devlet katında bunun giderilmesi için çaba göstermeliyiz. Fakat Avrupa sözleşmesi de, zaten bunu öngörüyor ve ancak ulusal hukuk yolları tüketildikten sonra, AİHM önünde bir başvuru yapılabiliyor. Bu nedenle, AİHM'ye bir şikayette bulunabilmeniz için, ulusal hukuk düzeni içinde yaptığınız tüm taleplere rağmen, mağduriyetinizi giderecek etkili bir sonuç elde edememiş olmanız gerekir. Buna rağmen, "Yerli yerinde otur ve devletinin, bir gün bu rahatsızlığı gidereceğini ümit et!" diyorsanız, bir demokraside, insan hakları hukukunun, görece zayıf olanın haklarını güçlendirme mekanizmalarıyla kurduğu düzen kavramını, tamamen güçlü lehine çevirmiş sayılmaz mıyız?
Bu trajikomik haberin konu aldığı, Türkiye'deki azınlık vakıflarının taşınmaz mal mülkiyeti edinmeye ilişkin sorunları, 1974 yılında Yargıtay'ın verdiği bir kararda hukuken görmezden gelinmişti. Ayrıca, Yargıtay o kararında bu azınlık mensuplarını "yabancı" olarak nitelendirmişti. Biliyorsunuz, "yabancı" terimi hukuken vatandaş olmayan anlamına gelen bir statüyü ifade eder. Hürriyet gazetesinin, o manşet ve sayfa düzenindeki bilinçaltı, bu anlamda bir yabancılığı reddediyor görünse de, hakkını aramayan bir vatandaş profilini taçlandırmış oluyor. Yoksa bunu, sadece "hakkını aramayan bir azınlık mensubu vatandaş" tipini taçlandırıyor diye mi düşünmeliyiz? Demokrasilerde buna ne ad verildiğini sanırım hepimiz biliyoruz. (TT/TK)