"Cehalet içinde olan" bizleriz. Cahilliğimize kızıyor. Ona göre "ulema" kelimesini "gündemde" tutmak isteyen biz cahiller lügate bakmadan konuşuyoruz. Ulema; alimlerin çoğul haliymiş.
Eleştirenlerin hassasiyeti üzüm yemekte değil, bağcıdaymış. Üzüm yemek istemeyenler karşılığı olarak biz cahillerden söz ettiği belli. Bağcı kim?
Başbakanın lügatine göre; "ulema" sözünü; ne biz cahiller ne de AİHM'deki yargıçlar anlıyor. Anlamıyorsunuz. Başbakan üzüm yemek istiyor.
Sizde üzüm yemek isteseydiniz, din alimlerinin çoğulundan bahsederken "ulema" denilmesi gerektiğini anlardınız.
Cahiller... Hatta konuyu bilmeden AİHM kararını veren yargıçlar ve üzüm yiyen başbakanı eleştiren cahiller olarak "bağcı" konusunda hiç "hassas" değiliz... Öyle ya bizim mürekkep yalamışlığımız da yok!..
AİHM kararının ne anlama geldiğini bilmeyen bir çok siyasiyle karşılaştık. Hukuksuz, politikacılar gördük. Kuran'ı Kerim okuyup hatim indirenlere af çıkarmayı düşünen Adalet Bakanlarımız oldu.
İç hukukumuzda dava açılırken avukatlara verilen "vekaletname" yerine, sadece "yetki belgesi"ni başvuru için yeterli sayan AİHM'sini "ciddiyetsizlikle" suçlayanlar oldu. Böyle eleştirenler siyasi partileri kapatılınca AİHM'ye büyük bir ciddiyetle başvurdular.
Gerek Anayasa ve gerekse Siyasî Partiler Kanununun birçok maddesinde yazılı olan Cumhuriyetin temel niteliklerinden sayılan "lâiklik ilkesi"nden ne anlaşılması gerektiğini öğrenmek istiyorlarsa; Refah Partisi hakkında verilen Anayasa Mahkemesinin 1997/1 (Siyasî Parti Kapatma) Esas ve 1998/1 Karar sayılı ve 16.1.1998 tarihli kararına baksınlar.
Mürekkep yalamışlar ve üzüm yemek istiyorlar sözüm ona... Ama henüz öğrenememişler.
"Lâiklik", ortaçağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışının, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli olan uygar bir yaşam biçimidir.
Lâik düzende din, siyasallaşmadan kurtarılmıştır. Kamusal düzenlemelerin dinî kurallara göre yapılması düşünülemez. Düzenlemelerin kaynağı dinî kurallar olamaz. (...) Demokrasi, şeriat düzeninin karşıtıdır.
Çağdaşlığın göstergesi olan bu ilke, Türkiye Cumhuriyeti'nde "ümmet"ten, "ulus"a geçmenin de itici gücü olmuştur. Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi, gücünü lâiklikten alır. Lâiklik, din ve devlet işleri ayrılığı biçiminde daraltılamaz.
Boyutları daha büyük, alanı daha geniş bir uygarlık, özgürlük ve çağdaşlık ortamıdır. Türkiye'nin modernleşme felsefesi, insanca yaşama biçimi ve insanlık idealidir.
Lâik düzende, özgün bir sosyal kurum olan din, devlet kuruluşuna ve yönetimine egemen olamaz. Devlete egemen ve etkin güç, dinsel kurallar ve gerekler değil, akıl ve bilimdir. Dinin, devlet işlerinde yasal düzenlemelerin kaynağı ve dayanağı olması düşünülemez. Kararda bu gerçekler var.
AİHM, Anayasa Mahkemesi'nin kararında belirtildiği gibi, Refah liderlerinin düşünce ve tutumlarının, dini kurallara göre şekillenen bir Devlet ve toplum modeline ilişkin belirgin bir resmi yansıttığı, şeriatın Sözleşmede öngörülen temel demokrasi ilkeleriyle bağdaşmadığı yönündeki AİHM 3.Dairenin görüşüne katılarak şöyle bir sonuca varmıştı:
"... Mahkeme, Anayasa Mahkemesi gibi, dinin öngördüğü dogmaları ve ilahi kuralları yansıtan şeriatın durağan ve değişmez nitelikte olduğunu düşünmektedir. Siyasi alanda çoğulculuk ya da kamu özgürlüklerinin sürekli evrilmesi gibi ilkelerin şeriatta yeri yoktur. Mahkeme, birlikte dikkate alındığında, şeriatın getirilmesine açıkça atıf içeren söz konusu ifadelerin demokrasinin temel ilkeleriyle bağdaşmadığına dikkat çeker. Bir yandan özellikle ceza hukuku ve ceza yargılaması usulü, kadınların hukuki statüsüne ilişkin kuralları ve özel ve kamusal yaşam alanlarına dini buyruklar uyarınca müdahale etme biçimi bakımından Sözleşme değerleriyle açıkça farklılık gösteren şeriata dayalı bir rejimi desteklerken bir yandan da insan haklarına ve demokrasiye saygılı olduğunu söylemek zordur... Mahkemeye göre, Sözleşmeye taraf bir Devlette eylemleri, şeriatı yerleştirme amacı taşıyan bir siyasi parti Sözleşmenin bütününü vurgulayan demokratik idealle bağdaşan bir oluşum olarak görülemez."
AİHM Büyük Daire kararındaki saptamaya göre "... köktendinciliğe dayalı geçmişteki siyasi hareketlerin bazı Devletlerde siyasi iktidarı ele geçirdiğini ve arzuladıkları toplum modelini kurma fırsatını elde ettiklerini göz ardı edemez. Mahkemeye göre, her bir Sözleşmeci Devletin Sözleşme hükümlerine uygun olarak tarihteki deneyimler ışığında bu tür siyasi hareketlere karşı koyabileceğini düşünmektedir. Mahkeme Osmanlı yönetiminde bir İslami teokratik rejimin geçmişte mevcut olduğunu da gözlemlemektedir. Önceki teokratik rejim yıkılarak cumhuriyet rejimi kurulduğunda Türkiye, İslami ve diğer dinleri özel dini uygulama alanıyla sınırlandıran laiklik tipini seçmiştir."
Hassasiyetlerinin "üzüm yemek" olduğunu söyleyip, "..bunların hassasiyeti üzüm yemekte değildi, bağcıda" diyerek AİHM yargıçlarının "ulemaya" danışmasını isteyenlere anımsatırım. Anayasa Mahkemesinin, AİHM 3.Daire ve Büyük Daire'nin Refah Partisi hakkındaki kararını yeniden okusunlar.
Sizler "mürekkep yalamış" insanlarsınız. Bizler lügatsiz , sözlüksüz cehalet içinde olan cahilleriz... Sonra laik demokratik hukuk devleti toprakları üzerinde yaşayan siz politikacılara biz cahiller çok acırız. Hukuk istersiniz. AİHM'ye başvurmak zorunda falan kalırsınız... Unuttunuz galiba; ulema eksikliğinden eleştirdiğiniz AİHM başvurusu sizin zihniyetinizden doğdu.
Davanızı AİHM'de kazanmalıydınız. Çok güçlü başvurunuza karşılık hükümet olarak savunmanız çok zayıftı. Neden? Yoksa ulemalara sormadınız ve onlardan İslami bilirkişi raporu almadan mı başvuru ya da savunma yaptınız?..Bilmiyorsanız öğretelim: Üzüm üzüme baka baka kararır... Sonra da üzüm üzüm, üzülürsünüz!.. (Fİ/BA)